Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@1scintilla

Aşk'a vardıktan sonra kanadı kim arar?


Yunus Emre


Bölüm 21. Bir Demet Mutluluk


Kasvet yağmurlarının gönlüme damladığı anlardan, kalbimde gökkuşağı açan anlara gelmiştik. Gönlümün ferahlığı yüzüme sirayet etmiş gibi tenim açılmış da açılmıştı. Yanağımda gül yaprağı için açan kızıllıklar Perihan ve Feride tarafından dalga konusu oluyordu.


İsteme gecesinin akşamında Handan yengem özür dolu bir konuşma yapmıştı. Oğlu sevdiği için tüm bunlara göz yumduğunu ama aslında Nevin yengemin oyunlarının arka planını bilmediğini söyledi. Zorla güzellik olmayacağı gibi son olarak mutluluklar dilemişti.


Bugün birlikte eşya ve çeyiz bakmaya gidecektik. Dünden beri sandığın altını üzerine getirmiş, anneciğimin elleriyle ilmek ilmek ördüğü tüm çeyizlerimi serip bakmıştım. Yıkayıp ütülemek için vakit olmasa da arasında bulduğum küçük sabunlardan dolayı kötü kokmuyordu.


Ayrıca patik yumağının içinde bulduğum altınların yanında bir de kâğıt vardı. Bu zamana kadar hiç bu sandığı didik didik etme gereği duymadığım için açıp bakmamıştım.


Piraye'm, ipeğim;


Bu satırları sana ağlayarak iğne oyası örerken yazıyorum. Aklıma evlilik çağın düştü ve kalbim bir tuhaf oldu. Kızım büyüyecek evlenecek diye ödüm koptu. Daha körpeciksin, minnacıksın yavrum ben seni nasıl göndereceğim el oğlunun yanına?


Şansıma baban öyle iyi bir insan çıktı ki bahtım açık oldu. Kız çocukları analarının kaderini yaşar derler evladım, yürekten kopan duam şudur ki; inşallah gönlüne yakışır helal süt emmiş bir insan evladı çıkar karşına.


Küçük yaşımda bunun telaşına mı düştün deme. Neler duyuyoruz etraftan, ne fenalıklar geliyor insanın başına. Aynı evde yaşadığın insanla yastığa başını huzurla koymak ne büyük lüks anneciğim.


Paraya tamah etme hiçbir zaman. Gerçi biz seni öyle yetiştirmedik ama bu sözler kulağına küpe olsun. Küpe derken bebeklik küpeni hâlâ saklıyorum, onu da bul kızcağızım. Ne insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok, ne elbiseler gördüm içinde insan yok demiş Mevlana. Harcayamayacak kadar çok paran olsa ne yazar, huzurun, sağlığın, gülen yüzün olmadıktan sonra.


Kimsenin kara kaşına kara gözüne aldanma kızım. Önce yüreğine bak adam mı değil mi diye. Güzelliğine bakıp böbürlenme, kendini hiçbir zaman üstten görme. Mütevazi bir hayat yaşamaya bak. Mutluluğunu ya da mutsuzluğunu kimsenin gözüne sokma. Allah'a el açmayı unutma. Kem göz değerler saçtığın ışıltıya yavrum. Ya da arkandan keyiflenirler sen dert yandıkça.


Bu hayatta güzel ruhlu bir eş, bir dost, eh bir de hayırlısından bir evladın olursa sırtın yere gelmez kızım.


Eşin olacak adamı sıkıp, bunaltma. Erkekler dışarıya karşı güçsüz görünmeyi sevmezler, bazı konularda üzerine gitme. Yeri geldiğinde o seni, yeri geldiğinde ise sen onu alttan alırsan çekilir bu ömür. Para pul için birbirinizin gönlünü kırmayın. Helal kazanç bir yolunu bulur gelir size. Ama kırılan kalbin kolay tedavisi olmaz.


Seni çok seviyorum yavrum. Öyle çok seviyorum ki yıllar sonra bize verilen en büyük armağansın Rabbimden. Ayağına taş, gönlüne yaş değmesin isterim. Babanın göz bebeği benim ise nurumsun, uğurumsun.


Ah Piraye, bu yaşında ağlattın beni şimdi sana ne yapmalı? Gidip gıdıklayayım bari biraz. Sen de naz yap, gelince şikâyet et babana beni. Sonra hep birlikte devam edelim oyunumuza ve gülüşlerin hiç susmasın.


Umarım ben bu kâğıdı yırtıp atmadan zamanı gelince birlikte okur ve güleriz.


Annen Firuze


Gülemedik annem, birlikte gülemediğimiz gibi ben bir de ağladım. Nazlı kızının naz yapacak kimsesi kalmadığını öğrenince ne tepki verirdi acaba annem? Özellikle anlattığı fenalıkların kendi yuvamızın içinde çıktığını görse mesela, Handan yengem gibi saçını başını yolar mıydı, yoksa kapının önüne mi koyardı?


Bence hiçbirini yapmaz, alıp çekirdek ailesini bir dakika beklemeden giderdi buralardan. Ne demiş atalarımız; taş taş üstünde olur da ev ev üstünde olmaz...


Bavullarımı özenle yerleştirirken kapım tıklandı. Seslendikten sonra ise aralık kapıdan Atilla amcamı gördüm.


"Müsait misin kızım?"


"Gel amca buyur."


"Piraye düğün iş ne kadar aceleye gelse de en doğrusu olduğunu düşündüğümüz için bu şekilde. Senin gözünün içinin parladığını görmesem yine olmazdı. Ne olursa olsun sen sahipsiz değilsin kızım. Baban zamanında bunları bana emanet etmişti. Olurda başına bir şey gelirse ailesine acil zamanlarda bir güvence olsun diye."


"Nedir o amca?"


"Kendin bak yavrum."


Elime tutuşturduğu ipek mendilin içini açtığımda dört tane bilezik gördüm. Parmaklarıma titrememesi umuduyla bakarken amcamla göz göze geldim.


"Her şeyi erkek tarafının yapması uygun kaçmaz. Yarın bir gün laf olur söz olur. En baştan gereken neyse yapalım biz." dedikten sonra elbisemin cebine bir miktar da para koydu.


"Yok amca bu olmaz."


"Şşşt, yeni gelinsin sen hevesin kalmasın bir şeyde. Gönlünce al ne istiyorsan. Amcası olarak kızımıza bir hediye alamayacak mıyız? Bu zamana kadar aldık sandığımız şeyler dışında, ilk defa gerçekçi olsun işte."


"Gerek yok amca teşekkür ederim." dedim yine de almasını umut ederek. Bu şekilde utanıyordum, Ali Ata bir şeyler alınca da utanıyordum. Kendi paramın olmadığı her şeyde utanacaktım. Ancak babamın geleceği düşünerek ayırdığı şeyler kurtarıcım olmuştu. Bana kalan mal varlığı zaten vardı ama iki arada bir derede onunla asla uğraşamazdık.


"Sus ne olursun. Bu yaşta adamı sulu gözlü yaptın çıkardın." Elime tutuşturduğu mendilin üzerine iki kere vurduktan sonra ağır adımlarla çıktı odadan. Kara kara düşünmeme hızır gibi yetişti bu durum.


Bu zamana kadar kendi biriktirdiğim parayı ise gizlice çıkarıp koydum cebime. Kendi emeğimle, alın terimle biriktirdiği parayla Ali Ata'ya bir hediye almak istiyordum ben de.


Üzerimi değiştirip küçük el çantamı aldıktan sonra aşağı indim. Salonun camından gördüğüm İlyas amcam ise aceleci adımlarıyla eşekten iniyordu.


"Piraye? Hah Piraye. Çıktın sandım çok korktum kızım."


"Gel amca bir soluklan bir şey mi oldu? Su getireyim sana."


"Bırak suyu muyu sen şimdi. Emanetin bende kalmıştı sen çıkmadan bir koşu gidip alıp geldim."


"Ne emaneti İlyas amca?"


"Babanın emaneti yavrum. Öylece göndermeyeceğiz ya seni? Kız tarafının da bir şeyler alması makbul olanıdır. Bütün yükü karşıya yüklememek gerek." Elime bir paket de o tutuşturunca gözyaşlarım duramadı aktı bu sefer. Kalın keçenin içini açtığımda üç bilezik iki altın gördüm.


"Amca bunlar?"


"Ştt ağlama sulu göz. Bu iş biraz hızlı olsa da her şey rayında olsun kızım. Kimsede bir lafımız sözümüz kalmasın. Baban güvenceli bir adamdı. Abim sürekli ileri görüşlü konuşmalar yapardı. Bunları da zamanında arkamda bıraktıklarım olursa dar anında merhem olsun diye verdi. Bir kısmını kendine sakla, hoşuna gitmeyen bir durum olur da dönmek, gelmek istersin elinin altında bulunsun."


Söyledikleriyle daha çok ağlamaya başladım. Babam gitse bile elini üzerimden hiç çekmiyordu, tıpkı annem gibi. Allah gerçekten dar anında yetişiyordu insanın. İki amcama da aynı şekilde emanet bırakması, belki biri vermez diye miydi? Gerçekten hepsini babam mı bırakmıştı mesela? Verdikleri ziynet eşyaları karşılaştığında üçer bilezikten sonraya kalanları amcamlar, babamdan diyerek mi vermişti bana?


Bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyecektim.


Kapı çalınca elimi yüzümü kurulayıp hızlıca açtım. Ali Ata'nın yüzü beni görünce ışıldadı. Aynı kalbimin onu gördüğünde yaşadığı aydınlanma gibiydi.


"Günaydın gün yüzüm." dediğinde bakışlarımı kaçırdım hemen. Nasıl alışacaktım ben buna? Hem bahçe kapısından içeri giren Zehra ve Feride ne yapıyordu öyle sepetlerle?


"Günaydın Ali Ata. Hayrola Feride?"


"Hayır, hayır inşallah. Konu komşuya kınamız var diye duyuru yapıyoruz." dedi elindeki ince belli bardağı sallayarak. En son Behçet abinin davetini almıştım böyle, kısa zamanda başıma geleceğini nereden bilebilirdim?


"Çıkalım istersen, işimiz çok bugün?"


Günün heyecanıyla başımı salladığımda kalbim yerinden oynuyordu. Ali Ata bizi şehir merkezine götürecek bir taksi tutmuştu. Kapımı açıp içeri oturduğumda ise annesini gördüm.


"Günaydın güzel kızım, nasılsın?"


"İyiyim efendim sağ olun siz nasılsınız?"


"Çok mesudum. Oğlumun mürüvvetini nihayet gördüğüm için." dediğinde gülümsedim. Ne konuşacağımı bilemiyordum ve kalbimde yeni gelin telaşı vardı. Bu terimi de sırf Perihan yüzünden dile getiriyordum. Yol üzerinden onu da alacaktık.


"Hiç tanışamadık doğru dürüst ama şu telaşımız bitsin rahat rahat konuşuruz elbet. Önemli olan oğlumun gönlünde yer edinmen yavrum. Bizden yana gönlün rahat olsun emi?"


"Böyle biraz garip oldu ama-" dediğimde ellerini sakladığım ellerimin üzerine koydu.


"Hiç çekingen olmasın evladım. Kaderiniz böyle yazılmışsa kime ne demek düşer?"


Çok şükür ki Satı teyze korktuğum gibi çıkmadı. Ali Ata'yı yetiştiren ananın elbet kötü fikirli olmasını beklemezdim ama insan bazen acaba mı diye soruyordu. Neler duyuyorduk gelinlerine eziyet eden kayınvalideler, büyü yapanlar, huzursuzluk çıkaranlar...


Eski toprak kendine yaşatılanı, daha beter hâle getirip karşıdakine sunuyordu. Kimin nasıl olduğunu derinlere inmedikçe bilemezdik ancak ilk itibar da önemliydi.


Yol üstünde aldığımız Perihan tüm neşesiyle taksiye oturdu. Şaziye ise Perihan çıkar çıkmaz evden dışarı kaçtı. İçeride gördüğü annesine selam verdikten sonra beni daha da kızartmak için gizlice kulağıma bir mani daha fısıldadı.


"Dolmuş geliyor dolmuş, dolmuşun rengi solmuş, benim güzel Piraye'm, ne güzel gelin olmuş."


Dirseğimle onu dürttüğümde kıkırdayarak tepki verdi. Merkeze kadar yol boyu sessizlik olmasın diye ufak tefek sohbetler döndü. Tarihi kapalı çarşıya geldiğimizde Ali Ata ücreti ödedi ve taksiden indik.


Ruhum sanki tepemde süzülerek gezdiğinde heyecanım azmış gibi daha da arttı. Çeyizler, havlular, kuyumcular ne ararsan vardı. Yanından geçtiğimiz bir dükkânda tüylü terlikleri gören Perihan kaşlarını oynatarak bana bakınca beline bir çimdik attım. Uslu durmayacaktı bugün belli.


Önce büyük eşyalar ortadan çıksın diye bir mobilyacıya girdik. Şöyle bir göz attıktan sonra Ali Ata bakışlarımda ne gördü bilmiyorum ama bir de başka yere bakalım diyerek çıktık dükkândan. Yuvamın elbette güzel olmasını isterdim lakin onunla yaşamaktan önemli değildi hiçbir şey. Başımızı koyacağımız çatının altında birkaç eşya olsa yeterdi.


Başka bir dükkâna girdiğimizde krem rengi kolçakları cevizden yapılmış ahşap mobilyaya gülümseyerek yaklaştım. Açık renk çabuk kirlenir dedi içimdeki ses ama açtığım beyaz sayfaya da böylesi bir aydınlık yakışırdı.


"Beğendiysen bunu alalım güzelim."


"Sen de beğendin mi?"


"Çoğu vaktini evde geçirecek olan sensin. Ben akşam eve geldiğimde senin gül yüzünü göreyim yeter."


Yanaklarım kızarırken gözlerimi kaçırdım. "Fiyatını öğrenseydik Ali Ata. Buna uygun bütçemiz var mı yok mu nereden bileceğiz?"


"Sen orasını dert etme. En hoşuna giden modeli seç yeter."


Nereden geliyordu bu değirmenin suyu bilmiyordum. Polis maaşıyla bu zamana kadar nasıl bir birikim yapabilmişti? Gülümsediğim mobilya takımını almıştık. Koltukları öyle güzeldi ki tıpkı bir hanımefendi gibi süzülüyordu ayakları.


Masa ve sandalye seçelim dediğinde buna gerek olmadığını söyledim. Yer sofrasında da yerdik. Lokmalarımız huzurla boğazımızdan geçsin başka bir şey istemiyorum dediğimde gözlerime öyle uzun ve güzel baktı ki annesi arkadan boğazını temizlemek zorunda kalmıştı.


Annesi Satı teyze ve Peri arkamızdan geliyordu. Her şeye karışan bir kaynana olmak istemediğini dilersek görüşlerini bildireceğini söylediğinde hoşuma gitti. Bu arada Peri'ye bekar mısın diye soruyordu. Sanıyorum boşta bir oğlu daha vardı.


Kahvenin en açık tonunda yemek masası da seçtikten sonra sıra yatak odasına geldi. Kızarmamı engellemek istemem boşunaydı çünkü arkamda bir şeytanın vesvese verir gibi gülümsediği arkadaşım vardı. Başkasının masum diyebileceği o gülüşün altında saklı olanları bir ben bilirdim.


Karyolası demirden olup yukarıya doğru uzanan modelin kenarlarından sarkan cibinlik çok güzel duruyordu. Ahşap modellerden çok onu incelediğimde, Ali Ata'da onda yoğunlaştı. Tıpkı bir peri dokunmuş gibi hissettiren bu yatağa bayıldım. Gözlerini bu mu olsun diyerek diktiğinde bir kez kırparak onayladım. Sonrasında cebine amcamların verdiği bileziklerden birkaçını koyarak kaçmaya çalıştım.


"Piraye bu ne?"


"Kız tarafı alır ya bunu hiç mi adet bilmiyorsun?"


"Bizim aramızda adet safsatası altında böyle bir şey olmayacak. Lütfen alır mısın geri beni kızdırmadan?"


"Senin paran benim param olduğunu bilmiyordum Ali Ata?" deyip biraz duygu sömürüsü yaptığımda bakışları değişti. "Babam bunları benim yuvam için ayırmış, emeğini ve isteğini hiçe saymak istemem."


"Bu ses tonu ve bakışlarla bana konuştuğunda ne istesen yaparım gibi geliyor Piraye."


Başka bir şey diyemezmiş gibi bakıp arkamı dönerek yanından ayrıldım. Sıkışmasına gerek yoktu neticede. Sonunu yine birlikte ödeyecektik. Salona uzun bir büfe aldıktan sonra mobilya alışverişini tamamladık.


Beyaz eşyacıya girdikten sonra bir buzdolabı aldık ve çıktık. Adam özellikleri saydıkça bana fenalık geliyordu. Sonra Satı hanım beni bir mağazaya soktu ve bunun iç giyim olduğunu çok sonra anladım. Utanarak yüzüne baktığımda "Çekinme kızım çalışanı tembihleyip çıkacağım. Yavrum gelinime çeyiz alıyoruz elini korkak alıştırma her ihtiyacı tam olsun emi?" deyip iki kere de omuzuna vurduktan sonra ağır adımlarla çıktı oradan.


Geriye şeytana pabucunu ters giydiren Perihan ve ben kalmıştık. Kadıncağız çekinmeyin dedikçe bizimki vur deyip öldürmüştü. Gösterdiklerinin yarısına bakamadım bile. Bir şekilde tüylü terlik de sıkıştırdığını bildiğim torbaların ödemesini en son gelip Ali Ata yaptı.


Yeniden kuyumcuya girdiğimizde annesine geçen bir şeyler aldığımızdan bahsetmiştim ama "Beşi bir yerde olmadan gelin getirdi dedirtmem kızım." dedi keyifle gülerek.


Öncelikli olan birkaç mutfak eşyasını da aldığımızda gün batmak üzereydi ve benim ayaklarıma kara sular inmişti. Son durağımız olarak gelinlikçiye girdiğimizde Perihan mutluluktan ağlamak üzereydi.


Fransız dantelleriyle yaptı alt tarafa doğru dümdüz inen, küçük bir dekoltesi olan oldukça hoş bir gelinlik seçtim. Bir de görür görmez vurulduğum, zehir yeşili gözlerime çok uyan zümrüt yeşili bir bindallı. Satı teyzenin bile gözleri dolmuştu.


Nihayet alışverişimiz tamamlanıp kaba ihtiyaçlarımızı aldıktan sonra yeniden taksiyle eve bırakıldık. Gelmeden oradaki esnafların birinin dükkânına girip yemek yediğimiz için aç değildik.


Akşam zamanı ailecek içtiğimiz çay sohbetlerini severdim. Bugün de son kez bunun olacağının bilinciyle oturdum yer minderime. Her zamanki yerim benim için boş bırakılmıştı ve derin bir sessizlik mevcuttu evde. Feride ve Zehra önüme yemiş tabakları getirdiğinde daha da şok oldum.


Uykum geldi diyerek yanlarından ayrıldığımda odamdaki pencerenin önüne tünedim yine bir baykuş gibi. Artık bu odada, bu camın önüne oturamayacaktım. Ali Ata'nın kalbinde olduğumu en net hissettiğim yerdi burası. Yüzümde canlandırdığım o an için bir tebessüm oluşurken öyle dalmışım ki bir an gerçekten o ağacın dalında mı diye sorguladım.


Gözlerimi ovuşturup yeniden baktığımda bana gülen yüzüyle karşılaştım. Yine yalnız bırakmamıştı beni. Uzaktan da olsa yanındayım diyordu. Yine elini bir şakaklarına bir kalbine dokunduktan sonra beni işaret etti.


Aklımda kalbimde sende ve senin diyordu. Bu sefer hiç çekinmeden ben de ona yaptım aynısını. Benim de aklım ve kalbim ondaydı. Bunu nikahlı kocama söylememde hiçbir sakınca yoktu. Biz gerçekten evlenmiştik. Sağ elimin yüzük parmağında ona ait bir ağırlık duruyordu. Birkaç gün sonra ise aynı yüzük sol elimin yüzük parmağına geçecekti. Kalbime giden damarların olduğu parmağıma.


Kapım tıklandığında kim geldi diye arkamı dönüp yeniden ağaca baktığımda artık orada değildi. Her zaman tam yerinde gidiyordu. Mesleğinden ötürü olan çevikliği büyük bir avantajdı.


Feride ve Zehra ellerinde birer yastıkla odama geldiklerinde şaşırdım. "İkiniz birden mi?"


Hızlıca başını salladıklarında ne diyeceğimi bilemedim. "Son kez bu evin içinde büyümüş üç kız olarak uyumamıza izin ver Piraye." Zehra'nın gözlerinin içine baktığımda "Buraya son geldiğimde tüm duygularımla gerçektim. Yemin ederim. İnanıp inanmamak sana kalmış ama bu geceyi elimizden alma."


Feride de süt dökmüş gibi bakınca yatağa geçip örtüyü onlar için araladım. Annemlerin karyolası büyük olduğundan üçümüz de kolayca sığdık.


"Kahveye niye tuz koydun Zehra?" diye sorduğumda bedeni kasıldı hemen.


"Sen koymadın sandım, karışmış işte."


"Karışması için tek bir tane tuzlu kahve olması lazımdı Zehra, iki ayrı tuzlu kahve fincanı değil? Ayrıca ben Ali Ata'nın da tuzlu kahveyi içtiğine eminim."


"Ne dediğini anlamıyorum, sessiz olun uyuyacağım."


"İşime gelmediği için kaçacağım diyor." dedi Feride kıkırdayarak. Sözde hemen uyuyacaktık ama boş lakırtı yapmaktan öteye gidemeden sabah olmuştu.


Öten çilli horozla uykumu almış bir şekilde gerindim. Bunu yaparken de Zehra'yı yanlışlıkla yataktan attım. "Ne oluyor ya, gece daha gün aymamış?"


"Gözlerini açarsan ayar Zehracığım."


"Kim itti beni?"


"Kendin düştün ya? Biz de uyandık senin yüzünden." diyen Feride'ye bu sefer ben güldüm. Gittikçe fena oluyordu bu kız da.


Odamın kapısı melodili bir şekilde tıklandığında neşeli sesi kulaklarımın pasını sildi. Bugün kına gecem olacaktı. Kalbim hâlâ yerinde attığı için şanslı hissettim.


"Karanfilim tüterim, her saksıda biterim, eller yar yar dedikçe, ben boynumu bükerim." Perihan neşeyle işeri girdi ama yatakta tek olmadığımı görünce burnunu kırıştırdı. Hatta yerde yatan Zehra'yı görünce daha biçimsiz bir surat aldı. "Aey bu odanın hâli ne? Sizi reziller. Sen de mi buradaydın çalı süpürgesi? Neden böyle olduğu anlaşıldı." dedi tavırlı tavırlı camı açmaya giderken.


"Kalkın gidin kahvaltıyı hazırlayın bir ton işimiz var."


"İş, iş, iş. Bıktık yahu." Zehra yastığını kaptığı gibi çıkarken Peri'ye vurmayı ihmal etmeden gitti. Dün yengem biz yokken evi dip köşe temizletmişti kızlara. Feride yatağı toparlamaya çalıştığında elinden aldım. O kadar da değildi.


"Kız Pirayeee." İşte bu ses tonu fena bir fikrim var bakalım ne diyeceksin demekti.


"Söyle bakalım dut tanem, ne diyeceksin?"


"Yıkayım mı seni kız? Şöyle bir güzel çitilerim, ovarım."


"Of Allah rızası için deme şöyle şeyler ya."


"Kızım bunlar hayatın gerçekleri, gel inat etme bir kese atayım."


"İstemez. Suyumu ısıtır güğümle dökerim kendime. Senin bakışın bakış değil."


Peri beni odamda bulunan küçük tabureye oturttuğunda omuzuma dökülen saçlarıma değişik şekiller vermeye başladı. "Mendili al isterim, döşeği dar isterim, dar döşeğin içinde, kâküllü yar isterim."


"Bırak be saçlarımı." deyip savurarak işveli bir edayla kalktım. Sanki aradığı hareketler buymuş gibi sırıtarak baktı bana.


"Hiç dar falan değildi döşek şimdi yemeyin beni." Artık dayanamayıp kahkaha attığımda birlikte akşama kadar gülerek hazırlık yaptık. Manilere doymuş gönlüm bu geceyi sorunsuz bir şekilde bitirmek istiyordu. Mahallede her düğün için çağırılan, eli saç ve makyaja yatkın olan o abla geldiğinde şipşak halletti her şeyi.


Zümrüt rengi bindallımı üzerime geçirdiğimde çok farklı bir havaya girdim. Kızların her biri hazırlandığında çok az bir zaman kalmıştı başlamasına. Ancak Ali Ata hâlâ gelmemişti. Geç mi kalacaktı yoksa?


Pencereden dışarı şöyle bir göz attığımda bahçe kapısının ardındaki yola kurulmuş plastik sandalyeleri gördüm. "Peri, heyecandan kalbim duracak gibi."


"Bir şey olmaz. Olursa Ali Ata'yı çağırırım suni teneffüs yapar sana."


"Aklın fikrin gavurluğa çalışıyor ancak. Ben de koşa koşa hekime gidersin diye düşünmüştüm."


"Aaa üstüme iyilik sağlık, ne diye gidecekmişim?"


"Görmüyor muyum sanıyorsun o göz süzmelerini?"


"Hayır süzmüyorum efendim. O adam beni biraz gıcık ediyor."


"Gıcık değil gıdık ediyordur. Böyle gönlünü gönlünü gıdıklıyordur." Yanaklarını içine çekerek sinsi sinsi baktığında itiraz edecek bir yanı kalmamıştı ama yine o bilindik sözlerinden birini söyleyince şaşırmadım. "Yıkık duvara güvenme üstüne uçar, el oğluna güvenme ağzına sıçar demişler."


Bol gülmeli bu gecenin sonunda ağlayacağımı bildiğim için kendimi hiç kısıtlamadım. Bahçedeki sandalyeler konu komşu ile dolduğunda çalgı sesleri başlayınca yüreğim hopladı. Aynı zamanda erkek tarafının da geldiğini belli eden seslerdi bunlar. Camdan anında kaçmamla kapımın açılması bir oldu.


Handan yengem beni şöyle bir süzdükten sonra "Çok güzel olmuşsun Piraye, bahtın da güzel olsun inşallah kızım." dedi. İçinden diyemediği şey oğlumun öfkesi arşa çıkacaktı bence. "Hadi artık dünürler geldiler aşağı inmek münasip olur."


Derin bir nefes aldığımda Peri'nin elimi tutmasıyla verdiği desteği aldım. Merdivenleri inerken gördüğüm torba torba hediyeler şaşırmama yol açtı. Ne kadar çoktu öyle?


Geniş koridora indiğimde evin büyük kapısının aralanmasıyla Ali Ata'nın tüm heybetiyle içeri girmesi bir oldu. Olduğumuz yerde kalırken gözlerimi ondan alamadım. Önce ayakkabısından başlayıp geniş omuzlarına tırmandı bakışlarım. Siyah takım elbise ve geriye taradığı saçlarıyla ne kadar güzel gözüküyordu. Kalbime bir zoru vardı sanırım.


Bir adım attığında karşılık olarak ben de bir adım gittim. Ona gitmemi gülümseyerek izledi. Ben sana geliyorum Ali Ata, bundan sonra hep sana geleceğim. Önce gönlüm geldi, şimdiyse artık giymekten çekinmediğim pabuçlarımla birlikte ben.


Adım adım birbirimize yaklaşırken gözlerindeki parlamaya anbean şahit oldum. "Piraye." dedikten sonra yutkunduğunu adem elmasının hareket etmesiyle anladım. "Ruhumda oluştu bir alev topu, bu ne güzellik gönlümün koru." Gülümsemem tüm yüzümü kapladığında yanaklarımın ısındığını hissettim.


Perihan bilerek allık sürdürmemişti bu, adamı görür görmez doğal allık üretiyor vücuduyla diyerek. Haklıymış gerçekten. Benim için yazdığı satırları unutmadığı gibi yeniden ve ilk defa gözlerimin içine bakarak söylüyordu. Kalbimin kızıllığı nasıl yanaklarıma toplanmazdı ki?


O şairdi, ben şiiri.


Ben yazardım, o yazdığım...


Kalın parmaklarıyla ince parmaklarımı sarıp dudaklarına götürdüğünde nefesimi tuttum. Bu kadar heyecan bana fazlaydı. Elimi hiç bırakmadan koluna sardığında "Dışarıdaki sesleri duyuyor musun? Bizim için çalıyor. Tıpkı seni her gördüğümde kalbimin çaldığı ritim gibi."


Bakışlarımı kaçırınca dışarıya doğru bir adım attık. Bizi gören davulcu daha coşkulu çalmaya başlarken alkış sesleri yükseldi. Ben bu alkış seslerini mektepte dans sırasında da duymuştum lakin bu bir başkaydı. Ellerimle yuvamı kuruyordum ve buna şahitlik ediyorlardı.


Bizim için tam karşıya ayırdıkları süslü sandalyelere oturduktan sonra kalabalık oynamaya kaldığı yerden devam etti. Biraz sonra biz de katıldık halaya. Sonrasında kızların hazırladığı testiyle birlikte oynamaya başladım.


Gülümsemem yüzümden silinmezken, Ali Ata'nın gözleri de benden ayrılmıyordu. "Oğlum bu kadar bakma ayıptır." diye seslendi yan taraftan annesi. Bunu duyunca kıkırdadım.


"Anacığım benim gelinim benim için oynuyor ne diye bakmayacakmışım? Hele de böyle güzel oynarken." Gün batıp bizi karanlığına çekmesine rağmen yanaklarımın ısısı bir güneş gibi parlayacak sandım. Annesi "Aboov." deyip geri çekildiğinde artık yorulduğum için yerime oturdum.


Gece boyu bitmeyen oyun ve cümbüşten sonra hâlâ bulunduğum konuma inanamıyordum. Bir rüya gibi geliyordu her şey. Muhteşem ve asla uyanmak istemeyeceğim bir rüya.


Düğün burada olmayacağı için ufak bir takı merasimi de gerçekleştirdik. Amcalarımla beraber, Ali Ata'nın annesi de bir sürü bir şey taktı. Beşi bir yerde takarken göğsü kabarmıştı. Onların orada bu önemliymiş sanırım. Ayrıyeten hiç ummadığım kişilerden ummadığım hediyeler, paralar ve takılar aldım.


Yanıma gelen Perihan "Kız bu kadar şaşırma sesin baban Ekrem Maral. Dostu seveni çokmuş baksana. Biricik kızların kimse seni yalnız bırakmak istememiş." demesiyle daha iyi anladım. Ailem bu dünyadan göçüp gitse bile üzerimdeki elini çekmiyordu.


Kına yakma merasiminde ise şarkıyı her baştan aldıklarında hüngür hıçkırık ağladım. Annem yanımda yoktu, atına binip gelecek bir babam yoktu. Artık dönüp geleceğim bir baba ocağım da yoktu çünkü bana tüm yolları tıkamışlardı. Ali Ata'nın uzaktan kaşlarının çatıldığını gördüm. Kına gecelerinde ağlamak makbuldü ne yapalım.


Gecenin ilerleyen vaktinde ay ışığı tenimizi süslerken yavaş yavaş dağıldılar. Elimi kaldıracak dermanım kalmamıştı. Üstelik pabuç giymeye alışık değildim ve ayaklarıma kara sular inmişti.


Ali Ata yanıma geldiğinde hâlâ nemli olan gözlerimi baş parmaklarıyla sildi. "Bu yaşları hiç sevmedim gözümün nuru. Yarından sonra ise bir daha akmaması için ne gerekirse yapacağım. Bu gece güzelce uyu. Sabah gelinimi almaya geleceğim. Sonrasında Aksaray'a gideceğiz."


Başımı salladığımda gülümseyerek alnımdan öptü. Asker selamı vererek geri geri yürümeye başladığında içimde bir burukluk oldu. Bu ondan son ayrı kalışımdı, en azından tüm kalbimle böyle olmasını diledim...

Loading...
0%