Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 22. Kırmızı Güllerin Siyah Dalları


Seni bulmaktan önce aramak isterim


Seni sevmekten önce anlamak isterim


Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de


Sana hep hep yeniden başlamak isterim...


Özdemir Asaf


Derin bir sessizlik içinde, sayfalar arasında kaybolmak için okuduğunuz kitabın ilk satırları sizi kendine çeker. Hayatımın kitabı içinde satır aralarında kaybolmuş, üç noktadan sonra yeniden devam edecek gücü bulmuş, ünlem işaretleriyle kendimden geçmiş ve soru işaretleriyle dehşetimi gözden geçirmelerini amaçlamıştım.


İlk kitaba verdiğim final okurları üzer hatta belki ağlatırdı. Ancak şimdi hayatımın ikinci kitabına geçmiştim. Bu bahar yalnızca bahçedeki ağaçlara değil benim de gönlüme çiçekler açtırmıştı.


Gece boyu son hazırlıklarıma devam etmiş, Aksaray'a gidecek valizi ayrı, evime gidecek valizi ayrı hazırlamıştım. Anı olarak kalması için annemin ve babamın birkaç eşyasını da yanıma almıştım. Kalan eşyaların artık bu odada benimle yaşlanmasına gerek yoktu. Zaten ben de bu odada olmayacaktım. İhtiyaç sahiplerine vermek için onları da ayırdım. Bazı elbiselerim eski, rengi solmuş, hatta dikişliydi fakat bunlara da ihtiyacı olan insanlar olduğunu biliyordum. Bu yüzden direkt çöpe atmak yerine bu yolu tercih ettim.


Handan yengem annemin olduğunu söylediği bir yün yatağı, battaniyeyi ve yastık kılıfı takımını ayırmıştı. Annem, yengemin dediğine göre bunları benim çeyizim için ayırmış yıllar önce.


Ali Ata bu eve oldukça uzak bir evi kiralamıştı. Çevresinin de dolu dolu olduğunu söylemişti. Seçmeye birlikte bakamamıştık çünkü bunun için zamanımız yoktu. Benim için de çok önemli değildi zaten neresi olduğu.


Karyolama uzanıp güneşin doğuşunu izliyordum. Bugün şafak benim için doğuyordu. Gördüğüm tüm bu renkler kalbime yansıyordu. Kızılın, turuncunun, sarının eşsiz tonu ruhuma enerji dolduruyordu.


Kapım tıklandığında kollarım başımın altındayken baktım. Uyuduğumu düşünen kişi yavaş adımlarla içeri girdi.


"Ee uyumuyormuşsun ya zilli. Ne diye ses çıkarmıyorsun?"


"İstemediğim biriyse gözlerimi kapatacaktım."


Perihan gülerken elindeki tepsiyi önüme koydu.


"Sana yufka ısladım sabahtan. Tavada bir güzel ısıtıp içine de sevdiğin peynirden koydum."


"Imm, bu güzel kokular tepsiden geliyor demek. Karnımda pek acıkmıştı."


"Çayımız da gelir şimdi dur başlama."


Tam o sırada kapı tekrar açıldı ve Feride elinde küçük bir çaydanlıkla içeri girdi. Ben kalkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra minik bir sofra serip yere kuruluverdik.


"Niye bu saatte herkesten gizli yiyoruz sorabilir miyim?"


"Sonrasında yemeye vaktin olmaz diye akıllım. Saç baş, bir sürü uğraşın var. Seni alıp direk gidecekler miymiş?"


Yediğim lokma boğazımda büyürken duraksadım. Gelin olmak beraberinde neden bu kadar çok ağlamayı getiriyordu?


"Tamam tamam bir şey demedim. Sen doyur karnını güzel güzel. Çok çok yiyin bir sürü yağladım vallahi."


Kapıyı tıklayıp yavaşça aralayan Zehra, öne doğru bir tabak uzattı. "Zeytin getirdim, senin sevdiğinden."


Aslında tuttuğu beyaz bayrak yerine geçen siyah zeytindi. "Gel bari ziyan olmasın." dedim oyuncu bir edayla. Bir zamanlar sevdiğim zeytini aldığım için laf eden Zehra, şimdi onunla gönlümü almaya çalışıyordu.


Yedikten sonra hızlı bir şekilde banyodaki işlerimi halledip, özenle astığım gelinliği aldım elime. Perihan'ın zorla elime tutuşturduğu çamaşır takımını giymiştim giymesine ama bunun altına ne giyecektim ben?


Gözüm köşedeki pijamaya gidip gelirken Perihan kahkaha atmaya başladı. "Saçmaladın iyice dut tanem. Çorap aldık ya altına unuttun mu? Yok bir de Nevin yengenin çiçekli donunu giy istiyorsan?"


"Hayır o kadar yol gideceğiz ya, düşündüm bir an ne var?"


"Tamam kızma giyin de gel, daha saçını yapacağız."


Tüm işler bittiğinde yengem evin büyüğü olarak bizi teftişe geldi.


"Birazdan gelirler kızlar, hazır mısınız bakmaya geldim?"


"Hazırız yenge sağ ol."


Onu her gördüğümde oğlu aklıma geldiği için geriliyordum. Sanki Fatih bir yerlerden çıkıp işimizi bozacak gibi geliyordu.


Derin bir nefes alıp o uğursuzun adını ağzıma almaktan vazgeçtim. Duyduğum davul zurna sesiyle kalbim yerimden çıkacak gibi atarken, sanki bir daha hiç gelemeyecekmiş gibi odamın her yerinde gezindi gözlerim. Hiçbir zaman veda edemeyecektim.


Gözlerim dolduğu anda Peri'yle birbirimize atıldık. "Benim güzel yoldaşım, hep mutlu ol. Ay ne zormuş Piraye."


"Darısı ve hayırlısı senin başına Peri'm."


"Amaan, bana gelene kadar. Eşek ölecek ters dönecekte, çükü güneş görecek."


Gözyaşlarımın arasında bile beni güldürmeyi başaran yegâne insandı o. Kalbinin hiç solmasını istemediğim, her şeyin en güzeli hak eden...


Hayat gözümüzden düşen yaşları, gönlümüzden düşürmezdi umarım. Feride gelip bizi çağırdığında gelinliğimin bir ucunu tutarken merdivenden indim. Salonda bekleyen amcalarımın ellerini öperek vedalaştım. Kız evi dedikleri ev böyle oluyormuş sanırım, düğün günleri matem havasında geçiyormuş.


Faruk ve Suat sarılarak ağladıklarında en çok onlara kıyamadım. Az kurtarmamıştım zamanında annelerinin elinden. Derslerinde yardım eder, her sorunlarını çözerdim. Bazı geceleri masal anlatarak beraber uyurduk. Ufak bir boşluğa düşeceklerse bile kendi ablaları ve aileleri vardı, toparlarlardı.


Annem ve babam olsa bu matem havası daha başka olurmuş hatta. Çıngıraklı inci bilekliğime bakarak onları kalbimde yeniden andım. Çalan kapı ziliyle beraber duyduğum ses beni şoka uğrattı.


"Kapı açılmıyor yalnız damat bey!"


Zehra'nın bu çıkışını hiç beklemezken bir de utanıverdim kendi kendime. Perihan arkamdan "Kız ne kasıldın adet bunlar? Gül eğlen." dedi havamın kaçmaması için.


Davul zurna sesleri kapının açılmasıyla birlikte daha çok duyuldu. Ali Ata tüm heybetiyle içeri girdi ve amcamların elini öptü. Atilla amcam kolumu ona vermeden evvel "Önce Allah'a sonra sana emanet." dedi. Sonrasında söylenen hiçbir şeyi duymadım. Baba ocağımdan ayrıldığım gerçeğinin bu kadar zor olacağını hiç tahmin etmemiştim. Üstelik hiç bu kadar da kimsesiz hissetmemiştim.


Kuşağımı da İlyas amcam bağlamıştı gözyaşları eşliğinde. Gürbüz abinin elini bile sürdürmezdim. Gelin kızın abisinin kuşağı dualar eşliğinde bağlaması makbuldü. Abisinin olmadığı yerlerde abi yerine koyduğu biri veyahut babası bağlayabilirdi.


Eminim ki Fatih burada olduğu müddetçe çay içmeye bile gelemezdim. Kapalı duvağımın ardından gözyaşlarım seçilmiyor diye sevinirken, burnumu çekmemle hüsrana uğradım. Feride avucumun içine bir mendil tutturdu.


Evin eşiğinden geçerken başımızın üzerinden saçılan buğday, şeker ve paraları çocuklar neşeyle toplamaya başladılar. Ne kadar zor şeyler yaşamış olursam olayım, burada anne ve babamla ilgili güzel anılarım da vardı işte. Neşem kaybolmuş gibi yeniden ağladım.


Annesi beni arabaya bindirdiğinde arkamdan su dökenler de vardı. Arabanın hareket etmesiyle geriye doğru baktığımda gördüğüm sahne beni daha da ağlattı. Onu bulduğum için mutluydum elbet ama bu şekilde olması da biraz can yakıyordu.


"Ah yavrum, gelin hem ağlar hem gidermiş işte. Korkma ki kötü bir yere gitmiyorsun."


Elimin üzerini tutup okşadığında içimde kopan fırtınalar dinmemişti ama yumuşamıştı. Ali Ata öne otururken, dedesi ve babası başka bir araçla geliyordu. Bekar evinin önünde durunca şaşırdım. Arkasını dönerek "Piraye, istersen üzerini değiştirebilirsin. Yol boyunca seni bunaltmasın?" dedi yumuşacık bir ses tonuyla.


"Yok, sağ ol iyiyim böyle." Üst değiştirecek bir hâlde değildim kaldı ki gelinliğim kabarık değildi.


Yol boyu giderken sessizce ağlamaya çalışıyordum. Ali Ata koltukla kapının arasından bana bir mendil salladığında almak için hamle yaptım ama vermedi. Parmak uçlarımı sıkarak yanımda olduğunu belli ettikten sonra bıraktı mendili. Annesi camdan dışarıyı izlediği için bizi görmemişti. Aracı kullanan kişi ise hekim arkadaşıydı.


Bir süre sonra mola verdiğimizde Perihan'ın ve Handan yengemin hazırlayıp koyduğu poğaçalardan yedik. Biraz yürüyüp bacaklarımı çalıştırsam iyi olurdu ama bu kılıkla dışarı çıkmak istemedim. Ali Ata'nın teklifini kabul etmediğim için ufak bir pişmanlık yaşadım.


Yol akıp devam ederken beyaz boyalı çizgileri takip etmemin yanı sıra, hayatımı bir film gibi seyrettim o çizgilerde. Hekim sürekli bir sohbet açıyor ama içimden dinleyesim gelmiyordu. Heyecanlıydım, tedirgindim ve bilinmezliğin içindeydim.


Toprak yoldaki çatalın sağına saptığımızda köy yoluna girdiğimizi belli eden bir tabela gördüm.


"Piraye, uyudun mu?" diye sordu Ali Ata kısık bir sesle. Yanımda oturan annesi uyumuştu. Koltukta biraz daha öne kayıp ona yaklaştım.


"Yok, uyumadım."


"Sesin çıkmayınca, öyle sandım. Az kaldı yol. Önce dedemin evine gideceğiz sessiz sedasız, biraz dinlenir yemek yeriz. Sonra bizim eve geçeceğiz. Orası düğün alayıyla curcunadır şimdi."


"Öyle mi? Buna çok sevindim. Yol baya uzun gelince yoruldum biraz."


"Öyle güzelim. Biraz dinlenip toparlanalım gideriz, bizsiz düğüne başlayacak hâlleri yok."


Kıkırdarken bir anda arkaya doğru döndü Ali Ata. Bu kadar yakın mesafede oluşumuzu tahmin edemedim. Hekimin yanında bir şey de diyemeyeceğinden öyle tatlı tatlı baktık birbirimize.


Toprak yol bitip taşlı bir yola girdiğimizde dedenin evine yaklaştığımızı hissettim. Tahmin ettiğim gibi iki katlı bir köy evinin önünde yavaşlayıp durdu araba. Yürürken bu sefer kuyruğumu tutan kişi Ali Ata'ydı. Annesi uyuduğu için yeteri kadar dinlendiğini söyleyip hazırlıkları kontrol etmek adına koşa koşa kendi evine gitti.


Saçım ve makyajım bu süre zarfında biraz bozulmuştu ama boşta kalmamak adına yemek yedikten sonra şöyle bir üzerinden geçecektim. İçimde kol gezen heyecandan dolayı bir gram uykum da yoktu.


Ali Ata belindeki kuşağı takamadığı için yardım isteyerek arkasını döndü. Yanında ufacık kalmam komik görünse de buna bayılıyordum. Arkamda her daim olan ve asla yıkılmayacak bir dağ olduğunu gösteriyordu. Bağladıktan sonra bana doğru döndü ve parmağı yanağımda bir tüy gibi gezindi. Cebinden çıkarttığı küçük bir papatyayı saçlarımın arasına taktığında gülümsedim. Bu günü de boş geçmemişti.


"Bugün bizim günümüz. Dünkü gibi ağlamak yok, söz ver."


"Elimden geldiğince..."


"Ah Piraye, ne yapacağım ben seninle?"


"Sadece sevsen olmaz mı?


"Severim elbet. Öyle çok severim ki kimse kazıyamaz içimden seni."


Yanağımı okşayan eline doğru yatırdım kafamı. Gözlerimi kapattığımda ise huzuru derin derin çektim içime. Başka bir şehirde kimsesizliğime oturup ağlayabilirdim. Ancak bunu gelene kadar yapmıştım ve bir faydasını görmemiştim. Benim kimsem Ali Ata'ydı artık.


Bir anda duyduğum davul zurna sesiyle yerimden sıçradığım an kendimi onun kolları arasında buluverdim. "Korkma güzelim vakit geldi artık, bizi almaya geldiler. Gidelim de bir de biz oynayalım."


Çalgı sesleri arttığında camdan dışarı göz attım. Sanki evim burasıymış gibi buradan teslim alıyorlardı beni. Burnumun direğinin sızlamasına izin vermeden duvarda asılı aynaya baktım. Her şeyim tam bir gülümsemem eksikti. Ali Ata arkama gelip saçlarımı geriye doğru aldığında otomatik olarak kıvrıldı dudaklarım.


"İşte şimdi her şey tam." dedikten sonra elimi tutarak beni geniş salondan çıkardı. Kapının önüne geldiğimizde ise kolumu koluna sardı. Davulun her çalışı kalbimin sesi gibi çıkıyordu etrafa. Duvaklarımın ikisini de geri kapatmıştım. Bu yüzden kapının önünde kim olduğunu bilmediğim bir karartı gördüm.


Kapı arka arkaya yumruklanınca "Hadi kardeşim naz yapmayın çıkın artık." diyen sesle kapının dışındakinin hekim olduğunu anladım. Ali Ata'nın sağdıcıydı kendisi.


"Gelin kapıyı açmıyor Yarkın abi."


İçerideki sesin kime ait olduğunu bilmiyordum. Bu yüzden kulağıma eğilerek "Kız kardeşim." diye fısıldadı. Doğru ya, daha aile üyelerinin devamıyla tanışmamıştık.


"Açıyordur açıyordur, zorla bir sen."


Hekimin sesi keyifliydi. Her yerde kapı parası dağıtılacaktı anlaşılan. Düğün demek para demekti.


"Zincir sıkışmış Yarkın abi vallahi açılmıyor!"


"Kız yemin etme çarpılırsın." dedi Ali Ata yumuşacık bir sesle.


Araladığı kapıdan birazcık para gösterdi hekim. Kardeşi kaptığı gibi "Hay Allah, hâlâ sıkışık."


"Nereden geldik çattık bu aileye ya?"


Biz gülerken hekim biraz daha para uzattı.


"Bu açar mı?"


"Açar açar." dedikten sonra aldığı parayı bir de yüzüne sürdüğünü gördüm. Davul zurna eşliğinde dışarı çıktığımda ise kapıda beyaz bir at görmeyi beklemiyordum.


"Gelinimi ata binip götüreceğim. Buralarda adet böyledir. Daha önce bir eşek deneyimin olduğu için korkmazsın diye düşündüm."


"Korkmam."


Zihnimde geçen sözcükler eşekten inip ata bindiğimdi. Yorumlamak gerekirse çalkantılı hayatımdan çıkıp, aydınlık bir geleceğe yükselmek üzereydim. Dedenin eviyle düğün evi arasında çok bir mesafe yoktu. Arkamdan gelen kalabalık ve çoluk çocuk tam bir curcuna havası veriyordu. Atın yularını çekiştiren Ali Ata'nın yanında bayrak tutan kişi kardeşiydi.


Atın üzerinde tepeden baktığımda gördüğüm kalabalık beni şok etti. Ne çok kişi vardı öyle. Yine Ali Ata'nın yardımıyla attan indiğimde ellerim stresten terlemişti. Her insan kendi düğününde böyle heyecanlanıyor muydu?


Gözlerim Perihan'ı ararken bir anda gözüme çarpan güneşle birlikte gökyüzüne baktım. Kalbim anne ve babamın varlığıyla dolup taştığında düşen omuzlarımı kaldırdım ve daha emin adımlarla yürüdüm. Ailemden kimse yanımda olmasa bile onlar hep yanımda, yüreğimdeydiler. Belki de gökyüzünde bir yerde beni izliyordular.


Büyük tahta kapının eşiğine geldiğimde yere düşmüş bir süpürge duruyordu. Amacını anlamadım ama duraksadıkları için bende durdum.


"Anacığım bunlara ne gerek var ya?"


"Oğlum adettendir dur bir. Piraye, kaldır kızım süpürgeyi."


Neden olduğunu anlamasam da kaldırıp köşeye koydum. Ali Ata derin bir nefes alıp beni yeniden içeri götürdü. Evin hem dışında hem de içinde kocaman bayrak asılıydı. Düğün evi olduğunu kendini her türlü belli ediyordu. Adım atmamla birlikte bir buğday da burada serpildi başıma. Elime verdikleri testiyi kırdım yine ayağımın dibinde.


Dualar eşliğinde içeri girince misafirlerin alkışları davulun sesini bile kapattı. Yaptığım değişik şeyler yüzünden heyecan meyecan kalmamıştı. Ali Ata'yı meydana alıp tıraş etmeye başladıklarında gülümsedim. Adam zaten tıraşını olmuştu ama sanırım bu da adettendi. Sonra birisi örtünün üzerine çıkardığı ayakkabısını alıp kaçtı.


Oldukça eğlenerek onları izlerken bir tabak tatlı getirdiler bana. Şimdi pek yiyesim olmasa da onları kırmamak için bir iki dilim aldım. Bizim için ayrı bir masa ve sandalye koymuşlardı. Masanın üzeri çiçeklerle süslenmişti ve bu çiçeklerin hepsi de papatyaydı. Onun parmağı olduğuna adım gibi emindim.


İkramların biri gidiyor biri geliyordu. Aç olan insanlar evin içinde yemek yiyip çıkıyordu. Yemek yiyecek yerimin olmadığını söylediğimde o zaman akşam yersin diyerek yanımdan gittiler.


Tıraşı biten Ali Ata sabır çekerek ayakkabısını istedi. Eh, ayakkabı içinde ek bir ödeme gerekliydi. Batmıştık vallahi.


Resmi nikahımızı da bir memur gelince, Ali Ata'nın kardeşlerinin şahitliği eşliğinde tamamladık. Artık hem resmi olarak hem de Allah katında karısıydım. İçimi hoş eden bu düşüncenin sıcaklığı yanaklarıma doldu hemen.


"Artık duvağını açabilirsin Piraye abla." diyen ses sabah kapıda duyduğum kardeşinin sesiydi.


Davul zurna sesi kaldığı yerden çalmaya başladığında artık saz da onlara eşlik ediyordu. Oyun havaları halaylar derken bir oturup bir kalkıyorduk. Değişik bir zıplama eşliğinde oynadıkları oyunu gülümseyerek izledim. Oyun havaları da hiç ağır değil oldukça hareketliydi. Ali Ata'yı oynarken her izlediğimde mest oluyordum. Kollarını kaldırıp gözleği zorlayan pazularıyla ne kadar çekici olduğunun farkında mıydı? Peki ya o şekilde bana göz kırparken?


Sıra takıya geldiğinde bu kadar insanın hepsi takarsa yandık diye düşünmekten alamadım kendimi. Ben de buldum ve bunuyordum evet. İlk beşi bir yerde babası Zeynel amcadan geldi. Evet artık benim de babamdı ama dilim hemen döner miydi bilmiyorum. Yıllardır kimseye baba diye seslenmemiştim.


Kollarım bilezikle dolarken tek tek kendini tanıtıp sarılan amcaları, teyzeleri, halaları, dayıları ve diğer akrabalarının ne yazık ki hiçbirini aklımda tutamadım. Kulağıma küpe takıldı, parmağım ise yüzüklerle doldu taştı. Kız kardeşi ise yanımda bir bez çanta tutuyor para verenleri oraya topluyordu.


Gecenin sonunda ayakta kalacak dermanım kalmamıştı. Sanırım artık bedenimle bütünleşmeden bu gelinliği de çıkarmam lazımdı. Çalgı sesi susup misafirler bir bir dağılınca bu kadar sevineceğim aklımın ucuna gelmezdi.


Evin kapısından girmeden bu sefer bal kasesini uzattılar bana. Bir kaşık içinden çıkardıklarında yedirecekler sandım lakin kapıya sürdüreceklerini düşünemedim. Bu ilginç adet de evin daha girişinde tatlı dilli olmam için uygulanıyormuş. Ali Ata eliyle yüzünü sıvazladığında artık onunda sabrının kalmadığını anladım.


Acıktığımı mutfaktan gelen et kokularıyla daha iyi kavradığım fakat hiçbir şey diyemedim.


"Anne tülbent de sarsaydın bir de yengemin ağzına?" deyip kıkırdadı kardeşi.


"Sus kız, abini başıma sarma. Zaten hepimiz yorulduk. O eski adeti ben de hiç sevmem, kendime bile yaptırmadım gelinime mi yaptıracağım?" deyip köşeden çimdikledi kızı. "Oğlum, Piraye kızım da çok yoruldu siz çıkın, odanıza gönderirim ben yemeğinizi."


İşte buna çok memnun olmuştum. Herkesin gözü bugün yeteri kadar üzerimdeydi. Bir de açken yemek yediğimi görsünler istemedim.


Etrafımda koşan iki küçük çocuğu ise "Dölek (uslu) durun varmayım oraya eşek sıpaları sizi. Rahat bırakın yengenizi." diyerek azarladı.


"Hadi hayırlı geceler hepinize." diyerek koluma giren Ali Ata beni evin üst katına çıkardı. Odası oldukça genişti ve bizim için süslenmişti. Peki bu gül yapraklarının ne işi vardı burada? Kesin biz yukarı çıkarken kıkırdayan kızın başının altından çıkmıştı. Yanaklarım da tıpkı bu güller gibi kızardı yeniden.


Art arda abdestlerimizi alıp namazımızı kıldıktan biraz sonra kapımız çalındı. Yemeği de kapının önüne bir tepsiyle bırakıp kaçmıştı gelen. Midem yemeğin kokusunu yeniden duyunca bayram etti. Odanın köşesinde bulunan koltuğa oturarak sessizce yedik yemeklerimizi. Sanki konuşsam anın büyüsü kaçacak gibiydi. Yedikten sonra tepsiyi yeniden kapının dışına bıraktı Ali Ata.


Ellerimi yıkama bahanesiyle odanın içindeki banyoya attım kendimi. Öncesinde büyük takıları çıkartıp büyük bir yükten kurtardım kendimi. Yüzüme ve boynuma iyice soğuk su çarpıp kendime gelmeye çalıştım. Artık çıkma vaktim gelmişti ve yanaklarım bir an olsun rahatlamamıştı.


Odaya girdiğimde Ali Ata'nın yatağın üzerindeki gül yapraklarını bir kenara alarak üzerine uzandığını gördüm. Kollarını başına altına alan adam beni görünce gülümseyerek ayağa kalktı.


"Güzelim, gelinliğin düğümünü çözmemi ister misin? Yoksa onunla uyumaya da mı niyetlendin."


Gülen sesi bana dalga geçtiğini anımsatsa da derin bir nefes alıp arkamı döndüm. "Çözebilirsin."


"Kim düğümledi bunu? Damada işkence etmekten başka bir şey değil. Kırk taneden sonrasını sayamadım Allah aşkına?"


Kıkırdadığımda saçlarımı yana alarak "Demek komik buldun?" diye sordu. Gidince Perihan'ı alnından öpeceğim.


"Evet, hoşuma gitti." Cesurca ve çekinmeden kullandığım sözler onu duraksattı. Geriye kalan tüm düğümleri sessizce çözdükten sonra çekmecenin üzerindeki kutuyu eline aldı. Varlığından bile yeni haberim olmuştu. İçinden çıkardığı kolyeyi boynuma taktıktan sonra bir de öpücük bıraktı.


Kolyenin ucunda baş harflerimiz alt alta bir imza gibi duruyordu ve çok hoşuma gitti. "Teşekkür ederim, çok güzelmiş ama keşke zahmet etmeseydin."


"Benim senin için yaptığım hiçbir şey bana zahmet değildir Piraye'm anla artık. Seni mutlu etmek, gülümsetmek, gönlünü hoş etmek, bu dünyadaki en büyük gayemdir bu saatten sonra."


Saat dediği an aklıma gelen şeyle önünden çekildim. Çantamın içindeki küçük kutuyu alıp ona verdiğimde şaşırdı. "Bu nedir güzelim? Kısasa kısas mı?"


"Hayır, kendi kazandığım parayla sana bir hediye almak istemiştim ben de. Yarın verecektim ama madem sırası geldi şimdi aç."


Gri kordonlu, hafif büyük ve ağır bir saatti. Onu görünce bileklerine en çok bu yakışır diye düşünerek almıştım.


Kutuyu açtığında gülümsemesi yüzüne yayıldı. Dün amcamlarda bir saat takmışlardı ama bence benimki çok daha şıktı. Aynı anda kısa zamanda bir damat bohçası da hazırlamıştık. Şaşırsam da çoğu işi Handan yengem ve kızlar yapmıştı.


"Çok güzelmiş güzelim. Senden geldiği için çok daha değerli artık. Hiç çıkaracağımı sanmam." diyerek bileğinde halihazırda olan saati çıkartıp benimkini taktı hemen.


"Yakıştı, güle güle kullan." dediğimde aramızdaki mesafeyi azaltarak gelip alnımdan öptü. Sonrasında zaten düğümlerini çözdüğü gelinliğimi iki yandan, gözlerimin içine bakarak sıyırıp ayaklarımın dibine düşmesine neden oldu. Altımdaki ince külotlu çorabı banyodayken çıkarmıştım. Şimdi karşısında iç çamaşırlarıyla dururken daha da çok heyecanlandım.


Utanıyor ve korkuyordum da.


"Piraye, senin bu güzelliğini ne yapacağız?" diye sordu kısık bir sesle yutkunup derin bir nefes alırken.


"Seveceksin." dedim sesimin bu kadar nazlı çıkmasına şaşırarak.


"Seveceğim." dedi ve saçlarımı yeniden yana doğru atıp boynuma hoş bir öpücük bıraktı. İçimdeki heyecanla kavrulurken öpücüklerin sayısı artıyordu. Artık eskisi kadar gerilmediğimi gevşeyen bedenimle anladım.


Dudakları dudaklarımla buluştuğunda ise sıcak dudaklar dünyamı sarstı. Önce nazik ve sakin olan öpücükler, elimi boynuna çıkardığımda biraz daha hırçınlaştı. Beni kucağına aldığı gibi yatağa taşırken bir olsun dudaklarımdan ayrılmadı.


Şimdi gül yapraklarının arasında saçlarım dağılmış bir şekilde yatarken beni izliyordu. Gece karası saçlarım, yanaklarımla aynı renk olan bu güllere yakışıyor gibi hissettim. Zira gözlerinden anladığım tek mana buydu. Bana bu dünyadaki en güzel şeymişim gibi bakıyordu.


Geriye çekildiğinde ise yatağın üzerinde katlanmış duran beyaz ipek geceliği hızla üzerime giydirip derin bir nefes aldı. Bir süre gözlerini açmadığında gülümsememi tutamadım.


"Söz vermiştim. Sen güvende ve rahat hissetmeden, alışmadan olmayacak. Lakin ancak bu kadar uzak durabilirim, gül kokulum. Sana en çok papatyanın zarafeti yakışır sanıyordum, gülün muhteşem güzelliğini taçlandıracağını bilemedim. Kırmızı güllerin siyah dallarını anlatır gibi dalgalanıyor ipeksi saçların çarşafın üzerinde."


Beni kollarının arasına alıp sardığında benden mutlusu yoktu. Artık ondan ve kalbimi hoş eden cümlelerinden ayrı gecelerim olmayacaktı. Üstelik sözünü de tutuyordu. Gerçi bu sıcaklığı hissettikten sonra ben ne kadar uyabilirdim bu söze bilmiyordum. Bu iş acayip hoşuma gitmişti... Öpüşmek nasıl bir histi böyle, kalbim bir el tarafından sıkılıp bırakılırken dudaklarımda tadı kalmıştı.


"Aldığım en huzurlu ve güzel, ilk uykum olacak Piraye'm. Bundan sonra da yarimi kollarımın arasından bir adım uzakta tutmayacağım, çünkü buraya çok yakıştın."


"Aldığım en huzurlu ve güzel ilk uykum olacak kocam."


Elimin altındaki kalp teklediğinde bunu duymanın onda yarattığı etkiyi çok net anladım. Bundan sonra çokça çıkacaktı dudaklarımdan bu kelime. Çok şükür ki bu geceyi de belasız atlatmıştık.


Loading...
0%