Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 33. Siyah Sarmaşık


Bütün iyi kitapların sonunda


bütün gündüzlerin,


bütün gecelerin sonunda


meltemi senden esen


soluğu sende olan,


yeni bir başlangıç vardır...


Edip Cansever


Her şey sükûnet ve tatmin duygusuyla alakalıydı. Huzuru bir çimin üzerine otururken de yakalayabilirdiniz, bir dağa tırmanırken de. Ya da sevdiğiniz insanın kolları arasında kalp ritmini dinlerken hissederdiniz. Onu aramanıza gerek olmaz çünkü o bizzat sizi bulur.


Güneşin gözüme değmesiyle birlikte gördüğüm kara gözler bana huzuru getirmişti. Yolda ayağımı burktuğum an önümde diz çöküp bileğimi sarması da öyle. Papatyalar serdiği bir yolda en büyük acımı hafifletirken yüzüme esen yumuşak rüzgâr kalbimden kopup gelen sevinçti.


Bu hayatta yaptığım en iyi tercih Ali Ata'yı kalbime almak oldu. Ondan önce uyanıp daha tan ağarmadan güzel yüzünü izlemeyi tercih ettim. Yüzüne düşen siyah saçlarını okşayarak geriye yatırdım. Kaşının üzerinde olan yara izini deli gibi merak ederken teninin her zerresini inceledim. Benliğimi ve hafızamı ona ait detaylarla doldurmak bana iyi geliyordu.


Kırpıştırdığı gözlerini huzursuzca açmaya çalışmasına gülümsedim. Kendine gelmek ister gibi baktığı saniyelerin sonunda gözlerinin odağı ben oldum.


"Piraye'm?"


"Ali'm?"


"Bana bu eşsiz manzarayı sunduğun için nasıl müteşekkirim bilemezsin."


"Bilirim, çünkü aynı manzaradan benim de var."


Yaklaşıp yanağımı öptüğünce iç çektim. Her seferinde böyle heyecanlanmak delilikti ancak kocamı severken ben de zır deliydim. Romantik anımızı bölen şey ne yazık ki karnımdan gelen gurultular oldu. Ali Ata'nın tatlı gülümsemesi yüzüne git gide yayılırken utandığım için yanaklarımı sakladım.


"Bu sabah önceliği kadınımın midesine verelim öyleyse, benim güzel Piraye'm," dediğinde ısınan yanaklarımı okşadı.


"Ali Ata," diye nazlandığım an bir öpücük daha kaptım.


"Bu tonda konuşmaya devam edersen önce kendi midemi düşüneceğim yüreğim." Keskin ses tonu geceden sonra bir de sabahı kaldıramayacağımı hatırlattığı için hızla yer yatağından kalktım. Kalkarken kalçama vurması ise onun kaptığı şey oldu. Omuzumun üzerinden baktığımda sırıtan yüzüyle karşılaştım.


Mutfağa gidip elde olan şeylerle kahvaltı hazırladıktan sonra Ali Ata'nın banyodan çıkmasıyla birlikte sofraya oturduk. Bu evde masa yoktu ve uzun zamandır yer sofrasında yemek yemiyorduk. Yerleşemediğim için kendi kendime gülümseyip iyice sosyete olduğumu düşündüm.


Ekmeğinin arasına bir parça yumurta yerleştirip çiğnerken bana baktı. O sırada sıcak çayımdan bir yudum alırken ağzımı yaktım.


"Sakin ol güzelim," deyip gülümsemesini bastırırken ona gözlerimi süzdüm. "Bugün istersen Perihan'ı ziyarete git. Hatta Feride'yi de çağırın. Biraz değişiklik olur, artık kızlar günü mü diyorsunuz kendi aranızda ne diyorsanız."


Yediğim zeytin boğazıma takılmasın diye art arda yutkunmak için çabaladım. Sözlerine gözlerim mi ışıldadı bilmem, bir süre çekmedi gözlerini gözlerimden.


"Sen karakola gideceksin tabii ama ben beklerim seni, sıkılmam."


Burada olduğum akıllarına gelir miydi bilmiyorum ama dışarı da görüşürsek karşılaşma ihtimalimiz hiç hoşuma gitmedi. Bunun için kuzu kuzu evde oturmaya razıydım. Çayından bir yudum aldıktan sonra elimi tutup dudaklarına götürdü.


"Piraye'm, artık dışarı da bir tehdit yok. Gönül rahatlığıyla nereye gidip gezmek istiyorsan gidebilirsin."


"Nasıl yani? Öylece mi... çıkabilirim?"


"Öylece çıkabilirsin. O it sana zarar verecek kadar yakında değil, Gürbüz de ödleğin teki, öyle bir amacı olduğunu sanmıyorum."


Gürbüz abi gerçekten korkak bir insandı. Bana gücünün yeteceğini bilirdi ama bu zamana kadar Fatih'ten nasıl korktuysa Ali Ata'dan kat kat korkardı. O bunu söylüyorsa bu fırsatı elbette tepmeyecektim.


"Tamam o zaman giderim Perihan'a."


"Git güzelim eve tıkılmayın, çayırda çimende oturun piknik yapın yiyip için ne isterseniz?"


Başımı usulca sallarken kalbim gümbürtüyle atıyordu. Öyle ihtiyacım vardı ki buna içten içe sevinç dansı bile yapabilirdim. Kahvaltının kalanında sohbet edip yemeye devam ettik. Ali Ata, Feridun'un yedek formasını giyerek işe gitti. Biraz dar gelmişti ama bir iki gün idare edeceğini, merkezden yenisinin geleceğini söyledi.


Sofrayı kaldırıp yatakları toplarken ceylanın kırlarda sekerek gezmesi gibi bir hale büründüm. Keyifle mırıldandığım şarkı dün aldığımız elbiseyi giymemle son buldu. O kadar heyecanlıydım ki akşam yemeği yapmayı sonraya bırakacaktım. Son yaptığım akşam yemeği aklıma gelince bedenime soğuk bir ürperti yayıldı.


Hayır, tamam Piraye sakin ol. Işığa giden kelebekler gibi bir hatanın çevresinde çaresizce dolanıp duramazsın.


Bu akşam yemeğinde hiçbir sorun olmayacak. Bunu kafama takarsan her akşam aynı şeyi düşünür ve kendini yıpratırım bu yüzden parmaklarımı açıp gözlerimi kapattım. Daha dün kocamın öğrettiği tekniği bu kez kendi başıma yapmaya çalıştım. Avucum tamamen açıldığında tüm korkularımı içine doldurduğumu düşündüm ve en son yumruğumu sıkıp onları avcumun arasında ezdim.


Yaşandı ve bitti.


Evet, bu kadardı. Bu kadar olmak zorundaydı yoksa bunu düşüne düşüne ben biterdim.


Evdeki telefondan Peri'yi aramak aklıma gelince heyecanla ayağa kalktım. Numarayı çevirirken ellerim nerdeyse titreyecekti.


"Iraz'ların evi buyurun?"


"Peri'm?"


"Dut tanem? Nasılsın canımın içi?"


"İyiyim ve sana daha iyi olacağım bir havadisim var."


"Neymiş o çabuk söyle?"


"Ali Ata evde durmama gerek olmadığını artık bir tehdit kalmadığını söyledi."


"Ne nasıl? Fatih nerede?"


"Bilmiyorum, buralarda değil demek ki. Cehennemin dibindedir inşallah."


"Ee çık gel o zaman buraya."


"Geleceğim ama çeşmenin arkasındaki çayır var ya orada, ağacımızda buluşalım. Yanımıza birkaç azık alalım olur mu? Piknik gibi bir gün geçiririz."


"Hay aklınla bin yaşa dut tanem. Olur tabii, ben de dünden kek yapmıştım davul fırında. Yanına da bir şeyler eklerim."


"Perihan?" Adını böyle uzatarak sakin bir ses tonuyla söylemem bir şeyler isteyeceğim demekti.


"Söyle bakalım ne geliyor?"


"Feride'yi de alsan ya yanına? Benim yanıma geleceğini söyleme ama."


"Olur olur o işi tamam bil. Hiç çaktırmam canım arkadaşım." Gelen neşeli sesini birazdan solduracak olmak canımı sıktı.


"Şey..."


"Ne, kötü bir şey mi var?"


"O yiyecek bir şey getirmesin olur mu Perihan?" dediğimde telefonun iki ucunda da sessizleştik. Böyle paranoyak olmak benim tercihim değildi elbette. Yaşadığımız tarla faciasından sonra güvenim yerle bir olmuştu. Güvensizliğim Feride'ye değil onun saflığınaydı.


"Tamam benim güzel kuzum sen hiç dert etme. Sadece o süpürge saçlıyı alır gelirim, zaten o yağmur yağsa yaş görmez dolu yağsa taş görmez. Yarım saate çıkmış olurum ben," diyen Perihan durum hakkında hiç yorum yapmayıp anlayışla karşılamıştı.


"Teşekkür ederim ben de çıkarım hazırlanıp." Telefonu kapatıp dolapta gördüğüm düğ ile kısır yapmaya giriştim hemen. Fakat sonra aklıma gelen şeyle yeniden odaya döndüm. Ali Ata ailesine söylediğinden bahsetmişti ancak yeniden konuşmuş muydu bilmiyordum. Küçük telefon rehberini karıştırınca Aslanboğa malikanesi yazılı numarayı bulunca gülümsedim. Çevirdikten sonra çalan her dıt sesi kalbimi daha da körükledi. Kim açacaktı acaba?


"Alo?" Abisine benzer kalın ve tok sesiyle telefona cevap veren kişi Hakan olmuştu. İşte tam da aradığım isim.


"Selamünaleyküm Hakan, nasılsın?"


"Piraye yenge? Aleykümselam ben iyiyim asıl sen nasılsın? Geçmiş olsun çok üzüldük başınıza geleni duyunca, gerçekten iyi misin? Yanınıza gelecektik ama..."


"Biliyorum, biliyorum dur sakin ol. Abin de ben de gayet iyiyiz."


"Neredesiniz peki?"


"Ali'nin bekar evinde kalıyoruz, arkadaşları ailesinin yanına gitti bir süre. Biz de o süreçte yeni bir ev bakacağız."


"Tahmin etmiştim. Sıkma canını yenge size bir şey olmadı ya, gerisi teferruat."


"Öyle, öyle Hakan, sizinkiler nasıl sağlıkları sıhhatleri iyidir umarım?"


"Çok şükür yenge, annem nazar duaları okutuyor size bir eline geçirse kurşun döktürecek," dediğinde ikimiz de güldük.


"Ben senden bir şey rica edecektim Hakan?"


"Emret yenge," deyip söylediklerimi can kulağıyla dinledi ve telefonu kapattık. Şimdi gönül rahatlığıyla dostumun yanına gidebilirdim.


Kısırın yanına domates salatalık bir de meyve suyu bulup poşetlerden birine koydum ve anahtarımı alıp nihayet tek başıma kapıdan dışarı adım attım.


Bir müddet adımlarım dışarıda beklediğimde sanki görünmez bir çizgi bedenimi sarıyor ve ben onu geçtikten sonra tüm felaketler beni bulacak gibi saçma bir his dolandı içimde. O çizgi zihnimdeydi. Bana bunu yaptığı için ondan iki kat daha fazla nefret ettim. Adım attığım an derin bir nefes verdim ve etraftaki her şeyi izleyerek buluşma noktamıza vardım.


Tüm bu güzellikler bizim içindi, doğa harika bir umut ve ilham kaynağıydı. İnsan bunları gördükten sonra nasıl hayata küserdi ki? Başımıza felaketler gelebilirdi ancak umut her zaman içimizdeydi, kalbimizdeki umudu kimsenin köreltmesine izin vermemeliydik.


Perihan'la hep geldiğimiz büyük bir şemsiye gibi açılmış dut ağacımızın altına evden bulup yanıma aldığım bir örtüyü sererek oturdum. Getirdiğim buz gibi sudan bir bardak içince ferahlamam yüzümü güldürdü. Öyle uzun zaman olmuştu ki buraya gelmeyeli. Yengelerimden kaçmak için fırsat bulduğum an bunu yapardık. Öyle ki kendimize ilginç bir haberleşme aracı bile bulmuştuk.


Koşarak Perihan'ın evinin önünden geçeceğim sırada durup vakit kaybetmemek için kapılarına ineklere takılan çanlardan bağlamıştık. Üç kere çaldığımda ise gelenin ben olduğumu anlıyor ve mesajı alıp peşimden geliyordu. Bir gün Nevin yengem sokakta beni ararken Perihan'a denk gelmiş ve ne sorduysa laf sokan bir maniyle cevap verip kadını delirtmişti. Eh, geldiğinde anlattığı an biz de gülmekten delirmiştik. Yapabildiğimiz en büyük kötülükler listesinde bunlar vardı.


Beni anılarımdan koparan şey gerçek bir inek çanı duymam oldu. Çılgın kız elinde poşet ve yanında Feride'yle koşa koşa buraya geliyordu. Yarı yolda karşılamak adına ben de koştum ve kollarımı ikisine birden açtım. Bir yarışma kazanmış gibi neşeli sesler çıkarıp zıplarken deli gibi gülüyordum.


İşte hayatımın tamamlayıcı diğer parçaları gelmişti.


"Piraye abla, seni tekrar gördüğüm için çok sevindim. Çok şükür iyisin. İyisin değil mi neler olmuş öyle?" diyerek elimden tutup etrafımda döndürdü beni.


"İyiyim Feride teşekkür ederim. Başıma gelen talihsizlikler artık son bulsun dua edin."


"Etmez olur muyuz dut tanem, dün gece yasinler okudum üfledim sana."


"Allah razı olsun."


"Ben de sana uğurlu taşımı getirdim Piraye abla."


Elindeki kalp şeklinde çakıl taşına bakınca gülümsedim. Bu küçükken dere kenarında bulduğumuz iki taştan biriydi. Zehra bulamadığı için gece boyunca ağlamış ve kimseye huzur vermemişti. Benimki yıllar içinde kaybolsa da Feride gözü gibi saklamıştı demek.


"Senin o güzel kalbini severim Feride. Verme bunu ne olursun, bunca zaman taşımış bakmışsın."


"O yüzden o kadar değerli ya işte. Artık senin olsun, ben de sana kendimden bir şeyler vermiş olayım," derken kolundan tutup sarıldım. Sonra hiç beklemediğim iki ses daha duydum.


"Piraye ablaaaa?"


"Piraye ablaa!"


Suat ve Faruk bana doğru koşarken içimde onlara olan özlemim öyle çok kabarıp taştı ki neredeyse tökezleyip düşecektim. İkisi birden eteklerime yapışınca eğilip göz hizalarına indim. Saçlarını öperken ışıldayan gözlerle bana bakıyorlardı.


"Suat, Faruk, nasıl geldiniz buraya kadar, ya yolda bir şey olsaydı?"


"Ablam gizli gizli çıkınca onu korumak için iş başa düştü Piraye abla."


"Oh, nasıl özlemişim sizi." Gözlerim anında dolarken boynuma dolanan sımsıkı kollardan onların da beni özlediğini anladım. Bir çocuğun duygularını satın alamazdın, onu zorlayamazdın, bana böyle şefkatle sarılmasının tek nedeni onların toprağına ektiğim sevgi tohumlarıydı.


Her şey daha normalken çoğu gece onlara masal anlatır hatta birlikte uyurduk. Koynumda büyüttüğüm çocuklar beni en son düğün günümde görmüştü. Onların küçük kalpleri daha hassas ve kırılgandı ama ne yazık ki kendimi o evden uzak tutmaya şartlamıştım.


"Biz de seni özledik."


"Ve seninle boğuşmayı da özledik."


"Saldır Faruk!"


"Allah Allah Allah Allah..."


Kahkahalarımın ardından yere düşerken çimlerde yuvarlanmaya başladığımızda kızlar da bize gülmeye başladı.


"Durun durun hergeleler, ben sizden yaşlıyım yoruldum," dediğimde beni bırakıp yuvarlanmaya devam ettiler. "O üzerindeki beyaz gömlek çim lekesi olursa annen sana etmediğini bırakmaz Faruk."


"Bir şey olmaz Piraye abla, sen yıkarsın," dedikten sonra farkında olmadan gülerek yeniden oynamaya devam ettiler. Artık yıkayamam Faruk, çünkü abin yüzenden o eve bir daha girmek istemiyorum. Suratımın düşmesine izin vermeden kızların örtü serdiğim yerde oturduğunu görüp oraya gittim.


"Hadi çıkartalım bir yandan yer bir yandan konuşuruz kızlar."


"Armudu taşlayalım, dibini kışlayalım, müsaade ederseniz, yemeğe başlayalım."


"Başlayalım Perihan abla, keşke bana da deseydiniz dünden tatlı yapmıştım hep kaldı."


"Neden kaldı Feride? Amcamlar tatlıyı çok sever."


"Senden sonra evin tadı tuzu kalmadı ki Piraye abla herkes yaşayacak kadar yiyip içip kenara çekiliyor işte."


Buna söyleyecek tek kelimem yoktu. Perihan elindeki yeni yeni olmaya başlamış kirazı dudaklarımdan içeri sokunca cevap vermem engellenmişti zaten.


"Rahatınız yerinde mi Piraye? Ali Ata nasıl?"


"Yerinde çok şükür, yat kat ne olduğu önemli olmuyor insan güvenli bir limana yanaşınca."


"Bu aşk seni şair etti Piraye," dedi Perihan gözlerini kocaman açıp bana bakarak.


"Şair olan ben değilim ama şiir benim. Çünkü bizzat adıma şiirler yazıldı, kocam tarafından."


"Nee?" İki sesten de aynı şeyi duymak beni güldürdü.


"Ay gerçekten mi Piraye abla, ne romantik." Feride ellerini çenesinin altına koyup hayran hayran bana bakıyorken, Peri tarafından çimdiklendi.


"Sus kız maşallah de nazarın geçmesin çepil gözlü."


"Maşallah maşallah da senin yüzün neden düştü anlamadım?"


"Baş ucumda şişem yok, kırmızı menekşem yok, benim yârim burada yok, onun için neşem yok," diyen bu kez bendim. Perihan'ı kendi silahıyla vurmak gözlerini kısıp bir avcı gibi bana bakmasına neden oldu.


"Senin yârin yanında ya Piraye abla?" diyen Feride'nin kafası karışmışken ikimizde aynı anda "Off Feride!" demiş bulunduk.


"Konuşmasana çocuğun yanında böyle şeyler Pirayeciğim."


"Neden Perihancığım? Çocuğun yanında düğün günü olmadık şeyler konuşuyorduk ama?"


Attığım taş yerine gelince bu sefer sırıtmaya başladı. "Ben kalkayım konuşacaksanız?" diye çaresizce sorduğunda ise "Otur Feride," diyerek kalkmasını engelledik.


"Onun ilacı bizde değil ne yazık ki?"


"Hekimde mi," diye başladığı sözle aynı anda başımızı ona çevirdik ama "yoksa evde mi kalmış?" diyerek devam edince bir an anladı sandığımız için hüsrana uğradık.


"Onun ilacı hekimde Feride tam üzerine bastın güzelim."


"Ya Piraye benim içimde böyle değişik değişik şeyler oluyor ama netleştiremiyorum."


"Neden netleşmiyor?"


"Köstebek gibi toprağın üzerinde bir görünüp bir kayboluyor da ondan. Diyorum ki sen yanlış anlıyorsun Perihan kendine gel, hop karşıma çıkıyor. Diyorum doğru anladın Perihan bir adım at, hop adam ortadan kayboluyor."


"Onun nöbeti falan bir değişik saatleri var belki ondandır."


"Bir de aramızda çiçek muhabbeti var."


"Hani unutma beni çiçeği vardı ya?"


"Bildim şu küçük mavi şeyler."


"Hah o, şimdi yanına bir yenisi eklendi; petunya..."


"Petunya da neymiş?"


"Umut çiçeğiymiş," diyen Perihan gözlerimin önünde utanıp giderken başındaki örtünün oyalarıyla oynuyordu. Kafası pinpon topu gibi bir bana bir ona hareket eden Feride ise olanları nihayet anladığı için yüksek bir şaşkınlık nidası saldı bize doğru.


"Aboo..."


"Unutma beni çiçeğinin üzerine umut çiçeği demek. Bak sen şu hekim efendiye, hem yere bakıyor hem de yürek yakıyor."


Perihan'dan çıt çıkmazken bu durumun arkadaşımın kalbine nasıl sirayet ettiğini gördüm. "Bir sonraki çiçek gelin çiçeği olursa sen de ona bir zahmet tuzlu kahve götürüver canım."


"Piraye, alıyorsun intikamlarını bakıyorum da?"


"İntikam soğuk yenen bir petunyadır çiçeğim," deyip sırıtırken o kusar gibi yaptı.


"Aman ne komik, sakın bu latifeleri kocanın yanında yapma."


"Yok onun yanında daha şuursuz şeyler yapıyorum." Peri yediği kirazın çekirdeğini bana doğru atınca kaçtım. "Çocuklar açsanız gelin de bir şeyler yiyin," diye seslendikten sonra koşa koşa gelmeleriyle önce onları doyurdum. İçimde bir yerlerde hep bir sorumluluk vardı.


"Neyse ne diyelim; çiçek toprakta, altın sarrafta değerlidir. Piraye de Ali Ata'sının yanında," derken söylediği söz yüreğimi okşadı. Yeniden gülmeye başlayıp kalan yemekleri yemeye devam ettik.


Feride sohbetin bir yerinde Nevin yengenin hâlâ baba evinde olduğundan bahsetmişti. Amcamın ona olan kızgınlığı affedilmez bir boyuta yükseliyordu ve buna oldukça şaşırıyordum. Ben biraz küsüp barışırlar demiştim ama yengem kazdığı kuyuya kendi düşüp fena çuvallamıştı. Suat için de üzülemiyordum çünkü zaten bu zamana kadar çocukla doğru düzgün ilgilenmediği için eksikliğini hissettiğini düşünmüyordum.


Laf arasında Feride, Fatih'in evde olmamasından da bahsetmişti. Hangi cehennemde bilmiyorum ama gerçekten girdiği delikten bir daha asla çıkmasını istemiyorum.


Çocukların yanında getirdiği topla hep birlikte oynayıp çocuklar gibi eğlendiğimizde bugünün oldukça verimli geçtiğini düşündüm. Uzun zamandır atmadığım tüm stresi attım. Çoraplarımı çıkartıp çıplak ayakla gezdiğim için tüm kötü enerjimin toprak tarafından çekildiğini de umdum.


Güneş çekilmeye yüz tuttuğunda hızlıca toparlanıp gitme vaktinin geldiğini belirttik. Bir yere kadar beraber gidip sokağın köşesinde ayrılacaktık. Her birine sıkıca sarılıp öptükten sonra gülümseyerek el salladım.


Yazardan


Handan, evde bulduğu tek kişi olan Zehra'yı ortadan kaybolan tüm çocukların ardından gönderip akşam yemeğini yapmaya girişmişti. Uzun zamandır sakinliğini koruyan bu ev, Nevin'in yokluğunda ona ilaç gibi geliyordu. O olmayınca yemek yapmak falan eziyet olmuyordu hiç. Yeter ki gelmesin, o doyurur bakardı hane halkına.


Zehra söylene söylene üzerini giyerken yengesinin sesini duydu.


"Kız Zehra nereye gittiler böyle hep birlikte? Yemek vakti gelecek daha dönmediler. Kızım biraz acele et bul getir şunları amcanla baban gelmeden hadi."


"Yenge tamam dedim ya, tamamın senin sözlüğün için kelime anlamı nedir?"


"Dil de pabuç kadar anası kılıklı," dediğinde Zehra o görmeden sırıttı. Aslında annesi evde olmayınca üzerinde bir baskı olmadığı için o da rahat oluyordu. Arada Handan yengesine yardım ediyor ve kenara çekilip tüm günün keyfini çıkarıyordu. Yine de bu saltanatın ne zamana kadar süreceğini bilmiyordu.


"Çıkıyorum yenge," diye seslendiğinde Handan elindeki havluya ıslak ellerini kurulayıp yolcu etti.


"Hepsini toplasan bir akıl anca eder Zehra, kat önüne gel şunları ezandan önce, sen bilirsin nerelerde dolanırlar kızım, geç kalma. Hadi görüşürüz," diyerek verdiği öğütlerin aynılarını yeniden söyleyip kızı bıktırdı. Yanaklarını şişirip geri patlatan Zehra ise sakinleşerek çocukları aramaya çıktı.


"Faruk, Suat? Neredesiniz?"


Ses gelmedikçe bir sonraki oyun alanına doğru bakıyor ancak umudu söndüğü gibi paniği artmaya başlıyordu. Hava git gide kararırken bu kadar uzağa gittikleri için onları mahvedecekti.


"Feride? Ocağı batmayasıca neredesin sen saatlerdir acaba? Beni bekçi köpeği gibi peşinizde gezdirdiğinizi ben size sormaz mıyım? Sakin duruyorum diye deli edecekler en sonunda beni!"


Söylene söylene ilerleyen Zehra artık daha uzak noktalara bakmaya başladı. Sokağın sonundaki ağaçlık alandan ilerledikten sonra burada olabileceklerini düşündü. Bu alanda kocaman ama delik bir ağaç vardı ve zaman zaman saklambaç oynamak için kullanıyorlardı.


Şöyle bir dolanıp orada olmadıklarını anladığında ise bir adım atıp geri döndü. Ancak çalıların arkasından gelen çatırtı sesleri orada birilerinin olduğunu gösterdi. Biraz durup kulak verdiğinde bir adım sesi daha duydu. Yabani bir hayvan da olabilirdi kötü niyetli bir insan da. Zehra panik yapmadan geri dönmek için duymamış gibi yapmayı tercih etti ancak sakince attığı adımın altında bulunan dal parçası onu ele verdi.


Arkadan gelen adım sesi çoğalınca hızlı adımlarla yolunu uzatmak pahasına diğer taraftan gitmeye karar verdi. Eh, neticede ite dalaşmaktansa çalıyı dolanmak daha iyiydi. Duyduğu gülme sesleri hiç hoşuna gitmediği için daha da hızlandı. "Nereden çıktı bu it sürüsü anlamıyorum ki? Hayır ben bunun hesabını bir bir sormazsam o zilliye! Alıp başını gitmek ne demek oluyor hem de bu saate kadar yahu?"


 


Kendi kendine sessizce konuşan Zehra ardından gelen adım seslerini dinliyordu ancak bir terslik vardı. Ses artık ilki kadar gürültülü gelmiyordu. Arkasına bakmamasını kendine telkin ederken bir anda önüne çıkan diğer adamla çığlık attı.


 


"Ne yapıyorsun sen be andaval?"


 


"Vay vay vay, şansımıza bak birader? İntikam ayağımıza geldi," dedi adam sarı pis dişleriyle sırıta sırata.


 


Zehra hızlı bir durum kontrolü yapıp yerdeki taşı ve önündeki boşluğu hedefledi. "Bana bak basın gidin yoksa sonucunda köy meydanında sallandırırım kellenizi!"


 


"Ne oldu minik tay, yanında bizi vurmaya cesaret eden arkadaşın yok mu?"


 


Duyduğu sözle beyninden vurulan Zehra bir anlık duraksadı. Bu adamlar annesinin korkutup adını çıkartmak için Piraye ve Feride'nin peşine taktığı adamlardı. Feride hastalandığı için son anda kendisi gitmişti. Yaşadığı o korku damarlarında yeniden harekete geçerken annesinin gerçek bir bela olduğuna karar verip yutkundu.


 


Diğer tarafta huzuru iliklerine kadar tadan Piraye yerdeki ota bile gülümseyerek eve gidiyordu. Hafiflemiş torbasını omzuna takıp mutlu gözlerle çevreye bakıyor ve eve gidince kocası gelmeden yapacağı yemeğe karar vermeye çalışıyordu. Bir yandan da çıngıraklı bilekliğine taktığı şeyi kontrol etmekle meşguldü.


 


İliklerindeki huzurun yakıcı bir ateşe dönüşmesi ise saniyelerini aldı çünkü Fatih köy duvarına yaslanmış başında siyah şapkasıyla gülümseyerek Piraye'ye bakıyordu. Elindeki hafifleyen torba anında yük olunca elinden düşürdü Piraye. Gülümseyen yüzü bir bıçak kesiği gibi düştü yüzünden. O yola giremezdi ve bir adım daha atmadan buradan hemen kaçması gerektiğini düşündü.


 


Siyah bir sarmaşık gibi yıllar önce onun için büyüttüğü sarmaşık yıllar içinde sarmıştı Fatih'in kalbini. Tohumunu Piraye'ye hiç ekememişti bu sarmaşığın ancak onun için artık bunu yapmanın vakti gelmişti. Siyah sarmaşık Piraye'nin ruhuyla birlikte bedeninin her zerresini saracaktı.


 


"Güzel Piraye'm merhaba, beni gördüğüne sevindin mi?"


 


"Siktir git! Allah'ın belası, uzak dur benden. Kanser gibi yayıldın tüm hayatıma rahat ver artık senden kurtuluş yok mu? Buradan cehenneme kadar yolun varken neden istenmeyen ot gibi dibimde bitmeyi tercih ediyorsun?"


 


"Ettiğin küfrü sevdim, ağzına ne kadar yakıştı öyle."


 


"Fatih sen hastasın, lakin hekimin ben değilim. Tedavin hiç değilim!" diyerek arkasına bakmadan son hızla kaçmaya başladı Piraye, Fatih ise avıyla oynamak ister gibi yavaş yavaş gidiyordu ardından.


 


"Piraye, benden kaçamazsın."


 


Tüm bedenini korku saran Piraye var gücüyle koşarken çevrede bir tane bile insan yoktu. Bilseydi bu yoldan asla gelmezdi. Onun burada olmaması gerekirdi.


 


"Piraye, hazır mısın?" Kelimeleri uzata uzata söylemesi yüzünden korkunç bir kâbusun içindeymiş gibi hissediyordu. Birazdan kocasının onu öperek uyandırmasına nasıl ihtiyacı olduğunu bir o bilirdi.


 


"Allah'ım lütfen yardım et," demesine kalmadan duyduğu adım ve nefes sesleriyle yeniden çığlık atarak daha hızlı koştu.


 


"Piraye'm sen artık benimsin, eski hayatına veda etmeye hazır mısın?"


 


"Allah korusun ne münasebet. Gelme pis köpek, lanet olsun sana defol git."


 


"Kaçmaya çalışman beyhude bir çabadan başka bir şey değil. Ancak içimdeki oyun arzusunu alevlendiriyorsun," derken ipek gibi salınan saçlarından kavrayıp yakalaması bir oldu. Aklına hemen salıncakta da aynı şeyi yaptığı gelince tiksindi Piraye. Orada kurtulmuştu yine kurtulacaktı. Bu sapığın elinde yem olacaktı! Gözleriyle kendini kurtaracak başka şeyler aradı.


 


Ellerini arkasına kilitleyip tuttuğunda Piraye'nin gözlerindeki korkunun ateşi onu daha da körükledi. Gülümseyen yüzü nihayet ona kavuştuğu için daha da genişledi.


 


"Bırak beni ırz düşmanı, cehennemde cayır cayır yanmayı hak ediyorsun," diyerek yüzüne doğru tükürdü.


 


"Sen de ateşimi dudaklarının arasından çıkan bu kutsal suyla mı söndürmeyi tercih ediyorsun güzeller güzeli Piraye'm," diyerek çırpınan Piraye'nin kulağına doğru yaklaştı. "Biliyor musun, yanacaksam bile seninle yanmayı tercih ederim." dediğinde geriye doğru çekildi ve gözleri önce titreyen dudaklarını ardından nefes nefese kaldığı için bir körük gibi yükselip alçalan göğüslerini buldu.


 


"F-fatih, yapma bırak beni..." çaresizce dudaklarından dökülen sözcüklerin onun kulağına değmediğine emin olarak. "Bırak, dokunma bana. Ben evlendim başkasının karısıyım artık."


 


"Bu oyunu yeniden yazıyorum Piraye, çünkü henüz asıl hamlemi yapmadım. Kocanı cayır cayır yakıp seni yeniden en başta olması gerektiği gibi kendime saklayacaktım ama ne hikmetse ateşlerin içinde kalan sen oldun. Evden çıktığını görmüştüm, bilsem asla yapmazdım affet beni ne olursun," diye sakin sakin konuştuğunu sanırken Piraye'nin yüreğinin sızısı volkanik bir patlama kadar yükseldi. Dehşetle büyümüş gözlerle Fatih'e bakmaya başladığında yuvasını yakanın asıl o olduğunu anladı.


 


Bu kötülük, bu normal bir kötülük değildi ve tüm bedeni bu korkunç durumun karşısında titrerken midesindeki safra yukarı doğru yükselmeye başladı. Şeytanla mı iş birliği yapmıştı yoksa Deccal'in kendisi miydi emin olamadı.


 


"Siyah sarmaşıklarımı ruhuna ekemedim lakin tohumlarımı rahmine ekeceğim güzel kadınım."


 


Kulağına giren sözcükler beyninde zelzeleye neden olurken Piraye'den geriye kalan dilhun bir vaveyla oldu...


 


Loading...
0%