Yeni Üyelik
31.
Bölüm

31. Bölüm

@1scintilla

Kaç bozuk ağzı dinledik


Kaç yalanına gülümsedik bilmem


Kaç aldanıştır bu


Yüz buldukça edilen yeminler


Hali hazırda devredilen görevler


Bana değmeden yaşasın yılanlar


Adile Göçmez


Bölüm 31. Cümbüşün Gerçeklik Ezgisi


Yazardan 


Hayatta ikileme düşülen bir çok an var vardı, önemli olan kalbinizin ve aklınızın sizi nereye sürükleyeceğiydi. Kalbiniz her şeyi romantik bir ölçüde tutarken, aklınız tüm mantık sisteminizin çalışması için sizi zorlamaya bayılırdı.


Ali Ata için de durum bundan farksızdı. Piraye'nin mırıldanarak söyleyip tekrar uykuya daldığı cümleden sonra aklı ve kalbi arasında savaşıp durdu.


Bir şeyden kesinlikle emindi; o da karısının, doğduğu gün yanmaya mahkûm olduğuydu.


Şafak bu kez bir hastane odasında diğer hastalarla birlikte üzerlerine doğarken, Ali Ata hâlâ uykuda olan sevdiği kadının eline narin bir öpücük kondurup ayağa kalktı. Bedenini oturduğu rahatsız sandalyeden sonra esnetip dışarı çıktığında Perihan'ın iki sandalye yanında gözünü kırpmadan onu izleyen hekimi buldu.


"Günaydın kardeşim."


"Günaydın doktor, buralardaysan gidip bir telefon kulübesi bulacağım," dedi Ali Ata sıkıntılı bir ifadeyle.


Yarkın'ın gözü Perihan'a takılıp yeniden arkadaşına döndü. "Buralardan çıkışım da kaçışım da yok birader. Hastanenin arka kapısında var telefon," dedikten sonra onun omzunu sıktı. Bu dost desteği demekti. "Geçmiş olsun kardeşim, her anlamda."


"Eyvallah," diyerek adımlarını sert ve kendinden emin bir şekilde hastanenin dışına doğru yönlendirdi Ali Ata. Her anlamda geçmiş olsun demek, birazdan ailesiyle yapacağı konuşmayı da kapsıyordu. Öncesinde uzakta varlığını bildiği büfeye uğrayıp telefon jetonu alması gerekiyordu.


Tüm işlerini hallettiğinde geriye bir tek ciğerlerine derin bir nefes çekmesi kaldı. Daha önce ailesini aramaya bu kadar isteksiz olduğunu hatırlamıyordu. Tereddütlü parmakları en sonunda numarayı çevirdiğinde annesinin huzur dolu sesi doldu kulaklarına.


"Aslanboğa'ların malikanesi."


"..."


"Alo... buyurun... yanlış mı aradın acep? Hakan, gel şuna bak evladım hincik (şimdi) ses gelmiyor, acerini (yenisi) alalım diyorum da kimse oralı olmuyor."


"Ana..."


"Ali'm, yavrum sesini duydum ikinci bir güneş doğdu yuvama. Çekmiyor mu çocuğum niye seslenmiyorsun?"


"Hat iyi düşmemiştir belki," dedi Ali Ata saçma olduğunu bilerek ama söyleyecek başka bir şey bulamayarak.


"Nassınız, iyi misiniz Ali'm? Gelinim güzel kızım Piraye'm nasıl doyamadık size valla?"


"Siz nasılsınız ana?"


"İyiyiz şükür, sağlığınıza duacıyız," dedi Satı kadın sona doğru sesi kısılarak. Oğlu görmese de elini yüreğine bastı. Hat mat değildi oğlunun derdi, nasıl olduklarını sorarken titrediği sesten anladı bir derdi olduğunu. Bir süre beklediler öyle sessizce. Ali Ata hattın öbür ucundaki annesinin varlığından güç alıyordu. Annesi söylenilemeyen her kelime için bir göz yaşı akıtıyordu.


Hakan annesinin ağladığını görünce yanına koşup önce gözyaşlarını sildi, ardından sorgu dolu bakışlarıyla telefonun ahizesini eline aldı. Annesinin büzdüğü dudaklarından bir şeyler olduğu belliydi.


"Alo? Abi, sen misin?"


Ali Ata, Hakan'ın sesiyle silkelenip kendine geldi. "Hakan, koçum bir haberim ama telaşlanmayın," demişti demesine ama onun da yüreğine korkunun tohumları çoktan serpilmişti işte.


"Söyle abi," dedi kekeleyerek. Duyacağı her neyse şimdiden içi alevlenmeye başlamıştı.


"Evimizde yangın çıktı," dedi Ali Ata daha fazla beklemeden.


"Ne?"


"Ne olmuş," Satı kadın da duyması gereken şeyin büyüklüğünü hesaplıyordu kendince.


"Piraye evde tek başınayken çıkmış ve dumandan etkilenmiş, hastanedeyiz şimdi durumu daha iyi. Sadece haber vermek istedim, arayıp ulaşamazsanız diye," demişti ama sadece içindekileri ortaya döküp teselli edici birkaç çift söze ihtiyacı vardı. Kimse telaşlanmadan bir başkasından duymadan ilk ağızdan öğrenmeleri lazımdı.


"Yangın mı? Yengem gerçekten iyi mi abi? Nasıl olmuş biz hemen oraya gelelim?"


İlk cümleyi duyan Satı kadın olduğu yere oturdu bir eli yüreğinde, diğer eli de feryat etmesin diye ağzına kapanarak.


"Nasıl olduğu belli değil Hakan, gelmeyin hemen ev ne durumda bilmiyorum. Ben haber ederim size."


"Abi siz gelin o zaman, al yel yengemi bakarız burada mis gibi. Yengem sadece duman mı solumuş, yoksa..." diyemediği her sözcük ikisinin de boğazına bir düğüm olup tıkıyordu. Yoksa demek yangınların içinde kalıp cayır cayır yandı mı demekti, bedeninde, kendinde, sağlığında ve ruhunda hasar mı var demekti?


"Yetiştim Hakan, zamanında... Yorganı başına çektiği ve yangın henüz o odayı tam sarmadığı için fiziksel bir yarası yok," dedi anlatması son derece güç olurken. Yangın, yara, fizik, ruh... Bunlar nasıl sözcüklerdi böyle? Ağzından çıktığı an sanki gerçeğe daha felaket dönecekmiş gibi ürkütüyordu insanı. Sanki soğuk bir rüzgâr esip titretmiş gibi ürperdi Ali Ata.


"Çok şükür, çok şükür. Geçmiş olsun abi. Yengeme saygılarımı ilet, anneme de sıkıntılı bir durum olmayacağını söyleyeceğim," dedi Hakan kendini biraz daha toparlayarak. Abisinin zamanında kelimesi ona çok ağır gelmişti ama annesinin yanında daha da deşemiyordu. Yaşlı kadının yüreği kaldırmazdı. Bu yüzden en kısa zamanda bu işin aslını astarını öğrenmesi gerekecekti.


"Tek kelime edemedim ona Hakan, ağzım dilim düğümlendi bir anda. İçini rahatlat koçum, Piraye gözünü açtı ve normal odada. Durum neyse ki o kadar büyümedi."


"O iş bende abi, Allah'a emanet olun," dedikten sonra, önce Ali Ata kapattı telefonu. Omuzlarından bir yük kuş olup uçmuştu sanki. Dile gelen bazı şeyler böyle rahatlatıyordu insanı işte. Şimdi daha hafiflemiş bir şekilde Piraye'sinin yanına doğru ilerletti adımlarını.


Hakan yere çöken annesinin yanına eğilip, düşen baş örtüsünü aldı omuzlarından. Kapatmadan önce ak düşmüş saçlarını öptü. Yaşlı gözlerini sildi yeniden. Yüreğindeki elini avuçlarının arasında sıktı güç vermek ister gibi.


"Annem, kötü bir haber aldık diye kendini yerlere mi atman gerek? Kim duracak çocuklarının yanında kanun gibi. Nerede o eski Satı Hanım, vurduğu zaman yeri titreten?"


Hakan işi biraz yumuşatmaya çalışsa da annesi bu durumu yemedi. Hâlâ dolu gözlerle söyleyeceği felaketin devamını bekliyordu. "Abimlerin evinde bir yangın çıkmış. Piraye yengem biraz duman solumuş abim gelene kadar, sonra da hastaneye gitmişler. Yengem iyiymiş, gözünü açmış. Abim sadece arayıp ulaşamazsanız diye anlattı. Daha kötü bir durum yok şükür ki. İkisi de şu an iyiler."


Tek solukta anlattıkları Satı kadının kulağına giriyor ama yeterli gelmiyordu. Daha fazlasını duymak için soru dolu gözlerini dikti oğluna. "Vallahi billahi tillahi bu kadar. Aha duydun ne kadar konuştuk, başka bir şey anlatmadı işte."


"Essah mı, nasıl çıkmış yangın, yakmayın benim de ciğerimi anlat?"


"Bilmiyor anne, adamın acısı taze, daha fazla eşelemedim."


"Gidelim hemen, dur ben hazırlanayım?"


"Anne, anne bir dur yav. Ev ne durumda bilmiyorum, ben size haber ederim diyor. Gidip nerede kalacaksın?"


"Evleri kül mü olmuş oğlumun Hakan," diye feryat edip dövünerek ağladı bu sefer Satı kadın. "Emek emek uğraşıp seçtiler her şeylerini, Allah'ım hem canlarıyla hem mallarıyla sınadın yavrularımı."


"Şşt isyan etme şükret diye terlikle kovalarsın normalde bizi. O ağzın neler diyor öyle?"


"Ana?"


Aşağıdan Öcük'ün bağırmasıyla ikisi de toparlanmaya çalıştı. Önce kendileri hazmetmelilerdi bu durumu. Özlem abisine çok düşkündü, yengesini de özellikle sevmişti. Dili sivri ama kalbi hassastı, ne kadar geç duyarsa o kadar iyidir diye düşündü ikisi birden.


Diğer tarafta Perihan, Ali Ata'nın odadan çıkmasıyla hekimle göz göze geldi. Gitmek, arkadaşımı görmek istiyorum der gibi. Bakışlarıyla anlaşan ikili, hekimin yavaşça gözlerini kırpmasıyla ilerlediler. Hekim çok şükür ki bir sorun görmemişti. Biraz daha oksijen alıp ciğerleri iyice temizlendi mi tamamdır diye düşündü.


Tabii bir de Piraye'nin kendine geldiğinde anlatacaklarını merak ediyordu. Hekim Piraye'yi kontrol ederken Perihan diğer tarafına geçip elini tutmuştu bile. "Arpalar yazın olur, geceler uzun olur, dostundan ayrılanın, gönlü hep hüzün olur. Uyan artık be dut tanem, yapraklarım soldu."


Piraye, dostunun sesini duyduğunda içinde cıvıl cıvıl kuşlar ötmeye başladı. Dudakları iki yana doğru kıvrılırken bir sözle de o karşılık vermek istedi.


"Bağ benim belletirim," diyecek olmuştu ki Perihan'ın neşeli sesini yeniden duydu.


"Dur dur deli kız, devamını burada getirmek istemezsin. Açtın sonunda ağzını güzel kuşum. Çok korktum, hayatımın en uzun ikinci gecesiydi," dedi Perihan, birinci gece annesinin onu bir başına bırakıp evi terk ettiği gündü. İkinci de en yakın dostunu kaybedecek olmanın verdiği azap dolu geceydi işte. Gözyaşları hiç dinmediğinden hafif şişmişti ama bu umurunda bile değildi.


Piraye duyduklarıyla kaşlarını çattı. Burada derken ne demek istemişti? Gözlerini açıp etrafı şöyle bir taradığında beyaz bir tavan, hemen yanında çekili beyaz bir perde, ileride ise bir hemşire vardı.


"Ne oldu, yerimde güçlü ve heybetli kocanı göremedin diye mi çatıldı o kaşların?"


İşte Perihan'ın neşelendirmek istediği cümle, Piraye'ye anında yürek yangını olarak döndü. "Kocam nerede? Ne oldu? Perihan Ali Ata nerede?"


Kalkmaya hazırlandığı zaman hekim tarafından durduruldu hemen. "Dur bakalım yenge hanım, kocan sabaha kadar başındaydı. Helaya kadar gitti gelir şimdi. Serumun bitmeden buradan kalkamazsın."


Piraye kolundaki iğneye bakıp yavaş yavaş hekime doğru çevirdi bakışlarını. Duyacaklarından korkmuştu. Zihninde son yaşananlarını düşündü neler oldu diye. Ali Ata gelmişti ve yemek yiyemeden geri gitmişti. Piraye buna üzülüp kendini yorganın altında saklamıştı.


Uzun zaman sonra ilk defa doğum gününe sevdiği bir insanla girecekti. Onun için sevdiği yemeği yapıp hazırlanıp beklemişti. Gidince gönlü bundan kırılmıştı ve iştahı kaçmıştı işte. Tamam ama sonra ne olmuştu? Biraz daha zorladı Piraye, bir ara gözünü araladığında kocasını gördüğünü hissetti ama başka da bir şey yoktu.


"Ne oldu? Kocamı görmek istiyorum doktor. Niye bu haldeyim söylesenize?"


"Piraye, doktorun olarak diyorum ki yerinden kalkamazsın!"


Sanki fazlası var ama ondan saklıyorlarmış gibi hisseden kadının gözleri hemen doldu. Zehir yeşili gözlerinden yanağına şıp diye düşen damlayı görünce hekim gözlerini kapattı. Sert mi çıkmıştı bir an diye düşündü ama açıklamayı arkadaşının yapmasını istediği için oyalıyordu sadece.


"Boncuk gözlüm ağlamana gerek yok gelecek şimdi, az önce buradaydı."


"Piraye'm?"


İşte Ali Ata'nın adını zikrettiği tek kelimesini duyunca dünyalar onun oldu. Başını çevirip görmek istediği son şey oymuş gibi ihtiyaçla kocasına baktı.


"Ali'm?"


"Yüreğim," diye en yumuşak ses tonuyla gitti sevdiği kadının yanına. Hekim ve Perihan tek kelime etmeden çifte kumruları yalnız bıraktı. Giderken öndeki perdeyi çekip hasta mahremiyetine önem veren kişi hekimdi.


Ali Ata'nın uzattığı eli hemen tuttu Piraye. Zaten o ne zaman elini uzatsa tutardı. Yüzüne doğru yaslayıp avuç içini öptü. Gözlerini kapatıp anın hissiyatını iliklerine kadar yaşadı. Çok korkmuştu, ona bir şey olma ihtimali, onu da kaybetme ihtimali yüreğinde oluşan boşluğun artması demekti. O öyle bir boşluktu ki artık ortada yürek namına tek bir zerre bile kalmazdı.


"Bu kadar çok mu özledin beni?" Ali Ata'nın dudaklarından dökülen her sözcük sihirli birer melodi gibi yankılanıyordu Piraye'nin kulağında. Dudakları önce karısının saçlarına ulaştı. Onu göremediği her dakika telaşına telaş katıp farklı düşüncelere yelken açtığı için boncuk boncuk terlemişti.


Sonra dudakları sırayla zehir yeşili gözlerine, kızarmış burnunun ucuna, rengi gelmemiş yanaklarına ve en son kulaklarına doğru tırmandı. "Ben de seni çok özledim, kalbimin içi. Gözlerinin böyle tatlı ve canlı canlı parlamasını özledim. Nazlanarak konuştuğun her anı, mis kokunu özledim."


Kulağına fısıldanan sözler Piraye'nin tüm telaşını kanatlanıp uçururken, yerini kuş tüyünün verdiği tatlı bir his bıraktı. Gözlerini kapatıp başını kocasının boyun girintisine sakladı. Biraz burada soluklansa ve zaman dursa olmaz mı diye düşündü.


Ali Ata kollarıyla, kucağına ufacık gelen bu kadını sardı ve ona biraz zaman tanıdı. Piraye en sonunda geriye doğru çekilip yeniden yeşillenen gözleriyle ona baktı. Ağlayacağını anladığı an dudaklarının durağı bu sefer sıcak dudaklar oldu. Kalplerindeki aşılmaz büyüklükteki sevgiyi dudaklarından birbirine aktarılar.


Birbirinden kopamayacağı yumuşaklıkta dudaklarını ilk çeken Ali Ata oldu. Alnını alnına yasladığında derin bir soluk verdi. Şimdi açıklaması gereken zor bir an daha kalmıştı. Ailesine anlatırken çektiği zorluğun daha fazlasını şimdi çekecekti çünkü Piraye önce kendini suçlayacaktı, sonra üzülecekti ve daha sonra aklına gelen ihtimaller silsilesinden birine kahrolacaktı.


Piraye'nin sormaya korktuğu sorunun cevabı Ali Ata'nın dudaklarından döküldü. "Evimizde yangın çıktı," dediğinde Piraye'den iç titreten bir iç çekiş duydu. Bir eliyle saçlarının ucuyla oynayan Ali Ata onu yatıştırıp sakinleştirmek istiyordu. Alnını alnından bu yüzden hiç çekmedi. Zehir yeşili gözlerindeki o korkunun emarelerini zinhar görmek istemiyordu.


"Çok şükür ki sana bir şey olmadı Piraye. Geldiğimde uyuyordun, gelmeseydim," diyerek devamını söylemeye cesaret edemeden Piraye'nin parmakları kocasının dudaklarını buldu. "Yorganı başına kadar örttüğün için dumandan tehlikeli boyutta etkilenmemişsin." Öptüğü parmak uçlarının ardından çıkan cümlesi buydu.


Piraye doğduğu gün yanarak can verebilir ve bu aşk hikâyesi keskin bir acıyla yarım kalabilirdi. İhtimallerin birinde bu vardı. İkisi de dile getirmeden yüreğinde bunun ıstırabını taşıdı bir müddet. Burnunu çeken Piraye daha fazla susmanın manasız olduğunu düşündü.


"Neden dolayı, yani ben, yani..."


"Bilmiyorum güzelim, tek derdim seni oradan kurtarmaktı. Nedeni niçini umurumda değil şu an."


Kocası gelip onu yangınların içinden kurtarmasaydı şu an kollarının arasında olamayacaktı. Bu garip vicdan yüküyle kollarını omzuna doladı. Ancak Ali Ata'nın irkilmesini beklememişti.


"Pardon canını mı yaktım?"


Gözlerine bakmadığında düşüncelerinin çirkin dalgası bir kez daha şiddetle vurdu zihninin kıyısına Piraye'nin. "Ali'm, zarar mı verdim sana? Dön de bir bakayım."


"Senden gelen her şeye razıyım ben Piraye. Zararı ziyanı beni ilgilendirir. Önemli bir şey yok hekim baktı. Sen sadece kendini düşün. Serum bittikten sonra çıkabilirmişiz."


"Nerede, nerede yeğenim? Piraye?"


"Dursana bey amca. İyiler, sakin ol. Odaya böyle gürültülü girme hastalar var."


Hekimin uyarıcı ve oyalayıcı konuşması, genç çiftin uygunsuz bir vaziyette yakalanmamaları içindi. Keza öyle de oldu, birbirlerinden ayrıldıkları an beyaz perde açıldı ve Piraye haftalar sonra amcalarını gördü.


"Piraye, nasılsın yavrum? Oh çok şükür Allah'ıma aklım çıktı, neler duydum!"


"İyi misin güzel kızım çok korktuk haberi alınca?"


Atilla ve İlyas amcasına şaşkınlıkla bakan Piraye haberi nereden aldıklarını anlamamıştı. Onu ziyarete mi gelmişlerdi yoksa? Daha kocasıyla tüm detayları konuşamadan konuya başkalarının dahil olmasından hoşlanmamıştı. Yine de derin bir nefes verdi.


"İyiyim amca, gördüğünüz gibi çok şükür."


Atilla amcası gelip saçlarının üzerinden öptü. Duyunca içi içini yemişti. Zaten emanetine doğru düzgün sahip çıkamadı diye yüreği dağlanmıştı. Şimdi de hem öksüz hem yetim kalan bu kızın başına gelmedik iş kalmıyordu.


"Şaziye Hanım geldi sabah sularında kapıya. Perihan'ın eve gelmediğini belki yine bizde kalabileceğini düşünmüş," derken Piraye'nin gözleri kapının önünde dikilen Şaziye'ye kaydı. Allı güllü elbisesiyle Perihan'ı köşeye çekmiş sıkıştırıyordu, bir de ağzını yaya yaya çiğnediği sakızı vardı.


"Perihan bizde yok deyince, aklımıza ilk senin evinde olduğu geldi tabii. Ali oğlum adresi bana söylemişti. Kız ortada olmayıp analığı meraka düşünce biz de düştük yola. Sonra konu komşuyu yangın söndürme çabalarıyla görünce, başımdan aşağı kaynar sular döküldü Piraye. Allah'ım korumuş seni. Neden olmuş, neler olmuş öyle?"


"Atilla Bey, biz sizinle detayları dışarıda konuşalım isterseniz, hem Piraye'yi de yormamış oluruz," diyerek iki amcayı da dışarıya çekti Ali Ata. Demek tüm bu yaygara Şaziye denen kadının başının altından çıkmıştı diye düşündü. Oysa Perihan varlığından haberi olmayacağını söylemişti.


O sırada hastanenin bir köşesinde yürümek isteyen Feridun'un yolunu kapatan kişi ise Zehra'ydı.


"Zehra Hanım çekilir misiniz lütfen arkadaşımın yanına gitmem gerek?"


"Hani önce bana söyleyecektin bir şey olduğunda? Böyle anlaşmamıştık sarışın?"


"Adım Feridun, sarışın değil."


"Benim lügatımda senin adın sarışın olarak geçiyor. Zira zihnimdeki küçük telefon rehberine de böyle kaydettim."


"Ne dediğini anlamıyorum."


"Farkındayım. Sana yardım ederken beni de bilgilendireceğini söylemiştin," dedi Zehra derin bir nefes vererek. Bir yandan elbisesinin ucuyla oynuyordu. "Lakin kuzenim ateşler içinde kalıyor en son benim haberim oluyor."


"Neden, önceden bilsen bir odun da sen mi atardın Zehra? Yapmamış olduğun şey değil."


Zehra yüzüne doğru haykırılan ve bıçak gibi keskin cümleden hiç hoşlanmadı. Evet bazı şeyler yapmıştı, zorunda kalmıştı ancak pişmandı. Hayat boyunca sobadaki kurum lekesi gibi karşısına mı çıkacaktı bu durum? Keşke tenine değen bir leke olsaydı bu, en azından yıkayınca çıkardı. Fakat karşısındaki bu sarı saçlı adam lekeyi onun ruhunda görüyordu.


Onunla şu an için irtibat kurabileceği tek konu kuzeniydi. Bu yüzden tüm fırsatları değerlendirmek için pusuda bekliyordu ancak böylesi bir durumla karşılaşmak onu bile şaşırtmıştı. Zehra'nın düşen yüzünü gördü fakat yine de acımadı Feridun, kalbi kararmış kadınların sahte üzüntülerine aldıracak değildi.


"Sadece merak etmiştim, anlaşmaya uymuyorsun?" dedi Zehra zorlukla çıkan sesiyle.


"Neden bu kadar merak ettiğini açıklamak ister misin?" diyerek bir adım attı Zehra'ya doğru. Bu beklenmedik yakınlık karşısında kendini geriye doğru giderken buldu o da. Yanaklarına basan kan utançtan dolayıydı ama Feridun bunu masum düşüncelere odaklamazdı asla. Parmağının tersiyle al al olmuş yanaklara dokunup geri çekildi hemen, saniyenin onda biri kadardı bu süre.


"Söylesene Zehra kız, neden rengin değişti böyle? Deri değiştirme mevsimin mi geldi yoksa?"


Feridun'un sözlerinin yakıcılığını gerçek anlamda düşünmemişti hiç Zehra. Çok büyük bozuldu. Şimdi yanaklarını feci bir utanç duygusuyla daha da kızarmıştı. Bu adamın ona yaptığı imalar bir gün sonu olacaktı. O da ne sanmıştı böyle yakınlaşınca...


"Kırıcısın, sarışın," dedi son sözcüğü ağzından zoraki çıkarırken. Her şeye rağmen diline böyle pelesenk olsun istiyordu işte.


"Sen de oldukça kırıcısın fakat insanlar bunu sorun etmiyor. Ne o, çatallı dilini bana batıramadığın için mi bu kadar bozuldun yoksa?"


Zehra hırsla itti önündeki ela gözleri güneş kadar yakıcı bu adamı. Kırmızının alevli tonu bu kez gözlerindeki hırsa yanmıştı. Hırsını alamayıp bir kere daha itti Feridun'u göğsünden.


"Aptal, aptalsın!" dedikten sonra saçlarını bir hışımla savurup rüzgâr gibi esip geçti yanından. Geriye bu konuşma boyunca ilk kez samimi bir şekilde gülümseyen Feridun'u bıraktı.


Amcalarla konuşan Ali Ata gergindi. Aklındaki tüm soru işaretlerini bir bir döktü önlerine. Neyin ne olduğunu birlikte bulmakta fayda vardı. Hastanenin dışındaki tahtadan bozma taburede otururken gözüne tüm keyfiyle ıslık çalarak gelen Fatih takıldı. Neredeyse pişmiş kelle gibi sırıtarak yaklaşan Fatih, Ali Ata'yı görünce attığı adım havada kaldı.


Çark yeniden dönmüş ve ortaya çıkan birden fazla ok birbirine karışmıştı. Gülümsemesi yavaşça sönen Fatih'i tüm detaylarıyla izleyen Ali Ata'nın öfkesi içinde bir balon gibi şişmeye başladı. Bilinen en net gerçek şuydu ki; Fatih, Ali Ata'yı görünce donup kalmıştı. Onun, karşısında dipdiri ve canlı olmasını değil ateşler içinde yanmış ve külleri etrafa savrulurken bulmayı bekliyordu.


Hissetti bunu Ali, iliklerine kadar bu şerefsiz adamın karıştırdığı her boku hissetti. Zira gözlerinde oluşan korku kırıntıları büyüdükçe büyümüş, içindeki öfke balonunu iyice güçlendirmişti.


İkili avına saldırmaya hazır bir aslan gibi birbirine bakarken, bir cümbüş sesi duyuldu ilerideki ağacın ötesinden. Beyaz elbisesi kirlenmiş, kısa saçlı bir kadın, elindeki cümbüşü çalmaya çalışıyordu. Boynuna takılı bir davulu, kollarına takılı birden çok çantası vardı. Deli Ayten'di bu, aşkından delirmiş kadın sokak sokak gezer, çalıp söylerdi.


Şimdi de elindeki cümbüşüyle gözlerinin içine baka baka şarkı söylüyordu. Kadını tanımayan Ali Ata, tuhaf görümüne takılamadan ağzından çıkan kelimelere takıldı. Cümbüşün canlı ezgisi sardı tüm ağaç dallarını, o ağaç dalları ise sardı Ali Ata'nın kulaklarını.


Bir aşık iki yılan, sardılar yuvasını.


Fırsat kolladı düşman, gün aşırı gelip geçip.


İki yılan bir oldu, çatalı yeşili buldu.


Yeşil artık turuncu, kırmızı yuvada kaldı.


Aşığın gözyaşları yağmur oldu yere indi.


Yuvasının ateşini söndürdü göğe çıktı.

Loading...
0%