@1scintilla
|
Yaşamak: ümitli bir iştir, sevgilim, yaşamak seni sevmek gibi ciddi bir iştir.❞ - Nazım Hikmet Bölüm 32. Yaşandı ve Bitti İki aşık bir yılan, sardılar yuvasını. Fırsat kolladı düşman, gün aşırı gelip geçip. İki yılan bir oldu, çatalı yeşili buldu. Yeşil artık turuncu, kırmızı yuvada kaldı. Aşığın gözyaşları yağmur oldu yere indi. Yuvasının ateşini söndürdü Göğe çıktı. Yazardan Kadının ağzından çıkanlar Ali Ata'nın kalbini kor gibi yakarken şüphelerinin haklılık oranı zihninin her yerini sarmaya başladı. Amcalar orada dururken, Fatih şerefsizinin peşinden koştuğu an, o da av olmamak adına kaçmaya başladı. Eğer her şey açığa çıkmazsa parmaklıklar ardına girmemesi gibi bir son yoktu. Uzun boyuyla son hızla koşarken kapıdan çıkan biriyle şiddetli bir çarpışma yaşadı. İki koca adam farklı yere yığılınca Ali Ata kim olduğuna bile bakmadan kalkıp tekrar Fatih'in peşine düştü. Onu kaybedemezdi, önce her şeyi ince ayrıntısına kadar öğrenecek sonra ise burnundan getirecekti. Çarptığı kişinin Feridun olduğunu anlamadığı için o da meslek iç güdüsüyle ayağa kalkıp koşmaya başladı. "Kardeşim geçmiş olsun, kimi avlıyoruz?" "Fatih itini," dediğinde tüm hırsıyla söylediğinin farkında değildi. "Ha ben gördüm onu devam ederim, yenge seni soruyordu yanına dön sen." Hâlâ koşan ikili birbirine baktıktan sonra hızını daha da arttırdı. "Yapman gerekeni biliyorsun?" "Ayıpsın kardeşim karakoldan önce biz yoklayalım bir." "Eyvallah sarı," diyerek duraksayan Ali Ata nefes nefese kalmıştı. Piraye'nin varlığını duymak, hissetmek her daim yanında olması gerektiğine inanıyordu. Bu iti arkadaşına teslim ettiğine göre gidip yüreğinin nasıl olduğuna bakabilirdi. Amcaların yanına tekrar uğramadan yürüyecekti ki aklına cümbüşü olan kadın geldi. Ancak şöyle bir göz attığında yerinde yeller esiyordu. Feridun buranın yerlisi olduğu için ona sormayı aklına not ederek hastaneye girdi. İçerisinin kalabalığı onu şimdiden sıkarken görünmeden yeniden çıktı. Perihan olduğu müddetçe gözü arkada kalmayacaktı. Şimdi daha büyük bir sorunu vardı; o da hastaneden çıktıktan sonra nereye gidecekleriydi? *** Akşam saatlerinde Piraye kendini basan bu odadan nihayet kurtuluyordu. Ciğerleri temizlenmiş, vitaminlerini almış ve kendini daha sağlıklı hissederek oradan ayrıldığı için mutluydu. Evine gidip yatmak istediği tek şeydi. Bir ara hastaneden ayrılan kocasının neler yaptığını merak etse de bunu herkesin yanında soramadı. Ayrıca yalnız kalacakları anı iple çekiyordu. Ali Ata bir konaklama yerine haber göndermişti ancak o sırada hastaneye yeniden giren Feridun yanına geldi, arkasından da hemen Yarkın. Ağzını bile açamayıp teşekkür edemeden iki yanından da önüne anahtarlar uzandı. Piraye'nin ailesinin evine güvenemeyip başka da gidecek bir yeri olmayan Ali'ye dostları çare oldu. "Eyvallah beyler sağ olun. Ben bir yer ayarladım şimdilik." "Olmaz öyle kardeşim, biz anamgile gideceğiz bir süre. Ev yemeğine hasret kalmıştık zaten bahane oldu." "Ben de her gün bu sarının yüzünü görmekten sıkılmıştım valla. Gidelim de hem Mehveş teyzemin güzel yemeklerinden yiyelim hem de biraz Arif amcanın askerlik anılarını dinleyelim," dediği an üçü de gülüştüler. Feridun'un babası Arif, askerlik anılarını üçe beş katıp anlatıyor ve herkesin gülmesine neden oluyordu. "Kardeşim, var olun ama yerinden etmek istemiyorum kimseyi." "Oğlum o nasıl söz lan? Dost dediğin kötü günde belli olur. Yenge daha rahat eder hem, orası senin de evin." Feridun'un çıkışına yeniden cevap verecekti ki bu kes hekim konuştu. "Anlaşıldı gönlün rahat etmeyecek. O zaman başlarda kira için zor durumdayız diye elimizi cebimize attırmadığın günleri düşün. Şimdi de biz kardeşimizin para verip bir de konaklamasına izin verecek değiliz," diyerek son sözü söyledi. Derin bir nefes alan Ali Ata duygularını saklamak için bir başka yöne bakıp ardından sıkıca sarıldı dostuna. "Hani bana hani bana?" diyerek yaklaşan Feridun'unu da aralarına aldılar. "Tamam oğlum ne bu samimiyet uzaklaşın bir gören olacak," diyerek herkesi kovduktan sonra karısının yanına gitti. Giderken duyduğu söz ise Feridun'un annesinin yemek gönderdiği ve dolapta durduğuydu. Güzel dostluklar biriktirmişlerdi. Gönlü hem aşktan yana hem dosttan yana rahattı Ali'nin. Rahat olmadığı tek kısım aşkına uzanan dilleri henüz kesememesiydi. "Piraye'm?" "Ali Ata neredesin sen?" Piraye o kadar ihtiyaçla solumuştu ki adını etrafını saran kalabalıktan ve sorularından bunaldığı belli oluyordu. Hafifçe tebessüm etti kocası buna. Şimdi kedi gibi alıp sinesine yaslamak vardı. "Oğlum nereye gideceksiniz? Bize gelin ben çocukları gönderirim bir yerlere," diyen Atilla amcaya hiç olur gözüyle bakmadı. Mümkünatı bile yoktu nu durumun, kafayı mı yedirmek istiyorlardı ona? "Yok amca ben ayarladım bir yerler sağ olasın. Buraya kadar geldiniz ayağınıza sağlık," dedikten sonra kibarca yolcu ettiğini belli etti. Perihan ile Piraye yeniden sarılırken Zehra üzgün gözlerle bakıyordu. Zavallı Feride'nin ise bu durumdan haberi bile yoktu. Herkesten önce kaçıp birer tur vedaya daha dönmek istemeyen Ali Ata karısının koluna girdiği gibi çıkardı onu oradan. Dışarı çıktığı sıra evde sağlam kalan birkaç parçayı toplamıştı. Piraye'nin yangının boyutundan haberi yoktu ve birazdan canı yeniden yanacaktı. Ayarladığı arabayı görünce daralan Piraye alttan bir bakış attı. "Diyorum ki acaba biraz yürüsek mi kocam?" "Olur yüreğim, bahçede mi?" "Hayır hastane ve çevresinde değil. Odada çok bunaldım Ali'm ne olur biraz hava alalım, çiçekleri böcekleri görelim." "Sen bana bu gözlerle bakarsan ben sana nasıl hayır derim ki? Gidelim elbet, hatta çarşıya gidip alışveriş yapalım biraz." Piraye'nin, söylediklerine gözleri ışıldamıştı bile. Daha yeni onu kaybetmenin eşiğine girmişken, o ne isterse yapmaya hazırdı. Yüzündeki bir tebessüm, gözündeki bir ışıltı olmak için elinden geleni yapardı. Ali Ata taksiyi gönderdikten sonra yavaş yavaş yürümeye başladılar. Yürüdükçe daha da renkleniyordu karısının yanakları. Uzun zamandır dört duvarın arasındaydı aslında Piraye, çocuklar gibi şen olmasının açıklaması buydu. Bir it yüzünden karısını saklamak zorunda kalmıştı. Ne kadar bunaldığını, bir yürüyüşün bile ona ne kadar iyi geleceğini anlamadan geçirmişti günlerini. Onun için eve dönüp karısını görmek her şeye bedeldi. Ancak yeni bir yuvaya konan kuşun kanatları arada elbet uçmak isteyecekti, kuşlar kafeslere ait değildi. Pişmanlığın ciğerini yaktığını hisseden Ali Ata karısına daha da sıkı sarılarak yola devam etti. Yolun ortasında sarılarak yürüdüler dedikoduları zerre kadar umurunda değildi, hatta kimse umurunda değildi, tek düşündüğü şey karısıydı şu an. Yaşananların pişmanlığıyla dövünmektense onları nasıl zafere çevirebiliriz diye düşünme vaktiydi. Bir an bile geçmişe takılıp moralini bozması, geleceğine vurulan bir balta darbesi gibi olurdu. Bu darbe ağacı kesmese bile yaralardı... Çarşıya giren Piraye'nin gözü gönlü bir anda açılmıştı. En son düğün alışverişlerine gelmişti aylar önce. Yangında kül olan her şeyin yerine yenisini koyacaklardı sırayla. Buna en başta üst baş almakla başladılar. Piraye'nin elinin gittiği kumaşları alarak bir terziye verip bir an önce halletmesini istedi. Kendisi de hazır olanlardan aldı. Zeytin satan tezgâhı gören Piraye'nin yüzü anlık olarak düşse de hemen toparladı. Yediği zeytini bile çok gördükleri anlar olmuştu. "Hangisinden alalım Piraye? Gerçi sen şunları seviyorsun gibi?" "Evet ama sen de seviyorsan alalım lütfen, yemezsen ziyan olmasın." "Niye olsun güzelim azar azar alırız, canının çektiğini ekle lütfen." Ali Ata sessizce bir köşede karısıyla konuştuktan sonra tezgâha yaklaşıp istediklerini aldılar. Aynı yoldan yürüdüklerinde daha önce Fatih'in kavga ettiği adamı gördüğü an tedirgin oldu Piraye. Ali Ata'nın torba dolu eline yapışıp "Diğer yoldan mı gitsek acaba?" diye sordu tedirgince. "Neden, rahatsız mı oldun?" "Yok, biraz daha yürürüz diye?" "Güzelim yeteri kadar yürüdük, yoruldum diyen sen değil miydin az önce?" Sessizce başını sallayan Piraye el mahkûm o adamın dükkânının önünden geçti. Yine kapının karşısında ağzında bir ot parçasıyla ağaca yaslanmış duran adam Piraye'yi yanında başka bir adamla görünce burnundan nefeslenir gibi güldü. İyice gerilen Piraye, Ali Ata'nın farkında olmadan kolunu sıkıyordu. İşkillenen Ali Ata adamı görünce ters ters bakmaya başladı. Gevşek hareketlerinden ödün vermeyince ise yönünü ona doğru çevirdi. Karşıdaki adam hemen toparlanırken bir yumruk daha yemek istememişti. "Hayırdır birader?" "Birine benzettim abi sizi kusura bakma." Yediği dayaktan sonra haftalarca kendine gelmeyen adam bu kez daha akıllı davranacak ve adamı kışkırtmayacaktı. "Esnaf mısın sen?" "Evet abi bir ihtiyacın mı vardı?" Ali kafasını çevirip dükkâna şöyle bir baktığında aradığını bulmuş gibi gülümsedi. Sanki karısından çekinir gibi kısık sesle "Kaçak mal lazım bana, içki sigara varsa?" diye sorduğunda karşısındaki gevşek gülüşlü daha da gevşedi. Yağlı bir müşteri bulduğunu sanmıştı. "Olmaz olur mu abi? Dükkân göstermelik zaten, sen ne istediğini söyle yeter." "Eyvallah, karımı eve bırakıp döneceğim. Ayır bana ha unutma!" dediğinde karısı olduğuna yaptığı baskı bir göz dağı olmuştu. Yine de adam gülerek kafa salladı. Yarına baskını yediğinde de böyle gülecek mi diye merak etti Ali Ata. Eh, son gülen iyi gülerdi. Bayılıyordu kendini bir şey sanan insanlara ince ayarlar vermeye. Yürümeye devam ettiklerinde karısının verdiği nefesi duydu. Kimsenin onu böyle korkutup sindirmesine izin veremezdi o yüzden bu adamla özel olarak ilgilenecekti. "Anlatmak istersen dinlerim güzel karım?" "Neyi?" Piraye aptal bir kadın değildi ancak zaman kazanmaya çalışıyordu. Kocasıyla böyle şeyleri konuşması elbette hoş değildi ama ona yalan söylemek istemedi. "Bir keresinde evin alışverişi için buraya geldiğimizde Fatih bana baktı diye dövmüştü adamı." "Bunun için mi tedirgin oldun bu kadar?" "O zaman onunla beni yanlış anlamıştı sanırım, şimdi de seninle oradan geçince tatsızlık çıkar diye korktum." Karısına dönüp karısının yanaklarını avuçları arasına aldı. "Güzel karım, tatsızlık çıksaydı bile bu senin yüzünden olmazdı. İpi gevşek ağızlı insanların çenesinin bağını tutamadığı için olurdu." Piraye başını sallayıp kabullendiğinde çarşının sonuna gelmek üzerelerdi. İnsan söz konusu namus olduğunda katil bile olabiliyordu, neler okuyordu gazetelerde, radyolarda neler duyuyordu. Densizin birisi yüzünden çıkacak olası bir tartışmaya bile katlanamazdı. Zaten kalbinin içindeki adam yangında sırtına bir hasar almıştı, onun için tenine değecek bir toz bile önemliydi. İtlerle kavgaya dalaşıp kuduz olmasına gerek yoktu. Evlerinin yoluna doğru yürümediklerini fark eden Piraye yavaşça kocasına döndü. "Ali Ata, neden buraya döndük?" Zihninde beliren sorular yumağının ucunu bulamadığı gibi, korkunç bir şekilde büyüyordu da. Başta amcalarına gideceklerini sansa da bunun imkânsız olduğunu kabullendi hemen. Sonra diğer yola döndüklerinde bekar evine geldiklerini anladı. "Ali Ata, evimiz içine girilmeyecek kadar mı kötü?" Ali Ata'nın üzgün gözleri karısına bakarken, içini rahat ettirmek için bir şey yuvarlayamadı dilinden. "Ali, yuvamız artık yok mu?" Bunu dillendirmek bile bir damla yaşın hemen aşağı kaymasına neden olmuştu. Tutunacak bir dal aradı kocasının gözlerinde. Ne emeklerle bir kuş gibi ilmek ilmek işlemişlerdi yuvalarını. Tek tek dal taşır gibi günlerce emek vermişlerdi. Yemeğin altını açık unuttuğu için bütün evin onun yüzünden yandığını sanan Piraye'nin üzüntüsü dağları aşacaktı neredeyse. Ali Ata ona kızmazdı ama o kendini nasıl böyle bir sorumsuzluk yaptı diye kahrı perişan eyleyecekti. Biliyordu düğünün getirdiği maddi zorlukları bile hâlâ toparlayamamıştı Ali Ata. Kocası para mevzularıyla hiçbir zaman onun canını sıkmak istemese de anlıyordu Piraye. Karısının zehir yeşili gözlerine bakarken bir yandan da kaçacak bir umut kırıntısı aradı içinde. Onun da içi kavrulmuştu, bir yangın da yüreğinde çıkmıştı ancak hiçbir şey Piraye'den önemli değildi. Hiçbir şeyleri kalmasa bile birbirlerine sahiplerdi. Birbirlerinin kimsesi olur yine birbirlerine sığınırlardı. "Hepsi benim yüzümden, özür dilerim, özür dilerim. Yemin ederim ki böyle olsun istemezdim. Her şeyi mahvettim, kendi ellerimle. Senin için sevdiğin yemeği yaptım, o yemek soğumasın ve tadını kaybetmesin diye altını açık bıraktım ben. Aptal kafam, ellerimle evimi kül ettim," diyerek bir anda hıçkırarak ağlamaya başlaması ikisini de şok etti. Böyle bir duygu boşalması yaşamasını bekliyordu aslında ama zamanını kestiremiyordu. Çünkü gereğinden fazla üzüntüyü kalbine ancak atmış diline vuramamıştı Piraye. Ali Ata elindeki poşetlere yere yığıp yolun ortasında kanadı kırık bir kuş kadar çaresiz kalan karısına sarıldı. Kaderin ördüğü ağlar o kadar ince işliyordu ki nelerin yanından teğet geçiyor ve dokunmuyor kimse bilmiyordu. Kader o gece o eve yangını yazmıştı zaten ancak önemli olan nasıl bu kadar dallanıp budaklandığıydı. Piraye kendini suçlamaya devam ederken, Ali Ata ağzını açıp diğer konuda tek kelime bile edemedi. Yeniden Fatih'ten korkmasını istemiyordu. Karısının kâbuslarına bile uğramasını istemiyordu. Şimdi onu cayır cayır yakmaya çalıştığını düşünürse, nereye giderse gitsin duvarlar üzerine gelecek ve ruhu huzura erişemeyecekti. İstediği tek şey Piraye'nin güller açan yüzünde her daim tebessüm görmekti. "Ben o evin içine dalıp seni dumanların arasından aldım Piraye, bir daha o eve dönmek istemiyorum. Sana zarar veren hiçbir şeye bir daha dönüp bakmak istemiyorum. O evde akşam güneşini izlediğimiz ve mest olduğumuz turuncu renk, bu sefer yuvamızı yakmak için sardığında bir daha eski gözle bakamazdım. Senin suçun değil, yaşanması gerekiyordu ve yaşandı. Çok şükür buradasın, yanımdasın, kollarımın arasındasın." Piraye'nin gözleri birçok duyguyu barındırıyordu ancak bu sefer Ali Ata'nın tüm hisleri kendine yüklemesi kadar duygusal olamazdı. Evimiz, ocağımız yandı geriye kül olmayan bir şey bile bırakmadı, dönecek bir yerimiz yok demektense bunu tercih ederdi. Piraye'nin bunu görmesini istemezdi. Karısının kalbindeki sancıya bir çentik de yuvasından gelsin hiç istemezdi. Her şeyin tam anlamıyla kül olduğunu bilmesindense kocasının kötü anılar yüzünden oraya dönmek istememesini düşünmeliydi. "Şimdi seninle bir oyun oynayacağız Piraye?" Gözyaşları daha yanaklarında kurumadan kocasından gelen bu teklife şaşkınlıkla baktı. Ali Ata bu şaşkın yüzü parmağının tersiyle okşayıp derin bir iç çekti. Karısının bir avucunu tamamen açık bırakacak şekilde tuttu. "Bu el yaşadığımız her şey olacak. Kötü anılarımız, küskünlüklerimiz gibi. Bir dağ gibi hepsine göğüs gerer gibi açık duracak. Bu yaşandı demek," dediğinde bu sefer avucunu kapatıp bir yumruk gibi sıkmasını sağladı. "Bu da bitti demek. Yaşandı ve bitti oyunumuz el açıp kapattığımızda tamamen bitmiş olacak ve bir daha bunu düşünüp üzerine üzülmeyeceğiz. Anlaştık mı?" Piraye hem gülüp hem haline ağlarken usulca başını salladı. Bu dağ gibi koca adamın sırf o mutlu olsun diye bir çocuk gibi oyun ürettiğine inanamıyordu. Karşısına çıktığı gün için, gözlerini kapatıp yeniden şükretti. İkisi de karşı karşıyayken ellerini açıp "Yaşandı," dedikten sonra yine aynı anda kapatıp "Bitti," dedi ve yolun ortasında birbirine gülümseyerek bakakaldılar. Karısının yanaklarına hala yuvarlanan damlaları elleriyle sildikten sonra saçının üzerinden öptü. "Yeni bir ev bulana kadar burada kalacağız. Bu konuyu aramızda da olsa kapatmak istiyorum Piraye, her gün yeniden ne kendi yaranı ne de benim yaramı kanatmak istemiyorum. Kocan her şeyi halledecek, unutma yaşandı ve bitti." "Ali Ata kısa sürede nasıl halledeceğiz, sana destek olmak istiyorum. Her taşın altına yalnızca kendi elini sokuyorsun. Bu işin üstesinden birlikte geleceğiz." "Tamam şimdi de üç deyince tıp diyor ve susuyoruz. Evimize alışveriş yapmış ve mutlu bir çift olarak girelim lütfen." Usulca başını sallayan Piraye'ye içi giderek baktı. Hiçbir kötülüğün ona dokunmasını istemiyordu, böyle buruk bakmasını ise hiç istemiyordu. Bir şeyler yapmasına izin vermezse kendini suçlayacağını bildiği için onu engellemeyecekti. Onlar aileydi ve gün; birlik beraberlik ve dayanışma günüydü. "Sen de bugün çocuk gibi sürekli oyun oynamak istiyorsun," diyerek Ali Ata'ya takılan Piraye karşısında muazzam bir gülüş alacağını bilemedi. Yeniden karısının kollarına girdiğinde ise "Aklımda daha güzel oyunlar var," diyerek göz kırptığında Piraye'nin yanakları çoktan allanmıştı. Eve girdiklerinde burunlarına gelen temizlik kokusundan çocuklarının temizlik için birini tuttuğunu anladı Ali Ata. Bir köşeye temiz yastık kılıfları ve yorganlar bile dizilmişti. Mehveş teyzenin dolaba koyduğu yemek aklına gelince karnının acıktığını hissetti. Nikahları bu evde kıyıldığı için sandığı kadar kötü hissetmiyordu Piraye burada. Yeniden inceledi her detayı. Sedir koltuk, duvardaki geyikli halı, köşedeki güğümler, çiçekli perde hepsi hatırladığı gibiydi. "Feridun'un annesi yemek göndermiş ve geçmiş olsun dileklerini iletmiş sana." "Aaa, zahmet etmiş, sağ olsun. Allah razı olsun ben yapardım," dedi Piraye ama hazır gelen yemeğe de yüz çevirmeyecekti. Daha sonra kek börek yapıp göndermeyi aklına koydu. Aklına takılan diğer soru için biraz çekingendi. "Arkadaşların..." dediğinde Ali Ata cebinden iki anahtar çıkardı. "Feridun'un ailesinin evinde kalacaklar bir süre. İkisi de aynı anda uzattı anahtarını, benim eski anahtar da orada asılı. Başka da anahtar yok." Minnet duygusuyla kaplandı ikisinin içi de. El birliğiyle yapılan yemekleri ısıtıp yediler. Sonrasında hastanenin kasvetinden kurtulmak için güğümlerle su ısıttılar. Karısının saçlarını elleriyle taradı ve beceriksizce örmeye çalıştı, ancak bu Piraye için dünyanın gelmiş geçmiş en güzel örgüsüydü. Gece gelip üzerlerine çökünce de yatacak yer hazırlamak için ayaklandılar hemen. Ali Ata'nın odasına bir yer yatağı sermek durumunda kaldılar. Bu ev biraz daha köy evini andırıyordu. Piraye yine tavandaki büyük ağaçları sayarak uyuyabilirdi. Kocasının kolları arasına girip bugünlerine şükrederken "İyi geceler kocam, iyi ki varsın," dedi tüm içtenliğiyle. Karısını kolları arasına alıp iyice saran Ali, asıl onun varlığının iyi ki olduğunu kavradı. Gözlerinin yeşilindeki ormanlara dalarken bir eliyle saçlarını okşamaya başladı. Sonra ise onun için yazdığı ve ezbere bildiği o şiiri okumaya başladı. Gönlümü eriten bir alev Tıpkı adı gibi bir ziynet Bakışlarımı hapseden parıltı Benliğimi kaybettiren güzellik Çok nadir, az bulunan eşsizlik Ay parçası gibi ender bir benzersizlik Aldı beni benden, götürdü uzaklara Vazgeçilmez... eşsiz bir sevdayla... Piraye, Ali Ata'nın dilinden dökülen melodili kelimelerle büyülenmiş gibi gözlerine bakarken, bu bakış Ali Ata'nın şifası olarak dönüyordu ona. Sonrasında ise yol kenarında gelirken çaktırmadan koparıp koluna sakladığı papatyayı çıkardı ve karısının siyah ipeksi saçlarının arasına taktı. O yaşadığı müddetçe karısını asla papatyasız bırakmayacaktı. O da bir papatyaydı çünkü; masum, narin, hassas ve beyaz. Bir papatyaya ancak bir papatya iyi gelirdi. Renginin tezatlığı yalnızca saçlarının arsında güzeldi. "İşte şimdi hak ettiği yere kavuştu, tıpkı benim dudaklarım gibi," diyerek o da, karısının sıcak ve beklentiyle aralanan dudaklarına kavuştu. |
0% |