@1scintilla
|
Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin. Grisi yoktur aşkın. Ya siyahı ya beyazı seçeceksin. Şems-i Tebrizi Bölüm 20. Kalbimdeki İz düşüm Yaşamın gri tonları arasında kaybolmuş genç bir kız vardı. O kız bendim. Renklerin gölgesi bazen üzerimde bir lanet gibi dolaşır ve beni boğardı. İçimi kaplayan karanlık bir anı her ortaya çıktığında onun gölgesinde kaybolurdum. Bu acı dolu hatıranın geride bıraktığı iz derin ve büyüktü. Peki ben bu karanlık kapıyı aralayabilecek miydim? Ali Ata'nın yoluma papatyalar serdiğini geç fark ettim. Şimdi ise tam karşımda elinde bir çift bembeyaz papuç tutuyordu. Tedirginlik dört bir yanımı sararken kendimi sular altında boğulan bir ada gibi hissettim. Bir gün bu an gelecekti işte? Nereye kadar kaçabilecektim? Babamın yün çoraplarının sonuna geldiğimde yenisini alacak cesaretim olacak mıydı? "Ali Ata," dedim birazdan ağlayacak bir ses tonuyla. Devamında başımı omzuma hafifçe yaslayıp umut dolu gözlerini izledim. "Piraye'm, nedeni ne bilmiyorum. Anlatırsan seve seve dinlerim. Seninle yeni ve tertemiz bir yola gireceğiz. Ne gözünün ne gönlünün eksik kalmasını istemem." "Ali Ata ben ailemi bana papuç alsınlar diye çıktığım yolda kaybettim. Papucun kırmızılığı yetmezmiş gibi babamın kanıyla renklendi bir de. Ben bu nasıl yapılır bilmiyorum?" dediğimde bakışlarındaki solmaya bizzat şahit oldum. Ne bekliyordu bilmiyordum ama bunu beklemediği kesindi. "Piraye, yollarına hep böyle çiçekler sereceğim, ayağına taş değmesin diye elimden geleni yapacağım. Lakin bunu gerçek manasında da yapmak isterim. Bir kızım olsaydı ve ben ölseydim, bu denli bir yasa boğulmasını asla tasvip etmezdim." "Allah korusun deme öyle." "Kaybın için çok üzgünüm, nur içinde yatsınlar inşallah. Sence annen ve baban kendini bu şekilde cezalandırmana izin verir miydi? Biliyorum kendini suçluyorsun, anlıyorum. Kaderin ötesine kimse geçemez, o veya bu sebeple herkes vadini doldurunca gider. Kimse sen papuç istedin diye ölmedi." Sessizlik haklılığı karşısında hüküm sürerken ne diyeceğimi bilemedim. Gönlüm kırıktı. Gönlüm bu konudan öyle kırıktı ki nasıl tamir edecektim? "Senin yanında olmadıkları için bunu hiç aşmamış ve aşmak istememişsin. Artık yanında, yörende tüm çevrende ben varım Piraye. Hiçbir şeyi tek başına yüklenmek zorunda değilsin. Sen suçlu değildin, sadece daha toydun ve bazı şeylerle mücadele edemedin hepsi bu." Yanıma gelip elinde tuttuğu tek dal papatyayı kulağımın üzerine yerleştirdi. "Şu an bir başlangıç yapmazsan belki bir daha yapamayacaksın. Birlikte sıfırdan en güzel yollara adım atacağız. Ben bu yolda yarenimin ayağına ne battı diye düşürsem, o şey benim gönlüme de batar, toprağın altındaki atalarının kemiklerine de..." Düşündüm, Gerçekten biri o anlarda benim yanımda olsaydı bunu yapar mıydım diye. Kazada ayaklarımdan fırlayan ayakkabılardan sonrası olmamıştı benim için. Hastaneden çıkarken kimse getirmemişti. Sonrasında kimse fark etmemişti. İçimdeki duygusal çöküş giymedikçe çoğaldı ve tüm benliğimi esir altına aldı. Sonrasında ise utandım, bir daha bunun konusunu açamadım. Çünkü biliyordum ki yengelerim bunu yüzüme vurmaktan bir an bile çekinmezdi. Özellikle Nevin yengem; anne babasını öldürdüğü yetmezmiş gibi utanmadan ayakkabı giymekten bahsediyor diyebilirdi. Geride yaşadığım an boyunca bunları duymaktan kaçtım. Bu yüzdendi sessizliğim ve hak etmediğimi düşünmem. Parmak uçlarımdan çekiştiren Ali Ata beni tahta bir iskemleye oturttu. "Cennet annelerin ayakları altında derler. Geleceğin annesi olarak seni korumak benim yegâne görevim canımın içi. Benim için öyle değerlisin ki hiçbir bakışını ve cümleni boş ver deyip geçemem. Yaralarını sarar seni göğüs kafesimde saklarım. İyi bir eşin vazifesi budur. Lütfen beni kendime kaybettirme." "Ali Ata sen benim karşıma çıkan en güzel şeysin. Seni kırmak istemiyorum ama onlar bana bir pranga gibi geliyor sanki. Yeniden yıpranmadan nasıl giyilir bilmem." "Böyle giyilir." dedikten sonra bir çocukmuşum gibi ayağımı kaldırıp dizlerinin üzerine koydu. "Çoraplarım kirlidir." dedim çekingen bir sesle. "Sen o kadar temizsin ki senden gelen hiçbir şey beni kirletmeye yetmez." Yumuşacık ses tonu kalbime işliyordu. Onu hayranlıkla izlerken elinde tuttuğu beyaz papucun kenarında bulunan çiçek desenini gördüm. Bu adam nasıl sevilmezdi? Yosun tutan kalbimi, bedenimi tek tek ayıklayıp temizliyordu. Üstelik bunu sadece severek yapıyordu. Sevince ardından gelen şeyler hiçbir zorunluluk içermiyordu. İlgisi, şefkati, kelimeleri kalbinden kopup geliyordu. Bacaklarının üzerinde duran ayağımdan nazik bir şekilde çıkardı yün çorabın ilk katını. Sonra elbisenin üzerinden diz kapağıma bir buse kondurdu. İçim öyle hoş oldu ki hangi harekete kanatlanacağımı şaşırdım. İkinci yün çorabı da çıkardığında artık en alttaki ince çorabıma kadar ulaşmıştı. Kenara bıraktığı ayakkabıyı eline aldığında kendimi külkedisi masalının prensesi gibi hissettim. Eh, eksiği var fazlası yoktu aslında. Kötü kalpli üvey anne ve onun kızları desen, yengemler ve oğulları vardı. Külkedisi zaten bendim. Balkabağına dönüşen araba ise bizim eşekti. Eşeğe binip gitmiştim sonuçta pazara. Saatin gece yarısına vurması ise gözüme vuran ışıktı. Zaten o ışık öyle çarpınca ben de çarpılmıştım. Onun da aklına aynı şeyin geldiğini gülümsediğinde anladım. "Bu masalın kahramanı sensin." diyerek geçirdi ayağıma ayakkabıyı. Mutluluktan mı şahlanan yüreğimden mi bilinmez bir damla gözyaşım süzüldü yanağıma. "Piraye'm gönlümün şenliği, annen, baban ve ben seninle gurur duyuyoruz şu an. Bu attığın adım, kanından, canından çoğaltacağın doğmamış bebeklerine kadar sirayet etti. Allah izin verirse annelerinin ne kadar güçlü bir kadın olduğunu onlarda görecek." Bir gün olur muydu bu? Yaşar mıydık bu hayali? Bir gün anne olursam çocuklarım benimle gurur duyarlar mıydı? Bu anıyı onlarla paylaşıp yüreğine acı tohumları serpmek istemezdim. "Ali Ata sen hangi iyiliğimin karşılığısın? Bu öyle zor bir eylemdi ki benim için; sözlerinle, yüreğinle, gözlerinle yumuşattın. Hiç yapamam sanıyordum, içimden gelmiyordu." "Sen başlı başına bir iyiliksin asıl benim başıma gelen. Teşekkür ederim." "Teşekkür etmesi gereken biri varsa o da benim. Ben teşekkür ederim, her şey için." "Bu güzel adımı benimle beraber attığın için teşekkür ederim. Hayatındaki o engebeli eşeği aşmama izin verdiğin için teşekkür ederim. Benim gönlüme yuva yaptığın için ve kendi gönlüne beni aldığın için teşekkür ederim. Bir teşekkürüm daha var; onu da anne ve babana yapacağım, varlığın için." dediğinde yeniden dolan gözlerim kalbimden taşıyormuş gibi hissettim. Oturduğum iskemleden kalkıp bu sefer ben doladım kollarımı boynuna. "İyi ki varsın Ali Ata." "İyi ki varsın masalımın prensesi." Kunduracı boş olduğu için kimseden çekinmeden yine ve yeniden sarılmıştım ona. Belime dolanan elinden içime akan gücü ve kudreti gördükçe coşuyordu ruhum. Muazzam bir tercih yapmıştım. Rabbim bana onu hayırlı kılsın diye de dualarımı geçirdim içimden. Uzun zamandır ayakkabı giymediğim için hangi numara olur bilmiyordum tabii. Ali Ata diğer çifti de denettiğinde parmaklarımın çok sıkıştığını hissettim. O da çatılan kaşlarımdan bunu anlayarak bir numara büyüğünü getirdi. Ellerimden tutup ayağa kaldırdığında sanki yürümeyi söken çocuklar kadar şendim. Bana acı verir diye düşündüğüm bu durum yüreğime ferahlık vermişti. Ailem beni gerçekten görüyorsa seviniyor muydu? Dediği gibi aynı şey benim çocuklarımın başına gelse bu duruma düşmelerine asla gönlüm razı olmazdı. Birlikte yürürken nereye döneceğimizi konuşmamıştık ancak yabancı bir kapının önünde durduğumuzda onun bekar evine geldiğimizi anladım. Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktığımda tereddüdümü anladı. "Atilla amcan içeride nikah için bizi bekliyor." "Ne?" "Seni o evde bir saat fazladan tutamam Piraye. Düğünü memlekette yaparız diye düşündüm. Nikahsız yanımda durmana ne amcaların razı olur ne de ben. Seni öylece alıp götüremem ya." "İsteme olacak demiştin?" Şaşkınlığım tüm yüzümden belli olurken gülümsedi. "Olacak elbet. Sadece nikahtan kimsenin haberi olmamasını istiyorum. Hele ki yengenlerin olduğu bir evde hiç olmasın istiyorum. Bu yüzden amcanla konuşarak öne çektim." "Düğün hemen mi olacak?" "Hemen olacak. Öncesinde burada bir kına gecesi yaparız sana. Ardından Aksaray'a gider düğünü yaparız. Sonrası için de ufak bir sürprizim var." "Peki ya sonra orada mı kalacağız? Yani burada çalışıyorsun ya?" Onunla aynı evde kalacak olma düşüncesi tüm damarlarımı yanaklarıma topladı. Hem heyecanlanmış hem de gerilmiştim. Nerede olacağımın bir önemi yoktu çünkü artık çatım oydu. Her yeri birlikte yuva yapabilirdik. "Buraya geri döneceğiz zehir gözlüm. Birkaç ev baktım eksikleri de en kısa sürede hallederiz. Sen bunları düşünme. Tek düşüneceğin şey sevdamız olsun. Girelim mi?" Usulca başımı salladığımda tüm bunların rüya olma olasılığını ölçtüm. Her şey muhteşem ilerliyordu ve çok şişen bir balon gibi en sonunda patlamaktan korktum. Tahta kapıyı açıp içeri girdiğimizde, oldukça az eşyalı bir odaya çıktık. Ali Ata elindeki poşetleri yere bıraktığında koltuğun ucunda oturan amcamla göz göze geldim. Beni görünce adımı söyleyerek ayağa kalktı. Çekingen bir şekilde ona yaklaştığımda ise sıkıca sarılmasını beklemiyordum. "Piraye, kızım nasılsın? Affet beni, affet seni anlamadığım için. Böyle bir yola başvurmak zorunda kaldığın için." "Amca, ben iyiyim. Sadece utanıyorum bu şekilde karşınıza çıktığım için." Neticede hırsızlık yapmıştım. Onların oğullarıyla evlenmemek uğruna, yengemin baskısından ve fenalıklarından kurtulmak uğruna parmaklıklar ardında yaşamayı tercih etmiştim. Bunun ağırlığı amcama zaten bir ömür yeterdi. Parmağının ucuyla çenemi yukarı kaldırdığında başını iki yana salladı. "Burada utanacak en son insan sensin. Ben ki emanetime doğru düzgün sahip çıkamamışken..." "Bunları konuşmayalım ne olur." dedim bir serzenişle. Olan olmuştu oturup baştan dert yanacak değildik. Önemli olan bundan sonra ne olacağıydı. "Nikah kıyacağımız çiftimiz bu galiba?" dedi koltukta oturan diğer bir amca. "Evet hocam." En temiz bir şekilde başlangıç yapmak adına abdest aldık ve bizim için önceden ayrılan sandalyelere oturduk. İçeride Ali Ata'nın o gün gördüğüm iki arkadaşı, amcam, imam ve biz vardık. Poşetlerin birinin içinden aldığım baş örtüsünü bularak başımı örttüm. Hoca önce uzun bir dua okuduktan sonra herkesin adını soy adını teyit edip sorular sordu. "Zeynel'den olma, Satı'dan doğma, Ali Ata Aslanboğa'yı kocalığa kabul ettin mi?" "Ettim." "Ettin mi? "Ettim." "Ettin mi?" "Ettim." "Ekrem'den olma, Firuze'den doğma, Piraye Maral'ı karılığa kabul ettin mi?" "Ettim." Aynı soruyu üç kere sorduktan sonra bir de şahitlere sordu. "Ben de nikahınızı kıydım. Mehri konuştunuz mu?" "Yok ben istemiyorum." diye atıldım hemen. Olmasa da olurdu. O benim gönlümü doyuruyordu, gözüme hiçbir şey daha değerli gelmezdi. Hiçbir mal ile kıyaslanamazdı da bu durum. "Olur mu kızım öyle?" İmam Efendiye tam yeniden cevap verecekken Ali Ata konuştu. "Düğünde takılacak takıları mehir olarak veriyorum. Tamamı onundur." Şok olan gözlerle ona dönüp baktığımda herhangi bir itiraz istemediğini belirtti. Mehir bir prosedür sayılırdı aslında, sonuçta kimse boşanmak için evlenmezdi. Lakin insan bu beşer şaşar yanlış davranışlarda bulunurdu. Ali Ata'nın gönlünün bu kadar bol olduğunu ve para mevzusunda hiç çekinmediğini öğrendim bugün. Her şey tatlıya bağlandıktan sonra ise amcam ayaklandı. "Onu size emanet ediyorum. Akşam ailemle birlikte geleceğiz." dediğinde amcam başını sallamaktan başka bir şey yapmadı. Sanki onun karşısında da oldukça mahcup gibi duruyordu. "Hadi kızım gidelim." deyip odadan çıktığında peşinden arkadaşları da imamı geçirmek için çıktı. Artık evli bir kadındım. Bu hissiyat çok başkaydı. Gönlümüz zaten birbirindeydi ama nikahla bunu bağlamak manevi huzuru çoğaltıyordu. Yüzümdeki gülümsemeyi gören Ali Ata bana doğru yaklaşıp alnımı öptü. Sıcak dudakları sanki bu anı mühürlemek için oraya konumlanmış gibiydi. Geri çekildiğinde gözlerinin içinde gördüğüm parlaklıkla mest oldum. Gülümsememiz büyürken ağzından çıkan sözcükler ise ruhumu zirveye çıkardı. "Kendine iyi bak helalim, akşama geleceğim." Utanarak gözlerimi kaçırdığımda başımı usulca salladım. Sonrasında bir de hâlâ taktığım baş örtüsünün üzerinden öperek beni yolcu etti. Şu birkaç günde hep dip dibe olduğumuz için ayrılmanın nasıl zor geldiğini eşikten geçtiğimde anladım. Omzumun üzerinden arkamı dönüp baktığımda başını bir kere aşağı eğip kaldırarak beni yeniden selamladı. Elleri arkasında birleşmiş gidişimi izliyordu. Yol boyunca amcam bana kötü konuşur mu diye bekledim? Sanki azılı bir suçluydum ve cezamı çekmek için bekliyordum. Kapının önüne ulaşmadan hızla bana dönüp sarıldığında amcamın sarsılan omuzlarıyla neye uğradığımı şaşırdım. Atilla amcam ağlıyordu. Hem de babamın adını sayıklayarak. "Afet beni abi. Sen olsan her şey farklı olurdu. Sen benim kızımı bu duruma düşürmezdin. Affet Piraye. Ben bu vebali nasıl öderim kızım? Allah'ın huzuruna çıktığımda ne cevap veririm. Saf mıydım? Neye güvendim gözlerimi kör edecek kadar?" Yaklaşık beş dakika amcam içini dökene kadar sarıldık. Müşkül durumda olan da bendim teselli veren de. O da karısından dolayı utanç duyuyordu, bunu aşamıyordu. Olayların bu denli büyümesinin sebebi her gece aynı yastığa baş koyduğu karısıydı. Olan olmuş biten bitmişti. Geriye tüm kırılmışlığımla ben kalmıştım. Yaptıkları yanlarına kar mı kalacak zaman gösterecekti. Bahçe kapısını açıp içeri girdiğimizde baba ocağımın çoktan yuvam olmaktan çıktığını anladım. Kaç gece penceremin pervazının dibinde seher vaktinin gelişini izlemiştim? Kaç gece duvarlarla konuşmuş dert yanmıştım? Neden bu kadar canım yanmıştı? Geriye dönüp baktığımda yalnızca güzel hatıralarımla ayrılmak isterdim çocukluğumun geçtiği bu evden. Bıçak kemiğe dayanmış bir şekilde değil... Feride beni gördüğünde koşarak gelip sarıldı. "Ah Piraye abla, seni öyle özledim ki. Sensiz bu ev koca bir boşlukmuş. Geçmiş olsun. Çok üzgünüm, her şey adına." Kollarımı ona doladığımda köşede gelmek isteyen ama çekinen bir Zehra gördüm. Kendi annesine zor tahammül eden Zehra bakışlarında utanç gezdiriyordu. Bu zamana kadar bazı şeyleri onun zoruyla yapsa da herkesin kendi aklı vardı. O gece beni kandırıp kandırmadığını öğrenemeyecektim. Yaptıkları yenilir yutulur şeyler değildi. Diğer köşede Handan yengemi gördüm. Mutfaktan gelen kokulara göre hazırlığı o yapmıştı. Herkes hazırlanmış bir şekilde bu geceyi bekliyordu. Hiçbir şey normal değildi ama her şey normalmiş gibi davranmaya mecburduk. Burada çok derin bir yara vardı. Eğer bu kabuğu kanatırsak altından bir dolu irin çıkar ve hepimize bulaşırdı. Bu geceyi sağ salim atlatmak tek isteğim olduğu için sessizce yanından geçtim. Odamın kapısını araladığımda temizlenmiş olduğu çiçek kokularıyla burnuma çarptı. Demek yengemin sakladığı deterjanlar gün yüzüne çıkmayı başarmıştı. Görmek istesem her eşyamın hikâyesi gözüme takılırdı ama bakmadım. Ali Ata'nın bugün için çarşıdayken aldırdığı elbiseyi poşetten çıkarıp yatağın üzerine serdim. Kollarında çiçekli danteli bulunan kar beyazı bir elbiseydi. Çiçekleri hayatımın her anına ilmek ilmek kazımak istiyordu. Sadece yollarıma değil, ömrüme ve gönlüme de çiçek açtırmıştı. Feride arkamdan gelerek hazırlığıma yardım ederken cıvıl cıvıl bir ses daha duydum. İki gözüm, can yoldaşım beni yalnız bırakmamıştı. "Oo gelin hanım bensiz mi hazırlanıyordun yoksa?" "Peri iyi ki geldin." "Heyecanlısın değil mi?" "Her şeye rağmen evet." "E herhalde kızım. Boylu poslu bir yiğide sevdalandın, yürek nasıl çarpmasın. Nevin yengen de evden kovulmuş, gel bir tur halay çekelim." dediğinde neşesi anında bana da bulaştı. "Sen çek ben saçımı yapamadım henüz." Masamın köşesindeki radyoyu eliyle koymuş gibi buldu ve hemen ayarladı. Halay müziği çıkmasa bile deli gibi dönmeye başladı sonra. "Perihan abla manyadı iyice galiba." Feride'nin söylemine gülerken Perihan bir de onun için göbek attı. "Sütün kaymağı, hatunun manyağı iyidir güzelim. Öğren bunları." diyerek işveli bir gülüş gönderdi. "Tövbee, bakmayım ben. Gel saçına devam edelim bu kız adamı yoldan çıkarır." dediğinde bu kez ben de güldüm. Biricik arkadaşım moralimi en yüksek seviyeye çıkarmıştı geldiği gibi. Oysa kendi anasızlığında bana ana olmaya gelmişti. Her şey tamamlandığında kapının tıklanmasıyla zamanın ne kadar geçtiğini fark ettim. Ellerimdeki teri Feride'nin üzerine sildiğimde bana inanamayan bir bakış attı. Eh, benimde fenalığım bundan ibaretti. "Maruz gör ne olursun, elbisem beyaz silemem." dediğimde gülüştüler. Perihan ellerime bile üflemişti. Hemen inmemize gerek var mıydı? Nasıl oluyordu bu işler? Kalbim ramazan davulu gibi atarken bayılmamaya çalıştım. Kapıyı aralayan Feride ile aşağıdan gelen sesleri dinlerken yüreğim hop oturdu hop kalktı. "Ee bizi unuttular mı dersin?" "Kız saçmalama şaşkın, adamlar da yoldan geldiler hâl hatır soruluyordur şimdi." "Acaba ailesi nasıl insanlar? Ya beni beğenmezlerse, hırsız gelin-" "Şşt sus bakayım. Unut bu meseleyi. Bir yanlış anlaşılmadan ibaretti. Seni beğenmeyip nikahlarına almayacaklar ya, o işi oğulları yapacak." Yeniden gülüştüklerinde bu kadar komik olanın ne olduğunu anlamadım. Yüzümü o kadar pudralamalarına rağmen şakaklarımdan ince ince terler süzülecekti şimdi. Fenalık geçirmeden camı kaldırıp derin bir nefes aldım. "Pirayee." diyerek nazlı nazlı konuşmaya başladı Perihan. "Hı?" diye bir mırıltı çıktı ağzımdan. "O iş demişken, o iş nasıl olacak heyecanlı mısın?" "Ne diyorsun Peri ya küçücük kızın yanında? Tövbe tövbe sus rica ediyorum." "Anam ne küçüğü be küçülsün de cebime girsin." "Sus dedim." "Anlatacağına söz ver susarım." "Hii! Çıldırdın iyice yok öyle bir şey." "Şimdi yok ama olacak. Hatta dur sana bir mani patlatayım. Gelin kızartmak sevaptır." "Kıçından kural uydurma." Feride bile ağzını kapatıp gülmeye başladı. "Kıç dedi Perihan abla. Çok sinirli sus istersen." "Kız gelin dırdır etme, fazla ileri gitme, vakitsiz horoz gibi, gece yarısı ötme." dediğinde kulaklarıma kadar kızardığım için köşedeki yastıkları bunlara fırlatmaya başladım. Ancak yastık aralık kalan kapının ardında duran Zehra'ya gelmişti. "Aaa, aşağıda istemesi olacak, çocuk gibi oyuna dalmış bunlar." dedi kollarını birbirine kavuşturarak. "Kahveleri yapacakmışsın Piraye. Seni çağırdı yengem." Aynanın karşısına geçip kendime çeki düzen verdiğimde onunla hiç konuşmadan aşağı indim. Allah'ım sen bana güç kuvvet ver rabbim. Alnımın akıyla çıkayım bu geceden. Hep birlikte mutfağa gittiğimizde Zehra bir tencere çıkardı. Ona bakakaldığımda ise "Onca insana bakır cezveyle kahve yetiştiremeyiz herhalde." dedi. "Ayrıca sen uzak dur da elbisen batmasın, ben yaparım. Ha çok istiyorsan müstakbel kocanınkini ayrı yapabilirsin." Bu konuşmalar aramıza katılmak içindi biliyorum. İyilik yapası tutmuşsa engel olmayacaktım. Zira kahveye zehir koymayacaksa yapabilirdi. Peri'de göz hapsine aldığından bu ihtimal dahilinde bile değildi. "Tuz attın mı?" "Hayır?" "Aaa, atsana kızım deli misin?" "Atmak istemiyorum ya." "Tamam en aşık sensin lakin o tuz o kahveye atılacak Piraye, tükürürüm kahveye ha!" "Of delirdin iyice. Yazık değil mi ya?" "Kızım ileride çocuklarınıza anlatırsın işte ballandıra ballandıra. Hem bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varsa, tuzlu kahvenin ömür boyu hatırı vardır." "Yedin bitirdin beni Perihan, gerim gerim gerildim." "Ay doğar ayazlanır, gün doğar beyazlanır, gelin olacak kızlar, hem gider hem nazlanır." Mutfağı bir gülüş aldığında bu sefer ben de onlara katıldım. Salonun kapısından elimde tepsiyle süzülerek içeri girdiğimde kızlar da ardımdan ördek yavrusu gibi takip ettiler. Tüm gözler üzerime çevrilince utançtan kulaklarıma kadar kızardım. Hızlıca bir göz attığımda içeride gördüğüm dedeye doğru yürüdüm. İkram önce en büyüğe yapılmalıydı. "Sağ ol yavrum. Tevekkeli bizim oğlan bu işi bu kadar aceleye getirmemiş. Bir maşallah diyelim de nazarımız değmesin." Dedenin sözlerinden sonra utanarak bakışlarımı kaçırdım. "Afiyet olsun efendim."
Sırayla babasına ve annesine de verdim. Annesi ağzının içinde bir şeyler mırıldanıp bana doğru üflediğinde bunun dua olduğunu varsaydım. "Ziyade olsun kızım, maşallah."
Zehra arkadan bizimkilere kahvesini dağıtırken ben de en sona kalan kahveyi Ali Ata'ya verdim. Tepkisini izleyip ertesi gün bunun konuşmasını yapardık belki. Kahveyi tepsiden alırken göz göze geldiğimizde içimdeki heyecan coştu da coştu.
Salon kalabalıktan dolmuşken biz de arka kısımda minderlere sıralandık kızlarla. Ali Ata'nın arkadaşları da buradaydı. Fatih hâlâ yoktu ve buna oldukça memnundum yoksa burnumdan gelirdi. Gürbüz abiyi de evde görmediğim çok iyi olmuştu.
"Efendim sebebi ziyaretimiz belli. Allah'ın emri Peygamberin kavliyle kızınız Piraye'yi, oğlumuz Ali Ata'ya istiyoruz."
"Piraye bize abimin emaneti, kız vermek bize düşmese de hakkında en hayırlısı neyse o olsun. Gönlüne toz konmasın isteriz, benim canımın canıdır. Burada da baba ocağı her zaman vardır."
Atilla amcam konuştuktan sonra sıra İlyas amcama geçmişti. "Hayırlı olsun diyelim o zaman. Yuva kurana yardım etmek sevaptır. Bir yastıkta kocasınlar."
"Amin, en içten duamızdır. Yavrularımızın huzuru mutluluğu bir ömür daim olsun. Ali Ata, öp oğlum dünürlerimizin elini."
Herkes ayağa kalktığında ben de öncelik olarak yeniden dedesine yöneldim. Elini öpmek için eğildiğim an arkamdan gelen gürültünün başta ne olduğunu anlamadım.
Feridun elinde tuttuğu kahve fincanına öcü görmüş gibi bakarak ağzındaki kahveyi püskürtmüştü. Tuzlu kahve yanlış kişiye gitmişti...
|
0% |