Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37. Bölüm

@1scintilla


Merhaba güzellikler yeni bölümleri artık buradan paylaşacağım, sürece göre tekrar düzenleme yaparım. Erişim engeli olan bir yerde bölüm paylaşmak içime sinmiyor ve hoşuma gitmiyor.

Bu platformda da desteğinize ihtiyacım var, beni takip etmeyi, bölüme oy verip yorum yapmayı lütfen unutmayın.

Sizi çok seviyorum 💓 🍭

​​​​​​

​​Okuduğunuz bölümlere de geriye dönüp oy verirseniz çok mutlu olurum. Sıfırdan başlıyoruz, el birliğiyle.✨


Bölüm 37. Gün Batımı Pembesi

"Sadece aşkı bulduğumuzda hayatta eksik olduğumuzu keşfederiz."

John Ruskin

"Ali Ata, Piraye evde misiniz yavrum, açın kapıyı altıma çödürcem. (işemek)"


"Anne ya, anne ya zamanı mıydı şimdi?"

Bir anda panikleyip ayağa fırladığımda bana oldukça şaşkın gözlerle baktı. Elim ayağım birbirine dolaşırken elbisemin eteklerini avuçlarıma toplayıp sıktım ve etrafımda bir tur döndüm. Kapı bir kez daha tıklanınca hiç duymamış gibi irkildikten sonra hızla merdivenden inecekken kolumu tuttu. "Sakin ol iki gözüm hemen koşma kapıya," deyince aval aval ona baktım.


"Açmayacak mıyız kapıyı yani?"


"Ah Piraye ah, beni yoldan çıkardığın yetmezmiş gibi bir de halden anlamıyorsun, ne anlayışsız ve vicdansız kadınsın sen öyle."


"Üstüme iyilik sağlık, Allah kuru iftiralardan korusun."


"Ne oldu hemen çemkirme düğmen açıldı?"


"Senin düğmene karşı benimki oldukça masum duruyor buradan bakınca kocacığım."


""Dil de pabuç gibi... Ben o dili ne yaparım biliyor musun?" Gözlerini kısarak avına odaklanan bir avcı gibi sorduğu soruya cilveyle karışık nazla cevap verdim. "Ne yaparmışsın?"


"Ham yaparım Piraye, vaziyetten de anladığım üzere bundan oldukça memnun olursun?"


Ses tonu beni ele geçiren nadide bir büyü gibiydi. Tam cevap vereceğim sıra yeniden tıklanan kapıyla kolumu hızla kurtarıp üstüne bir de çocuk gibi dil çıkarıp kaçtım. Ayak üstü atışmamız vaziyetini düzeltmiş miydi yoksa daha beter bir hale mi getirmişti bilmiyordum.


"Ay işledim vallaha işedim, yavrum neredesiniz?"


Telaşla kapıyı açıp kan ter içinde kapıyı açan kadını gördüm. Arkasında ise bana sırıtarak bakan Hakan ve Özlem'i. "Hoş geldiniz, buyurun lütfen arka odadaydım yetişemedim."


Yalan parayla değildi ya deyip kendimi telkin etmeye çalışsam da oğlunla bir takım vaziyet içerisindeydik diyemezdim. Eh Ali de tuvaletten falan çıkardı artık. Yahu ne kadar zordu yalan söylemek, üstüruplu sallamak lazımdı.


"Sağ ol kızım sağ ol, dur hemen döneceğim sana, önce bir helayı göster sana zahmet."


"Aman anne başımıza iş açmadan git kurban olayım bu yaştan sonra." Özlem'in gülerek söylediği sözlere gülmemek için dudağımın içini ısırıp tuvaleti gösterdim. Canım kocam içeriden çıkıyormuş gibi film artistleri misali bir rol kestikten sonra daha çok gülesim geldi. Gözleriyle sonra görüşürüz der gibi baktıktan sonra kapıda elleri dolu kalan misafirlerime koştum.


"Baştan alamadım kusura bakmayın ne olur, geçin şöyle abiniz bana yardım eder."


"Estafurullah yenge abim yaşlanmıştır beli meli sakatlanmasın ben güçlü kollarımla taşırım hemen," diyen Hakan'a darbe beklenmedik yerden geldi. "Aman en sevdiğim abim sen burada mıydın? Gel yardım et elim uyuştu."


"Hergele seni, formundan hiçbir şey kaybetmiyor aksine ivme kazanıyorsun."


"Asıl benim en sevdiğim abim o, ah nasıl özledim bilsen."


"Gel bakalım çitlembiğim. Bu düzenbazdan uzaklaşalım."


"Bu kız ikili oynuyor yenge, harçlık almaya gelince en sevdiği abisi ben oluyorum inanki."


"Bu adam da ikili oynuyor gibi Hakan, bir anda düzenbaz oldum çıktım."


Arkadan konuşa dalaşa giderken elimdeki torbalarda neler olduğunu merak ettim. Hepsi ağır ağırdı. Mutfakta kilimin üzerinde koyduktan sonra yerleştirmek için bir saniye duraksadım. Acaba ayıp olur mu diye düşünürken "Yağ yakma seansı bitmiştir en sevdiğim yengem, gel bir sarılalım. Sonra da torbaları döşeriz," diyen Özlem geldi.


Sarılması bile sımsıkı ve içten bir biçimdeydi, öylesine ya da samimiyetsiz bir şekilde değil. Hiç kardeşim yoktu ama onlar bu açığı muazzam bir biçimde kapatmaya çalışıyordu.


"Ne çok özlemişim öyle sizi Piraye abla. Çok geçmiş olsun, çok korktum vallahi billahi. Birbirinizi yeni bulmuşken musibetler peşinizi bıraksın artık."


"Çok teşekkür ederim Özlem, iyi ki varsın."


"Aa özlem deme rica ederim. Sevdiğim kişiler bana Öcük der, sen de öyle söyle."


"Söylerim Öcük."


"Ne kaynatıyorsunuz bakalım siz abla kardeş?"


"Hiç, öyle laflıyorduk anne, kıskandın mı?"


"Ne kıskanacağım seni kız çalı süpürgesi, çek bakalım kollarını ahtapot gibi sarılmışsın kızıma."


"Hoş geldin anne, sefalar getirdiniz."


Ona ilk kez anne dediğim için sırtıma dolanan kolları gevşedi, bakışları afalladı, gözleri doldu, dudakları büzüldü ve ardından daha sıkı bastı beni bağrına. "Annem, kurban olurum yavrum. Rabbim sizi korusun esirgesin, benden alsın size versin."


"Öyle deme Satı anne, herkes kendi vaktini doldursun."


"Canım kızım benim. Ne güzel buldunuz birbirinizi öyle, tüm dualarım sizinle. Çok geçmiş olsun çok, kötülükler def olsun başınızdan."


"Amin inşallah."


"Aa kıskanacağım ama beni de alın aranıza."


"Gel benim deli öcüğüm gel. Sonra da şu süzme yoğurtları, kavurgaları (bir çeşit kuruyemiş), nohutları dizin bakayım."


"Elimi attığım torbadan iki şaşal (şişe) pekmez, iki patlak (sarı kapaklı turşu şişesi) turşu çıktı. Sanki bilerek yapıyorlar yenge, gelene kadar kim taşıyacak kavgası yaptık."


"Ben onları alayım o zaman sen nohutlara bak," derken minik minik salatalık turşuları bidonun içinden merhaba diyordu. Mayalı ekmeğe ise orada yediğimde bayılmıştım. Bahçedeki kayısı ağaçlarından yaptığı reçeli bile koyup getirmişti kadıncağız. Eh, yemesi de bizden olurdu. "Akşama şöyle güzel bir süt helvası yapayım size o halde," derken Özlem'in bakışları beni buldu.


"Ne oluyor acep?"


"Sütlü bir tatlı, hem hafif hem lezzetli. Bursa'da meşhurdur."


"Yap öyleyse güzel yengeciğim ellerinden tatlı yiyelim tatlı konuşalım."


Malzemeleri yerleştirmek sandığımızdan uzun sürdü. Yoldan geldiler açlardır diye hemen bir çorba koyup, pirinci ve geçen aldığımız etleri çıkardım. Haber verseler önceden hazır ederdim gerçi ama kısmet böyleydi.


Merdivenleri tırmanıp yukarı çıktığımda abi kardeş birbirine sarılı dururken Hakan çıkıntılık yapıyor gibiydi. Daha dakikalar evvel kocamla sarılanın ben olduğum aklıma gelince derin bir iç çektim. Satı anne elini açmış okuduğu sureleri çocuklarına doğru üflüyordu. Hepsinin yüzünde sahici bir gülümseme vardı.


"Ali gel oğlum sana bir şey gösterecektim," diyen Satı anneyle birlikte ayaklanan kocam yanımdan geçerken göz kırptı.


"Özlem sen de bana bir bardak su getir abim hadi."


"E az önce getirdim ya abi deve gibi hörgücüne mi topluyorsun ne yapıyorsun anlamıyorum."


"Senin ellerinden gelen su bal gibi tatlı oluyor canım benim."


"Ay bak nasıl da itici konuşuyor Piraye abla, daha geçen gün senin elinden kabuklu yumurta bile yenmez diyordu."


"Dün dündür karındaşım, yallah."


Özlem söylene söylene giderken dikkatli bir şekilde Hakan'a bakıyordum. Önceden ısmarladığım şeyleri getirmişti sanırım.


"Buyur Piraye yenge emanetlerini getirdim. Gelene kadar saklayacağım diye nasıl yük oldu anlatamam, al da kurtulayım yahu."


"Sağ ol Hakan, sana da zahmet oldu ama çok da makbule geçti," dedikten sonra aynı gizlilikle arka odanın bir köşesine sakladım. Merdivenden söylenmesini hâlâ bitirmeden çıkan Özlem'e gülümseyerek geri mutfağa indim. Ali Ata ile konuşmak için akşamı iple çekecektim anlaşılan.


Yemekleri hızla hazırlarken yardıma gelen Satı anneyi yol yorgunusundur diyerek geri yukarı göndermiş, mutfakta yanımda kalan Özlem'i ise bir köşeye oturtmuştum. Hayvanları ablası Meral'e bıraktıklarını, küçük kardeşi Yusuf'u ise onun çocuklarıyla oynasın diye getirmediklerini söylemişti. Gerçi buraya gezmeye değil bizi görmeye kısmen yaralarımızı sarmaya geldiklerini de ekleyip havadan sudan sohbet etmiştik. Dilinin ucuna kadar gelen soruları gözlerini kaçırmasıyla soramadığını anlıyordum.


"E ben çok sıkılırım yenge bari salatayı yapayım."


"Olur malzemeleri yıkayım sana o zaman."


"Yok yok bebek miyim ben hallederim. Annem tazecik domates, salatalık, biber koymuştu zaten," diyerek dolaba yöneldi. Ben de süt helvasının son aşamalarını hazırlayıp güveçlere yerleştirmeye başladım. Ardından davul fırına koyup üzerinin kızarmasını bekleyecektim.


Yıkadığı her sebzeden sonra bana bakıp biraz inceleyen gözlere artık bir açıklama yapmak istedim. "Ben uyuyordum Öcük, abin iş için telefon almış çıkmıştı, sonra bir sebepten dolayı geri döndüğünde evin yanmaya başladığını görmüş ve içeri dalıp çıkarmış beni. Onun için büyük bir korku oldu, ben pek hissedemedim o anları lakin sonrası kalbim yerinde durmaz gibi çarptı. Çok şükür kurtulduk." Dilime gelen diğer kelimeleri hemen yuttum. Acaba Fatih'ten ona bahseden olmuş muydu hiç? Yangını bir tesadüf mü sanıyorlardı yoksa peşimde kendi soyumdan takıntılı bir sapığın olduğundan haberdar mıydılar? Eğer öyleyse çok utanırdım, Fatih adını bir daha anmak istemediğim kilitli kutular altında kalmalı ve kara bir leke gibi sıçradığı yerde durmalıydı.


Yemeği bahçeye serip açık havada sohbet ederek yerken tüm dertlerimden sıyrılmış misafir ağırlamanın telaşına düşmüştüm. Sofraya tuz koymayı unutup hışımla kalktığım için tökezleyince Hakan'ın dalgası haline gelmem de cabasıydı.


"Bu dana, insanlarla hüsüsü (bilerek) dalga geçer kızım, bakma sen."


"Anacım dana nedir yav? Koca adam oldum artık."


"Dana büyür öküz olur yavrum haklısın," deyince kahkahalarımızla bahçemiz şenlendi.


El birliğiyle sofrayı kaldırıp güğümde ısıttığım suyla bulaşıkları yıkamış ardından da çayı koymuştuk. "Eline sağlık kızım, sofranız bol olsun."


"Afiyet olsun Satı anne," derken Ali Ata'nın bakışlarını üzerimde hissettim. İlk defa anne derken duyuyordu. Onları benimsememi gördüğü için gülümsemesi göz bebeklerine kadar ulaştı. Yetim ve öksüz olduğum için kaç yaşında olursam olayım bir yanımın hep eksik kalacağını biliyor ve bu eksikliği Kendi ailesiyle elinden geldiği kadar giderebilmek istiyordu.


"Geldiğimiz an mutfakta da dedi oğlum, ben ilk tecrübemi atlattım o yüzden bu kadar sakinim."


"Nasıl oldu da anam bayılmadı diyordum."


"Ben sırf yüreğine inmesin diye gelin getirmiyorum anne, bak ne hayırlı oğlun var." Hakan'ın sözlerine gülerken bir yandan da yaşını merak ettim.


"Sahi kaç yaşındasın sen Hakan?"


"Yengem gelin bulma konusunda hızlı çıkacak desene. Annemin yüreğine ineceğini duydu tabii, kaynana değil mi diyor?" Muzip bakışlarının altında gülmemek için kendini kasıyor gibiydi.


"Alacağın olsun, estağfurullah olur mu hiç öyle şey."


"Şimdi küstüreceksin yengeni," diye başlayan kocama da teessüf dolu bakışlarımı gönderdim.


"Aman ha yengem essah (gerçek) demedim gözünü seveyim küsme. Anamın terliği neyse de abimin dayağını hiç özlemedim, on sekiz olacağım."


"Çocukları mı dövüyorsun sen Ali Ata?" Şaşkınlıkla açılan gözlerim, dudaklarımdan hayretle dökülen sözcüklere neden oldu.


"Yok canım, yapar mıyım hiç öyle şey?"


"Yapar valla yenge, son geldiğinde damdan aşağı sarkıttı Hakan abimi." Özlem kıkır kıkır sesiyle anılarını anlatırken çok memnundu. Ancak bu durumu ilk duyan ben değildim. Satı anneden yüksek bir şaşkınlık nidası yükseldi.


"Hii! Ne etti ne etti?"


"Boğazına üzüm kaçmış ana onu çıkarmasına yardım ediyordum, değil mi abim?" diyerek kolunu Hakan'ın boynuna doladı. Daha çok konuşursan dirseğimle seni boğarım der gibi bir tehdit içerikliydi bu tutuş.


"Aynen anne, abim hekim arkadaşından bir iki taktik öğrenmiş sağ olsun benim üzerimde deneyiverdi."


Aklıma düşen hekimle birlikte anında bağlantı kurduğum Perihan'ım geldi. Son olanlardan belli ki haberi yoktu. Eh ben de onu merak ediyordum. Kendimi sonsuza kadar eve kilitlemekle zihnimin bağlarını aşmak arasında muallaktaydım. Biliyordum ki ilk adımı atmazsam attığım her adımda ayaklarımda bir pranga oluşur ve yeni bir zincir eklenirdi.


Satı anne, kocasıyla konuşmak için içeri telefona gidince biz gençler biraz daha oturup sohbet muhabbet ettik. Çaylar içilip yatsı ezanı okununca da namaz kılma gerekçesiyle dağıldık. Ardından herkesin yatağını serdim. Eh, bekar evinde ne bulduysam onları buluşturmuş koymuştum, kimse de bu durumdan şikâyetçi olmamıştı. Kendi evimde yeni yeni nevresimlerim vardı oysa.


Yatakları serdikten sonra Satı anne yukarı çıkardığı poşetleri elime tutuşturdu. "Piraye, kızım, bunlar çeyizle birlikte gelen üç beş parça eşya, bizim evde unutmuşsunuz onları getiriverdim. Bazıları düğünden sonra hayırlı olsuna gelirken getirdikleri hediyeler."


Meal; aslında eviniz yandı, sizden geriye bir şey kalmadı, ben de bunları yeniden sizin için aldım geldim demekti. Bakışlarımız bir süre birbiriyle kesişti, gözlerinde koca bir anlayış vardı. Poşetleri alırken yutkundum. "Sağ olasın anne, hakkın ödenmez."


"Aa hak da neymiş çocuğum, hepsi sizin hakkınız. Hadi uyuyacağım ben dalım (sırtım) ağrıdı. Hayırlı geceler."


Daha fazla mahcup olmayım diye beni odadan kovalarken ne iyi bir aileye geldiğimi kendime tekrar ettim durdum. Nihayet Hakan'ın getirdiği emanetlerimi Ali Ata'ya gösterme zamanım gelmişti. Odaya girdiğimde yer yatağının üzerine serilmiş ve kollarını başının altına almış tavanı izliyordu. Kim bilir neler geçiyordu o sevdiğim aklından.


"Pişt yakışıklı, beni mi düşünüyorsun yoksa?" Kapıyı kapatırken sorduğum soru dudaklarında bir gülümseme oluşturdu. İşte onu hep görmek istediğim manzara buydu; gülümsemesi ve yüzünde daha da genişlemesi.


"Özleminden içim kavruldu hanım, nerede kaldın?"


"İşte geldim, kavrulan içine bir bardak su olmaya geldim." Sesimi bir melodi gibi çıkarmaya çalışmam işe yaramış olacaktı. Yalan olmasın diye testiye yeni doldurduğum sudan da bir bardak doldurup verdim.


"İşte benim şairane kadınım," dediğinde anında kızaran yanaklarımı saklamak için diğer tarafa döndüm. "Niye bu kızılları görmeme müaasede etmiyorsun? Ben de onlara şiir yazardım oysa. Gerçi sen bir şiir olamayacak kadar güzelsin Piraye'm, yine de seni her mısraya, her satır başına, her harfe anlatarak yazmam lazım. Elime bir kalem aldığımda yüreğimden dökülüp gelen tek şey içimdeki sevdan olmalı."


Artık yanaklarımın allığını hissedeceğim derecede kızarmıştı yüzüm. Gömleğinin üstten bir iki düğmesini daha açıp dudaklarımı kalbine bastırdım. "Seni çok seviyorum Ali'm. Keşke sadece bize özel bir kelime olsa. Sevgiyi, aşkı, tutkuyu, sadakati bir anda anlatan bir kelime. Öyle bir kelime ki ne bir eke ihtiyaç duymalı ne de bir cümleye."


"Çok güzel bir yazar olacaksın," dedi gözlerimin içine bakarak ve oracıkta mest oldum. İçim zaten bir hoştu, daha çok huşuyla doldu. "Ama önce benim romanımı tamamlamaya ne dersin?" Ses tonunun değişen seviyesine kanmamam lazımdı. Boynuma aldığım ilk öpücükten sonra kaçtım bu yüzden. İlk öpücük içime işleyecek kadar güzel olduğundan mahrum kalmak istemedim. Eh bencillikse bu da benim bencilliğimdi.


"Yakalamaca mı oynamayacağız yoksa?"


"Oyun oynayacağınız yaşı çoktan geçtiniz bayım."


"Belki ödüllü bir oyun olurdu, karşı taraflı kazandığımız?"


"Kazanamazsak ceza da verir misin cani adam? Beni de evin çatısından sallandırma?" Sorum Ali Ata'nın kahkasıyla son buldu.


"Yok, seni tavandan sallandırır, ben de ayağa kaldırdım sonra da ortada buluşurduk." Konuyu her türlü buluşmaya getiren erkek milletiydi işte. Gözlerimi devirerek ayağa kalkarken beni izledi. "Kocaya öyle yapılmaz gözlerin öyle kalır bak."


"Kalırsa ne olur, zehir yeşili gözlerime şiir yazamaz mısın artık yoksa?"


"Sesin kulağıma ne diye geliyor biliyor musun? Ben kaşınıyorum Ali Ata gel beni kaşı."


"Aman kaşıma Ali Ata söyleyeceklerim var."


"Hmm işte bu biraz ilgimi çekti ama sadece biraz."


"Aklım fikrim aşna fişne diyorsun yani?"


"Aşna fişne de neymiş?"


Yandan onaylamaz bir bakış attım. "Gerçekten bilmiyor musun yani?"


"Cık bilmiyorum biraz göster." Hiç peş etmeyişine bu kez de ben kahkaha attım ama elimle ağzımı kapatmak zorunda kalmıştım. "Yan odada annen uyuyor hiç mi utanmıyorsun?"


"Yoo, nikahlı karımsın ne utanacak mışım?"


"Ama ben utanırım Ali Ata, sabah bakamam vallahi gözlerine," dedikten sonra en güvenli yer olarak koyduğum göğüslerimin arasındaki altınlarımı nihayet çıkardım. Elim oraya gittiğinde gözlerinde oluşan hınzır parlamaya teessüf ederek baktım.


"Söylediklerinle yaptıklarının tezatlığını biçare yüreğim kaldıramayacak gibi," derken altınları hâlâ görmemişti. Hakan bir tülbentin içine sarmıştı çünkü. Ellerini ellerimin içine aldığımda büyük avuçları parmak uçlarımdan taştı.


"Ali Ata, bunları al ve kendimize yeni bir yuva kuralım."


"Nedir bunlar?" Gözlerimin içinde aradığı sorunun cevabını alamayınca ellerimin arasındaki tülbenti açtı. İçindeki bilezikleri ve altınları görünce kaşları çatıldı. "Piraye, bunlar... bunları..." Bir türlü konuşamayan dili tutukluk yaparken öptüm avucunun kenarını. Almak istemeyeceğini biliyordum çünkü. "Bunları annem getirmiş olamaz? Özlem'den mi istedin?"


"Hakan'dan istedim." Annesinin de şiddetle karşı çıkacağı için mi getirmeyeceğini düşünmüştü emin olamadım.


"Bunlar senin iki gözüm, alamam."


"Hastalıkta sağlıkta demiştik Ali Ata. Zenginlikte yoksullukta? Yalan mıydı hepsi?"


"Elbette değil bunları alamam çünkü-"


"Almanı istiyorum, söz ver alacaksın. Nereye kadar arkadaşlarının evinde oturacağız?"


"Kız bir dinle, dur." Paniklemiş bir şekilde açıklama yapmaya devam ederken kabul etmesi için asla susmuyordum. Ancak dudaklarıma kapanan sıcak dudaklar sayesinde şiddetli bir depreme maruz kalmış gibi kalakaldım. Soluksuz kalmışken nefesimi dudakları arasından almaya çalıştım. Öpüşü gittikçe derinleştirken hangi ara beni tutup kucağına çekti anlamadım. Zaten ben de dünden razı olduğum için zerre kadar itiraz beklemeden yanaşmıştım.


Bir eli elmacık kemiklerini severken geri çekildi ve burnumun üzerini öptü. Hızla yükselip alçalan göğsüme şöyle bir bakış attıktan sonra "Sakinleştin mi?" diye anlamsız bir soru sordu.


"I-ıh daha çok heyecanlandım."


Sessiz ve erkeksi gülüşünü dinlerken düşmemek için tutunduğum omuzlarını okşadı parmaklarım. "Bunları alamam çünkü dedem mirasından bana kalacak paranın bir kısmını şimdi göndermiş. Çocuk düze çıkmak için ölmemi mi bekleyecek diyerek annemle babamın eline tutuşturup gitmiş parayı. Geldiğinde annemle bunu konuşuyorduk."


"Yaa sağ olsun, teşekkür ederiz. Ben de yetmezse babamdan kalan tarlayı satarız diyecektim daha."


"Bir kısmı derken, dedemin mirasının bir kısmı bile hatırı sayılır bir para içeriyor yüreğim."


"İyi, rahatladım öyleyse, günlerdir dert ediniyordum."


"Bu olmasaydı bile annemlerin zamanında bizim için aldığı yerler vardı, onları satmasını isteyecektim zaten. Geceleri uykusuz kalıp dönüp durmana gönlüm razı gelmez. Bunları düşünecek biri varsa o da benim."


"Nasıl düşünmem, komşusu aç yatarken tok olan bizden midir?"


"Bak işte bunda öyle haklısın ki," diye çıkan muzip kelimeleri ona yeniden sımsıkı sarılmamla sonlandı. Yuvamız için aynı anda, birbirimizden habersiz tuğla taşımaya başlamıştık bile, üstelik yine birbirimiz için.


Perihan IRAZ


Birkaç gündür -hekimin kesin olarak pembe gülleri gösterdiğinden beri- içim bir tuhaftı. Bir şeyden şüphe etmek ayrı, gerçekliğini bilmek ayrıydı. Yemek yiyemiyorum iştahım tık diye kesilmişti. Midem hep dolu gibiydi sanki. Yaz havası bana hep bunaltıcı gelirdi önceden, şimdi ise oradan oraya ötüşen kuşları izliyor, rüzgârla sallanan çiçeklerin fısıltılarını dinliyordum.


Birbirine kur yapan kuşları gördükçe kıkırdadım. Biz de mi böyle gözüküyorduk onların gözünden, biraz şapşal şeyler gibi... aşıklar.


Kalbim bu düşünceyle deli gibi çarpmaya başladı. Kilit kelime bu muydu yani; aşk. İştahımı körelten, içimdeki kuşun cıvıl cıvıl ötmesini sağlayan şey, dile getirmeye yüreğimin el vermediği şey buydu; aşk.


Günlerdir ona nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum. Zihnimi tıka basa öyle doldurmuştu ki gerçekleri, fotoğrafı gördüğüm günü bir kenara itmiştim. Ya da henüz o gerçeği tekrar dillendirmeye gücüm yoktu. Biliyordum yolun o tarafı dikenliydi, dikenler bana batıp canımı yakacaktı ancak sonunda gülden tarafa ulaşabilecektim. Gülün yaprağı yumuşak ve pürüzsüzdü, kokusu mest ediciydi. Ne yazık ki hayat kimseye dikensiz gül vermiyordu, önce acıyla harmanlanıp dikeni tadıp, ardından gülün kıymetini öyle anlayacaktık.


Hasta değildim ama günlerim yatakta geçiyordu, pencerenin önünden yıldızları izliyordum gece boyu, sonra güneşin doğuşunu ve ardından batışını. Tüm o renkler ne güzel geliyordu artık gözüme. Şaziye bile takılmıyordu bana, artık ona zevk vermediğim için.


Yıllar sonra kurduğum ilk hayal bu muhteşem renkleri yanımda biri varken izlemekti. Sanki o bunu hiç görmemişti ve ben can havliyle büyük bir hevesle görmesi için uğraşacak gibiydim. Üstelik arada o kızılın pembe tonunu görüyordum ki değmeyin keyfime.


İşte o an ilk defa dışarı çıktım, çarşıya. Pembenin o tonunu bulmak için Bursa'nın tüm havlucularını, iplikçikerini, kumaşçılarını ve tuhafiyelerini gezdim. Bana yarım ip bile olsa yeterdi. Nihayet aradığım rengi bulduktan sonra yanına bir de kar beyazı ip aldım, beyaz renk evde olsa da yenisi olsun istedim. Kar beyazı gibi tertemiz bir sayfa açıyordum sanki hayatıma.


Çarşıyı öyle tezcanlı öyle hızlı gezip gelmiştim ki eve ben bile şaşırmıştım kendime. Artık yeni hayatıma kattığım bir şey daha vardı; hız. Tabii isteyince... Elime aldığım kalın şiş ile birlikte güzel bir lif modeli ördüm aynı gün içinde. Zaten çok büyük olmadığı için akşama kadar bitmişti ancak bu saatte ortaya çıkması bir mucize olacağından sabahı beklemem gerekmişti.


Gün yeniden nasıl battı nasıl doğdu ben nasıl sabrettim bir Allah bir de ben bilirim. Lifi korunaklı bir yere sakladıktan sonra testileri sırtladığım gibi çıktım evden. Lastik çarıklarımı yarı yolda gelişigüzel taktım ayaklarıma. Lakin giderken bir umutsuzluk düştü içime ya çalışıyorsa diye, akşama kadar bekleyecek miydim, zinhar bekleyemezdim. Şaziye daha fazla kuşkulanır ardıma düşerdi.


Güneş iyice doğdu, etraf canlandı, horozlar öttü, hayvanlar bile kahvaltı yapmaya çıktı. Ben ise çeşmenin başında öylece oturdum. Yavaş yavaş insanlar ayaklanmaya başladığında ise kenardan aldığım büyük testiyi doldurmaya başladım. Sağdan soldan geçen insanları gördüm ama hiçbiri aradığım yüz değildi. Aradığım yüzü bulana kadar testiyi yeniden boşalttım ve sıfırdan doldurmaya başladım, sanki oraya yeni gelmiş gibi. İnsanlar orada boş boş durduğumu anlamasın diye testi bir doldu, bir boşaldı.


Hayvanlar bile yalaktan su içmeye geldiler ama o gelmedi. İçimdeki heyecan içi havayla dolu bir balonun yavaş yavaş sönmesi gibi azalıp yok oldu. "Üç kere daha Perihan, Allah'ın hakkı üçtür. Üç kere daha doldur boşalt gelmezse ardına bakmadan git kızım." Kendi kendimi gaza getirdikten sonra bir de gülmeye başladım. Sanki defalarca üç kere saymamış gibi dışımdan söylersem bir hükmü olur sanıyordum.


Testi bir kere doldu, boşaldı. Oyalanacak bir şeylerim olsun diye tülbentimi yeniden bağladım.


Testi iki kere doldu boşaldı, çarıklarımın içine kum girmiş gibi yavaş yavaş onlardan kurtulur gibi yaptım. Merhametli bir insandım ben hepsi bunun içindi. Çocukken de birini yakalamak için sayarken sayıların arasına buçuk yerleştirirdim. Büyüdüm hâlâ sayılar arasına zaman dilimi yerleştirmek için çabalıyorum. "Lakin saniyeler senin kadar merhametli değil Perihan, görüyor musun hiç durmadan akıp gidiyor? Çarık da silkelesen, içinden geldiği gibi de davransan, çok da istesen bazen olmayınca olmuyor."


Peki kalbim niye böyle kırılmıştı, sanki her sabah aynı saatte buradan geçiyordu da ben beklediğim için gelmiyor gibi bir hüsrana uğramıştım. Sahi saat kaçtı? Belki de gece nöbeti uzun sürmüştü. Bakışlarım etrafı taradıktan sonra çeşmenin altındaki testiye döndü. Taşmaya başlamıştı tıpkı kalbimden taşan duygular gibi. "Üçüncü testi çoktan doldu Perihan, gitme vakti."


Taşan testiyi biraz daha boşalttıktan sonra değneğin ucuna koydum. Taşan her şey biraz boşalmalıydı, yoksa ya kaynamaktan ya buharlaşmaktan bitip tükenirdi. Çeşmenin yanındaki pembe güllere son kez baktım, doldurup boşalttığım tüm suyu heba olmasın diye onun dibine dökmüştüm. Daha fazla bekleyip su dökemezdim, bilirdim ki suyun bile fazlası zarardı, insanı hasta eder, çiçeği çürütürdü.


Az evvel son kez koklamamış gibi yumuşak yapraklarında gezindi parmaklarım. Belki o da daha önce gülleri sevmişti ve bir gül yaprağında denk gelmişti ellerimiz. "Varsın bugün de gözlerimiz denk gelmesin, nasip değilmiş. Bu parmaklar bir gün beni de sever mi acaba? Saçlarımın arasında gezinip ne kadar güzel olduklarını söyler mi, yoksa ben mi arsızlık ediyorum. Eh Perihan dün yediğin hurmalar bugün seni tırmalıyor işte, Piraye'yle o kadar uğraşmayacaktın!"


Dışımdan söylenmeye son verip iki ucu testi olan değneği tam kaldırıp sırtlayacaktım ki koşarak gelen adım seslerini duydum. Yüreğim umutla doldu, belki de oradan oraya koşarak giden haylaz çocuklardan biriydi ama kendime söz geçiremiyordum. Değneği yerinden çıkarıp testiye iyi takamamış gibi uğraşmaya başladım bu sefer de. Çıkıntı yerinde problem var da bir türlü geçmiyor gibi davranıyordum. "Ah Perihan sen bu hallere düşecek kadın mıydın? Yakında yeşilçama çıkarsın bu oyunculukla." Kendi kendime alay ederek sessizce konuşurken adım sesleri giderek yaklaştı ve en sonunda durdu.


Umduğumu bulamazsam diye ardını dönmeye öyle korktum ki duymamış gibi davranmaya başladım. Sırtımın arkasında kendini belli eden bir beden yokmuş, nefes almıyormuş gibi davranmak ne de zordu. Artık yamuk olmayan bir değnekle daha fazla oyalanamazdım, ayağa kalktım. Sanki her şey saniyeler içinde oluyormuş da ben yavaşlatılmış bir anın içinde kalmıştım.


"Perihan'ım?"


İşte oradaydı, heybetli varlığını hissetmek, dudaklarından dökülen ses tonunu duymak küskün kalbime nasıl da iyi geldi öyle. Gülümseyerek omzunun üzerinden ona doğru döndüm. Gök gözlü hekimin gözleri kalbime bunu nasıl yapıyordu, nasıl şok cihazına tutulmuş gibi görünmeyen bir güç tarafından havaya zıplayıp inebiliyordu kalbim, doktor olduğu için mi?


"Yarkın Bey?"


Ben o kadar şanslı değildim işte adını sahiplenir gibi söyleyemiyordum. Bu koca bir haksızlıktı. Ellerini diz kapaklarına koymuş nefesinin düzene girmesini beklerken gülümsedi. Adıyla seslenmem hoşuna gitmiş olmalıydı.


"Yetiştim," diye ağzının içinden konuşurken duyulmadığını sandı sanırım. "Bugün diğer günlerden daha yoğun geçti, vaktinde çıkamadım."


"Anlıyorum. Çok yorgun olmalısınız?"


"Çok," dedi harfleri uzata uzata farklı bir mana taşır gibi.


"Ben sizi yolunuzdan etmeyim de dinlenin o halde."


Gözlerimin içine bakarak "Dinleniyorum zaten," dedi. Sonra arkamdaki güllere baktı, dibi sulanan toprağına baktı, gülümsemesi büyüdü ve tekrar bana baktı.


"Nasılsın?"


"Aslında iyiyim lakin bir doktor olarak soruyorsanız cevabımı tazelemem gerekir." Sözlerimden sonra kaşları çatılır gibi oldu. Dizlerine koyduğu elini sonunda çekip doğruldu ve güneşin önünde yüzünün parıltısını görmeme müsaade etti. Ben bu muazzam görüntüyü izlerken sorgu dolu bakışı hâlâ bendeydi.


"Bir şikayetin mi var?"


"Var ya, bugünlerde yüreğimde tuhaf bir sızı var. Böyle nasıl desem göğüs kafesime sığmıyor da taşıyor gibi, sürekli şarkılar söylemek istiyor, hâlbuki sesim ne çekilmez bir bilseniz."


Bakışları yumuşadı. "Yürek sızısı demek, hmm. Bu ses tonunu bir şeyler muruldanırken duyma şerefine nail olamadığım için üzgün olduğumu söylesem, zavallı kalbime kızmazsınız umarım."


"Kızmam kızamam, bana yazacak bir reçeteniz yok mu?"


"Elbette harikulade bir reçetem var lakin ulu orta yerde yazılacak gibi değil," dediğinde yanaklarım tıpkı arkadaki güller gibi pembeleşti. Boğazımı temizleyip sağa sola bakındım.


"Anladım, benim de size vermem gereken bir şey vardı." Adımları biraz daha bana yaklaşırken gözlerindeki parıltıyı daha iyi görmeye başladım.


"Yine sizli bizli olduk demek, bana vereceğin şey nedir Perihan'ım. Umarım dikenlerle dolu bir kirpi değildir."


"Diken mi? Hiç sanmıyorum öyle huylarım yoktur. Benim armağanım oldukça yumuşak."


"Oldukça yumuşak demek, bilmece gittikçe eğlenceli bir hal alıyor."


Etrafı taradıktan sonra elim göğsüme doğru gidince bakışlarını kaçırdı hemen. Eh her saygılı bir erkeğin yapması gereken bir ahvaldi. Lifi göğsümden çıkarıp birkaç adım ben gittim ona bu sefer. Uzattığım elime saniyeler boyunca bakarken anlamlandıramadığını fark ettim. Çok geçmeden mavi gözleri gökyüzü kadar derin bir hal aldı harelerime bakarken.


Lifi elimden alırken serçe parmağı da okşar gibi dokundu parmağıma. Güllerin üzerinden hayali bir buluşma gerçekleştiren parmaklarım bunu gerçekleştirdiği için bugünün en şanslı parmaklarıydı.


"Sıcacıkmış..." Kelimeler dudaklarından inanamaz gibi çıkarken bu haline içten içe gülümsedim. Ve ona duymak istediği cevabı nihayet verdim.


"Tıpkı yüreğim gibi."


"Bembeyaz?"


Rengini sorguladığının farkındaydım, hafifçe gülümsedim. "Tıpkı yüreğim gibi."


"Lif?"


"Evet lif, içinde sabun koymak için ayrı bir bölme daha var, sonra incelersin," dedikten sonra günlerdir zihnimde çevirdiğim tiyatro sahnesini nihayet gerçeğe erdirecektim. "Hoşça kalın, Hekim'im..."


Göz bebekleri şaşkınlıkla büyüdü, dudakları aralandı ama bir şey diyemedi ardından zorlukla yutkunurken testi değneğini sırtıma aldığım gibi arkamı dönerek uzaklaşmaya başladım. Bu kez de o benim ardından bakacaktı. Ya işte Yarkın Bey, nasıl kendi silahınızla vuruldunuz öyle? Foyası ortaya çıkmıştı bunu anlaması hiç uzun sürmedi. Sırıtarak ilerlerken kendi kendine mırıldanması çalındı kulağıma esen rüzgar tarafından.


"Ne demek ki bu lif şimdi, çeyizim hazır demek mi? Beyazla gelinliğe mi vurgu yapıyor acaba?"


Kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırsam da omuzlarımın hareketini durduramıyordum. Erkek milletiydi işte dolaylı yoldan değil de gözüne gözüne sokmak gerekiyordu. Göz ucuyla dönüp baktığımda nihayet lifin içindeki sabunluk diyerek baskıladığım kısma bakmayı akıl etti. Sonra gözleri hızla beni buldu.


"Pembe, tıpkı yüreğin gibi." Dudaklarından dökülen sözcükler sabahtan beri beklediğim kalbimin üzerine öyle bir ferahlık verdi ki zafer dolu gülümsememle son kez ona bakıp ilerledim. Rüzgârın giderken kulağıma taşıdığı son şey kuş gibi cıvıldayan kahkahasıydı.


Loading...
0%