Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 24. Dalgaların Melodisi


Sadece aşkı bulduğumuzda hayatta eksik olduğumuzu keşfederiz.


John Ruskin


Mutluluk kapımı çaldığında çekinerek bir köşeden bakmıştım. Toplumun bize dayattığı baskılar sonucunda kimseyle yan yana bile yürümemeliydik. Bu yüzden bir saniyeden fazla bakamaz, konuşamaz, gülemez ve mesafesiz davranamazdım. Keza onu gördüğümde de ilk böyle olmuştu.


Gözlerim gözlerine değdiği an duraksamış, yaşadığım duygu yoğunluğunu kaldıramayıp hemen kaçırmıştım. Sonra yeniden bakmak kaydıyla tabii. Birinden etkilenmek, sevmek güzel bir şeydi. Lakin dönemimizde eğer bu bir sonuca ulaşmayacaksa felaketle eşdeğerdi.


Birine baktın ancak o sana sonuca gidecek bir şekilde bakmıyorsa, bu karmaşa demekti. Kötü ve bulanmış zihinleriyle sizi dilinize sakız edecek demekti. Bunca zaman böyle korkutulmuştuk.


Fakat o gün Ali Ata yanıma gelip ilk iletişimi kurduğunda dikkatini çeken şey yün çoraplı ayaklarım olmuştu. Onun tabiriyle zehir yeşili gözlerime tutulup kaldığında çok korkmuştum. Hayallerime girerse ve karşılığı olmazsa diye. Kibar bir insandı kibar olmasına ama diğer seçeneği düşünmekten kendimi alamamıştım.


Şimdi ise kapımı çalan mutluluğun yanı sıra huzur, neşe, güven ne varsa peş peşe girmişti hayatıma. Çekindiğim köşemde gelip sobelemişti beni. Önce gözleriyle güven vermiş, ardından ellerini uzatmış, sonra sözleriyle bunu mühürlemişti.


O gün tuttuğum bu el, bugün beni büyük demir bir kapının önüne getirdi. Evlenmiştik ve bu kapının ardında kocamın benim için hazırladığı sürpriz vardı. Bana dönüp gülümsedi.


"Hazır mısın karıcığım?"


"Hazırım."


"Hazırım ne?"


"Hazırım kocacığım."


Yüzünde tatmin olmuş bir gülümsemeyle daha bakınca kapıyı araladı. Dört bir yanı yüksek betonlarla çevrili bu evin bahçesi oldukça genişti. Üstelik önünde bir havuz vardı. Yemyeşil çimenleri çiçekler ve ağaçlarla kaplıydı. Köşede bulunan salıncağı gülümseyerek izledim. Eh, onların evinde binememiştim ama acısını burada çıkaracaktım demek.


Köşedeki oturma grubundan bir adam çıkınca tokalaştılar. Adam anahtarı teslim edip, Ali Ata parasını ödeyince ufak bir bilgilendirme yapıp ayrıldı.


"Ev temiz, biz gelmeden önce halletmişler. Şöyle içini bir gezelim, biraz dinleniriz ne dersin?"


"Olur tabii. Kaç gün burada kalacağız?"


"Beş gün papatyam, sonra Bursa'ya dönüyoruz ve düğün iznimin sonuna geliyoruz."


Papatyam derken köşedeki büyük saksının içinden bir tane koparıp saçlarıma iliştirmişti. Böyle söylemesine ise bayılmıştım. Zaten Ali Ata "a" dese bayılacak durumdaydım.


"Koparmasaydın keşke, ne güzel duruyordu?"


"Sen hiç kendine baktın mı? Burada daha güzel durdu. Hem bir tanecikten bir şey olmaz. Doğanın mahsulü o yeniden çıkar."


Bir anda kucağına aldığında bunu beklemediğim için ufak bir feryat çıktı dudaklarımdan. Sürgülü kapıyı kucağında geçtiğimde yüzümdeki gülümsemeyle birlikte sordum.


"Ali Ata, ne yapıyorsun?"


"Adettendir yüreğim. Kollarımın arasında da başımın üstünde de her daim yerin var."


Kalbim bir kuşun ötüşü kadar cıvıl cıvıl atarken doladım boynuna kollarımı. Düşmemek için deyip geçebilirdim ama tamamen ihtiyaçtandı. Bana yüreğim diyen adam tüm netliği ve sevgisiyle karşımdayken, ben içimden bile olsa çekinmemeliydim.


İçeri geçtiğimizde al al olan yanaklarımla etrafı şöyle bir süzdüm. Oldukça geniş ve ferah gözüküyordu.


"Dolaba biz gelmeden bir şeyler koymalarını rica etmiştim. Acıktığımız zaman yaparız, bugün dışarı çıkmamıza gerek kalmaz. Yarın da çıkar Muğla'yı gezeriz olur mu?"


"Olur canım." dedim beni bıraktığı yerde gördüğüm birkaç kitabı karıştırırken. Zaten bugün yolun bitkinliği vardı üzerimizde. Sakince otursak iyi olurdu.


"Ne dedin?"


"Olur dedim."


"Sonra?"


"Canım dedim. Sevmediysen-"


"Aksine bayıldım. Dilinden benim için dökülen her özel kelime kalbimi mest ediyor doğrusu."


"Daha sık söylerim o zaman."


"Lütfen daha sık söyleyin Piraye Hanım."


Yeniden elimi tuttuğunda iki katlı olan evin üst katına doğru çıktık. Yatak odası, banyo ve birçok oda daha buradaydı. İki kişi için oldukça genişti.


"Hızlıca duş alıp biraz dinlenmek istiyorum güzelim. Sen o sıra uykun gelirse yat, bekleme lütfen."


"Olur kocam."


Gülerek yanıma gelip saçlarımı öptükten sonra, çantasından havlusunu aldı ve banyoya geçti. Biraz camdan dışarıyı izledikten sonra, bir iki gazete karıştırdım. Dayanamayıp üzerime rahat bir şeyler geçirip yatağın içine girdim. Gelirken yolda uyuduğum için uykum yoktu ancak yorulmuştum.


Dakikalar geçerken yüzümde aptal bir gülümseme vardı. Bu ana geleceğimi hiç tahmin etmesem de buradaydım işte. Bazen bu kadar ney ve yalın oluyordu cümleler. Hakikat buydu, buradaydım...


Ali Ata beline doladığı havluyla banyodan çıktığında nefesimi tuttum. Kıpırdadığım anda beni görecek gibi geldi. Vücudundan süzülen su damlacıkları neredeyse bana ferahlık verecekti. Yanına kıyafetlerini de aldı diye düşünmüştüm ancak görüyorum ki yanlış düşünmüşüm.


Utançtan yanaklarıma kan dolarken gözlerimi sıkıca kapattım. Uyanık olduğumu sanmasından çekindim bir de. Tamam Piraye derin bir nefes al, kocan o senin. Hem onu görmemi istemese böyle gelmezdi. Kendimi telkin eden cümlelerimin ardından yatağın diğer tarafına bir ağırlık çöktü.


Kısa bir gülüş sesi duysam da bozuntuya vermeden uyuyor numarası yapmaya devam ettim. Bir kolunu uzatıp beni kendine çekip sarıldı ve yanağıma bir öpücük bıraktı.


"Bu kızıllıkları seviyorum." dediğinde nefesimi yeniden verdim. Uyumadığımı anlıyordu işte. Ne yapalım alışana kadar böyle olacaktı artık. Ben de her gün onu havluyla görmüyordum.


Tek kelime daha etmeden geçen saniyeler ardından düzene giren nefesini hissettim. Sarılarak uyumayı tercih ettiği için boynuma vuran nefesi beni huylandırıyordu. Bu kadar çabuk uyumasının nedeni çok yorgun olmasıydı. Ben yolda uyurken gözünü bile kırpmadığına emindim.


Başımı çok az bir açıyla çevirdiğimde yüzüne daha da yaklaştım. Kirpiklerinin tenine düşen gölgesi bile güzeldi. Ne güzel çıkmıştı karşıma öyle, ne güzel gelmiştik bir anda bu mertebeye.


Uyanmasından korkarak biraz ona doğru döndüm ve kolumu çekinerek de olsa ona doladım. Ellerim saçlarında gezinirken biraz daha yaklaştı boynuma doğru. Nefesimi tutarak heyecanla uyanmaması için bekledim. Hafif bir mırıltı dışında bir şey dökülmedi dudaklarından. Yerine iyice yerleşmesine usulca gülümsedim. Çok güzeldi, kendi güzeldi, kalbi güzeldi, daha ne isterdim.


Ondan önce aşağı inip yiyecek bir şey hazırlamak istedim ama kolları beni çok sıkı dolamıştı. Bu yataktan çıkmak işime de gelmemişti açıkçası. Hâlimden memnundum.


Ne ara uykuya daldım ne ara uyandım bilmiyorum. Saçlarımda dolanan parmaklarla kendime geldim. Güneşin anlattığına göre öğleden sonra olmak üzereydi. Kirpiklerim açılmamak için geri savaş verip kapandı.


"Uyan bakalım, uyuyan güzel. Yoksa midem musiki yapmaya başlayacak."


"Uyumayacaktım aslında ama nasıl oldu anlamadım."


"Uyumayıp beni izleyecektim ama sıcak kollarımın arasında birden mayışıverdin demek?"


"Yaa, Ali Ata demesene öyle."


"Ali Ata kurban olsun sana. Bakma bana öyle, yemekten önce tatlı niyetine seni yerim görürsün." deyip güldüğünde gözlerim kocaman açılmıştı. Bu hâlime daha keyifli bir kahkaha attı. Elini yüzünü yıkamak için banyoya gittiğinde ben de hızlıca üzerime bir elbise geçiriverdim.


Mutfağa girip dolabı açtığımda karşılaştığım domatesler, gel menemen yap diye beni çağırıyordu. Biber yoktu ama soğan ve yumurta da bunun için yeterdi. Acıkmıştım doğrusu.


Ali Ata da gelip çayı koyduktan sonra yardım etmeye başladı. Bu hareketini gülümseyerek izledim. Genelde erkekler bu iş kadın işi deyip her şeyi üzerimize yıkmayı severdi. Şayet cicim ayları dedikleri böyle bir şey değilse gayet güzeldi.


Sıcak menemeni ekmekle birlikte bir güzel midemize indirdikten sonra, bulaşığı hızlıca toplayıp bahçeye çıktık.


"Havuza girmek ister misin güzelim?"


Güzel soruydu ancak bu şekilde mi girecektim? Tabii ki bu şekilde giremezdim ancak hazırlıklı değildim. Çamaşırlarımla mı girmem gerekecekti?


"Yüzme bilmiyorsan dert etme, havuzun boyu senden kısa zaten."


"Yok ondan değil de..."


"Senin için de mayo almıştım, çantamda. Rahatsız olursan deniz şortu da var, üzerine onu giyebilirsin." deyip havuza doğru adımladı.


Beni düşünerek mayo aldığı yetmezmiş gibi, onun yanında utanacağımı düşünüp, kocam olduğu bilgisini göz ardı edip bir de şort almıştı. Ben bu adama ne diyebilirdim? Kalbim bu hareketin güzelliğiyle çarparken adımlarım geri takip edip üst kata çıktım.


Dediği gibi çantasında bir mayo bir de şort vardı. İkisini de giyecektim. İkisinin de rengi koyu yeşildi. Gözlerimi ön plana çıkarsın diye bilinçli bir tercih mi diye düşünürken buldum kendimi. Şort dizimin bir karış üstüne gelse de mayodan daha kapalıydı. Son kez aynada kendimi kontrol edip, diğer çantayı alarak çıktım.


Çoktan havuzun içine giren Ali Ata, adım seslerimi duyunca kafasını hafif bir açıyla çevirdi. Sonra ona doğru gidişim kutsal bir şeymiş gibi gözlerini dikip gelmemi bekledi. Bakışları bedenime bir kez bile değmiyor, gözlerimde sabit kalıyordu.


"Yardım edeyim ister misin? Hemen şurada merdiven var-" dediğinde cümlesinin bitmesine izin vermeden balıklama atladım suya. Kulaklarıma dolan su anlık bir tedirginlik verse de kendimi yavaşça yüzeye doğru çıkardım. Gülümseyerek ıslık çalan kocama doğru yüzdüm.


"Ben de yüzme bilmediğin için gerilirsin diye düşünmüştüm."


"Babam çok küçükken öğretmişti. Annem ve benim için gözden uzak yerler bulur ve olabildiğince eğlenirdik."


"Baban kıskanç bir insan mıydı? Hoş ben de aynı şeyi yapmış gibi bir izlenim verdim şu an."


"Kıskançlıktan değil, tanıdık biri çıkarsa huzurumuzu bozmasın diye. Dedemlerin evinde yaşıyorduk biliyorsun, dedemin kulağına her şey giderdi."


"Ben burayı sadece sen kendini daha rahat hisset diye tercih ettim. Birlikte, başka gözler bize değmeden güzel vakitler geçirelim istedim."


"Teşekkür ederim kocam, çok iyi düşünmüşsün."


"İşte şimdi tüm karşılığını aldım."


"Yarışalım mı?"


"İki metre boyu olan adamla yarışmak mı istiyorsun?"


"Evet, ben de çok kısa sayılmam. Niye öyle diyorsun?"


"Tamam, bilerek yenilmem ona göre."


Hoş bir şekilde güldüğümde, gelip belimden tutarak geriye doğru çekti beni.


"Demek iş oyuna gelince hırslı biri oluyorsunuz Ali Ata Bey?"


"Hoşuma gidiyor diyelim Piraye Hanım."


Üçten geriye sayıp başladığımızda o direkt dibe dalmıştı. İki metre adamla baş edemeyeceğimi altıncı turda da yenildiğimde anladım. Suya dalıp çıkmadığı o süre boyunca boynunu bacaklarımın arasından çıkarmış, beni de omzuna almıştı. Kesik bir çığlıkla neye uğradığımı şaşırdım.


"Ali Ata, düşeceğim dur."


"Düşersen kurtarırım."


Bundan emindim. Ayrıca suyun içinde bir şey olacak değildi. Omuzlarının üzerinde durmak garip gelmişti sadece. Dünyaya bu kadar yüksekten bakmak garip bir histi gerçekten.


"Nasıl yenildin ama?"


"Ben sana avans verdim, iki metre boyunla yenilip üzülme diye."


Alay eden sesimle hayret dolu bir bakış attı yukarıdan. Sonra intikamını ise beni üzerinden atarak yaptı. Yüzeye çıkacağım zaman bileğimi tutup yeniden dibe çekti. Suyun içinde oynayan balıklar gibi şendim.


Yaklaşıp belimi tuttuğunda bakışlarım gözlerine çıktı. Bir eli elimi tuttuğunda ise sağa sola sallanmaya başladık. Suyun içinde dans mi edecektik? Bu fikirle içim ısındığı için nefesimi tutabildiğim kadar tutardım. Eh, kendisi de polisti, belki bunun eğitimini almıştı. Eli beni kendinden uzaklaştırdıktan sonra bacaklarımdan tutup yüzeye itti beni.


Derin bir nefes alıp verirken gözlerimi açtığımda bu kadar yakınımda olmasını beklememiştim. Saçlarından süzülen su damlası burnunun üzerinden kayıp dudaklarının arasına sızdığında, gözlerim istemsizce takip etti. Her şey su damlasının suçuydu.


Güneş batıp, akşam güneşinin renklerini bize görsel bir şölen olarak sunduğunda mutluydum. Güneşi birbirimize sarılıp birlikte izleyerek doğurmuş, suyun içinde dans ederek yine birlikte batırmıştık. Farkındalık bilincimi bir kuş tüyü gibi sardığında gülümsedim. Bundan sonraki tüm güneşleri birlikte doğurup batırmaktı tüm niyetim.


Suyun içinde beni geri atıp tekrar kendine çektiğinde dans etmeye devam ettik. Sertçe göğsüne yapıştığımda bedeninin sıcaklığını hissettim. Su içinde dans eden ilk çift olarak tarihe geçer miydik bilmem, benim gönlümde çoktan altın harflerle işlenmiştik.


Yeniden beni kendine çektiğinde bu sefer düşmemek için elimi koluna doladım. Etrafa sıçrayan su damlaları bizimle birlikte oynuyor gibiydi. Ancak dudaklarına sızan damlanın amacı neydi tam olarak çözememiştim.


Yüzüme yapışan saçlarımı bir eliyle arkaya doğru iterek beni kurtardı. Sonra parmağı elmacık kemiklerimde ve çenemde dolandı. Çeneme yaptığı hafif baskıyla ona bakmamı sağladığında ise gözlerim kesişmeyi tamamen reddetti.


İzlediğim dudaklar yavaşça bana doğru gelirken, bu kez nefesimi tutmadım. Dün gece bir ön gösterimini izlemiştim çünkü. Şimdi yeniden o sıcacık dudakların tadına varmak için kavruldu bedenim.


Dudakları dudaklarımın önüne bir kuş gibi kondu hafifçe. Sonrasında öylece bekledi. İznim olmadan öpmek istemiyordu belki de. Onun bana gelmesini beklemek için bastırdım hafifçe dudaklarımı ıslak dudaklarına. İzni bedenimin temasından alan kocam, sızdı sıcak dudaklarımın arasına. Çok naif, sıcak ve tatlı bir duyguydu bu.


Ne ara gözlerimi kapattım ve ne ara sırtım havuzun kenarına değdi bilmiyorum. Aradaki zaman benim için durmuş gibiydi. Belimden tutup havuzun kenarına oturttuğunda ise neredeyse aynı boya gelmiştik. Hatta benden biraz kısa bile kalmıştı. Yeniden beni öpmeye başladığında parmakları sırtımda dolanıyordu. Suyun içinden çıkmıştık lakin bu ateş nereden gelip bedenime tesir ediyordu anlamıyordum.


İnsanın içi bu kadar hoş olabilir miydi? Bu duyguyu yeni yeni tadan biri olarak, üzerine sayfalarca yazı yazabilirdim. Yazdığım karakterler bile aklıma gelince içim bir hoş oluyordu. Ancak yaşamak, düşünmenin bin misli daha güzeldi. Sevdiğin adamın kollarında bir kuş gibi süzülüyordun.


Ayrılıp geriye çekilmek istediğinde ayaklarımla belini sarıp durdurdum onu. Derin bir nefes verir gibi firar etti adım dudaklarından.


"Üşümeni istemiyorum."


Kısık çıkan ses tonu bile beni ısıtmaya yetiyordu ama bunu ona nasıl söyleyecektim.


"Bir an bile üşümedim."


Gözlerini kaldırıp bakışlarımın derinliğini incelerken kayboldu sandım. Böyle güzel bakan bir adamın konuşmasına gerek yoktu.


"Asıl ben bir an bile üşümedim. Önümüzdeki günlerde de üşüyeceğimi sanmıyorum." dediğinde kıkırdadım.


"Haklısın, Muğla'nın havası çok daha sıcakmış."


Anladığımı ama anlamamazlığa vurduğumu bildiğinden keyifli bir şekilde gülerek başını iki yana salladı. Sonra ıslak saçlarımı yeniden arkaya doğru toplayıp gözlerimi öptü. Sonra yanaklarımı, sonra burnumu, çenemi, en son boynuma gelen öpücükten sonra sardı yeniden kollarıyla beni.


"Bu duyguya doyabileceğimi sanmıyorum."


"Ben de."


Derin bir iç çektikten sonra tekrar konuşmadık. Biliyordum ki devamını ben istemediğim müddetçe dile getirmeyecekti. Onu öpmek içimde volkanlar patlatan bir duyguydu ancak şu an ötesine cesaret edemezdim. Her şey çok yeniydi, tazeydi. Bir kitabı içtenlikle okumak için sayfaları atlamadan yavaş yavaş sona gelmek makbuldü. Bence aşk da tıpkı kitap okumak gibiydi. Sindirerek okuduğunda tüm duyguları içine işleyen bir kitap...


Gecenin sonunda beni tıpkı bir çocuk gibi kucaklayıp saçlarımı okşadı. Beklemediğim şey ise masal okumaya başlamasıydı. Okuduğu masal bizim masalımızdı. Bir varmış bir yokmuş ile başladığı masalın devamında prens, prensesi gördüğü anda ilk görüşte aşık oluyor ve peşine düşüyordu. Nazlı prensesimiz umursamaz bir nazla amcasına bakıp, ulu orta ne bekliyorsun burada tezgâhın önünü kapatma ayı diyordu prense.


Kahkahalar içinde dinlediğim masal hayatımda duyduğum en güzel masallardan biriydi. En güzel diğer masallar ise babamın sonunu değiştirerek okuduğu masallardı. Pamuk prensesin sonunda yedi cüceler el ele verip sevgiyle uyandırıyordu mesela. Ancak ben prensin öptüğünü duyunca, prens istiyorum diye bas bas bağırmıştım. Babam bu hareketimle hüsrana uğrarken annem hoş bir gülüş sunmuştu bize. Şimdi kendi prensimin kolları arasındaydım ve ilk ağızdan aşk hikâyemizi dinliyordum...


***


Yeni bir güne başladığımızda vakit kaybetmeden hazırlanarak dışarı çıktık. Yolda gördüğümüz bir amcadan simit alıp ayaküstü yerken koluna girmiş gidiyordum. Bir yerlere oturmayı teklif etmişti ancak kabul etmemiştim. Muğla'nın sokaklarını kol kola arşınlayıp torunlarıma anlatacak hikâyeler biriktirmek istiyordum.


Perihan burada olsa, torunların zeminini burada atmam gerektiği hakkında kısa ve sıkıcı bir not düşerdi. Aklıma gelmesiyle gülümseyip simidimi yemeye devam ettim. Yanına aldığımız portakal suyunun lezzeti bu mevsimde bile harikaydı.


Gün burada erken başlıyorken gözlemlediğim insanların yüzünde hiç bıkmış bir ifade yoktu. Kimisi işe gidiyor, eşleri kapıdan onları uğurluyordu. Kimisi çocukların peşinden daha şimdiden koşturmaya başlamıştı. İşte torun fikrini iptal etmemin tam zamanıydı.


Ellerine dürüm ekmek almış çocuklar bir top peşinde koştururken mutluydu. Çocukluklarını dibine kadar yaşıyorlardı. Hatta ileride ekmek almaya gönderilen ancak söylene söylene giden çocuk bile öyleydi. Bu zamanları hepsi özleyecekti. Ben de çok özlemiştim. Anne babamın elini tutarak şımardığım zamanların değeri paha biçilemezdi.


İleride bir hediyelik dükkan gördüğümüzde oraya doğru yöneldim. Onunla aynı evin anahtarını birlikte taşımayı nasip etmişti Rabbim. Satıcı abla sandalyeye oturup yüzüme bakarken ben de anahtarlıkları inceledim. Yarım ev şeklini görünce de almak istedim. Ayrı ayrı durduğunda yarımdı ancak bir araya geldiğinde bir yuvayı oluşturuyordu. Manası çok hoşuma gitmişti.


"Yeni gelin misin kızçe?"


Teyzenin sesiyle bakışlarım ona çevrildi. Nereden anlamıştı bunu? Alnımda mı yazıyordu. Yürümemde konuşmamda bir değişiklik mi vardı? Olsa bile anlayamazdı ki.


"Nereden biliyorsun teyze?" diye yaklaşıp fısıldayarak sordum.


"Nereden bileceğim gızan elindeki kınadan anladım emme."


Teyzenin sözlerinden sonra arkaya doğru giden Ali Ata'nın gülüşünü duydum. Teessüf dolu bakışlarımı göndersem de bana bakmadı.


"Evet yeni gelinim." dedim kısık çıkan sesimle.


"Hindi kocan nereye gidipduru bir bak bakalım?"


Başımı sallayarak bu tuhaf kadından uzaklaştım hızlıca. Gözlerindeki sürme insanı tedirgin ediyordu. Ali Ata'yı kahve fincanlarının önünde durmuş incelerken buldum.


"Ne dersin, karşılıklı kahve içer miyiz birlikte?"


"Bu bir randevu talebi mi beyefendi, üstelik evli bir kadına?"


Şaşıran ama gülümseyen gözlerle bana baktı. "Sizin gibi güzel bir kadından randevu koparmak paha biçilemez olurdu, kocanız ne şanslı."


"Şanslıdır evet."


"Çok mütevazisiniz Piraye Hanım."


"Teşekkür ederim Ali Ata Bey."


"Bak ne buldum." diyerek gösterdiği yere doğru gittim. Ucunda yeşil renkte bir taşın olduğu kolye sallanıyordu. "Bunu sana alalım mı? Tam da gözlerinin renginde."


"Ben başka bir şey öneririm evlat. Kızçeye bunu al. Sana da bunu. Kaplan gözünü eşin taksın. Dengede tutar, korur, güç ve cesaret verir. Yeşim taşını da sen tak, huzurunuz artar, öfkeni yatıştırır, ihtiyacın olacak gibi duruyor. Şans getirir. Hem birbirinizin gözlerini her daim bedeninizde taşırsınız."


"Güzel bir fikirmiş teyze, olur. Ama bunun zinciri kadınlara göre sanırım."


"Dur hemen celallenme, değiştireceğim elbet. Sana şöyle siyah, uzun ve kalın bir ip bulayım."


Teyze bizim kolyeleri yapmaya gittiğinde ben de kahve fincanı seçiyordum. Evimizde birlikte kahve yapacağımız anı iple çekiyordum. Yeni ve taze bir hayat bizi bekliyordu. Tek umduğum rüya gibi geçen bu anlardan gözümü açıp karanlık gerçeklere uyanmamaktı.


Dükkandan çıkarken Ali Ata gizliden tişörtünün yakasını açıp kolyesine baktı. Sonra da hevesle yüzüme. "Yalnız çok güzel he, kadının yanında süt dökmüş kedi gibi durmak istemedim ama şu gözlerin zehrini ancak bu şekilde görünür kılabilirdim."


"Ben de benimkini çok beğendim. Altında yatan derin manayı yalnızca biz bileceğimiz için son derece değerli üstelik. Yarimin gözlerini yüreğimde taşıyordum evet, şimdi bir de yüreğimin üzerinde taşıyacağım."


Gülüşü duyduklarıyla daha da büyürken dayanamayıp elimi dudaklarına götürdü. "Ne güzel bir şeysin sen, böyle kısa boyunla dudaklarından benim için bıcır bıcır sözcükler çıkıyor ya, işte onlar benim kulaklarıma nasıl tesir ediyor bilemezsin. Notası bilinmeyen neşesi doruklarda bir şarkı gibi."


 


"Ben kısa değilim ki. Utandırma daha fazla."


 


"Lütfen utan. Yüzüne renk geldi."


 


Ona daha fazla takılmayıp yol üzerindeki birkaç hediyelik eşya dükkanına daha girdik. Kızlara da bir şeyler alıp gönüllerini hoş tutmak istedim. Çam sakızı çoban armağanıydı artık.


 


Ali Ata, kiraladığımız eve dönmeden önce köşedeki telefon kulübesi için bir jeton aldı. Karakolda olduğunu bildiğinden ve kesinlikle ulaşacağını düşündüğünden ilk aradığı kişi arkadaşı Feridun oldu. Hâl hatır sorup nabız yoklamak istemişti ama asıl yoklanan nabız bizimki olacaktı sanırım. Çünkü gitgide solan gülümsemesi hiç hayra alamet değildi.


 


Çıktığımız tatilde kocamın gerginlikten ve sinirden iyice beliren alnındaki damarlara şahit olacağımı düşünmezdim. Ancak kulağına dolan ve benim henüz duymadığım o cümleler iyi bir haber olamazdı. Umduğum tek şey boynundaki kolyenin gerçekten sinirlerini yatıştırmasıydı...


Loading...
0%