@1scintilla
|
Güneş, daldan dala sıçrayarak yürüyor Bir neden var mı mutlu olmamam için? Daha ne kadar yaşadım ki şunun şurasında Adını biliyor muyum bütün çiçeklerin? Ahmet Erhan Bölüm 23. Tenimize Doğan Şafak Mutluluk dört bir yanımı sardığında kendimi yeniden küçük bir ada gibi hissettim. Herkesten uzak yaşayıp kendi kabuğumun içinde mutlu olmaya razıydım. Çünkü kalabalık içinde zaten bir huzurun olmadığını görmüştüm. Onun kolları arasında, geceliğin kapatmayan kollarıma teni değerken zerre kadar rahatsız hissetmedim. Hafif kavruk teni, güneşin değmesiyle ışıldarken dokunulası duruyordu. Artık helalimdi ve ona dokunmama hiçbir şey engel değildi lakin utanıyordum. İlk kez karşılaştığım bu durumu kolayca aşabilecek gibi değildim. Uzun kirpiklerinin gölgesi yüzüne düşerken oldukça masum bir şekilde uyuyordu. Çizimim iyi olsa bu hâlini resmetmek isterdim fakat ne yazık ki böyle bir yeteneğim yoktu. belimde duran ellerinin yavaş yavaş kımıldamasıyla beraber gözlerimi kapatıverdim. İyi bir oyuncu olmadığımı unutarak hem de. "Bence önce uyandın ve sessizce beni izliyordun demek." Göz kapaklarımı aralayıp bir anda ona baktığımda hoş bir şekilde gülümsedi. "Elbette izleyebilirsin sevgili karım, hiçbir mahsuru yok." Tıpkı dün gece ona kocam deyince verdiği tepki gibi bir tepki verdim. ne çok yakışmıştı ağzına öyle. Biz artık karı kocaydık ve bu kelimeyi duymak hak ettiğimiz bir şeydi. "Şükürler olsun Piraye'm bu anı o kadar çok hayal ettim ki sonunda yaşayabiliyoruz." "Şükürler olsun Ali Ata'm, rabbim karşıma seni çıkardı ve yoluma yoldaş oldun." "Bir daha söyle bakalım, ne güzel diyorsun öyle?" "Neyi?" "İsmimi?" Kıkırdadığım zaman gözlerimi gözlerine dikerek konuştum. "Şükürler olsun Ali Ata'm." "Ali Ata kurban olsun sana." Eğilip alnımdan öptükten sonra daha sıkı sardı kolları beni. Birlikte pencereden yansıyan güneşin biraz daha yükselmesini bekledik. Sessizliğinde sükûnet vardı. Aşağıdan gelen tıkırtıları duyunca kalkma vaktinin geldiğini anladım. Elimi yüzümü yıkayıp valizden bir kıyafet çıkaracakken duraksadım. Kollarını başının altına kavuşturmuş beni izleyen kocamı görünce ise utandım. Aman Allah'ım içimden bile kocam derken yanaklarım ısınıyordu. "Bugün için özel bir renge ihtiyacım var mı? Böyle değişik bir adetiniz falan?" "Bence dün yeteri kadar saçma sapan adetleri yerine getirdin. Beşi bir yerdeni takarsan annem zevkten dört köşe olur ama." "Olur, onu takarım. Bu arada altınları öylece koydum ama bir yere kaldırsak iyi olur sanırım." "Kaldıralım güzelim." dedikten sonra yatağının yanındaki komodini kenara çekti. Gözüken tahtalardan birini kaldırdığında altında çıkan boşluğu göstererek göz kırptı. "Sen onları dolaptan bir tişörtün içine sar, buraya bırakalım." Dediğini yapıp kalan altınları sardığımda gizli yerine saklamıştık. Gece hiç dikkatimi çekmediği için tavanda duran ağaç parçalarını yeni görüyordum. Eskiden bizim köy evinde de vardı ve bazen onları sayarak uykuya dalardım. Ali Ata belime elini koyup yol gösterdiğinde çekinerek aşağı indim. Krem renk uzun elbiselerimden birini giymiştim. "Sabah şerifleriniz hayır olsun." diye gür bir sesle konuştuğunda mutfakta bulunan kişiler gülümseyerek bize döndüler. "Günaydın yavrularım. Çay birazdan hazır olur, geçin oturuverin siz." "Günaydın, ben yardım edeyim." diyerek kalacağımı gösterdiğimde Ali Ata kardeşinin yanağından makas alarak içeri geçti. "Biz hallederiz kızım, sen de artık bu evin kızısın ama ilk günün çekingenliği olur yorulma hiç." "Estağfurullah efendim olur mu hiç öyle? Kendimi kötü hissederim bir köşede beklersem." "Eh peki madem. Öcük sen ısladığım yufkalara bir bakıver kızım yumuşamış mı?" "Tamam ana. Bu arada ben Özlem, Piraye abla. Dün tanışma fırsatımız olmadı. Ailemize hoş geldin." "Hoş buldum Özlem." Sucuklar kızartılmış, etler kavurulmuş, patatesler, yumurtalar, çeşit çeşit peynirler ve reçeller konulmuştu sofraya. Bir arı gibi onları içeri odaya götürürken acıktığımı hissettim. Ağır çaydanlığı getiren genç delikanlıyla birlikte sofraya geçtik. "Ailemize hoş geldin yenge, biraz hızlı oldu tanışamadık. Ben Hakan." "Memnun oldum Hakan, hoş buldum. Piraye." Hafif bir baş selamı verdikten sonra geçti yerine. Dün ortalarda gezinen beş yaşlarında oğlan çocuğu yanıma kuruldu. "Ben de Yusuf, Piraye yenge. Bu evde en çok seveceğin kişi." Herkesin yüzü gülerken Hakan, onun kafasına ufak bir sille çaktı. "Hadi lan oradan. İki gün içinde yaramazlıklarında bezdirirsin insanı." "Yoo, ben ona hiç yaramazlık yapmam ki." "Sabah şerifleriniz hayır olsun ahali. Oturun oturun kalkmayın hiç. Hadi afiyet olsun bakalım. Git gide büyüyen kalabalık ailemizle sofranın tadını çıkaralım." "Meral ablam da olsaydı keşke. O zaman daha kalabalık olurduk. İnekleri bırakamadığı için kalamadı gece." diyen Özlem'le ona doğru baktım. Evet dün ablası olduğu söylenen birini gördüğümü hatırlıyorum ama ben kendimde olmadığım için detaylandıramıyorum. "Verin gelinimin önüne yufkaları, hep kendinize mi ayırdınız eşek sıpaları." diyen Zeynel Bey'e baktım usulca. Hiç gergin ve sert bir adama benzemiyordu. Hafif göbeği olsa da film artistleri gibi duruyordu. "Baba, senin de ne kıymetli gelinin varmış. İki lokma yemek yedirmeyeceksin adama." diyen Hakan'a gülümsedik. "Evlen de senin karının önüne de dizelim yiyecekleri. Boş lakırtı yapma burada hergele." "Ben evlenene kadar, Yusuf benden evvel davranır baba." "Yoo daha arada ablam var ki." diye masum masum konuşan Yusuf'a doğru bir adet zeytin fırlatıldı. "Sus lan, ablanı karıştırma." "Akıllı durun Hakan, çocuktan beter oluyorsun." diyerek konuyu kapatan Ali Ata'yla kahvaltıya devam ettik. Anlaşılan bu evin kıskanç çocuğu Hakan'dı. Tek çocuk olduğum için beş kardeş olmak nasıl bir duygu tadamayacaktım. Ancak birbirlerine dalaşmaları ve benden çekinmemeleri oldukça hoşuma gitmişti. Kahvaltıyı yapıp sofrayı ortadan kaldırdıktan sonra Zeynel Bey "Geçen günkü kahvenin tadı damağımda kaldı kızım, yaparsan bir orta şekerli içerim ellerinden." dediğinde gülümsedim. "Tabii efendim." "Yav oluyor mu öyle efendi mefendi, baba de gitsin." Ben odadan çıkıp mutfağa geçerken Ali Ata bu konuda üzerime gelmemesinden bahsediyordu ancak sorun onun ailesi değil bendim. Her şey çok hızlı gelişmişti ve dilim birine baba diyebilecek mi bilmiyordum. Bir yandan demesem de ayıp olurdu. En kısa sürede bununla yüzleşmeliydim. Cezveyi bulup kahveleri hazırlamaya başladığımda yanımda tıkırtılar hissettim. "Ben de lokumları hazırlayım Piraye abla, abim çifte kavrulmuşu çok sever. Sana abla demem sorun oluyor mu yoksa yenge mi diyeyim?" "Nasıl demek istiyorsan öyle de Özlemciğim, benim için hiç problem değil." "Tamam o zaman, ortaya karışık yollarım." "Anlaşık." Ufak sohbetimiz bittiğinde kahveleri dağıtarak sedirin bir köşesine oturdum. Benim içesim gelmemişti. Ali Ata sıcak demeden hızlıca kahvesini içtikten sonra "Gel sana annemin bahçesini göstereyim." diyerek ayaklandı. Yeni gelin olmak, bilmediğin bir ortama ayak uydurmaya çalışmak zordu vesselam. Aksi insanlar olmadığı için memnumdum yine de. Özlem önüme bir çift kara lastik koyduğunda ona baktım. "Anam sulamıştır sabahtan oraları Piraye abla, ayakkabıların çamur olmasın benimkileri giyebilirsin." "Teşekkür ederim, çok naziksin." deyince yanakları kızararak içeri kaçtı. Arka bahçeye doğru yürümeye başladığımızda merakla sordum. "Neden ona Öcük diyorsunuz?" Keyifli bir gülümseme meydana geldi yüzümde, havadan çok içimi aydınlatan bir şekilde. "Hakan'ın küçükken dili dolanmayıp Öcük diye çıkıyordu ağzından. Sonra diğerlerinin de hoşuna gittiği için öyle söyledi. Asıl adı özlem bile değil Ümüş aslında." "Nasıl yani?" "Ebemizin adıymış, zamanında kimliği onlar çıkarınca kafalarına göre koymuşlar. Anam da sinirlendi benim çocuğuma ben isim koymuştum diye. Rahmetliyle çok da geçinemezlerdi. Kimlik değişmedi ama ne kendi öyle hitap etti ne de bize ettirdi." "Anladım, oldukça ilginç olmuş gerçekten." dedim diyecek bir şey bulamadan. Bahçeye vardığımızda ise bu kadar büyük olmasını beklememiştim. "Bak annemin burada bostanları (karpuz) var. Bu tarafa kümpür ekiyor." "Kümpür nedir?" "Patatese kümpür deriz." "Sizin de amma değişik bir diliniz varmış." "Ne oldu küçük hanım, beğenemediniz mi?" "Yok, anlayamıyorum ki." dediğimde erkeksi bir kahkaha döküldü ağzından. "Ortalık yerde olmasak alıp sarmıştım bu masum hâllerini." "Aman Ali Ata, utançtan ölürüm sonra." "Gel sana uzun kayayı göstereyim. Köyün adı Uzunkaya oldu ama dilimiz alışmadı hâlâ Eskinuz deriz." Merdiveni duvara dayadığında dama çıktık. Damın üzerinde de yarı bir kat vardı ve tepeye yeni kısa bir merdivenle geçiyordun. Küçük bir bağ bile vardı. Bahçelerinin içinde bulunan kocaman kayısı ağaçları söylediğine göre çok verimliydi. Dama çıktığımda karşılaştığım manzara şaşırtıcıydı çünkü gerçekten upuzun bir kaya vardı. Köye adını veren bu kayanın içindeki delikler bir pencere ve kapı gibi duruyordu. "Söylenilene göre eskiden orada yaşayanlar varmış. Kayanın oyukları o yüzden bu kadar fazla. Şimdilerde içi buz gibi olduğu için bakliyat tarzı şeyler saklanıyor. Biz küçükken girmeyelim diye de korkuturlardı hep, in cin top oynuyor diyerek. Geceleri geçtiğimiz zaman arkası arazi olduğu için duyduğumuz hayvan sesleri oradan gelir sanırdık." "Ya neden korkutuyorlardı ki?" "Çünkü kışlık erzak saklanan bir yere çoluk çocuk dadanırsa millet aç kalır. Biliyor herkes çocuğunun huyunu suyunu işte." Dama oturup geleni geçeni seyrederken Ali Ata bana küçükken yaşadığı bazı anları anlatıyordu. Köyde yapmaktan en çok hoşlandığı iş ise bağ bozmak ve ayçiçeği kellesi dövmekti. O anlattıkça hoşuma gidiyor ve daha çok dinleyesim geliyordu. Ayçiçeklerinin kafasını kopardıktan sonra arkasına vurarak dökülmesini sağladıkları için müthiş bir stres atıcı olduğunu söylediğinde gülmemi tutamadım. Aşağı indiğimizde Hakan sırıtarak Özlem'e bakıyordu. "Atla da gezdireyim abiciğim. Delikli kayalara gideriz." "Aey istemem, geçen gün tezek taşımıştım onunla." Özlem'in cevabıyla birlikte yeniden gülmeye başladılar. "Piraye abla biliyor musun, abim beni içi oyuk kayalara götürür, kayanın üzerine şapka takarak bir de peri bacaları bunlar diye kandırırdı." Hakan ağaçtan alıp yediği çağlanın çekirdeğini kardeşine doğru fırlattı. "Essah (doğru) mı diyorsun, ne vakit yapmışım onu? şapkayı dekor amaçlı takmışımdır. Zevkli bir şahsiyet olduğumdan." "Sen yine de çok zevkli olup çoluğu çocuğu kandırma abim." Hakan bakışlarını teessüf eder gibi abisinde gezdirdikten sonra saçlarını savuruyormuş gibi yaparak gitti. Bahçelerinde bir de tahtadan salıncak vardı. Çok hoşuma gitmişti lakin daha dün gelin geldiğim evin bahçesinde bugün sallanacak hâlim yoktu. Biraz daha vakit geçirmek adına Göğpınar dedikleri çeşmeye doğru su doldurmaya gittik. "Annen ve baban çeşme başında görüşmüşler midir hiç?" diye sorduğumda gülümsedi. "O zamanlar çok zor, sanmıyorum yani. Görücü usulü evlilikler hep." "Hoş bir hikâye olurdu." "Bizim hikâyemiz daha hoş. Alın teriyle para kazandığın bir tezgâhın arkasında vuruldum sana." Hemen gözlerimi kaçırdığımda güldü yeniden. "Bu gece burada kalmayacağız." "Nasıl?" "Bir sürprizim var sana. Başka bir yere gideceğiz." "Bunca telaşın arasında bir de sürpriz mi sıkıştırdın Ali Ata? Sana inanamıyorum." "İnansan iyi olur, ufak bir tatile çıkacağız. Bundan sonra varlığımın bir tek anlamı var o da sensin." Çok güzel seviyordu. Böyle bir adamı yüreğimde konuk ettiğim için mutluydum. Eve dönüş yolunu hoş sohbet eşliğinde yaptık. Evin bahçesinden içeri girdiğimizde Yusuf, elindeki hortumla etrafı suluyordu. Toz kalkmasın diye yaptıklarını öğrendiğimde gayet mantıklı gelmişti. Ancak muzırlık peşinde olan Yusuf annesini kızdırmaktan geri kalmıyordu. "Oğlum dölek dur dedim şimdi geliyor toyka (dayak). Camlara tutma şu suyu Yusuf. Allah'ım la havle." İçeri girdiğimizi gören Yusuf ulu uslu etrafı sulamaya devam etti. Abisi ise onu görmezden geldi. Ali Ata yemekten sonra gideceğimizi bileti çoktan aldığını söylediğinde ise ev halkı üzülse de bir şey diyemedi. "Oğlum bir izninde yine gelin. Böyle hiç doyamadım." "Geliriz anacığım, yerimiz yurdumuz belli." Akşam yemeklerini hazırlarken biraz çevrenin ve düğünün dedikodusunu yapmıştık. Daha doğrusu ben genelde dinlemiştim. "Görüyor musun Öcük şu yosmanın yaptığını? Pis kerahat altınımızı getirmedi." "Aman anne geride üç çocuğun daha var, getirir elbet." "Kız mücümsüz mücümsüz (gereksiz) konuşma, altın öncütü (borcu) bir tane mi sanıyorsun? Ben onun oğlanlarının düğününde hep taktım. Biciklerini (göğüs) sallaya sallaya geldi gitti düğüne." "Of anne bicik micik deyip durma yanımda ayıptır." Özlem kollarını göğsüne bağlayıp saklarken bir yandan ne anlama geldiğini işaret ediyordu. Bu sefer gülmemek için ben de dudaklarımı sıkıca bastırmak durumunda kaldım. Özlem annesinden hâlâ azar yerken sofrayı kurmak bahanesiyle içeri kaçmıştım. Keyifli sohbetler eşliğinde bir aile sıcaklığı aldığım bu masadan kalkarak hazırlandık. El öpüp vedalaşma faslı bittiğinde Satı Hanım gözyaşlarını tutamadı. "Yolcudur Abbas bağlasan durmaz anacığım, ne diye ağlıyorsun? Burada aslanlar gibi diğer oğlun duruyor." diyen Hakan biraz da olsa havadaki kasveti dağıttı. "Allah yuvanızda, yerinizde mutlu mesut etsin oğlum, bir yastıkta kocayın. Yine gelin, özletmeyin." "Geliriz anacığım. Sıkılınca, bunalınca ne zaman istersen atla otobüse gel sende. Dünyanın öbür ucunda değiliz ya." Hekim arkadaşı, arabayla gelip bizi aldığında arkamızdan sürahiyle su döktü. Evladını ateş almaya gelir gibi evlendirmiş, yine aynı telaşla yolcu etmişti. Onun için de kolay bir durum olmadığı için anlayışla karşıladım. Hekim bizi otobüs terminaline kadar bıraktıktan sonra yoluna devam etti. Annesi yanımıza yolluk koyduğu için Ali Ata sadece içecek bir şeyler alıp geldi. Yerimize yerleştiğimizde ise nereye gideceğimizi bilmiyordum. "Yolumuz uzun olacak güzelim, sabaha karşı varacağız. Uyu istersen, acıkınca bir şeyler yeriz." "Nereye gideceğimizi söylemeyecek misin?" "Söylemeyeceğim." Merak zihnimi ele geçirse de onunla olduktan sonra nerede olacağımı umursamadan başımı omzuna yaslayıp uyumaya çalıştım. Kayınvalidem midem tutarsa diye beyaz leblebi bile koymuştu. Otobüsün tıngırtısından bunun olacağı da aşikar gözüküyordu. Yanaklarım okşanıp saçlarım geriye atılınca "Piraye, birazdan ineceğiz güzelim. Uyan da kendine gel istersen." dedi ve sersemledim. Hiç uyanmadan onca saat gelmiş miydik gerçekten? Camdan dışarı baktığımda havanın hâlâ karanlık olduğunu gördüm. "Saat kaç? O kadar yakın mıydı geleceğimiz yer?" "Beşe geliyor." "Ne?" Şaşkınlıktan açılan gözlerimi sevgiyle izledi. O kadar deliksiz mi uyuyabilmiştim. Güven duygusunu tüm zerremle hissettiğim anlardan birindeydik. Üstelik onun omuzunda uyuduğum onca saat kıpırdamadan durmuştu. Benim de her yerim tutulmuştu. "Bir şeyler yeseydin keşke, böyle seni de rahatsız ettim." "Ben, karım kollarımın arasında olduğu için gayet rahattım." "Ali Ata, çok romantiksin ama ayağa kalkınca göreceğim seni." "Bir masaj yaparsın ödeşiriz, olmaz mı?" "Olur tabii. Kocamdan bir masajı sakınacak hâlim yok." "Bak sen, bu çok hoşuma gitti. Bağımlı olursam her gün isteyebilirim yalnız?" "Her gün yaparım ben de." Gülüşerek birbirimize baktığımızda arka koltukta fısır fısır konuşuyor olmamızın tatlılığı içimi deldi geçti. Otobüs nihayet durduğunda indim ve derin havayı içime çektim. Ali Ata el çantalarımızı aldığında önce bir ayak yoluna gitmek şart olmuştu. Otobüsün önünde yazan Muğla yazısına gülümseyerek baktım. Binerken arka kapıdan bindiğimiz için görmemiştim. Muğla'ya daha önce hiç gelmemiştim ve görmediğim yerleri gezmek beni her zaman mutlu ederdi. "Şimdi ne yapacağız biliyor musun? Seninle muazzam bir gün doğumu seyredeceğiz." "Gerçekten mi? Harika olur." "Bu saatte açık bir yer yoktur ama aşağıda kantinden bir şeyler alalım." "Sadece içecek alalım, annen bir sürü şey koymuştu zaten. Gün doğarken birlikte kahvaltı yaparız olmaz mı?" "Doyar mıyız?" "Doyarız elbet, önce gönlümüz doyar sonra gözümüz." Yaklaşıp bir elini belime atarak şakaklarıma hızlıca öpücük bıraktı. Etrafta çok insan olmadığı için biraz rahat davransa da hemen kolaçan etmiştim. Evli bile olsak sokak ortasında sarılıp öpmek ne ayıptı. Zifiri karanlık yeni yeni kırılırken geldiğimiz yere hayran gözlerle baktım. Taşlık bir alandan denize kuş bakışı bakıyorduk. Biraz ilerisi ise uçurumdu. Sanki dünyanın bütün sırlarını biz keşfediyorduk. Uçurum bizim sınır çizgimizdi, aydınlanan şafağın renkleri ise en güzel gizemimiz. Ali Ata çantasından çıkardığı kalın örtüyü altımıza sererken, gelmeden önce buranın planını yaptığını anladım. Annesinin verdiği yollukları tek tek çıkardığımda o da aldığı içecekleri açıyordu. O kadar şey koymuştu ki bunlarla doymamak mümkün değildi. Bir uçurumun dibinde sonun ve sonsuzluğun çizgisinde harmanlamış müthiş renklerimin içinde o vardı. Bu anı ölsem bile unutmazdım. Kara kaşlı, kara gözlü, yiğit kocam içimi ısıtmakla kalmayıp gönlüme merhem oluyordu. Poğaçanın arasına ayrı bir tabakta dilimlediği malzemeleri koyup sandviç yaparken beni izledi. Sonrasında karşılıklı bir sessizlikte afiyetle yedik. Sohbetimizin sıcaklığı gözlerimizdeydi çünkü. Kalbimizin sükûneti kilometrelerce öteden anlaşılıyordu. Bir salatalık dilimini alıp anlaşmış gibi birbirimize yedirmeye çalışınca döküldü dudaklarımızdan en güzel melodi. Üzerime örttüğü ince örtüyü düzeltti yeniden. Sonra yaklaşıp kolunun altına aldı beni. "Piraye, şu güneşin doğup yükseldiği anı görüyorsun ya, işte senin de benim gönlüme girişin tıpkı böyle oldu. Bu kadar güzel, bu kadar eşsiz, insanın içine umut tohumları eken, huzuru ve mutluluğu aşılayan tüm renkler seninle doğdu hayatıma." "Ali Ata, seni gördüğüm ilk an gözüme güneş vurmuştu ve ben gecelerce seni bu kadar hoş kılan şeyin o güneş olduğunu sandım. Sonra düşünmeyi yasakladım kendime, ne kadar ayıp diyerek." dediğim an kendini hatırlatan güneş yeniden doğdu gözlerime. Tenimize dokunan şafağın rengiyle ısındı bedenim sevda yüreğinde. Gelip dudaklarını yeşili parlayan gözlerime bastırıp öptü. "Peki düşünmekten vazgeçebildin mi?" "Mümkün mü? Daha çok aklıma düştün. İnsan ilk defa tattığı duyguların cahili oluyor. Korkuyor başta, köylük yerde bu hissedilirse ne olur diye. Ancak sonra geceleri tavana yansıyan görüntünle boş veriyorum her şeyi." "Demek tavan konusunda yalnız değilmişim." dediğinde kıkırdadım. "Sen gönlüme yeni bir baharı müjdeler gibi doğduğunda bittim ben dedim. Aklıma hüküm veren ben, söz konusu kalbe gelince eli kolu bağlı bekledim öylece." O anlattıkça dilinden dökülen her şey kulağıma bir masalın melodisi gibi geldi. Dinledikçe dinledim. Kolunun altında yerini bulan kedi gibi yerleştim bir de. Üşümeyim diye daha sıkı sardı bedenimi. Teninin sıcaklığını alana kadar da yaklaştım. Burada bana hiçbir zarar gelmezdi, kimse dokunamaz, kötü bir cümle kulaklarıma uğramazdı. "Piraye'm, nasılsın? Her şey çok hızlı gelişti diye üzgün hissediyor musun?" Nasılsın sorusunun değeri öyle çoktu ki. Her gün duyan ve birbirine öylesine cevap veren insanların ağzına pelesenk olmuş bu kelime benim için önemliydi. Beni düşünüyor, hislerime değer veriyor ve nasıl olduğumu merak ediyordu. "Ali Ata, ben hiç bu kadar iyi hissetmemiştim." Derin bir nefes verdiğini duydum ardından. Sanki sorduğu sorunun cevabından korkar gibi bir hâli vardı. "Her şey bu kadar hızlı gelişmeseydi bile, vardığımız mutlak son bu olurdu. Seni bulmuşken gönlüne girmeden bırakır mıydım sanıyorsun?" Her şey kelimesinin içindeki saklı gerçekler can yakıyordu. Her şey kelimesinde, yengem peşime adam takıp adımı çıkartmaya çalışmıştı, sırf beni oğluyla evlendirebilsin diye. Her şey kelimesinde yine aynı yengem Fatih'i bileyip üzerime salmıştı, şiddetinden nasip alayım diye. Her şey kelimesi o kadar her şeydi ki altı dolu dolu bir irin bataklığıydı. İçime çektiğim oksijenle rahatladım. Kaderin bizi ördüğü anların güzelliğini görüp kötü anları geride bırakmaya çalışmazsak önümüzü göremezdik. Yaşamıştık ve bitmişti. Bu demek değil ki acılarımızı ve yaşadıklarımızı küçümseyip hiçe sayacağız. Aksine onları kabullenip ufalayacağız ki önümüze çıkacak bir engel kadar büyümesin. Herkes kendi seçimini yapmıştı ve sonucunu yaşıyordu. Benim seçimim ise aldığım en doğru karardı. Gün nasıl üzerimize doğup bizi sevgiyle sarmalıyorsa, geldiğim noktada aynı sarmalanmayı kendi hayatıma uygulayacaktım. Sevgiyle, şefkatle, özenle... Ali Ata benim huzurlu yanımdı ve kimsenin huzurumu bozmasına izin vermeyecektim. |
0% |