@1scintilla
|
Vardım ilim meclisine, eyledim ilmi talep, ilim sonra gelir dediler, illa edep illa edep... Yunus Emre Bölüm 18. Rezil Mi Vezir Mi Ali Ata Aslanboğa Yaşamın karmaşasında bulunduğum küçük an, bana ummadığım bir mutluluğu armağan etti. Gündelik koşturmanın ortasında kaybolmuşken, bir çift zehirli göz pusula gibi yönümü gösterdi. O benim yuvamın kuşu olacaktı, ben de o yuvanın çatısı. Gözlerinde aksi hiçbir emare görmememe rağmen bir de dudaklarının arasından çıksın istedim o sözcükler. "Gönlümdesin Ali Ata, zatıalinle evlenmeyi kabul ediyorum." Bir cümle bu kadar mı yakışırdı bir ağza. Bir göz hem bu kadar ürkek hem de bu kadar kararlı bakabilir miydi? Anlattığı her şeyi a'dan z'ye dinlediğimde içimdeki volkan kaynadı da kaynadı. Kime gidip patlatacaktım ben bu lavları? Amcalarına söylememişti, korkusunu dile getirmişti. Yengesinden ölesiye nefret ederken bile onu koruyordu. Sonra da karşıma geçmiş, ama ben suçluyum Ali Ata, ben kötü bir insanım diyor... Aile değil kan emici bir sülüktü bunlar. Ulan! Ulan aynı anda hem öksüz hem de yetim kalmış kıza bu yapılır mı? Hangi vicdan, hangi merhamet buna izin verir? Şeytanla mı iş birliği yaptın be kadın? O gözlere bir kere bakan, ona zarar veremez ki. Masumluğu metrelerce öteden bas bas bağırırken hem de. Allah'ım şükürler olsun ki onu benim karşıma çıkardın. Bilirim sevdiğin kulların, sevdiğin kullarınla olsun istersin. Şükürler olsun. Kollarımın arasına alıp sardığımda bir kuş gibi titredi bedeni. Ona kötülük eden herkese etten bir duvar olmaya hazırım. Yeter ki yeniden yanmasın yüreği. Ailesinin öldüğünü o gün mezarlıkta görünce anladım. İkisinin toprağının arasına yatmış ağlarken dünyadaki tüm acılar soyutlandı o an. Ayağında büyük duran sanırım babasının çoraplarıydı. Belki de bu yüzden çıkarmıyordu hiç? Yağmur yağdığında ne kadar yanına gitmek istesem de bedenini ferahlatan huzuru elinden almak istemedim. Şemsiyeyi Çömçe'nin eline verdiğim gibi onu gösterdim. Bu kez de benimle karşılaşırsa korkardı belki. Gerçi üniformamız vardı üzerimizde ama yine de onu takip eden bir sapık gibi gözükmek istemedim. Sonrasında gittim iki mezarın arasına. Ölüm tarihleri mıh gibi kazındı aklıma. Yüreği bunu nasıl kaldırdı bilmem. Hâlâ kaldıramadıklarından sonra. Bir fatiha okudum ruhlarına. Sonrasında kızınız artık bana emanet, o da isterse eğer, gözüm gibi bakacağım ona dedim. Ben her gece onu düşleyerek uyurken, kim bilir o yastığına sarılıp ağlıyordu. İçimin daraldığı anlar belki de onu hissettiğim anlardı. Diğer bir gece Yarkın evin kapısını gürültüyle çarparak içeri girdiğinde huzursuzluğumun sebebini anladım. Bir şey olmuştu. Hekim olduğu için her yere alelacele çıkar bize de bir şey demezdi. Lakin tam kapıdan çıkacakken açılan kapımla birlikte yüreğime bir taş oturdu. "Maral'ların evinden geliyorum. Kızlar tarladayken iki serseri peşlerine takılınca kaçmışlar. Eve döndüklerinde ortam çok karışıktı. Evin oğlanları yolda bayılmış kalmış. Bu yüzden de kızlar tarlada kalmış." Ne tarlası ne oğlanı kafayı mı yedirtecekti bu adam bana. Neden duraksayarak gözlerime bakıyordu? "O iyi mi?" diye sordum tereddütle. Kalbim şuracıkta atmayı bırakacaktı şimdi. "İyi, çok korkmuş. Bir de..." "Ne oğlum ne? Çıkar ağzındaki baklayı?" "Adamlardan birini vurmuş kaçarken, öyle kurtulmuşlar. Yoksa Allah korusun?" "Ne? Nerede evde mi? Sen bunca zamandır onlarda mıydın?" "Telaşlanma, tarlada vurulan camışı aramaya gittik. Tedavi ettim kızın başına kalmasın diye. Amcaları da güzelce benzettiler. Bir de not sıkıştırdılar cebine, daha dahil olamaz böyle bir işe." "Nereden eminsin oğlum, ya kafayı taktıysa? Oğlanların ikisi birden niye bayılıyor? Bu işin altında bir şey var." "Tamam bundan sonrası senin komiserim. İşi erbabına bırakmak lazım. Bulup alırsın ifadesini. Yarın bir robot resim çıkartırız, gittiğim iyi oldu." dedikten sonra fazla duramayıp çıktım evden. "Lan nereye? Kapılarına gidip dikilme bir de seni çekemezler?" Kapıya dikilecek hâlimiz yok herhalde. İyi olduğunu görsem yeter. Bir hırka bile almadan hışımla çıktığım kapının ardından bahçelerinin önüne kadar geldim. Sağı solu kolaçan ettiğimde kimseciklere gözükmeyerek bakındım. Acaba odası neredeydi? Arka bahçeye doğru dolandığımda ise pencere pervazının önüne oturmuş derinlere dalan o bedeni gördüm. Boşluğa bakıyordu, bir insanın boşlukta böylece kaybolması güzel bir şey değildi. Kim bilir ne kadar korkmuştu? Korkmasına rağmen herifi vurması ise cesaret isterdi. Onunla gurur duyuyordum. Sessizce camının karşısındaki ağaca tırmandım fakat beni görmedi. Girdiği o boşluktan çıkması için, cebime doldurduğum küçük taşlardan birini cama doğru attım. Orada ve yaşıyor olduğunu görmem yeterli gelmemişti. Güzel gözleri bana baksın, yalnız olmadığını anlasın da istedim. Belki yüzünde bir gülümseme bile olurdu. Yerinden sıçradığında bu kadar korktuğum için içten içe küfrederken, beni görmesiyle tüm bakışları rahatladı. Huşu içinde baktı yüzüme. Çarşıdaki gibi çekinerek değil, gerçekten baktı gözlerime korkmadan, kimseden çekinmeden. Kim olduğumu çözmek ister gibi. Onundum artık ve bunu bilmesine benim de ihtiyacım vardı. Yeşil, boyaları dökülmüş pencereyi aralarken gönlünün kapılarını aralıyormuş gibi heyecanlandım. Sustu, sustum. Yüreklerimiz konuştu. Gözler kalbin aynasıdır derler. O gece onlar sohbet etti. Aklımdasın dedim, ağlayan o gözlerinden öperim dedim, kalbimdesin dedim. Bunları hiç konuşmadan gösterdim. Efsunkâr gözleri bir kalbimi bir onu gösteren parmaklarıma baktıktan sonra öyle bir gülümsedi ki bana. Cennet bahçelerinden kopup gelen bu gülücük, zahir kalbimin sonsuza dek onun için atmasını sağlayacaktı. Şimdi ise yeri titreten adımlarımla amcasının yanına gidiyordum. Lakin bir taşla iki asalak kuş vuracağımı bilmiyordum. Fatih dedikleri it gözlerimin içine öfkeyle bakıyordu. Ben onun ateşini söndürmesini bilirdim. "Nerede Piraye? Onu gösterin bana?" diyerek dayılanınca arkamda her daim hazır duran Feridun'a seslendim. "Çömçe, beyleri bir süre misafir edelim, haklarında şikâyet var." dedikten sonra Feridun bundan büyük bir zevk duyar gibi taktı kelepçeyi domuza. Şişirdiği boş öfkesini atacak yanlış insanları bulmuştu. Gürbüz dedikleri daha pasif olduğu için sessizce takip etti onları. İki amca da bu duruma şaşırsa da bir şey demedi. Hatta önceliği Piraye'ye verdiği için ben şaşırdım. "Oğlum Piraye nerede? O yapmaz böyle şeyler? Mutlaka bir yanlış anlaşılma vardır." "Buyurun Atilla bey, daha müsait bir yerde konuşalım." diyerek sert bir tonda konuşunca tek kelime daha etmediler. "Ali Bey oğlum, bizim Piraye'miz bir karıncaya bile zarar veremez. Yufka bir yüreği vardır. Nasıl birinin emeğini hor görsün. Boş yere tutuyorsunuz onu burada." "İlyas Bey bence atladığınız bir nokta var. Önce oradan başlamaya ne dersiniz? Mesela evinizde son zamanda neler olduğuyla alakalı?" "Şey," deyip kem küm etmeye başlayınca kaşlarımı kaldırarak devam etmesini sağladım. "Bir takım ailevi sorunlar oluyor tabii ama aşılamayacak şeyler değil." "Aşılabilecek sorunlar yeğeninizin o evde her gün zorbalanması, aşağılanması, türlü tuzaklara maruz kalması, dahası laflarla ve imalarla sürekli taciz edilmesi mi?" "Ne? Bak Ali oğlum, genç bunlar kanları kaynıyor. Ufak bir pürüz çıktı ama çektim ben kulağını Fatih'in. Öyle bir şeyin saha aslı astarı olamaz." "Aynı evin içinde ve size emanet olan genç bir kıza kimsenin kanı kaynayamaz. Bu mesele de kulak çekmekle kapanmaz. Sizin zihni bir labirent kadar zehirli olan karılarınızın yaptıklarından da haberiniz yok o hâlde?" dediğimde amcaların yüzü kızarmaya başladı. İnsan adamı vezir de ederdi, rezil de işte... "Biz buraya Piraye hırsızlık yaptı diye geldik. Neyse borcumuz misliyle öderiz. Kızımızı alıp çıkalım." "Neden? Bu parmaklıklar arkasından alıp, kendi parmaklıklarınızın arkasına tıkmak için mi? Yediği tek lokma gözünüze batsın diye mi? Siz yetim ve öksüz bir kız size sığınırken acılarını yüzüne vurdunuz. Vuranlara mani olmadınız ya da gözünüzü kulağınızı kapattınız." "Oğlum ben bir şeyleri öğrendikten sonra yoluna koydum inan." dedi büyük amcası çaresiz bir ses tonuyla. "Koyamamışsınız beyefendi. Koynunuzda beslediğiniz yılan buna müsaade etmemiş. O yapmaz demeden önce neden yapmış diye sorma gafletinde bile bulunmadınız." "Neden yapmış?" "O evden tek çıkış yolunun bu olduğunu düşündüğü için. Sizin oğullarınızla evlenmek zorunda kalmamak için, hapishanenin ve parmaklıklar arkasının sizin evinizden daha huzurlu olduğunu düşündüğü için." dediğimde iki amcanın da gözlerinde kahroluşu gördüm. Gördüm ama neye yarar bu saatten sonra? "Nasıl?" diye gelen fısıltıların bir önemi yoktu benim için. "Ne olacak peki şimdi? Yani gerçekten mapusa mı düşecek gencecik kız?" "Ben onu özgürlüğüne kavuşturacağım." "Nasıl, bir yolu var mı?" "Gönlüme alarak." dediğimde ikisinin de gözlerindeki hüzün değişti. "Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu oğlum?" "Duyuyor çok şükür Atilla bey. Evinize bir daha ki gelişim bu sebepten ötürü olacaktı zaten. Sadece erkene çekmiş bulundum. Müsait olduğunuz bir an ailemle birlikte hayırlı bir iş için ziyarette bulunmak isteriz." dedim yine de usulen. "Biz zaten onun gönlünü çok kırmışız bu vakte kadar. Ne der ne demez bilemeyiz." dedi İlyas amcası ters teperek. "Ben diyeceğimi dedim, soracağımı sordum, karşınıza da kendimden emin bir şekilde çıkıyorum." "Ya bu ziyareti kabul etmezsek?" "Her şey usulüne uygun olsun Piraye'nin gönlü bir şeyden eksik kalmasın diye söylüyorum bunları. Yoksa onu azap çektiği ve artık yuvası olmadığını hissettiği o eve göndermek istemem. İki oğlunuza da uygulayacağım ceza yaptırımı oldukça büyük olacak. İşe karılarınızın da mı dahil olmasını isterseniz?" Bakışları tabiri caizse apışıp kalmıştı. Sonra ise tehditimin ince sularında yüzmeye kalkıp yine aynı sularda boğuldular. Ya onu onlardan söküp alacaktım ya da hanenin çoğu bireylerini o çatının altından sökecektim. "Her şey güzellikle olsun bir pürüz çıksın istemiyorum Atilla Bey, İlyas bey. Ona yeteri kadar iyi bakamadığınız gün gibi ortadayken, daha iyi koşullar altında gönlünün ferahlamasına hayır dememenizi umuyorum. Müsaitliğinizi bana bildirirsiniz." diyerek yine aynı kararlı adımlarla ayrıldım oradan. Başka seçenekleri yoktu, sunmamıştım. Sırada bu durumu bizimkilere açıklamak vardı. Yarkın, Piraye'nin en yakın arkadaşını odama götürürken ben de bu işi halletmek istedim. Onlar da biraz özlem giderirlerdi. Bizim hekimin gözleri de boş değildi. Bir sevda, diğer sevdayı gözlerinden tanırdı. Kantinin ilerisindeki ankesörlü telefonu kullanmak için bir jeton aldım. Ev telefonunun numaralarını çevirirken bizimkilerin evde olmasını umdum. Üstelik kanım ılık ılık bedenimde gezinirken beni bir sıcaklık basmaya başladı. "Aslanboğa'ların evi buyurun?" "Ana." "Oğlum, yavrum, kuzum. Seni verene kurban olurum, boyuna posuna kurban olayım aslanım. Nasıl özledim seni bir bilsen?" "Ben de sizi çok özledim anacığım ellerinizden öperim. Nasılsınız?" "Çok şükür yavrum, sağlığına duacıyız Ali'm. Her gece hop oturup hop kalkıyorum. Büyük şehrin derdi büyük olur diye." "Dertlenme annem, biz Allah'a emanetiz." dediğimde ufak bir sessizlik oluştu. Her seferinde olduğu gibi biraz ağlamasına müsaade ettim. Ağlama deyince de ana yüreği sen ne anlarsın deyip azarlıyordu. "Evin, barkın, arkadaşların nasıl? Alıştın mı iyice bekar hayatına?" Hah, işte aradığım taş ayağıma gelmişti. "Çok alıştım anam, bekar evi bir başkaymış." "Essah (Gerçek) mı diyorsun cücüğüm? Hâlâ mı istemezsin şöyle helal süt emmiş bir eş?" "İsterim ana." "Yavrum, böyle böyle nereye kadar-" dedikten sonra bir duraksadı. "Ne dedin acep (Acaba) doğru mu duydum?" "İsterim dedim ana, evlenmek istiyorum artık." "Abariiii (Şaşırma nidası). Bu kulaklar bunları da mı işitecekti? Çok şükür Allah'ım. Ben hemen konu komşu taraması yapayım o zaman ha Ali'm?" "Ben gönlüme göre bir dilber buldum ana, buradan." "Hincik (Şimdi) düşüp oturayazacağım buraya. Oğlum essah mı diyorsun?" "Evet anacığım. En kısa zamanda buraya bekliyorum sizi. Biletinizi alınca geleceğiniz saati bana bildirin." "Görücüye geleceğiz yanlış mı anladım?" "Doğru anladın ana." Kadın şaşırmaktan her şeyi onaylatıyordu. "Hatta en kısa zamanda nikah kıyacağız ona göre hazırlan gel, sonra bana demedin ele güne madara oldum bir bohça bile getirmedim deme." "Oğlum yangından mal mı kaçırıyoruz? Bir yüzük takalım bakalım. Her şeyin sırası var." "Buralar biraz karışık, en kısa yoldan bitecek her şey." "İlaşee (ayıp olur), oğlum yoksa..." "Ana nasıl laflar onlar? Hiç yakışıyor mu sana? Gelince anlatırım detayları. Sen babama haber et. Ellerinizden öpüyorum. Hayırlı akşamlar." "Hayırlı akşamlar yavrum, hayırlı akşamlar..." İlk şoku da üzerimizden attığımıza göre Piraye'min yanına gitmeden bir nezaret ziyareti yapmalıydım. Dosta keyif, düşmana acı veren cinsten. |
0% |