Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 26. Mutluluğun Manayla Valsi


Benim de parklarım var, uzanıver salkım saçak üstüme,


dalımdan tut,


benim de yapraklarım var güneşli gövdene müjde eli kulağında bahar...


Haydar Ergülen


Perihan Iraz


Hayat renklerden ibaretti ve kimse tek bir renk olmak zorunda değildi. Bazen bir kiraz çiçeği gibi pembeye yöneliyordu kalbim. Bazen ise katran karası bir zifte.


Yuvadan uçan kuş benim yuvamdan uçmamıştı ama kalbimdeki kuşların arasından uçmuştu. Piraye'm benim boncuk gözlü yoldaşım. Öyle iyi bir kalbe denk geldi ki ömür boyu mutluluğu hak etti.


Yengelerinin yaptıkları şeytanla masaya oturup onları yenip kalkmaktı. Gerçi görünüşe göre yılanın başı büyük yengesiydi. Küçük yenge rol mu yapıyor yoksa daha mı masum emin olamıyordum. Bu gözler neler görmüştü, bu yüzden kesin bir kanıya varamazdım.


Günlerdir Piraye'nin boşluğunda ne yapacağımı bilememiş, çeşme çeşme su dolmaya gezmiştim. Şaziye'nin de yerinde durduğu yoktu. Durduğu zaman da lafügüzaftan başka bir şey yapmıyordu. Bir yanım sağda solda kırıtıp babamın boynuzlarını arşa çıkardığını söylüyor diğer yanım günahını alma sana ne diyor.


Açıkçası annemden sonra onun ne yaptığı da beni zerre kadar alakadar etmiyor. Çeşmenin başına getirdiğim testileri doldururken köşede gördüğüm cam kırıkları gözüme çarpıyor. Zamanın çarkları dönerek hiç istemediğim o anıyı gözümün önüne seriyor. Birbirine çarpan dişlilerin sesi, zihnimde bir kasırgaya neden oluyor.


Annemin daha gitmediği, Şaziye'nin gideceğini düşünüp yuvasına bir şans daha verdiği zamanlar hepimiz aynı evde yaşıyorduk. O zamanlar çocuktum ve kavganın seyrinin niye bu kadar şiddetli bir alev aldığını anlamamıştım.


Şaziye "Benim sıramdı bu gece! Sen ne yapmaya çalışıyorsun Kürşat?" diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Ona evin dışında olan ama bağlantılı bir odayı vermişti babam. Onun sırası neden alınmışsa kuyruğuna basılmış kedi gibi mırlıyordu.


"Çocuk ateşli Şaziye kendine gel. Defol git odana geleceğim sonra."


Babamın onu azarlamasına dayanamayan Şaziye daha çok benim sıramdı diye bağırmaya başlıyor. Ben ise bahsedilen o ateşli çocuktum. Çok küçük değildim ama bu hasta olup hayatlara düşmeme engel değildi.


Pencerenin kenarındaki soğuk genişliğe üzerimde bir battaniye örtünmüş yatıyordum. Yüksek ateş bedenimi tir tir titretirken soyup soğana çevirmişti beni. bir tek külotum kalmıştı altımda. Üşümem çok attığı için başka şeyler de örtmeye çalışıyordum üzerime.


Şaziye'nin bağırtısı tüm kulağıma sirayet edip beynimi zonklatmaktan başka bir şey yapmıyordu. Camın önünde yatan aciz ve hasta bedenimi zerre kadar umursamadan, eline aldığı gaz lambasının altıyla bir hışımla saldırdı cama.


Babam battaniye içindeki bedenimi tuz buz olan camların arasından kurtarmaya çalışırken, Şaziye delirmiş, sıra bendeydi diye bağırmaya devam ediyordu. Titreyen bedenimde bazı kesiklerin olduğunu kucağa alındığımda tenime değen rüzgârla anlamıştım. Babam beni kurtardıktan sonra Şaziye'yi dışarı götürdü ve bir kıyamet de orada koptu. Duyduğum seslere göre komşular onu babamdan kurtarmaya çalışıyordu.


Annem içeri koşarak girdiğinde önce etrafa sonra bana bakmıştı, hem de uzunca bir süre. En sonunda yardım etme zahmetinde bulunup beni eve geri götürmüş, ılık suyla yıkadıktan sonra da vücuduma sirkeli bezler koymuştu.


O gece onun evinde olduğum için mi beni almamıştı yanına bilmiyordum? Neden beni babamın yanında bıraktığını hiçbir zaman anlamayacaktım. Beni feda etmişti...


Düşüncelerimden beni sıyıran şey omuzumdan hafifçe itilmem oldu. Fakat bu itilme benim nezdimde bir patlamaya eş değer olduğu için yerimden sıçradım.


"Peri Hanım, iyi misiniz? Sizi korkutmak istemedim."


Testi çeşmenin altında suyla dolup taşarken, benim de içim gözlerimden dolup taşıyordu. Testiyle aynı duygunun içindeydik ama kim anlayabilirdi? Gözlerim yavaşça doktora döndü. başımı bir kez sallayıp sakin bir sesle "İyiyim." dedim.


"Pek öyle görünmüyor ama... yardım edebileceğim bir şey-"


"Yok. Maalesef geçmişe müdahale edemezsin."


"Şimdiye edebilirim ama yardım etmeme izin ver."


"Nasıl yardım edecekmişsin?" Gözlerim etrafı tararken ona bakmamak için kaçırıyordum. Birileri görecek diye de ödüm kopuyordu.


"Seni güldürerek."


Bu cevabı beklemediğim için tutundu kahverengilerim, onun gök mavisi gözlerine. Benim gülümsememi önemsiyordu. Neden yapıyorsun bunu adam? Çıkılmaz bir yola mı sokacaksın beni?


Sessizce gözlerine baktığım süre ne kadar uzundu anlamadım. Bakışlarımdan ne anladı onu da bilmiyorum fakat en sonunda derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.


"Unutma beni çiçeklerini bilir misin?"


"Ne?" Böyle bir çıkış beklemediğim için şaşırırken, o da tepkime kibarca gülümsedi.


"Unutma beni çiçekleri, şu minik mavi yapraklı, genelde kimsenin umursamadığı çiçek."


"Çiçeğin adı gerçekten bu mu? İlk defa duydum."


"Evet gerçekten bu. Anlatılana göre; bir gün Tanrı tüm çiçeklere isim verirken bu küçük çiçeği atlamış, çiçek ise 'ey Tanrım unutma beni' diyerek yakarmış ve ismini buradan almış. Unutma beni çiçeği olarak kalmış."


Tam da annemi düşündüğüm anın içine neden bu çiçek dahil olmuştu. Ben de annemin ardından unutma beni diye bağırsam, beni de alır mıydı? Diğer çocuklarını unutmamıştı. Bir damla yaş daha süzüldü gözlerimden.


"Peri Hanım, ağlaman için anlatmamıştım. Çiçekler herkesi gülümsetir derler, neden işe yaramadı?"


Neden bana her Peri Hanım dediğinde, ismime aitlik eki getirmiş gibi hissediyordum? Bunu özellikle mi yapıyordu bilmiyordum. Hüznüme hüzün kattığı için ona kızamadım bile. Bana unutulduğumu vurguladığı için nasıl kızacaktım?


"Pek güleç bir anımda değilim doktor, kusura bakma. İyi günler." diyerek testiyi elime alıp hızlıca çeşmeden ayrılmak için adımladım. Fakat yine aynı ses tonundan adımı duydum. Gözlerim omzumun üzerinden ona bakmadan önce sağı solu taradı.


Önce gözlerine sonra ise elinde tuttuğu çiçeğe bakakaldım. Neydi bu şimdi? Neden bana ulu orta yerde çiçek uzatıyordu?


"Unutma beni," dediği an hüzün kalbimden sıyrılıp bir kumaş gibi düştü yere. Şaşkınlık her bir yanımı sararken elimdeki testi ağırlaştı da ağırlaştı. O an cümlesini daha bitirmediğini düşünmemiştim. "çiçeği."


Çiçek ya çiçek! Aptal Perihan! Çeşmenin kenarında her yaz çıkan şu mavi çiçeklerden bahsediyordu işte. Meğer bu afili ada sahip olan çiçek hep gözümün önünde olan çiçekmiş. Manalı söyleyişine tekrar kanmadan ardımı dönecektim ki bir adım attı. Elindeki unutma beni çiçeğini testimin içine atıp sağa doğru yürüyerek ilerledi. Ben de arkasından öylece bakakaldım.


Ballandıra ballandıra anlattığı çiçeğin adını gözlerimin içine içine baka baka söylüyor, üstüne bir de testimin içine bırakıyordu, unutma beninin varlığını sürekli hatırlamamı ister gibi...


Piraye Maral Aslanboğa


Perihan'ımla özlem giderip onu yolcu ettikten sonra yemek yapmaya giriştim. Şöyle bir sorun vardı ki ben kocamın en çok hangi yemeği sevdiğini henüz bilmiyordum. İlk fırsatta sormak için beynime not alarak fırında tavuk yapmaya karar verdim. Öncesinde en güzel yaptığım çorbalardan biri olan közlenmiş domatesi de koydum. Gelme saatine yakın pilavımı ve salatamı da yaptıktan sonra tamamdım. Epey de vakit geçmişti.


Üzerime sinen yemek kokusundan kurtulmak için hızlıca elbisem, değiştirdim. Yapacak başka bir iş bulamayıp bu sefer de sofrayı kurmaya başladım. Her bir kaşığı peçeteyi özenle seçip koyarken benden mutlusu yoktu. Elim aldığımız büyük yemek tabaklarına gelince durdu.


Birlikte aynı tabaktan yemek yemek onu rahatsız eder miydi acaba? Annesinin evindeyken bir iki tabak koyup ortadan yediğini görmüştüm. Diğer yediklerimiz ekmek arası ya da taneli şeyler olduğu için pilava gelince kalakalmıştım. Neyse ona o an karar verirdim.


Masayı seyre dalarken çalan kapıyla kendime geldim. Camın dışından gördüğüm gölge bile kocamın geldiğini belli ediyordu. Gölgesi bile güven kokuyordu ki onu görünce rahat bir nefes vermiştim. Gülümseyen yüzümle ve heyecanlı adımlarla kapıyı açtığımda, başını yerden kaldırıp bir süre bana baktı.


"Hoş geldin."


"Hoş buldum karım." dediğinde yüzümdeki gülümseme daha da arttı. Ben iyice alışayım diye sürekli karısını olduğumu hatırlatacaksa bundan memnuniyet duyardım.


"Acıktın mı? Sofra hazır, elini yüzünü yıka hemen-"


Sözümün kesilmesiyle birlikte kapının önünde bana dolanan kollar bir oldu. Bir ayağıyla kapıyı kapatan Ali Ata sıkıca sarılınca şaşırsam da hemen karşılık verdim. Bu kollar ona sarılmak için dünden hazırdı. Tüm günün gerginliğini kapının içinde atmış yumuşacık hislerle dolup taşmıştık.


"Önce gözüm sana doysun, sonra karnımı doyururuz."


Duyduğum tüm güzel sözcükler onun ağzından çıkıyor ve sanki ilk defa duymuş kadar mest oluyordum. Söylediği tüm cümleler benim için var olmuşçasına gururlanıp kabarıyordum. O çekilene kadar çekilmedim geriye. Parmak uçlarımın üzerinde öylece durdum yorulana kadar. En sonunda saçlarımın üzerini öpüp banyoya doğru gitti.


Önceden koyduğum sıcak su hâlâ ılıktır diye düşünerek yanına gitmedim. Pilavı da üzerine tavuklarıyla birlikte tek tabağa koydum. Yerken tepkisini gözlemler ona göre bir daha koymazdım.


Ali Ata üzerini değiştirip geldiğinde hemen kuruldu sofraya. "Mis gibi kokmuş her şey, ellerine sağlık güzelim."


"Afiyet olsun kocam." dediğim an çorbaya içeceği kaşıkla bir duraksadı, sonra gülümseyerek devam etti. Beni utandırmamak adına hiçbir şey söylememişti. Kocamdı ve tıpkı benim gibi bunu duymak onu mesut ediyordu.


Sofrada konuşulmaz adabına uyarak yemek bitene kadar sessiz kalacaktım fakat ilk konuşan o oldu.


"Bugün neler yaptın?"


"Ben soracaktım ama yemek yiyorsun diye sıkmak istemedim." dedim önüme düşen saçımı kulağımın arkasına kıstırarak.


"Her an her saniye konuşabilirsin Piraye, burada biz bizeyiz ve evimizde katı kuralların olması gerekmiyor."


"Anladım, tamam öyleyse. Perihan'ı gönderdiğin için çok teşekkür ederim, özlemiştim."


"İlk günden yalnız kalma istedim. Buraya taşınınca uzaklaştınız ama istediğin an görüşürsünüz yine."


Ağzımdaki lokmayı yutarken kafa salladım. Bu haber beni inanılmaz rahatlatmıştı.


"Peki senin günü nasıl geçti?"


"Biraz biriken dosyalar vardı onlarla ilgilendim. Her gün saçma sapan bir sürü olay oluyor karakolda. Bunlardan bahsedip canını sıkmak istemiyorum. Sen anlat ben dinleyim. Her şeyin üzerine senin sesin şifa gibi geliyor."


Yanaklarım anında kızarınca nereye bakacağımı şaşırdım. O ise gülümseyerek beni izleme taraftarıydı. Boğazım kuruyunca bir de üstüne suya uzandım.


"Şey oldu,"


"Ne oldu?"


"Utandım Ali Ata, böyle pat diye..."


"Alış artık böyle pat diye duymaya. Ömrüm yettiğince senden ve güzelliğinden bahsedeceğim."


"Teşekkür ederim." dedim başımı eğerek. Biraz da sessizce yemeğimizi yemiştik. "Ben sana bir şey sormak istiyorum?"


"Sor güzelim."


"En sevdiğin yemek ne?"


Sorumla birlikte duraksadı ve sonra o sevdiğim gülümsemesi yayıldı yeniden yüzüne. "Mantıya bayılırım." dediğinde klasik bir Türk erkeği olduğunu anladım. Ben de severdim ve yarınki menüm belli olmuştu. Yedikten sonra tabakları tezgâha birlikte taşıdık içeri geçmeden önce elimi tutup, üzerine minik bir öpücük bıraktı.


"Bu parmaklardan ne olsa yerim, kendini yorma."


Arkasından öylece bakakaldığımda sevgimin ona doğru oluk oluk aktığını hissettim. Ne iyi bir adama denk gelmiştim. O böyle olsun ben ona mantılar da açardım, börekler de.


Tüpün üzerinde ısıttığım suyu bir leğene bulaşık suyu olarak aktardım. Tabağın içerisindeki bulaşık deterjanından bir miktar süngere alıp neşeyle bulaşık yıkamaya başladım. Yaptığım hiçbir iş beni yormuyor ve yıpratmıyordu. Aksine şarkılar söyleyerek dans etmek istiyordum.


Bulaşıkları yıkarken koyduğum çayın yanına, annesinin verdiği meyve kurularından hazırladım. Biraz da nohut kavurması vardı, yeter de artardı.


Radyoyu açıp içerideki sessizliği kırabilirdi ancak bunu yapmayıp benimle konuşmayı beklemiş gibi hissettim. Doldurduğum çaya bir şeker atıp karıştırırken her hareketini izliyordum.


"Yakında bir ev telefonu bağlatacağım Piraye'm. Hem görüşemediğiniz anlarda arkadaşında telefondan da görüşmüş olursun. Kuzenini de aramak istersin belki."


"İsterim, çok sevinirim ama bunun için bütçemiz var mı? Yeni düğün yaptık ve-"


"Güzel karım, dur bakalım. Sen her alış verişte bütçe mi düşüneceksin böyle. Bizi zora sokmuyor ki almak istiyorum. Bunları dert etmeni istemiyorum lütfen. Hem düğün yaptığım için ikramiye de aldım."


"Yok, ben altınlardan kullanalım zora girme diyecektim."


"Şşt, onlar senin. Böyle her şeye onlara koşamayız. Hazıra dağ dayanmaz demişler."


Haklılığı karşısında bir şey diyemedim ama sürekli borca girmesini de istemezdim. Neticede bunun sıkıntısını da yine biz çekecektik. Çayımızı içtikten sonra onları da hızlıca yıkamak istemiştim ama belime dolanan kollar buna engel oldu.


"Sonra yapsan olmaz mı Piraye? Tüm yorgunluğumun seni soluyup canlanmasına ihtiyacım var." derken boynuma minik bir buse daha kondu. Ona nasıl hayır diyebilirdim ki üstelik bana bu kadar anlayışlı davranırken.


"Olur tabii, kocam sarılmak istiyorsa sarılmalı." Ses tonumun cilveli çıkması benim de beklediğim bir şey değildi ve neyse ki arkam dönük olduğundan yüzümü görmüyordu. Ağzından bunu onayladığına dair bir mırıltı döküldüğünde çoktan yatak odasından içeri girmiştik.


Geceliklerimden birini giydiğimde onun da altına bir eşofman giydiğini gördüm. Üstü çıplaktı. Giymeyecek miydi?


Kendini yatağa doğru atıp kollarını açınca giymeyeceğini anladım.


"Üşümez misin öyle?"


"Üşümem iki gözüm. Senin yanındayken bedenimin üşümesi atların uçması kadar imkânsız."


Söylediği şeyin altında bir mana aramadan sokuldum ona doğru. Yine at mevzusunu açıp deli gibi gülmeden aklımdan uzaklaştırmalıydım. Saçlarımın üzerinden öperken nefesi saç diplerime karışıyor ve bu hoşuma gidiyordu. Bu kez ben onun boyun girintisine doğru bir kedi gibi kıvrılmıştım. Teninden yükselen koku ise ciğerlerimin bayram etmesini sağlamıştı. Uyur uyanık kıvamdayken dudaklarım bir anda boynunu öpüverdi ama bu tamamen bilinçsiz bir hareketti. Sonrasında beynim bulandı ve bilincim tamamen kapandı...


Sabah bahçeden yükselen horozun sesiyle gözlerimi açtığımda, kendimi Ali Ata'nın üzerinde yatarken buldum. Hangi ara adamın üzerine çıkıp onu döşek gibi kullanmaya başlamıştım haberim yoktu. Geri çekileceğimde güçlü kolları sıkıca doladığı için bunu yapamadım.


"Kal biraz nereye kaçırıyorsun?"


"Belki uyumuyorsundur diye düşünerek yük olmadan gideyim dedim." diye fısıldarken tek gözünü açıp bana doğru eğildi.


"Teninin ağırlığı bana yük değil ancak ödül olur Piraye, bir daha duymayım."


"Olur kocam." Üzerinde yatmam ona ağırlık vermiyorsa şayet ben olduğum mevkiden oldukça memnumdum. Kapı tıklanınca da yeniden ona baktım. Kimdi bu saatte gelen.


"Açmayacak mıyız?"


Burnundan bir soluk vererek beni yana doğru devirdi ve boynumu öptü. Bu hareket kalbimin bir kuş gibi çırpınmasına neden oldu. Ben heyecandan ölmeden önce ise üzerimden kalktı ve bir çırpıda tişörtünü giyindi. Kapıya doğru giderken "Bizim çocuklardan bir şey istemiştim, onu getirdiler telaşlanma." diyerek beni de bilgilendirdi.


Çocuklardan istediği şey bir horoz muydu? Ne manidar bir hediyeydi öyle. Banyoda işimi halledip hızlıca üzerimi giyindim. İşe gitmeden kahvaltı hazırlasam iyi olurdu. Onlar dışarıda kavuşurken el çabukluğu ile bir şeyler hazırladım. Kahvaltı hazır olunca arkadaşını da davet ettim. Bahçeye çıktığımda ise gördüğüm tavuklar beni oldukça şaşırttı.


"Ali Ata?" Sorar tonda çıkan sesimi duyunca gülümsedi.


"Seni görmeme vesile olan bu hayvanı bahçemizde misafir ederiz diye düşündüm."


"Ne iyi düşünmüşsün."


Onun gözünde belki bir yumurta güzeliydim. Çarşıda yumurta sattığım an onu gördüğüm an geldi yeniden gözümün önüne, gülümsedim. Bir tavuğa bu kadar mutlu olabilir miydi bir insan? Kalbimi deli bir sevinç almıştı. Biraz da olsa gün içinde yalnız olmayacak ve onlarla konuşabilecektim. Köşede duran yemin içinden biraz alıp savuşturdum bir köşeye. Gıdaklayarak yemeye başlamaları ise çocuklarımı doyuruyormuşum gibi hissettirdi.


"Yabancılık çekme diye ikisini sizin kümesten çaldım yenge."


"Ne?" Büyüyen gözlerim önce Ali Ata'yı sonra hekimi buldu. Bunu gerçekten yapmış mıydı yoksa latife mi ediyordu anlamadım.


"Sonuçta tanışmamıza vesile-"


"Ali Ata," dedim hayretle. Tanışmamıza vesile olan tavuğu mu çalıp gelmişlerdi. İçimden kahkaha atmak gelse de arkadaşının yanında ayıp olur diye gülememiştim.


"Onlar en çok bizim hakkımızdı güzelim."


"Ee İlyas amcam bunu mutlaka fark eder."


"Yerine yenisini koyduk elbet, takas ettik sadece."


Yüzümde şaşkın bir gülümsemeyle kaldım öylece. Bu çılgınlıktı, Nevin yengem duysa tansiyonu düşer baygınlık geçirirdi. "Tamam, kahvaltı hazır siz içeri geçin isterseniz."


Onlar gittikten sonra gülümseyebildiğim kadar gülümsedim tavuklara. Şen bir kahkaha da firar etti dudaklarımın arasından. Tavuklarımdan ikisinin buraya gelmesine bu kadar sevineceğimi kim tahmin ederdi? Belli ki Ali Ata'dan başkası etmezdi ki direkt faaliyete geçmişti.


Gözüme çarpan gün ışığı mutluluğumu tescillercesine ışıldattı tüm yüzümü. Mutluydum, öyle mutluydum ki ben de bu güneş gibi ışık saçıp etrafımı aydınlatıyor, ısıtıyor ve neşe saçıyordum. Bu mutluluğun bozulmasından ise ölesiye korkuyordum...


Loading...
0%