Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@1scintilla

Öyle yıkma kendini,


Öyle mahzun, öyle garip...


Nerede olursan ol,


İçeride, dışarıda, derste, sırada


Yürü üstüne üstüne,


Tükür yüzüne celladın,


Fırsatçının, fesatçının, hayının...


Dayan kitap ile


Dayan iş ile.


Tırnak ile, diş ile,


Umut ile, sevda ile, düş ile


Dayan rüsva etme beni.


Ahmed Arif


Can Bonomo/ Güneş


Bölüm 3. Güneşin Gözümdeki Perdesi


Bazen hayatıma sihirli bir değneğin dokunduğunu hissederdim. Belirsiz bir yardım, gönlümden geçen şeyin olması gibi.


Mesela bir gün Nevin yengeme öyle çok öfkelenmiştim ki gözlerimin önündeki basamağa basamayıp ayağını burkmuştu. Annemden kalan aile yadigarı çıngıraklı bir inci bilekliğim var. Hayatta kolumdan çıkarmam, oldukça da zor çıkar. Ancak bir sabah onu kolumda göremeyince çılgına döndüm.


Sonra ise cama gelen bir serçenin sesiyle çıkıp oraya baktığımda Zehra'nın toprağa bir şey gömdüğünü fark ettim. Bilekliğimi oradan çıkarıp hiçbir şey olmamış gibi geri taktığımda ise masada solan yüzüne anbean şahit oldum.


İyi kalpli bir insan olmaya çalıştıkça sınırlar beni zorluyordu. O bilekliği hep kıskanmıştı, ne kadar değer verdiğimi de biliyordu. Yürürken hafif bir şekilde çıkardığı melodi ruhuma iyi geliyordu. O ise benim hep bir yerlerden yara almamı istiyordu.


Buna karşılık olarak en sevdiği eşyasını ertesi gün aynı toprağa gömdüğümde ağzını açıp tek kelime edemedi. Sessizce verdiğim mesaj şuydu; bana ne yaparsan aynı şekilde karşılık alacağını bil.


İyilikten ve güzellikten yana çevirmedim kalbimle, iyi bir kul olmaya çalışıyordum. Allah da beni böyle mükafatlandırıyordu.


Tamam ama bu acıbademi buraya kim koymuştu?


İlk seçenek çırağın baktığımı görüp çaktırmadan poşete atmasıydı, ikinci seçenek yanlışlıkla düşürmesiydi, üçüncü seçenek ise yanımda bekleyen diğer müşterinin yardım etmesiydi. Hangisiydi en mantıklı olan. Adamın çırağa yaklaşarak konuştuğunu duymuştum ancak üzerime alınamazdım.


"Piraye, kız Piraye nerede kaldı ekmekler?"


Düşüncelerimi bölen tiz ses ile kendime geldim. "Getiriyorum yenge."


Sonra ise kimse görmeden hızlıca yiyip bitirdim kurabiyeyi. Ne şekilde gelirse gelsin çok makbule geçmişti doğrusu. Ağzım kulaklarımda yer sofrasına varınca mıh gibi çakılan bakışların arasında kaldım.


"Hayırdır sabah sabah ne bu neşe?" dedi Nevin yengem.


"Sabah şerifleriniz hayır olsun cümleten."


"Sağ ol kızım, buyurun hadi afiyet olsun ahali."


Nevin yengemi görmezden gelmeye çalıştıkça dik dik bakıyordu.


"Bir fırına gittin geldin yüzünde güller açtı Piraye Hanım?"


"Ay yenge, gülsem niye güldün, somurtsam niye somurttun diyorsun. Sen de bir hoşsun doğrusu."


Fatih dudağının ucunu kaşıyarak gülümsemesini sakladı.


"Bak bak bak, dil de papuç gibi."


"Büyüklerinle nasıl konuşmayı öğrenemedin mi Piraye?" diye sordu Gürbüz abi aksi bir şekilde.


"Çok şükür aile terbiyem var. Biraz da büyüklerim benimle nasıl konuşacağını öğrensin Gürbüz abi."


"Abi deme demedim mi sana?" deyip bağırdığında Fatih tarafından tutularak "Sesin çok çıkıyor Gürbüz abi, zıkkımlanıp git nereye gidiyorsan." diyerek daha da tahrik edildi.


"Çocuklar yemeğinizi yiyin başımızı şişirmeyin sabahın köründe!" Atilla amcamın uyarısıyla hepimiz önümüze döndük.


Zehra şirin olduğunu düşündüğü bir tonla "Babacığım ben bugün arkadaşımın yanına gidebilir miyim? Bir konu hakkında bana danışacakmış da." diye sorduğunda gülmemek için başımı öne eğdim.


"Ne danışsın sana ay, boş gezenin boş kalfası." Cevap Feride'den gelince kızgınlıkla ona döndü. Feride bazen beni bile şaşırtmayı başarıyordu.


"Rica ediyorum bana kendi isimlerinle seslenme Feride. Babamla arama da girme."


"Git yavrum, git güzel kızım. Geç kalma, birbirinize takılmayın. Bakın saatin yedisi ama ben erkenden sinirlenmeye başlıyorum." diyerek ikinci uyarıyı da verdi Atilla amcam.


O sırada Suat ve Faruk da kendi aralarında bir çekişmeye girmişlerdi. İkisi de küçüktü ve daha okula gidiyordu. Onların kalpleri annelerine rağmen masumdu ve seviyordum. Suat, Atilla amcamın; Faruk, İlyas amcamın çocuğuydu. Her biri üçer üçer yapmıştı ve sanırım yapmaya da devam ediyorlardı. Çünkü geçen gece yengelerimi konuşurken duymuştum. Bu eve bir bebek sesinin iyi geleceği konusunda...


"Piraye sen ne yapacaksın kızım bugün? Bir planın var mı?" diye sordu İlyas amcam.


"Yok amca, evdeyim bugün." dedim sanki normalde bir yere çıkıyormuş gibi.


"İyi gel benimle de pazara inelim bugün. Yumurtalar birikti onları satarız. Peynirler ne durumda hanımlar?"


"Olur amca gidelim."


"Toprağa gömdük iki büyük testi. Onlar hazırdır çıkartalım da götür bey."


Amcam kafasını sallayıp onayladıktan sonra hızla yemeklerimizi yedik.


"Piraye bulaşığa falan girişme hemen çıkalım kızım. Evdekiler halletsin." deyince yengemin bakışı soldu. Ben ise gülmeden edemedim. Bazen İlyas amcam en sevdiğim amcam oluyordu.


"Temizlikten de kaçtın bugün, bulaşıktan da." dedi Handan yengem somurtarak.


"İyi ya, arkadaşımla çene çalmaya gitmiyorum. Para kazanmaya gidiyorum." dedim sırıtarak. Bu sefer Nevin yengem bozuna uğradı.


"Kurban ol sen benim kızıma."


"İşte kilit nokta yengeciğim. Annem yaşıyor olsaydı tıpkı senin söylediğini söylerdi; kurban ol sen benim kızıma."


İkisine birden lafımı verdiğim gibi babamın kalın, örgü, yün çorabını alıp çıktım dışarıya. Amcam ileride beni beklerken hızlıca giydim ayaklarıma. Ayakkabı giymediklerimi bilmiyorlardı, gerçi bunu önemsediklerinden de emin değilim ya.


İlyas amcam eşeğin heybesine yük yükledikten sonra birine bindi. Arkadaki eşek de bana kalıyordu o hâlde.


"Aman kızım dikkat et, yumurtalar kırılmasın."


"Olur amcacığım gözüm gibi bakarım." dedikten sonra atladım eşeğe. Şehir merkezine doğru yola çıkarken gördüğümüz tanıdıklara selam verdi amcam. Beni de epeydir görmediklerinden olsa gerek şöyle bir bakıyorlardı.


"Ekrem'in kızı mı? Piraye mi? Maşallah nasıl büyümüş."


"Piraye ya. Boyumuz kadar oldu işte çoluk çocuk."


"Dünyaya gelen büyüyor, serpiliyor İlyas'ım. Benim Feridun ile akranlar sanırım."


"Öyledir herhalde bilmem ki. Neyse tutma bizi işimizi var." dedikten sonra dehleyerek yürüttü eşeği. Konu bana gelince ne amcalarım ne de yengelerim diken üzerinden inmiyordu. Bir başkasıyla yakıştıracaklar diye ödüm kopuyordu bu yüzden.


Bir yetmiş boylarında, siyah sırma gibi saçlarım annem gibi yemyeşil gözlerim vardı. Yengem bu yüzden dikkat çektiğimi düşünüp bir ara gözlükle yürümemi bile söylemişti.


Dile getirmedikleri bir diğer gerçek ise artık evlenme yaşımın yaklaştığıydı. Köy yerinde kızlar bu kadar bile durmazdı. Ancak ben onların asıl niyetinin ne olduğunu çok iyi biliyordum.


Pazar yerine gelince durdurduk eşekleri. Ben onları arkada bir yere bağlarken, amcam heybelerindeki sepetleri indirdi. Çok şükür bir tane bile yumurta kırmadan gelmiştim. Amcam diğer heybeden, eldiven, paket, terazi gibi kullanacağımız alet edevatı çıkarmaya başladı. Pazar yerinde bizim de yerimiz vardı ve tahta masamız hazırdı. Yumurtaları oraya kadar dikkatlice götürdüm.


Mart ayının sonlarındaydık. Bu yüzden hava bir açık bir kapalıydı. Getirdiğimiz kağıtlardan külahlar yaparak hazırlamaya başladım. Yumurtaları bu külaha sarıp verecektim. Üzerime ise en eski elbisemi giymiştim. Zaten yeni elbisem yoktu ya, diğerlerinin başına bir şey gelsin istemedim.


"Hanım kızım kolay gele. Yeni kuruyorsun tezgâhı sanırım ama on tane yumurta sararsan alıp gideyim. İşim acele."


"Hemen sarıyorum bey amca. Siftah senden bereketi Allah'tan olsun." dedikten sonra yumurtaları külahın içine güzelce yerleştirdikten sonra torbasına koydu.


"Siftahsa eğer bu da uğur parası olsun o zaman. Üstü kalsın kızım, hadi hayırlı işler." diyerek elime aldıklarından fazla para tutuşturup gitti bey amca. Biriktirdiğim paraları nasıl mı biriktiriyordum? Tam da bu şekilde işte. Bahşiş verenler sayesinde günüm güzelleşiyordu.


Zinhar yumurtaların asıl parasına dokunmuyordum. Çünkü diğerlerinin de rızkını alıp kul hakkına girmek istemezdim. Her ne kadar onlar bunu düşünmese de...


Amcam üç yan tezgâhta küpleri açmış müşteri bekliyordu. Bir ara da yufka ve bazlama yapıp satmıştım burada. Beni tanıyan da az çok bildiği için gelir alırdı. Zaten gelirin az olduğu zamanlar beni bilerek getirirdi amcam.


Hiç söylemese de yetim ve öksüz olduğum için, insanların ilk bana yöneleceklerini biliyordu. Köyümüz oldukça küçüktü ama aynı şey kasaba için de geçerliydi. Bilinen bir gerçek daha varsa; o da kara haberin tez yayıldığıydı.


Zaman geçtikçe bir sepet yumurtayı satmış diğerlerini bekliyordum. Amcam da bir testi peynirin yarısını anca satmıştı sanırım. Ayaklarım gittikçe soğuğu yerden çektiği için çaktırmadan bir çift yün çorap daha giydim.


Sonra arkamı döndüğümde bir şey oldu. Güneş bulutların arasından kendini çıkarıp gözlerime çarparak ışıldadı ve gözüme vururken tezgâhın önünden geçen o adamı gördüm. Kara kaşlı, kara gözlü, oldukça heybetli o delikanlıyla göz göze gelince duraksadı.


Birbirimizi aynı anda görmüştük. O andan sonra rüzgâr ılık ılık eserek yüreğimi yaladı sanki. Saçlarımı uçuşturmasına rağmen ellerimle tutup düzeltemedim. İnce bıyıklı bu adam gözlerimden başka hiçbir noktaya bakmıyordu.


Sanki güneş ışıldadı, bir sihirli değnek çıktı ve bize doğru dokundu gibi hissettim.


Ardından daha fazla gözlerimi tutamadan çektim onun üzerinden. İnşallah bir gören olmamıştı. Yoksa laf söz çıkarsa yayılır gider, bir de onunla uğraşırdım.


Bir an sonrasında ise başımı eğdiğin yerde bir çift ayak fark ettim. Büyük bağcıklı postalların sahibine baktığımda ise az önce tutuklu kaldığım gözleri gördüm.


"Kolay gelsin hanımefendi. Yumurtalar taze mi?"


"Sağ olasın. Evet taze, kendi ürünümüz."


"İyi, sar öyleyse hepsini." dedi az evvel giydiğim açıkta kalan yün çoraplara bakarak.


"Hepsini mi?"


"Evet, hepsini."


"Kalabalık bir aileniz var öyleyse, çoluk çocuk." dedim yumurtaları külahlara koyarken. Bir yandan adamın ailesi varsa, baktığım için kendimi üzgün hissedecektim. Ancak billahi isteyerek olmamıştı. Bir anda tutunmuştu gözlerim gözlerine bir mıknatıs gibi.


"Yok, anam babam burada değildir. Tek yaşıyorum burada, bekarım, çoluk çocuğum da yok."


Verdiği bilgilerle birlikte yeniden ona baksam da hemen çektim gözlerimi. Ağız aramışım gibi mi olmuştu da, bekar olduğunu vurgulama ihtiyacı mı hissetmişti?


"Bozulmasın yumurtalar sen bitirene kadar? Sonra kötü yumurta satmışsın deme bana gelip."


"Ben çok yerim yumurtayı. Bu bedene sahip olmak kolay değil hanımefendi, iyi beslemek lazım."


"Anladım beyefendi, bana da afiyet olsun demek düşer öyleyse."


"Her geldiğimde burada bulabilir miyim sizi?" dediğinde yeniden başımı kaldırıp baktım anlamayarak. Ayrıca boyu posu da maşallah yerindeydi. Kafamı arşa çıkarmıştım bakmak için resmen. "Yani yumurtalar kötü çıkarsa diye."


"Yok, hep burada olmam ben. Üç yan tezgâhta amcam var, bir sorun olursa gelir onu bulursun." dediğimde bunu bir tehdit gibi mi algıladı bilmem, boğazını temizleyip amcama baktı.


"Sizden satın aldığım yumurtalar için niçin bir başkasıyla muhatap olayım hanımefendi?"


Gülmemek için dudağımın içini dişlerken çok konuştuğumuzu da fark ettim. Bir alışverişten uzun sürmüştü.


"Olmayın o hâlde efendim, bekleyin ki geleyim." demiştim büyük bir imayla ancak o öyle anlamadı.


"Gelecekseniz beklerim elbet."


Az önce gözlerime vuran güneş, şimdi kalbimi hedef almıştı. Bir kuş tüylerini elime yüzüme sürüyormuş gibi hoş oldu içim. Yeniden gözlerine bakmaya cesaret edemedim. Kendine gel Piraye, bakma daha fazla. Ver yumurtasını gitsin. Sana ne günde kaç yumurta yiyor.


Oldukça çok yumurta aldığı için külahları tezgâhın altındaki pet şişeye yavaşça dizdim. Neredeyse elli yumurta vardı.


"Buyurun afiyet olsun."


Cebinden bir tomar para çıkarıp bir kısmını elime uzatınca "Ama bu fazla. Şunu alın lütfen." dedim.


"Bu yumurtalar için değer, kötü çıkarsa geri geleceğim, bunu unutmayın." dedi ve parayı geri verirken parmaklarıma dokundu parmakları. İşte bu yeniden kara gözlerine baktığım andı.


"Geri geldiğimde sizi bulmak ümidiyle, hayırlı günler." dedi ve tüm heybetini de ardına alarak arkasını dönüp gitti. Tezgâhımın önü boşalınca bulut yeniden güneşlerin arkasına saklanmış gibi ürperdi bedenim. Ne olmuştu öyle?


Bu bahar nasıl gelmişti ruhuma? Ayaklarımın bile ısındığını hissettim. Hava yeniden kapanmıştı ama bedenimin sıcaklığı artmıştı. Fazla verdiği parayı gizli cebime koyarak diğerlerini yumurta parasının içine koydum. Amcaların ve teyzelerin verdikleri bahşişi gayet normal karşılıyordum. Bu niye garip hissettirmişti? Sanki yanlış bir şey yapmışım gibi.


Genç bir erkek olduğu için böyle hissetmiş olabilirdim. Derin bir nefes alarak kendime geldim. Amcama bakmak için başımı çevirdiğimde, delikanlının arkasını dönmüş bana bakıyor olarak göreceğimi düşünmemiştim.


Gözlerimi kaçırdığım yetmezmiş gibi bir de arkamı döndüm sepetleri almak için. Neler olduğunu bilemesem de yarın bir gün kimsenin kapıma gelip bana umut verdin demesini istemezdim. Tabii kötü şeyler de olabilirdi. Bana baktı, iş attı, aranıyor, herkese bakıyor gibi çirkin ithamlara kadar yol alırdı. Kimseye hiçbir konuda güvenemezdik. Dilin kemiği yoktu.


Amcam yumurtaların hepsinin bittiğini görünce şaşırsa da çok sevindi. Tüm yumurtaların parasını çıkartıp verdiğimde içinden küçük bir miktar ayırıp "Al kızım bu da senin hakkın." dedi. Yüzümde oluşan gülümsemeyle teşekkür ettim. Alın terimle çalışıp kazanmıştım. Hakkım bu değildi elbette ama bir evde hep beraber yaşadığımız için daha fazlasını isteyemezdim.


Peynirlerin çoğunu sattıktan sonra havanın kararmasıyla eve dönme kararı aldık. Testinin yarısı kalmıştı, artık o da bizim dolabın hakkıydı. Çörek otlu çökeleğe bayılırdım. Hele bir içli gözlemesi olurdu ki lezzeti arşlara çıkardı.


Eve gelip hazır yemeğe oturunca yaşadığım mutluluk katlandı. Ancak günün son bulaşığı yine bana kalmıştı.


İşlerimi hallettikten sonra herkese hayırlı geceler dileyerek odama çıktım. Annem ve babamın odasını kullanıyordum o günden beri. Bu bana ayrı hisler veriyordu.


Beyaz çiçekli geceliğimi giydikten sonra getirdiğim gaz lambasını söndürdüm ve yorganın içine girdim. Keşke annem ve babam burada olsaydı da ben bu karyola yerine yer yatağında yatmaya devam etseydim.


Gözlerimi karanlık tavana dikerken, tavanda oluşan resim bir anda kara kaşlı, kara gözlü o delikanlıya dönüştü. Hemen korkarak kapattım gözümü. Ömrümde hiç erkek görmemiş gibi bir kere konuştuğum kişinin rüyalarımı süslemesine izin veremezdim.


Ancak gece boyu rüyamda gördüğüm şey para verirken birbirine değen parmaklarımız ve güneş ışığının çarptığı gözlerimle gördüğüm adamdı. Belki de güneşin başka bir anlamı vardı ve gözüme çektiği yeni bir perdeyle o delikanlıyı, böyle hoş görmüştüm...

Loading...
0%