@1scintilla
|
Oy verip destek olmayı unutmayın dut tanelerim. Bölüm biraz uzun olunca ikiye bölüp attım. Hepinizi öpüyorum💕🍭
Bölüm 38. Vicdanın Sesi
Part 1
Ali Ata Aslanboğa
Hayatımın üzerine batan dikenleri tek tek temizlerken aldığım derin nefes ciğerlerime doluyor ve huzur olarak geri çıkıyordu. İşler yoluna girdikçe Piraye'min yüzüne renk gelmiş güller açıyordu. Onu severken, sevdiğimi belli ederken gittikçe güzelleşmesi kalbime zarardı.
Birkaç gündür bizde olan ailemle birlikte oldukça kafası dağılmış gözüküyordu. Sorunlardan sıkıntılardan uzaklaşmış yemek ve örgü telaşına girmişti. Ben ise ailemin üzerindeki son dikenleri de atmak için karakola gidiyordum. Fatih soysuzunun burada parmaklıklar ardına girmesi bana yetmezdi, onu başka şehre gönderene kadar elimden geleni yapacaktım. Günler önce ifade için Piraye de gelmişti. Ona yaşananları tekrar hatırlatmak istemezdim ama asıl şikayeti bizzat onun yapması gerekiyordu.
Üniformamı düzeltip kapıyı iki kere tıklattıktan sonra içerideki komutu bekledim. "Gel."
"Amirim." Saygıyla başımı bir kez eğip selam verdim.
"Gel Ali, dosya hakkında bir gelişme mi var?"
"Dosya hakkında değil geçen ki mevzuyu konuşmaya geldim amirim. Çıdamlı ile aramızdaki husumeti ince detaylarına kadar anlatmıştım."
"Evlat kanıtsız şüpheler delil olarak kullanılamaz." Beni anlamıyordu, ne kadar ciddi olduğumu göstermem lazımdı.
"Bir polis şüphelerinin peşinden gidip sonuca ulaşır amirim. Son anlattığım olayda soysuzun dışarı çıkabilmesinin sebebi Çıdamlı. Bizi konuşurken o duydu, devletin gizli depolarını o biliyor, kapıda ufak bir zorlama bile yok çünkü anahtarı kullanıp açmış. Sorgusuna tekrar girersem Fatih'e itiraf ettirebilirim."
"Oğlum adamın yüzündeki kan yeni kurudu zaten, gelip gidip stres atıyorsun. Mesele namusun dedin hak etti dedim sesimi çıkarmadım ama mahkemeye sevk edilecek."
"Bu yüzden itiraf çok önemli amirim aksi halde içten pazarlıklı bir hainle aynı karakolda çalışmayı bırakın aynı şehirde bile yaşayamam. Bu saatten sonra bunu ne aklım ne midem kaldırır."
"Yani ne diyorsun şimdi?"
"Ya o ya ben diyorum?"
Dişleri arasından sinirle konuşurken ona rest çekmem yuvarlak tombul yüzünün kızarmasına neden oldu. "Ali Ata, Ali Ata acele ediyorsun bu işler bir günde olacak işler değil. Defol yıkıl karşımdan, sorguya sarıyı da sok al itirafını başka sorgu yok!" Kapıyı kapatıp ardından gülümserken kızsa da dediklerimi mantıklı bulduğunu biliyordum. İtiraf olmasa bile onun sürülmesi için elimden geleni yapardım ama itiraf meslek hayatını sonlandıracaktı. Belindeki silahın, cüzdanındaki kimliğin, kolundaki rozetin alınması için yaptıklarının açığa çıkması şarttı. Derdim kimsenin ekmeği değildi ama bugün bana bunu yapan, yarın birine kinlendi diye vatan hainliği bile yapardı. Çürükleri aramızdan ne kadar çabuk temizlersek o kadar iyiydi çünkü çürüyen armut mutlaka yanındakinin de çürümesine yol açardı.
Feridun'u aldığım gibi Fatih'in tutulduğu yere gittim. Elleri sandalyeye kelepçelenmiş başı öne doğru düşmüştü. Demir kapının ağır sesiyle hafifçe kıpırdandı. "Siktir git artık lan." Güçsüz fısıldayışı gülümsememi sağladı.
"Sence bugün ona ne yapalım Sarı?"
"Yaptıklarımızı düşünüp eleyelim derim. Aslan gibi avımızla mı oynasak yoksa boğa gibi burnumuzdan mı solusak bilemedim. Dur biraz bunu zaten yapmıştık." Soyadıma vurgu yaparken oldukça eğleniyordu.
"Pişman değilim lan, Piraye'yi seviyorum, hep sevdim çocukken bile. Sonra yırtık dondan çıkar gibi girdin hayatımıza."
"Karımın adını o soysuz ağzına alma. Bir kez olsun o at gözlüklerini çıkar ve senden ne kadar korktuğunu gör. Sevgi iyileştirir, korkutmaz. Kabullenmen gereken şey onun benim alnıma yazılmış olması." Bu sefer daha nazik olmayı deneyecektim. "Kaderi Fatih, sen değiştiremezsin. Velhasıl, ben onu sevdim ama o beni seçti. Eğer seçimi ben olmasaydım ve senin gibi başına bela olsaydım ne düşünürdün?" Sessizce burnundan soluması beynine işlediğim anlamına geliyordu.
"O senin kuzenin, amcanın kızı. Amcan onu size emanet edip göçmüş bu dünyadan ve sen emanete ihanet etme derdindesin. Yatabildiğin kadar hapis yatmanı sağlayacağım. Sana yalanlarla değil doğrularla geliyorum ve bunu hak ettiğini biliyorsun. Lakin bir problemimiz var."
"Yine beni tehdit mi edeceksin lan? Ne anlatıyorsun sabahtan beri? Sen mi iyi adamsın şerefsiz? Ağzıma sıçtınız günlerdir."
Elimdeki kalemi ustaca çevirip masanın üzerine bırakırken Feridun'la göz göze geldik. "Şu mesele?" Buraya her gün gelmediğime göre, sarının gözlerindeki ışıltı kendi geldiğini belli ediyordu.
"Ne o yardakçı arkadaşın şerefsizce düşüncelerini bilmiyor mu yoksa?" Keyifsizce gülerken gözleri benden nefret ettiğini bas bas bağırıyordu. Gözlerimi devirdim.
"Evet, bekar bir kardeşim olduğunu ve ve yine Feride'nin de bekar olduğu bir takım imalarda bulunmuş olabilirim." Kavga ettiğimiz gece kulağına bunları fısıldamıştım. Bıçak ona saplandığı için hekim tedavi etmiş ve geri buraya postalamıştı.
"Kardeşinin hayatı senin ellerinde demedin mi puşt?"
"Ağzını topla. O benden şikayetçi olmaman ve kendi yaptıklarını itiraf etmen için bir göz dağıydı. Kardeşim Feride'den hayli küçük ve Piraye'nin ailesi benim ailem demektir. Yani onları korumak benim boynumun borcu. Kudurduğun için o an aklıma başka bir şey gelmedi." Ellerindeki kelepçeyi sağa sola savurarak bağırmaya başladı.
"Allah senin belanı versin şantajcı piç, günlerdir gözüme uyku girmiyor." Haklı olabilirdi. Ona bir takım boşluklar bırakmış ve gerisini tahmin etmesini sağlamıştım ama kanı bozuk pezevenk herkesi kendi gibi kötü sandığından kim bilir o boşlukları nelerle doldurmuştu. Feridun saçlarını arkaya doğru asılınca bağırmaya bir son verdi.
"Bir daha hakaret edersen pekmezini şu masaya akıtırım," dediğinde bir süre sessizliği dinledim. Kendime sakin olmak için sürekli uyarı veriyordum. Karıma saldırmamış, saplınca sözler ve davranışlarda bulunmamış, hayatını riske atmamış gibi konuşmanın ne kadar zor olduğunu kimse tahmin edemezdi. Ellerimi arkama bağlayıp yumruklarımı kimse görmeden o şekilde sıktım.
"Fatih, buradan gittiğinde, parmaklıklar arasına girdiğinde Piraye rahat bir nefes alamayacak çünkü itin biri hâlâ dışarıda olup ona saldırmak için fırsat kollayacak. Bana o ismi ver. Ver ki başka bir yangının ortasında bu sefer geç kalmış olarak onu bulmayım. Ver ki bir kuyunun dibinden cansız bedenini çıkarmayım." Artık avazım çıktığı gibi bağırırken günlerdir yıpranan psikolojisiyle birlikte ağlamaya başladı. Sonunda gardını indirmişti ama ağzından o tek kelimeyi hâlâ duyamamıştım.
"Ölmesini istiyor musun? Söyle ölmesini istiyor musun?" Hıçkırıklara arasından başını yavaşça sağa sola salladı. Ruh hastası sevgi adı altında tek zararı kendi vermek istese bile ölüm kırmızı bir çizgi gibi aramıza çekildi. Allah'ım, rabbim ne olur bunu bir çağrı olarak algılama ve güzel karıma huzurlu, sağlıklı uzun ömürler nasip et. Rabbim onun hakkında bu şekilde konuşmamı affet, ömrümü benden al ona ver.
Yumruklarımı yeniden arkamda kavuşturup boynumu kütlettim. Fatih kendinden geçmiş gibi ağlıyordu. Bu hale gelmesinde Feridun'un da işi olduğunu anlamıştım, amirim de öyle ima etmişti. "Ben göreve gittiğimde burada yalnız ve savunmasız kalacak." Polislerin uzun görevleri olmuyordu ama bu detayı bilmesine gerek yoktu. "Dışarıda onu en savunmasız anında hayattan koparmak için bekleyen kişiyi bilmezsem onu koruyamam. Söyle bana Fatih, söyle artık ver şu ismi. Kim o? Kiminle işbirliği yapıp depodan kaçtın? Kim seni nezarette ikna etti söyle?"
Ses tonumun son oktavda çıkmasıyla birlikte üzerine yürüdüğümde titremeye başladı. Bunu son yaşadığında aklına dolanlar yüzünden gerçekten korkuyordu. "Bu itirafı vermezsen hayatın kayacak Fatih, suçunu çekip çıkacağını düşünürken mahkumluğun uzayacakta uzayacak." Feridun arkasından bir şeytan gibi vesvese verirken yeniden ona doğru yürüdüm. Metal masaya yumruğumu vurmamla birlikte "Söyle, kim yaptı kim?" diye yeniden bağırdığımda o da bağırmaya başladı. Delirmesine ramak kaldığını düşündüğüm için sorguyu sonlandırmam gerekiyordu.
Öfkeyle elimi saçlarımın arasına daldırıp bir adım daha attığımda yeniden bağırdı. "Servet, Servet Çıdamlı. Bana yardım eden oydu bırakın artık beni, çıkarın buradan beni." İtirafı sonunda alırken yapacaklarım ve rahata erecek hayatım adına düşünürken koca adamın karşımda altına işediğini gördüm. Fatih kendine göre cesur, gücünün yettiğine zorbaydı ama yanlış kayaya toslamıştı. Tek benim sorgularımla bu hale gelmesi mümkün değilken Feridun elindeki saçı ileri doğru itekleyip kurnazca gülümsedi ve kapıdan dışarı çıktı. Onun acımasız yanını artık çok keskin bir şekilde öğrenmiştim.
Hayatının dersini alırken arka odaya doğru baktım. Camın arkasını iki kere tıklayıp kayda aldıklarını bildirdiklerinde sert adımlarla odadan çıktım. Bugün burada gurur ve insanlığımızın bir kısmını bırakmıştık. Bugün bu odada vicdan muhasebesi yapacak durumda değildik ama omzumdan kalkar sandığım yük daha da fazlasıyla üzerime binmişti. Tüm bunları yapan vatanını, devletini korumaya yemin etmiş silah arkadaşımdı. Bu vatanın masum bir sivili üzerinde zalimce planlar yapan bir katilden başkası değildi, bu saatten sonra mahkûmları hapsettiği parmaklıklar arkasına artık kendi girecekti. Onu ben hapsedecektim.
Yazardan
Piraye'den ses soluk alamayınca çareyi evlerine gitmekte buldu Perihan. Bugün gözlerinin rengine uygun toprak tonlarında bir elbise giymiş daha açık tonlarda ise bir örtü örtmüştü. Ah ne çok şeyi birikmişti can dostuna anlatacak.
O günden sonra hekimle bir daha görüşmemiş utancından çeşmeye bile gitmemişti. Kızlar burada çoğu zaman bunu bile yapamazdı zaten. O denk gelebilmek için kırk takla atmış en sonunda niyetini bildirip kaçmıştı, şimdi ise çok utanıyordu.
Babasının gelmesi bu kez uzun sürmüş, Şaziye ise kim bilir nerede takılıyordu. Tahta kapıyı güçlükle kilitleyip evden çıktı Perihan. Dün akşamdan yaptığı hoşafları ve çörekleri koyduğu poşetleri de eline aldı. Sürpriz yapmak istiyordu arkadaşına. O bahçede güzel bir oturma yeri vardı ve gölgenin altında oturur bir güzel hasret giderirlerdi.
Elinde poşetlerle köy yolunda sallana sallana giderken bir yandan da şarkı söylüyordu. Atilla Özdemiroğlu'nun bestelediği bu şarkı son yıllarda radyoda en çok dinlenenlerdeydi. Hele Sezen Aksu'nun sesine mest oluyordu.
"Kıskanır rengini baharda yeşiller, sevda büyüsü gibisin sen Piraye. Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu, üzüm buğusu gibisin sen Piraye." Kendi kendine kıkırdadıktan son sıcağın altında hızla ilerledi. Nihayet kara gözüktüğünde gülümseyerek büyük bahçe kapısını açtı. Kapının geniş tokmağını vurduktan sonra şarkısına devam etti. Bu güzel sözlerle havalı bir giriş yapıp arkadaşını da gülümsetebilirdi.
"Kıskanır rengini baharda yeşiller, sevda büyüsü gibisin sen Piraye." Kapıyı açan kişiye doğru gülümserek baktı ama karşısında umduğu kişiyi bulamadı. Birbirini tanımayan iki kadın birbirine anlamsız bakışlar atarken "Pardon ben arkadaşıma bakmıştım ama?" derken çevresine bakındı Perihan. Hayır yanlış gelmemişti.
"Hee, siz Piraye ablaya baktınız buyurun geçin içeri."
Perihan bu genç kızı çıkaramadığı için içeri falan geçmek istemedi, zaten içeri girmek değildi niyeti burası neticede bekar eviydi ve yarın bir gün laf söz olabilirdi. Hekim ve diğer polis arkadaşının yaşadığı bir bekar evi... "Yok hiç girmeyim size zahmet çağırırsanız çok makbule geçer." İçeride duyduğu seslerden sonra çıkan patırtı ve koşuşturma sonrası Piraye gözüktü kapıdan. Öyle çok özlemişti ki arkadaşını. "Peri," diye sesli bir nefes verip hızla atladı kollarına. Perihan da poşetleri bırakmış sarılışına içtenlikle karşılık vermişti. Kapının ağzında kalan Özlem gülen gözlerle inceledi iki arkadaşı.
"Özlem gelsene, seni Perihan'la tanıştırayım. Kendisi benim can dostum ahretliğimdir. Perihan, Özlem de Ali atanın küçük kız kardeşi."
"Hmm, görümce suları yani," diyerek sessizce fısıldadı Perihan. Şimdi anlamıştı sessizliğin nedenini, ağır misafirleri vardı arkadaşının.
"Memnun oldum Perihan abla," dedi Özlem gülümseyerek. Perihan şöyle bir analiz ettikten sonra kıza bir adım atıp ona da sarılmayı tercih etti. "Ben de Özlemciğim memleketimize hoş geldiniz."
"Hoş bulduk."
"Ee içeri geçelim kızlar." Piraye'nin teklifini reddetti Peri. "Yok dut tanem, içerisi basıyor beni şuracıkta otururuz diye geldim. Günlerdir seni merak ediyordum." Bir yandan da Özlem sularında bir tehlike var mı diye onu süzüyordu.
"Siz oturun öyleyse ben de fırındaki kek yanmasın diye onu bekleyim. Pişince getiririm yeriz," diyerek uzaklaştı Özlem iki arkadaşı yalnız bırakmak adına. Bu konularda oldukça saygılı ve düşünceli bir insandı. Peri yeniden sarıldı Piraye'ye, anlatacakları için içi içine sığmıyordu.
"Ben de hoşafla çörek getirmiştim de bu misafirin devamı yok mu?"
"Satı annenin başı ağrıdığı için odasına çekildi. Hakan sağda solda gezmeye çıktı, Özlem'i de şimdi gördün işte."
"Misafirin olduğunu bilsem gelmezdim dut tanem, senin için sorun olacak laf gelecekse hemen kalkayım valla seni görmem yetti bana."
"Yok yok otur yerine deli kız. Ali'nin ailesi çok şükür ki iyi insanlar. Kimse bir laf etmez. İyi ki geldin ne çok özlemişim öyle."
"Ben de valla, şöyle etraflıca dedikodu yapalım dedim."
"Dökül hemen, demek heybene anlatacaklarını da yükledin?" Kendi başına gelenleri anlatmayı düşünmedi Piraye. Zaten tatları kaçmış yeni yeni kendine geliyorlardı bir de öyle hevesli gözüküyordu ki arkadaşının gözlerindeki ışıltıyı söndüremezdi. Belki bir gün cesaret ederse, son gittiği pikniği ve harika geçen o günün ardından yaşadığı korkunç travmayı anlatabilirdi. Artık kimse ona üzülsün istemiyordu Piraye, kimseyi mutsuz etmek istemiyordu.
"Piraye, bilsen neler oldu." Peri derin bir nefes alıp elini kalbine koydu ve besmele çekerek anlatmaya başladı. "Beni bırakıp gitti diye yıllardır üzüldüğüm kadın benim annem değilmiş."
Piraye şok olan gözlerle ona bakarken duyduklarına inanamadı. "Ne? Nasıl? Kim dedi bunu?" İşte bunu hiç beklemiyordu. Bunca yıl nasıl sakladılar diye düşünürken arkadaşının üzüldüğü aklına gelince o da üzüldü. Ne çok ağlamıştı omzunda onu geride bırakıp gitti diye. Meğer sebebi buymuş.
"Ben odamdaki küçük dolabın altında bir fotoğraf buldum. Genç bir kadının kollarında bir bebek duruyor ve o benim, başka bir bebeklik fotoğrafım da vardı siyah beyaz. Piraye, bir doğum tarihim varmış, sadece o doğurmadığı için bilmiyormuş. Kendi çocuklarını alıp giderken beni o yüzden terk edip geride bırakıp gidebilmiş."
"Bundan emin misin?" Piraye dehşete düşmüştü, arkadaşının yıllardır yaşadığı, üzüldüğü şey koca bir yalandan ibaretti.
"Evet fotoğrafın arkasında Perihan Iraz ve tarih yazıyor yazıyor ve kadın annem sandığım kişiye hiç benzemiyor. Bilseydim, bilseydim Piraye yemin ederim bu kadar üzülmezdim. Bilseydim beni ardında bırakıp gitmesine hak verir geceler boyu ağlayıp içerlemezdim."
"Ah canım arkadaşım, çok büyük bir haksızlık bu," derken bir eliyle ona sarılıp sırtını okşadı Piraye. Onun da kendine göre ne dertleri var diye geçirdi içinden. Allah'a ufak bir duada bulundu arkadaşını teselli ederken. Allah'ım, rabbim ne olur arkadaşım huzura ersin artık. Kalbindeki ağırlığı hafifletmesine yardım et.
Perihan, Piraye'nin omzunu gözyaşlarıyla ıslattıktan ve onun tesellilerini dinledikten sonra geri çekilip derin bir nefes aldı. Tek kelime etmeseydi bile ona sarılmak dertlerini hafifletirdi. Gözyaşlarını sildikten sonra asıl konuya girdi. "Neyse ben bunu nasıl öğrendim biliyor musun? Odamın camından içeri kirpi gibi bir şey düşüp yuvarlandı dolabın altına. Ne var diye bakarken buldum."
"Kirpiler uçamaz Perihan." Kıkırdadı Peri.
"Kirpi değilmiş zaten, elmaymış. Etrafı karanfillerle dolu bir elma."
"O da ne demek?" Gittikçe şaşırıyordu Piraye, arkadaşından nasıl uzak kalmıştı öyle. Herkes kendi derdinde cebelleşip durmuştu.
"Başta ben de anlamadım ama sonra Şaziye görünce benim yere bakan yürek yakan olduğumu söyledi. Meğer eski dönemlerde kızlar sevdiği adamlara karanfilli elma verirmiş. Anlamı seni seviyorum demekmiş." Piraye sevinirken eliyle ağzını kapattı.
"Kız ne diyorsun?"
"Valla Şaziye'nin yalancısıyım. Sonra elmamla birlikte çeşmeye gittim ki bir de ne göreyim?"
"Ne gördün çatlatma radyo reklamı gibi araya girip."
"Çeşmenin yanında yeni dikilmiş pembe güller."
"Pembe güller mi? Önce unutma beni çiçeği sonra peyunyalar şimdi de pembe güller mi?"
"Evet," diye hızla başını salladı Perihan. "Ardından hekim de geldi tabii. Diğerlerinin hikayesini anlattığı gibi bunu da anlatır sandım ama cevabı kendin bul dedi. Bu çiçek ve rengi hakkında bir şey açıklamadan gitti."
"Pembe gül mü?" diyen Piraye açılan gözleriyle arkadaşına baktı ve sonra aynı anda bildikleri şeyi dışarı vurdular. "Pembe, gönlüm sende."
"Evet evet, Piraye bu güller bu anlama geliyor işte."
"Peki şimdi ne yapacaksın?"
"Yaptım bile."
"Hiii." Şaşkınlıkla ağzını kapattı Piraye heyecanlanıp. "Az daha konuşmasak çoluğa çocuğa karışacakmışsın Peri." İkisi de küçük çocuklar gibi kıkırdayıp durdular. "Ee ne yaptın anlat. Sen de adamın kafasına bir elma atsaydın."
"Yok ona daha güzel bir şey yaptım, lif ördüm."
"Lif mi ördün? Çeyizim hazır gel beni al mı dedin yani?"
"Hayır tabii ki. Ona beyaz lif ördüm, tertemiz bir başlangıç olsun diye. İçine de sabun koyması için ayrı bir bölme diktim." Devamını anlatırken arkadaşından gözlerini kaçırdı. Piraye'nin de aklı karıştı ne olmuştu şimdi? "İçindeki gizli bölmeye pembe bir gül diktim işte Piraye anlasana."
"İnanmıyorum," diyen Piraye'nin kalbi heyecandan patlayacaktı. İkisinin de yüzü heyecan ve utançtan kızarırken birbirine gülen gözlerle bakakaldılar. "Sen de ona gönlüm var sende dedin yani, pembe güllerini iade ederek hem de. Bu elmadan daha iyi olmuş dut tanem. Peki hekim ne yaptı?"
"Henüz bir şey yapmadı çünkü bir daha görmedim."
"Bu da ne demek?"
"Şey, biz arada çeşme başında denk geliyorduk ama günlerdir gitmedim işte."
"Utanıyorsun? İnanamıyorum. Oh olsun sana benimle dalga geçerken iyiydi. İnsanın başına gelince anlıyor böyle işte. Denk geliyorlarmış peh, adamın iş çıkışı aynı saatte su doldurmaya gidiyorum desene şuna."
"Şşt. Yaa Piraye nasıl konuşuyorsun öyle?" Peri yalandan alınmış gibi yaparken Piraye hemen arkadaşının elini tuttu.
"Çok sevindim çok, senin de yuvanı birlikte kuracağız canımın içi." Birbirine yeniden sarılan iki arkadaşı kapının aralığından gizlice izleyen Özlem ve odasının camından bakan Satı kadın gördü.
|
0% |