Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 27. Tutuşan Közlerin Külü


Neredeyiz? Bir şehir yanıyor dikkat et.


Tutuşabiliriz, işte ilk ateş gözlerine düştü, sonra dudaklarına,


saçlarının arasına kıvılcımlar doldu ışıl ışıl.


Yanıyorsun, yanıyorum, yanıyoruz.


Ümit Yaşar Oğuzcan


Hayatım rayları parçalandığı için yolundan çıkmaya hazırlanan bir tren iken, Ali Ata gelip canıyla kanıyla o raylara yatmış ve trenimin doğru yolunda devam etmesini sağlamıştı.


Yol öyle güzeldi ki hele de sonu ona çıkacaksa... çiçeklerle bezeliydi, bahar esintileriyle doluydu, umut kokuyordu her taraf.


Evliliğimizin birinci ayını geride bırakırken öyle güzel anlar yaşatmıştı ki bana çoğu zaman kendimi bir rüyanın içinde sanmıştım. Üstelik her an bir kâbusa dönüşmesini bekleyerek.


Sürekli tetikte durmanın beni iyice paranoyak bir hale getirdiğini anladığımda ise biraz daha kendimi salıp gevşemem gerektiğine ikna oldum. Fatih evimizi bilmiyordu ve kocam bunun için önlem aldığından bahsetmişti, içim rahattı.


Ben gidemiyordum ama birkaç kere Peri'yle Feride gelmişti. Baba ocağına el öpmeye dönememek çok kırıcı bir olaydı ancak bunu ne amcamlar ne de biz istemiştik. Güle güle ayrılmadığım bir eve güle güle dönemiyordum ne yazık ki.


Duyduğuma göre Nevin yengem hâlâ eve dönememişti. Amcam bu konuda oldukça sert bir tutumdaydı ve beni şaşırtmıştı. Ben birkaç haftaya barışırlar sanmıştım. Abisinin emanetinin yaşadıkları terazide daha ağır basmıştı demek ki.


Ali Ata burnunu boynumda gezdirmeye başladığında huylandığım için kıkırdadım. İlk günlere nazaran evliliğe daha da alışmıştım. Artık onu üstsüz görmekten çekinmiyor ya da gecelikle yanında durmaktan utanmıyordum.


"Günaydın kocam."


"İşte gün bu kelimeyi duyunca aydı. Sihirli midir nedir? Nasıl tesir ediyor kalbime böyle anlayamıyorum."


"Sana olan sevgimin sihridir belki."


"Demek bana olan sevgin dile gelmeye karar verdi ha?" dediğinde eğilip yeniden öptü ve gıdıklamaya başladı. Belimin bir noktasından feci bir şekilde huylandığımı anladığı andan beri kurtuluşum olmuyordu.


Yalnız başıma çilli horozun sesiyle uyandığım günlerden, kocamın neşeli gıdıklamalarıyla uyandığım günlere gelmiştim. Hayatın ördüğü ağlarda muazzam bir güzellik vardı.


"Dur, dur lütfen. Gidip kahvaltı hazırlayacağım daha."


Artık iş rutinine de alışmıştım. Kaçta gidiyor, kaçta geliyor, ne giyiyor her şeye hakimdim. onun hakkında her yeni bilgi kalbime bir yıldızla not alınıyordu. Doğru insan diye bir şey var mıydı bilmem lakin kalbimin doğrusuyla kurduğum bu yuva bana yeniden hayat olmuştu. mutluydum ve mutlu olmayı çok seviyordum, hayır eksik söyledim; onunla beraber mutlu olmayı çok seviyordum.


Son bir öpücükten sonra yataktan kalkıp üzerimi değiştirdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra koşar adımlarla mutfağa girdim. Kahvaltılık hazırlarken bir yandan aklımda akşam için mantı yapmak vardı. En sevdiği yemeği sorduktan sonra bir türlü denk getirip yapamamıştım ama kısmet birinci ayımıza oldu. Sucukları tabağa doldururken tüm endamıyla mutfağa girdi kocam.


"Bu kadar uğraşma demiyor muyum sana güzeller güzeli," diyerek çaydanlığı eline alıp bardakları doldurmaya başladı. Yüzümün her daim -sabah gidip akşam eve gelene dek- gülmesini böyle sağlıyordu işte.


"Ne oldu zehir gözlüme?"


"Kalbime girdi ve bir daha çıkmadı o gözler işte. Zehriyle yedi bitirdi beni, fenalık geçiriyorum her gün."


Söyledikleriyle gülmeye başlarken sofrayı kurmaya çalışıyordum. Bir yandan çaydan bir yudum alıp "Imm, sen doldurdun diye mi bilmem, başka bir lezzetli geldi bu çay bana," dedim tepkisini ölçerek.


"Yemezler küçük hanım, hep ben doldurayım diye yapıyorsun değil mi?"


"Hayır ne alakası var?" diyerek telaşla döndüğümde yanağımdan makas aldı.


"Suratının her halini çok seviyorum ve sürekli yeni mimikler görmek beni heyecanlandırıyor. Elime yapışmaz elbet doldururum karımın çayını, benim karım değil mi?"


"Bende içerim kocamın doldurduğu çayı elbet, benim kocam değil mi?" dediğimde gür bir kahkaha attı.


"Kaptın bu işi," diyerek elimi kavrayıverdi bir anda. "Bükemediğin bileği öpeceksin."


"Sen de öpmek için bahane arıyorsun gibime geldi kocam."


"Öperim elbet, benim karım değil mi?"


Öyle güzel karım diyordu ki her seferinde içim gidiyordu. Geceleri vazgeçilmez duam Allah onu başımdan eksik etmesin diye oluyordu. En sevdiğim iki kişinin kaybını yaşamıştım ve nasıl bir duygu olduğunu acı biçimde öğrendim. Bir diğerinin daha toprağın altına gitmesine dayanamam. Biri gidecekse önce giden ben olmalıyım. Yoksa gözlerimdeki zehir kalbime sirayet eder ve zaten yaşatmaz beni.


Ali Ata'yı işe uğurladıktan sonra yeniden mutfağa döndüm. Gider gitmez ardından dua ediyordum hemen; bana sağ salim geri gelebilmesi için. Hırlısı var hırsızı var sözünün tamamıyla uğraşan bir mesleği vardı çünkü. İş hayatından bana bahsetmemeyi tercih ediyordu. Eve geldiğinde böyle sıkıcı konular yerine karımın sesini duyup onunla iki kelam hoş sohbet etmek isterim diyordu. Eh, benim de yelkenlerim hemen suya iniyordu tabii.


Mutfağı toparlayıp mantının malzemelerini hazırladım hemen. Umarım güzel olur ve yüzümü kara çıkarmazdı. Bu tek başıma ilk defa mantı yapışım olacaktı. Önce geceden dolaba çıkardığım kıymayla içini hazırladım. Sonra hamuru açarak oklavayı bir cetvel gibi kullanıp kesmeye başladım. Büyüklü küçüklü, eğri düz olmasına bakmadan yiyecekti artık.


Marifetsiz parmaklarım hamuru da büyük açamadığı için küçük küçük bir sürü uğraşıp, üstümü başımı hep un etmiştim. Saatlerimi bu sofrada harcamıştım ama değmişti doğrusu.


Sonrasında hızlıca el süpürgesiyle etrafı süpürüp bir güzel sildim. Namazımı kılıp bir de Allah'a dua ettikten sonra hazırlanma vaktiydi. En sevdiğim elbiselerimden birini hazırlayıp ısıttığım su dolu güğümleri banyoya taşıdım. İşlerimi hallettikten sonra saçlarımı örerek akşama kadar şekil almasını bekleyecektim.


Hadi bakalım Piraye, biraz makyajın tadı başka olur, kolları sıvama vakti diye içimden geçirdiğim düşünceyle özenebildiğim kadar özendim geceye.


Henüz vaktim olduğundan artık gizlemeye gerek duymadığım defterimi çıkarıp romanımı yazmaya devam ettim. Onları yazmak hele ki şimdi o kadar eğlenceli geliyordu ki anlatamam. Bir kurgu yazdığımı Ali Ata'ya biraz çekinerek de olsa söylediğimde bana öyle güzel bakmıştı ki hiçbir çekincem kalmamıştı.


Ortaya çıkan ona göre her yeteneğimde mest oluyor ve bana olan sevgisi ilmek ilmek işlenip büyüyordu. Sonuna kadar yanımda olduğunu söylediğinde ise dünyalar benim olmuştu. Konusunu sorduğunda biraz bahsetmiştim ve ilgiyle dinlemişti. Tamamladığımda ise bu işle bizzat ilgileneceğini söyledi.


Ali Ata yalnızca benim değil, hayallerimin de elinden tutmuştu...


Akşam güneşi yüzümü sıyırıp geçtiğinde yemek vaktinin geldiğini anladım. Kaynattığım suyun içine dolapta beklettiğim mantıları koyarken bir yandan salata malzemelerini çıkardım. Bir hevesle üstümü başımı giymiştim ama yemek falan dökülürse perişan olurdum. Ali Ata girince ilk böyle görsün de istiyordum. Kendi kendime bir mukayese yaptıktan sonra böyle kalmaya karar verdim.


Masayı hazırlayıp mumları yaktıktan sonra bir de çok mu oldu diye onları düşündüm. Birinci ay kutlaması diye bir şey yoktu elbette lakin benim gönlümün bir bahaneye ihtiyacı vardı. Böyle güzel bir geceyi es geçmek bana yakışmazdı.


Yoğurda sarımsak dökmek makbuldü ama belki sevmez diye sarımsakları bir kenara bıraktım.


Zil çaldığında ise sanki geleni bilmiyormuş gibi, kuş gibi çırpındı kalbim içeride. Aman Allah'ım bu kadar heyecanlanmam normal miydi? Yarım ev şeklinde anahtarlığımızın her daim cebinde olduğunu biliyordum ancak kapının ardında bir yuvası olduğunu ve o yuvanın kuşunun, onu kapıda karşılamasını da seviyordu. Ben de akşama kadar bu an için ölüp bittiğimden ceylan gibi seke seke geliyordum kapıya.


Yandaki perdenin ardından heybetli gölgesini gördüğümde bir de kara kaşını kara gözünü görmek için hevesle açtım kapıyı. Her gün kapının önünde bir adet papatyasıyla bekleyen bu adama nasıl olur da ömrümü vermezdim. Evlenince etraftan topladığım papatyalar son bulmamış her akşam devam etmişti. Kapının önünden bile alıp gelse öyle mest olup yüzümde güller açıyordu ki bunu gören Ali Ata her gün getirme isteğiyle doluyordu.


Tek dal papatyayı gülümseyerek aldığım gibi kulağıma taktım. "Hoş geldin kocam," dediğimde ise sırada onun yüzünde açan gülleri izlemek vardı. Bir ev terliği uzattığımda giymeden önce kenarda duran elini de öne çıkarınca şaşkınlıktan bakakaldım.


Kocaman bir papatya buketi kurdelelerle süslenmiş ve sarkan her kurdelede paketli bir adet acıbadem kurabiyesi duruyordu. Gözlerim gözlerini bulduğunda zaten beni izliyor olduğunu fark ettim. Zihnim maziye dönerken utanç yanaklarımı kızıllığa boyadığında, Ali Ata tam o kızıllıklardan öpüp içeri geçti.


Gizli gizli her ekmek poşetime kurabiye koyduruyor ve ben de afiyetle yiyordum.


"Tepkilerini ve duygularını öyle güzel ifade ediyorsun ki açık bir kitap gibi. Hepsini tek tek okuyarak doyuruyorum ruhumu. Asıl şimdi hoş buldum karım," dediğinde kollarının arasındaki yerini aldım hemen.


Ben bugün onun için sevdiği yemeği hazırlarken, o da benim için sevdiğim kurabiyeleri alıp papatyalarla donatıp getirmişti. Sevilmek ve ince düşünce bir araya geldiğinde öyle hoş detaylar çıkıyordu ki elimizde olsa kalbimiz dışarıya çıkıp atmaya devam edecekti.


Ellerini yıkamak için ayrıldığında mutfaktaki son eksikleri giderdim ben de.


"Benim hatun neler döktürmüş böyle? Kurabiyelerin mükafatını böyle güzel alacaktım demek?" derken bir yandan çorbasını içmeye başladı.


Heyecandan yerimde duramazken "Başka mükafatlarda alırsın belki kurabiyeler karşılığında," dediğimde ise kaşığı ağzına götürürken duraksadı. Hatta doğru duyup duymadığını anlamak için kaşığı ne yapacağını bilemediği esnada dökmüştü de. Ufak bir kahkaha attım karşılığında.


"Ağzınızın yerini de unuttunuz galiba Ali Ata Bey?"


"Yok, kalbimin yerini unuttum sanırım. Nerede atıyor bilemiyorum şu an."


Göz süzerek arkamı döndüğümde uğraşacak bir şeyler aradım. Nasıl adamın karşısına geçip yemek yiyecektim şimdi? Utançtan yanaklarım beni bırakıp gidecekti. Vücut ısım artmıştı. Kısa bir sessizlikten sonra hiçbir ima yapıp üzerime gelmedi. Sanki bu konuda tek kelime etse beni geri püskürteceğini biliyor gibiydi.


Öyle iyi bir adamdı ki bu bir ay içinde beni asla bir şeye zorlayacak tepki ya da imada bulunmamıştı. Ufak tefek öpüşler dışında verdiği sözün arkasında duruyordu. Eh, onun tehlikeli bir adam olmadığını biliyordum elbette ama aynı zamanda çekiniyordum da, kim olsa çekinirdi.


Ellerimi oyalana oyalana yıkadıktan sonra mantısını da koydum tabağa. Sarımsaklar bir köşede dururken çaktırmadan itiverdim lavabonun içine. Artık onu asla koymak istemezdim. Başka baharlara kalmıştı artık bizim yoğurtla sarımsağın buluşması.


"Ellerine sağlık yüreğim, uzun zamandır yemiyordum, özlemiştim çok makbule geçti."


"Afiyet olsun canımın içi. Daha önce yapacaktım ama kısmet bugüneymiş."


Gülümseyerek yemeğine geri döndüğünde arada masada yanan mumlara bakıyor ve ne düşündüğünü bilmediğim şekilde yeniden gülümsüyordu. Sanki o yerken benim karnım doyuyor gibi hissettiğimden bir müddet öylece onu izledim. Kaşığı tutuşu bile hoş geliyordu gözüme. Eh, bugün birde yazdığım karakterler biraz yakınlaşmıştı, ben de kocamın kolları arasında azıcık mest olmak istiyordum.


Parmağında duran gümüş yüzük bile farklı geliyordu gözüme. Erkeğe altın takmanın haram olduğunu söyleyerek gümüş alyans tercih etmişti yüzükleri alırken. Gözlerim oldukça heybetli olan kollarına doğru çıktığında ise boğazımı temizleyerek yemeye başladım. Tam o sırada duyduğum gülüş ise her şeyin farkında olduğunu anlamamı sağladı. Yine de bilmezden gelmek her zaman en kolayı olurdu.


"Ne, ne oldu?"


"Bir şey olmadı karım, sen doydun galiba?"


"Yoo, yeni başlıyorum-" derken yeniden gülmemek için dudağının kenarını kaşır gibi yaptı. Onu seyrederken gözümün doyduğundan bahsediyordu. Yaptığı imalar gün yüzüne çıkarken yemeğin tadına baktım. Baktığım gibi ise yüzümün aldığı şekli izledi bir süre.


"Ee tuzlu olmuş bu? Niye bir şey demiyorsun?"


"Bana göre o kadar tuzlu değildi."


"Ali Ata, sen yemek yerine tuz mu yiyorsun normalde? Of hiç böyle tahmin etmemiştim, niye devam ettin ki?"


Tabağı neredeyse bitmek üzereydi ve yüzünde bir mimik bile oynamadan, gayet bana takılarak yemişti yemeğini.


"Karım benim için elleriyle mantı açmak için uğraşmış. Bu parmaklar benim için yorulmuş nasıl yemem? Elinden zehir olsa yerim demedim mi zamanında kadın?"


"Tamam ama yine de hepsini yemene gerek yoktu, yıkar biraz suyun gitmesini sağlardım, tüh. Yazık oldu güzelim böbreklerine!"


"Tüh deme hiç, yemeyi tuzlu yedim ki sonrasında tatlımı daha iştahlı yiyebileyim diye."


"Ama ben tatlı yapmadım ki-" demeye kalmadan tabağı almak için ayakta duran bedenimi sandalyesini geriye iterek kucağına düşürdü.


"Şeker gibi karım varken tatlıya ne hacet Piraye? Sen kurabiyeni yer daha da tatlanırsın ben de seni yerim olmaz mı?"


"Olur," dedim içli bir nefes vererek. Adam benim için bir tabak tuzlu mantı yemişti. Ben böbreklerinin derdine düşmüştüm o da tatlısının...


"Bir çay demleyelim de şöyle bir hasbihal yapalım içeri de olur mu?"


"Olur."


"Her sorduğuma olur mu diyeceksin?"


"Soruya göre değişir," diyerek tüpe doğru yaklaştığımda onun da kalktığını hissettim. Geçerken kalçama vurduğunda ise hayretle ona dönüp baktım.


"Sormadan direkt faaliyete geçeyim dedim," diyerek keyifli bir ıslık eşliğinde mutfaktan çıktı. Bu adam beni bitirecekti. Sadece ufak bir temasla böyle oluyorsam devamında kalbim gerçekten beni bırakır ve dışarıda atmaya devam ederdi.


Çay demlenene kadar bulaşıkları yıkayıp dizdim. Papatyalarımı koklayıp suyun içine koyarak kurabiyelerimi kurtardım. Onları da çayın yanına koydum ve ben dışında bir tatlımız daha oldu. Bu düşünceme ise kendi kendime gülümsedim.


Evimizde bir televizyon yoktu, radyo kullanıyorduk ama bu gece pek çekmediğinden sesi cızırtılı geliyordu. Çayları tepsiyle bir köşeye koyup başka bir yayına geçtim. Beğenmeyip tekrar ayarlamaya başladığımda ise çalan müzikle duraksadım. Ali Ata'ya doru dönüp baktığımda dursun mu demek istemiştim ancak o ayağa kalkıp ellerini uzattı.


"Bence bu güzel şarkı tam da bizim için çıktı şu an? Bu dansı bana lütfeder misin gönül gözüm?"


Elini tuttum. Onun uzattığı eli geri çevirmek içimden gelmezdi, yeter ki bu el bana uzanmaya her daim devam etsin ben hep tutardım. Uzun zamandır dans etmiyor olsam da bu kocamla yaşayacağım özel bir andı ve bunu bozmak istemedim.


"Sen yeter ki elini uzat Ali Ata, tutmaktan bir an bile çekinmem."


"İşte benim karım," diyerek elimin üzerine sıcak dudaklarıyla bir buse bıraktı. Ritme göre sallanıyor ve kafamıza göre dans ediyorduk. Daha güzel bir gece hayal edemezdim. Kollarımda sevdiğim adam vardı. Hemen yanımızda sıcacık aile sohbetimize eşlik edecek dumanı üzerine ince belli bardağımız duruyordu. Kara gözlerine her baktığımda şükrediyordum ancak bugün bir başkaydı.


Bugün daha çok şükür, daha çok dua ve daha çok sevme günüydü. Onunla nice aylara ve yıllara beraber girmek istiyordum.


Elim omzundan saçlarının bitimine kadar uzandı. Ensesinin üzerindeki saçlarla oynamam hoşuna gittiği için gözünü kısaca yumup açtı. Ailemden sonra dansa küsmüştüm lakin içimden gelen bir ses bu dansın bugün yapılması gerektiğini söyledi. Ali Ata'nın üzerimde her daim hayran hayran gezinen gözlerini yeniden görmek istedim.


Madem tuzlu mantıdan sonra tatlı yemekti niyeti, bu tatlıyı biraz daha şerbetleyebilirdim.


Ondan ayrılıp kendi alanımı oluşturduktan sonra dans etmeye başladım. Bayağıdır dans etmiyor ve ısınmadan başlamış olsam da gayet iyi ilerliyordu. Bunca zorluğa rağmen göndermişti babam beni okula. Üstelik baleyi de dansı da çok sevmiştim. Sonrası zehir gibi geçse de onların emeklerini boşa çıkarmak istemiyordum.


Artık biliyordum onlar bununla daha mutlu olurdu. Ufak bir empati ve kendini dinlemeyle geçen sürenin sonunda gerçekler kabak çiçeği gibi seriliyordu önüne.


Parmak uçlarıma çıkıp indiğimde gözünü kırpmadan beni izleyen kocamı gördüm. İşte bu gözlerdeki parıltı bu gece görmek istediğim yegâne şeylerden biriydi. Etrafımda döndüm, eğildim kalktım ve müzik ruhuma ne hissettiriyorsa ona göre hareket ettim. En sonunda ise kendimi Ali Ata'nın kucağına doğru attım.


Belimi sardığı koluyla beni geriye doğru yatırdığında saçlarımın yere değdiğini hissettim. Gecenin ortasında ayın saçtığı ışık gibi bakan kara gözleri bana yaklaştı ve boynuma ıslak bir öpücük bıraktı.


"Piraye, harikaydın. Bu zarifliğine yakışan başka bir şey daha olamaz. Neden bundan mahrum bıraktın beni?"


"Beğenmene sevindim," dedim nefes nefese çıkan sesimle. Kolları arasında göğsüm hızla inip kalkarken kirpiklerimin arasından güzel yüzünü izledim bir müddet. Gözlerine düşen ateşi görmüştüm, kendi gözlerimden bihaberken. Beni yeniden doğrulttuğunda ise hızlı ve tutkulu bir şekilde dudaklarıma kapandı. Bu kez tereddüdüm yoktu ve öpüşüne her zerremle karşılık vermeye başladım.


Sıcak dudakları dudaklarımı talan ederken eli saçlarıma tutunmuş cılız tokayı çekip aldı. Özgürleşen her tutamım elleri arasında dağıldığında ise saçlarımı okşadığını hissettim. Bir elim ensesine doğru uzandığında kendimi bir anda güçlü kolların arasına buluverdim.


Kalbim bir körük gibi atmaya başladığında bu seferkinin bizi yakıp yıkacağını hissettim. Neydi bu bedenimi saran dumansız alevler? Nereden geliyordu bu ısının izleri?


Hiçbir yere çarpmadan adımlarının ezberlediği odamıza doğru kocamın kucağında taşındım. Bu sürede ayrılmayan dudaklarımız ise yine birbirinde soluklandı. Sırtımın yumuşak yatağın soğuk çarşafına değdiğini hissettiğimde ürperdim. Kolları iki yanıma uzanmış tepeden bakıyordu bana.


Gözlerinin içine bakarak elbisemin düğmelerini açtığımda gözleri bir an olsun aşağı inmedi. Onun tabiriyle zehir yeşili gözlerimin kalbine tesir etmesini bekliyor olabilirdi.


"Piraye, çok güzelsin. Her bir bakışın ayrı bir mana taşıyor ve şu an gördüğüm kıvılcımlar ruhumu okşadı. Gözlerime bakan bu cesaretli harelerle başım dertte. Ne yapacağım yüreğim?"


Elbisemin kalan düğmelerini de çözüp kollarımdan inmesini sağlarken hâlâ kaçırmamıştım gözlerimi. "İçinden ne yapmak geliyorsa onu?"


Derin ve boğuk bir nefes alışverişten sonra kendine hâkim olmaya çalışan bir yani varmış gibi dudaklarını dişledi. Fakat bu sakinlik üzerime onun için giydiğim geceliği görene kadar sürdü. Göğüslerimin üzerini kaplayan ince bir dantelden başka bir şey göremezken bakışlarının odağı bir süre değişmedi. Sonra emin olmak ister gibi yeniden gözlerime tırmandı bakışları.


"Ali Ata ne-" diyemeden hızla kesildi cümlem bizzat dudakları tarafından. Bedenimde gezinen elleri telaştan uzak bir yumuşaklıktaydı. Ellerim onun üzerindeki tişörte gittiğinde tek hamlede kurtuldu ondan. Tenine dokunma sırası bendeydi. Bu zamana kadar elbette dokunmuştum ama içimdeki arzu bu kadar yüksekken ilk defa dokunacaktım ona. Pürüzsüz sırtına sarılmak bile içimdeki duyguları coşturmaya yetti.


Boynumda gezinen dudaklarıyla gözlerimi kapattığımda anın şehvetinin ruhumu bir kor gibi yaktığını hissettim. Ilık bir lav parçası gibi akıyordu dudakları göğsümün oluğunda.


"Ali Ata," diyen kısık ve sabırsız sesime büyük bir taleple karşılık verdi.


"Piraye'm, ruhumun kadını," dediğinde bu sefer büyüleyici güzellikteki sözlerini tamamlamasına izin vermedim.


"Durma sev beni."


"Seveceğim elbet," derken bacaklarımda dolanan elinin takibini yapıyordum. Dokunduğu her yere öpücüklerini dizerken hissettiğim heyecanı nasıl tasvir edeceğimi bilemedim. Dokunuşları bir tık daha ilerlediğinde bir yaprak gibi dalgalanan bedenim arsız bir taleple daha fazlasını istemeye başladı.


"Her an, her gece, her gün daha fazla seveceğim. Piraye seni öyle çok seveceğim ki adının yanında hissettiğin tek şey kalbimden taşan bu sevdam olacak."


Elim kollarından göğsüne doğru ulaştığında parmak uçlarıma çarpan kalp atışları hislerimi arşınladı. Sıcak teninde oluşan damlalar beni cehennemine davet ederken, çoktan yanmaya hazır bir kâğıt parçasıydım. Tutuşuyor, küllerimi üzerine döküyor, aynı küllerden yeniden ve yeniden doğuyordum. Öpüşüyle hissettirdiği bu canlılığını çok sevmiştim.

Çekindiğim her anda kontrolünü bir an bile bırakmayan Ali Ata benimle devamlı konuşup, onun için zor olsa da uykumun gelip gelmediğini sordu. Durmak istemiyor lakin benim pişman olmamı da istemiyordu. Hoş kocamın kolları arasında yaşadığım bu duygu patlaması inanılmaz bir zirveye çıkarmıştı beni, ziyadesiyle mesuttum ve pişmanlığın zerresi bile yoktu.


Tenlerimizin birbiriyle bütünleştiğinde oluşan feveran noktası kalbimin duracağını hissettirdi. Avuçlarımın arasına alıp sıktığım çarşafı, parmaklarımı tek tek okşayarak açıp kurtardı. Bir çarşaftan medet ummam yerine tamamen ona sığınmamı ister gibi bedenine koydu ellerimi. Senden gelen tüm izlere razıyım der gibi.


Nazlıydım ancak bu müstehcen durum için günlerdir beklememize değmişti. Ruhum, varlığım, bedenimdeki her zerre huzura kavuşurken Ali Ata'nın kolları arasında rahata ermenin mutluluğunu yaşadım. Saçlarıma bıraktığı sayısız öpücüklerle birlikte sımsıkı kucakladı beni.


Tenime değen kolları sıcaktı tıpkı bedenim ve kalbimdeki hisler gibi.


Loading...
0%