Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@1scintilla

Maharet güzeli görebilmektir, sevmenin sırrına erebilmektir. Cihan, alem herkes bilsin ki şunu; en büyük ibadet sevebilmektir.


Yunus Emre


Bölüm 19. Bir Çift Zarafet


Yazardan


Karanlığın içine kötülük tohumları saçan biri, bir gün o tohumun oluşturduğu ağacın altında kalabilir. Hem de ektiğinin misliyle fazlasını alarak.


Fatih yaka paça sorgu odasına getirildiğinde kenara tükürerek köşeye geçti. Bu komiserin çok olduğunu düşünüyordu. Piraye ve onun arasına girmeye nasıl cüret ederdi? Piraye onundu ve onun olacaktı. Bunca zaman sessizliğini ve beğenisini sırf utanıp ondan kaçmasın diye saklamak zorunda kalmıştı. Ancak işler değişmişti.


Piraye'nin hülyalara daldığı bir an olmazdı önceden. Şimdi saçma sapan şeylere gülüyor ve tepkiler veriyordu. Babası da son zamanlarda kızı sürekli çarşıya götürüyordu. Orada bir şey olduğunu düşündü Fatih. Piraye'nin ellerinden kayıp gitmesine neden olacak bir şey.


Evlenecekti onunla, kendi odasına alacaktı. Seçeceği eşyalar bile zihnindeydi. Gürbüz aptalını bu zamana kadar az dövmemişti. Pısırık anasından akıl alıp dikleniyordu ama Fatih'in karşısında durmasının imkânı yoktu.


Sonra bir gün yeni elbiselerle gördü Piraye'yi. Kim alıyordu bunları ona? Amcasından aslını öğrenmese gidip kesecekti hepsini. Bir başka erkekten nasıl hediye kabul eder, hatta muhatap olur diye.


Piraye güzeldi, çok güzeldi. O gün tarlada midesini bozmasa asla yalnız bırakmazdı orada. Korktuğu başına da gelmişti ama kurtulmuşlardı. Sonra o gün çekinerek baktığını gördü Fatih, bu komiser bozuntusuna. Başlarda misafirdir dedi çok umursamadı lakin adam gidince boş çay bardağına gülümsediğini gördü. Üstelik ona bir kez bile gülümsememişken.


Yengesinin laflarını da duyduktan sonra biraz ayar çekmek istedi. Kızını dövmeyen dizini döver diye düşünerek. Masum masum salıncağa oturup sallanıyordu ama fırsat bu fırsat dedi Fatih. Beklediği gibi olmadı ama. Piraye yaman çıktı ve o daha ne olduğunu anlamadan tahtayı yedi kafasına. Sonrası ailecek karakola düşmeleriydi işte.


Alnındaki izler hâlâ duruyorken düşüncelerini bölen şey komiserin odaya girmesi oldu.


"Hayırdır komiser? Kim ne demiş hakkımızda? Beni niye burada tutuyorsun?"


"Lafı uzatıp gerilmeyelim. Sen Piraye'den uzak dur-" dedi Ali Ata demesine ama karşıdaki sanki fıkra anlatır gibi gülmeye başladı.


Ali Ata sabırlı bir adamdı ancak bakalım nerede ipleri koparacaktı?


"Ne diyorsun lan sen yavşak? Karım olacak o benim. Adını ağzına almayacaksın bir daha."


"Devletin memuruyla konuştuğunu hatırlatmamı ister misin? Adam gibi edebinle dur sonu kötü bitmesin."


Fatih deli gibi kahkaha atmaya yeniden. Bu adam mı ona edepten bahsediyordu? Evimize girmiş, soframıza süzülmüş bir yılan, hanemizin kızına göz koymuş diye düşündü.


"Edebi senden öğrenecek değilim komiser. Çıkar beni buradan."


"Hakkında şikâyet var. Elini kolunu sallaya sallaya öylece gidebileceğini mi sandın buradan? Senin namını çok duydum, şu öfkeyi bir de bana göster bakalım."


Fatih bu sefer sırıtarak bakmaya başladı. Dilini dişlerinin üzerinde gezdirip komiseri biraz daha çıldırtmak istedi. Gülerek ona giden Ali Ata yavaşça kollarını sıvadı. Arkasına geçtiği gibi saçlarını kavrayıp geriye çekti. Artık sırıtan yüzü solan Fatih'in ağzından küfürler dökülmeye başladı.


"Böyle mi çekin onun saçlarını soysuz it. Kimsin lan sen? Bir daha Piraye'nin üzerine gölgen bile düşmeyecek. Siler atarım seni bu şehirden."


"O iş öyle kolay değil, memur bozuntusu. Kimse beni ne topraklarımdan edebilir ne de karım olacak kadından."


"Ağzından bir daha karım kelimesi duyarsam-"


"Karım-"


Ali Ata çektiği saçlarıyla birlikte metal masaya vurdu Fatih'in kafasını. Puşt bilerek üzerime geliyor diye düşündü. Fatih ise onu delirtmekten haz alıyor gibi gülümsedi. Yeniden geriye doğru çekildiğinde "Sen kimsin ki Maral'lardan kız alacaksın? Daha dün gelmiş ne idiğü belirsiz birisin." dedi daha da kışkırtarak.


"Alacağım tek şey onun rızası. Sen havladın diye gökten kemik yağmayacak Fatih Maral."


"Öldürürüm seni! Çabuk çıkar beni de onu da buradan. Asıl sen bir daha onun yanına yaklaşmayacaksın. Hangi arada derede gördün bilmiyorum ama bundan sonra eve kilitler giderim gerekirse."


Ali Ata bu kez büktüğü kolunun parmakları eğdi. Duyduğu acı dolu sesleri içindeki ateşi söndürmeye yetmiyordu. Onun o ipek gibi saçlarına nasıl dokunmaya çıkabilirdi? Gücünün yettiğini düşünüp verdiği zararları misliyle çıkarma zamanıydı. Bir mikrop silkeler gibi bıraktı bir anda elini. Bu sefer Fatih ona döndü. Hamle yapamadan kafa yedi yeniden. Bilerek aynı yere çalışıyordu ki zaten izi olan yerde darp sayılmasın diye.


Kendini bir çam yarması olarak düşünebilirdi ama Ali Ata'nın yanında devede kulak kalıyordu. "Piraye benim. Aile meselelerine burnunu sokmamayı öğreneceksin!" dedi Fatih hırsıyla ama kafası bu kez de yeniden sert masaya çarptı.


Durup düşünse ve belki o an Allah korkusunu aklına getirse ettiğimi buluyorum diyebilirdi. Ancak o an bencilce düşündüğü tek şey Piraye'yi bu adama kaptırmamaktı.


"Sen önce karşında bulunan kadının fikrine saygı duymayı öğreneceksin. Seni istemiyor besbelli, neyi zorluyorsun daha?"


"Eşek gibi isteyecek."


Yok, bu döl israfının yanında sakin kalmak söz konusu değildi ve bahsi geçen kişi sevdasıydı. Dizinin arkasına postallarının tabanıyla vurduğu gibi yere yıktı Fatih'i. Sonra ise özellikle sağ eline odaklanarak basmaya başladı. Sağ eliyle dolamıştı Piraye'sinin saçlarını eline. Psikopat herif bir yandan bağırıp bir yandan kahkaha atıyordu.


"Evindeki emanete göz koyup onu aşağılık düşüncelerinle süsleyen asıl eşek sensin."


"Emanet benim emanetim. Sana bok yemek düşer. Beni burada onun kokusundan mahrum bırakamazsın. Her gün kıyafetlerini alıp yastığımın altına saklıyorum. Onları koklayarak uyuyorum tüm gece." dediği an bu sefer postalların yörüngesi Fatih'in yamuk burnu oldu. Epey bir süre rahat koku alamamasına yetecek bir darbe yemişti inleyerek.


Ali Ata bu hastalıklı düşüncelerle başa çıkabilirdi ancak duvara konuşmakla aynı şey olduğunu anladı. Onun gerçek bir hasta profilinde olduğunu anladı. Hatta bir sapıktı. Sonra yerden sertçe kaldırdığını Fatih'in kulağına birkaç şey fısıldayarak kendine saldırmasına izin verdi. Böylece onu içeride tutma süresi uzayacak ve o çoktan Piraye'yle evlenmiş olacaktı. Bu psikopatın ayağına bağ olmasına izin veremezdi. Sevdasını da bir daha bu itle aynı sınırlar içinde bırakamazdı...


Elini yüzünü yıkayıp Fatih'ten şikâyetçi olduktan sonra Piraye'sinin yanına gitti. Çıdamlı'nın bugün izin aldığı gelmişti kulağına. İyi de olmuştu doğrusu yoksa Piraye'yi yeniden parmaklıklar ardına koyabilirdi. Çıdamlı'yla olan kavgası ona sıçrasın istemiyordu. Öğrenirse dibini deşer hatta engel olmak için her şeyi yapardı çünkü Ali Ata'nın mutlu olması onun için bedbaht bir durum olurdu.


Arada çıkan husumet ise bir gün Servet Çıdamlı'nın nişanlısını çarşıda bir başka erkekle uygunsuz münasebet hâlindeyken görmüş olmasıydı. Arkasından kalleşçe iş çevrildiği yetmiyormuş gibi bir de hâlâ nişanlı kalabiliyordu. Bu kadındaki de yılan deliğine çomak sokmakla aynı şeydi. Her delikanlı erkeğin yapması gerektiği gibi gelip konuyu uzatmadan Servet'e söylemişti Ali Ata. Söylemişti söylemesine ama Servet bunu kabul etmeyip üstüne bir de iftira atıyorsun diye dalaşmıştı. Söz konusu namus olunca bunun ne yalanı olurdu ne iftirası. Ali Ata hiç karşılık vermemesine rağmen, Servet'ten bir iki yumruk yemişti.


Tüm hırsını ondan çıkardıktan sonra bu mevzu karakolda duyulmuş ve Çıdamlı'nın yeni adı boynuzlu olmuştu. Kimseye duyurmak istememiş, bizzat ilk ağızdan kendisine söylemişti ama o olayı saldırarak büyüttüğü için kendi edip kendi bulmuştu. Bu yüzden şimdi Piraye'yi öğrenirse rahat durmaz bir sinsilik yapardı. Piraye yengelerinden yeteri kadar çekmişken bir de kendi hasımlarını üzerine sıçratamazdı.


Ali Ata odasının kapısını açıp içeri girdiğinde Piraye'yi an yakın arkadaşına sarılırken bulmuştu. O incilerini akıtıyor, arkadaşı ise kuruluyordu. Böyle dost herkese lazımdı. En azından yaralarını saracak birinin olmasının sevincini yaşıyordu Ali Ata. Daha saatler önce almıştı onu kollarının arasına ama sızlayan parmak uçları saçlarına ulaşmamak için direndi.


Perihan odaya tüm heybetiyle giren adamı görünce toparlanma ihtiyacı hissetti. Arkadaşını bu yürekli adama emanet edeceği için mutluydu o da.


"Cambaz, hanımefendiye evine kadar eşlik et istersen." dedi Ali Ata. Soyadını bilerek değiştiriyordu zira bu adamın oyunlarına akıl sır erdiremiyordu. Gök gözleri muzırlıkla parladığında ise tam cambaz oluyordu.


"Elbette damat bey, emriniz başımız üstüne." dedi Yarkın imasını yapıp sırıtarak. Hâliyle Piraye arkadaşına anlatırken o da duymuş oluyordu. Dilinden çekeceği vardı Ali Ata'nın ama şansına eve gitmeyecekti. Onlar çıkarken geride kalan Piraye'nin suratına gülümsemiş ve güneş Piraye için yeniden doğmuştu.


Diğer tarafta etekleri zil çalan taze bir kaynana vardı. Oğlunun verdiği haberden sonra "Müjdemi isterim." diyerek koşarak beyinin yanına gitmişti. Eh böyle bir müjde ucuz bir hediyeye kapılamayacak kadar değerliydi. Biliyordu Satı kadın işini. Babası Zeynel Bey en büyük oğlunun mürüvvetini göreceğini duyunca "Dile benden ne dilersen!" demişti bile zaten.


Ancak işlerin bu kadar hızlı olması akıllarında soru işareti bırakıyordu. Zira oğlu kudurmamışsa bu işin içinde başka bir şey var diye düşündü Zeynel Bey.


Satı kadın konuya komşuya müjdeyi verirken düğünü Aksaray'da yapacaklarının sözünü aldı oğlundan. Ertesi gün ise neredeyse uyumayarak hep bir elden hazırlıklar yapıp yetiştirmeye çalıştı her şeyi. Oğlunu da arayıp bilet saatini söyledi. Geriye Bursa'ya gitmek kalıyordu. Tüm gece kimse gözünü kırpmadığı için yol boyu uyuruz diye düşündü.


Dedeleri Haris Bey'e haber gittiğinde ise yaşlı adam mest oldu. En gözde torunu adına hemen bir kurban kestirip dağıttırdı fakire fukaraya. Yaşlı adam uzun yola çıkamasa da gözüm açık giderim diyerek herkesi ikna edip, torununun istemesinde yanında olmak istedi.


Öte yandan amcaları ikna eden Ali Ata, şikâyetçi adamı ikna etmeye girişmişti. Aptal şikâyeti zaten o işlememişti ama birinin gözünden kaçmış olmalıydı ki Piraye'nin içeride kalma süresi uzamıştı. İş mahkemeye taşınmadan nabız yoklamaya gitti Ali Ata. Göbekli, sigara içmekten sararmış bıyıkları olan adamı görünce kendini sakin kalmaya zorladı.


"Selamünaleyküm Müslüman, lafı dolandırmadan konuşup gideceğim. Geçen günkü pamuk şeker olayını hatırlıyorsundur herhalde, hani şu şikayetçi olduğun?"


"Hee, nolmuş?" dedi sakallarını sıvazlayıp sadede gelmemi bekleyerek.


"Şikâyetini hâlâ geri çekmemişsin?"


"Çekmem, o avrada şartımı sundum nikahıma girmeyi kabul etmedi. Sürünsün yatsın orada."


"Ulan at kafası, insanlık edip güzel güzel konuşayım dedim haddini bil."


"Ya o avrat nikahıma girer ya da şikâyetimi çekmem aha da son sözüm budur. Hem bakamıyorlar besbelli bir şekerin peşine düşecek kıvama gelmiş."


"Bir ayağım çukurda demeyip üçüncü bir kadın istemeye hiç mi utanmıyorsun ahlaksız herif." dedi Ali Ata dayanamayıp adamın yakalarına yapışırken. "Siktir git şikâyetini geri al, beni kendine musallat etme. Bir saat içinde bu işi halletmezsen yine geleceğim, hep gelirim. Lakin bir bakmışsın ki geriye döndüğünde işletebileceğin bir dükkanın kalmamış." deyip nazik bir şekilde ikaz etti adamı. Önüne de bir pamuk şekerin ederinden fazlaca parayı fırlatıp çıktı.


Fatih tıkıldığı parmaklıklar ardında rahat durmayıp ortalığı karıştırınca suçu büyümüş ve bir hücreye kapatılmıştı. Gürbüz ise biraz hırpalandıktan sonra çoktan bırakılmıştı. Nevin ve Handan yengeler ise o gün girdikleri saç baş kavgadan sonra bir daha konuşmayıp düşman kesilmişti. Handan "Oğlumun başını yaktın." diye diye ortalığı yıkmıştı. Uzun süren kavga eve amcaların da gelmesiyle açığa çıkmış ve Atilla bu zamana kadar hiç yapmadığı bir şey yaparak karısına tokat atmıştı.


Sonrasında buna pişman olsa da yaptıkları yenilir yutulur şeyler değildi. Abisinin emanetine doğru düzgün sahip çıkamadığı gibi duyduğu şeyler kalbini sıkıştırmıştı. Bu yüreği katran tutmuş kadın nasıl onun karısı olurdu? Hiçbir cezadan, bunca uyarılmaya rağmen laftan sözden anlamayan kadını babasının evine yollamıştı Atilla. Bu yaşta ona bunu da yaptırmıştı ya artık ölse aklından çıkmazdı. Akıllanana kadar orada durup aklını başına alması gerekiyordu.


Zehra ve Feride bir köşede gizli gizli ağlarken, Piraye'nin evlilik haberini duymalarıyla şok oldular. Çarşıya diye çıkıp hapse girmiş, oradan da çıkıp gelin mi olacak diye düşündüler. Üstelik kızı istemeye bu akşam geleceklerini haber verip herkesin iki ayağını bir papuca sokmuştu Atilla Bey.


Handan oğlunun hapiste olmasına üzülse de bugün oradan çıkarmamaları için dua etti. Yoksa başlarına gelecek felaket senaryosu belliydi. İçi cız ederek ve biraz da Piraye'nin hâline üzülerek baklava hamuru açmaya başladı. Kızları örgütleyip yapılacak işleri anlattıktan sonra akşama hazırlanmaya başladılar. Nevin evde olmadığı için de pek rahattı.


Ali Ata ise sonunda Piraye'nin üzerindeki suçlamayı kaldırtabilmiş ve özgürlüğüne doğru bir adım attırabilmişti. Bugün imamı da yanlarında götürüp nikahı kıydırmayı düşünse de bu o yengelerin yanında olmamalıydı. Dini nikah çok hassastı ve bir kötülük oluşsun istemezdi. Bu yüzden nikah kıyılacağı zaman büyük amcayı alıp gelmesi gerekirdi çünkü aile rızası dini nikah için önemliydi.


Piraye'yle birlikte çarşıya çıktıklarında önce kuyumcuya götürdü onu. Yüzük dışında bir şey istemediğini belirtse de Ali Ata bunu katiyen kabul etmemişti. Gönlü boldu, bu tarz şeylerde gözü yoktu bilirdi ama yine de olması gereken buydu. Bir kadına altın çok yakışırdı, hele ki bu altın Piraye'nin pamuk gibi teninde duracaksa.


Utana sıkıla söylediği her şeye önce itiraz edip sonra yapmak zorunda kalan Piraye en son bir kundura dükkanına geldiklerinde duraksadı. Endişeli ve çekingen bir şekilde Ali Ata'nın kolunu tutsa da, tatlı diliyle bu işi de halletmek istemişti.


"Lütfen gel, önce bir konuşalım."


"Ali Ata-"


"Kimse bizi duymayacak, sadece konuşacaklarımı dinle Piraye'm"


Piraye istemeye istemeye dükkandan içeri adım attı ama sanki duvarlar onu boğmak ve o anı hatırlatmak için an kolluyordu. Daralan Piraye elbisesinin yakasını açıp ferahlamaya çalışsa da nafileydi. Sonra köşeyi dönünce yerlere saçılan papatyaları gördü. Kim atmıştı bunları buraya, mis gibi çiçeklerin yerde işi neydi, deli miydi bunlar diye düşündü.


O ise Ali Ata'sının ona verdiği tek dalı bile özenle kurutup saklıyordu. Bir çiçeğe bunu yapmak saygısızlık diye geçirdi içinden. Yürümeye devam ettiğinde ise gördüğü şeyle şok oldu.


Ali Ata papatyaların bittiği yerde elinde bembeyaz bir çift ayakkabı ve içinde her zamanki gibi tek dal papatya ile onu bekliyordu...

Loading...
0%