Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@1scintilla

Akşamları gelir incir kuşları,


Konarlar bahçemin incirlerine.


Kiminin rengi ak kiminin sarı.


Ah beni vursalar bir kuş yerine.


Akşamları gelir incir kuşları.


Ki ben Mona Rosa bulurum seni


Sezai Karakoç


Bölüm 4. Bir Küçük Zeytin Tanesi


Anne sevgisini en fazla kaç yaşımıza kadar almalıydık? Üç mü, ya yedi? Yirmi yaşında anne sevgisine de muhtaç olamaz mıydık? Annem gelip sabahları yumuşacık dudaklarıyla bir buse kondursaydı yüzüme, ne iyi olmaz mıydı?


Oysa her gece suçlulukla uyuyan ben, annemin öpücüğünü bile hak etmiyordum. Bu konuyu imam amca ile konuştuğumda "Eceli gelen insana hiçbir şey çare olmaz kızım. Sen olsan da olur, olmasan da. O gün onları oraya götürmeseydin aynı ecel onları bu kapıların ardında bulacaktı." demişti.


Derdi benim bu ölümü aşıp hayatıma devam edebilmemdi. Gerçekleri söyleyerek. Fakat gerçekler size gün aşırı tekrar edildiğinde bir türlü unutamıyordunuz.


Gözlerim camın önündeki saksıya değdi. İlk gün alıp birleştirdiğim topraklar oradaydı. Yeni bir tohum dikip çiçek açmasını sağlamıştım. Onlara değen topraktan nasıl olur da sevgi dolu bir çiçek açmazdı ki?


"Piraye? Uyanmadın mı daha gözün kör olmasın."


Ah Piraye, vah Piraye. Bir de yumuş yumuş öpücüklü günaydın bekliyorsun. Al sana Nevin yengenin tiz sesli günaydın öpücüğü.


O da yetmiyor gibi kapım gürültüyle tıklanıp ardından hemen açıldı. Gürbüz abi tüm aptallığıyla karşımda dikişmiş duruyordu.


"Adabı muaşeret diye bir şeyden haberin yok herhalde. Çabuk çık dışarı. Genç bir kızın odasına bu şekilde dalamazsın!"


Gözleri şöyle bir üzerimde dolanırken yorganı üzerime çektim. "Annem seni bekliyor Piraye, niçin onu bekletiyorsun?"


"Giyinip geleceğim. Bende duydum. Bir daha böyle saçma bir bahaneyle odama gelme." dedikten sonra gevşek gevşek gülerek geldiği gibi kapıyı kapatıp çıktı. Ancak gürültülü bir kapanış yapmıştı. Şayet oralardan biri geçiyorsa odamdan çıktığını görmüşlerdi. Allah'ın cezası!


Üzerime yine en uzun elbiselerimden birini giydim. Baharın gelişi beni açık renkler giymeye davet ediyordu. Aşağı indiğimde yengemi mutfakta buldum.


"Sabah şeriflerin hayır olsun yenge. Bu kahvaltılar kargalar için mi yoksa bizim mi?" dedim kargalar pisliğini yemeden niye uyandık dercesine.


"Laf, laf, laf. Bugün temizlik yapacağız o yüzden erken kalktık. Fatih'i de az önce fırına yolladım ama yüzünde senin gibi bir gülümsemeyle gelmedi?"


Hah. Taşın şimdi nereye geldiği belli oldu işte. "Yenge amacın ne? Baharın gelişi içime şu kadarcık bir sevinç ekti, çok mu gördün gülümsememi?"


"Bazı baharları söndürdükten sonra, bu kadar kolay gelebiliyormuş demek ki baharlar sana." dediği an sözleri yüzüme yine tokat gibi çarptı. Dişlerimi sıkarak gözlerimin dolmasını engelledim.


"Ne var biliyor musun yenge? Aynı şey Zehra'nın başına gelseydi ben ona kol kanat germek için elimden geleni yapardım. Sürekli uçurumdan aşağı sallamak için fırsat kollamazdım, tıpkı aklı başında bir büyüğün yapması gerektiği gibi." dedikten sonra arkamı dönüp çıkarken kapıda Fatih'le çarpıştım. Duymuştu.


Ben çıkarken arkamdan fırlatılan bir şeyler ve kırılma sesleri duydum. Yengem çığlık atarken Fatih bağırıyordu. "Yenge niye her seferinde o çatal dilinle insanları sokuyorsun? Sus demedim mi ben sana?"


İşte onun bu yönünü hiç sevmiyordum. Beni koruyordu ancak öfkesi boyundan büyüktü. Birkaç kez bu öfke bana da yönelince anladım. Sessizce gidip yer sofrasının bir köşesine oturdum ve bir parça ekmek kopardım. Dünkü çökeleklerden olduğunu görünce tabağa uzanacaktım ama Zehra benden evvel davrandı. Yediğim bir peynir çok geliyordu gözlerine.


Bunu fark eden küçük Suat ablası yedikten sonra tabağı bana uzatarak gülümsedi. "Teşekkür ederim ufaklık."


"Rica ederim Piraye abla."


"Piraye bugün Faruk'la Suat'ı mektebe sen bırakır mısın? Komşular gelecek çıkamam."


"Olur Handan yenge götürürüm."


"Çarşıdan da alınacak birkaç şey var." demişti ancak Fatih'in gelmesiyle devam edemedi.


"Kimse gitmiyor çarşıya bensiz."


"Oğlum senin işin yok muydu?"


"Çarşıya çıkacak kadar vaktim var anne." diyerek çıkıştı Fatih. Yanmıştık ki ne yanmıştık. Her gidişimiz olayla sonlanıyordu. Şu sana baktı, bu gözünü süzdü diye diye beni çıldırtıyordu.


Gürbüz abinin gözleri, Fatih'le benim aramda gidip gelse de bir şey demeden sofradan kalktı.


"Hadi bakalım çocuklar, eller yıkansın doğru mektebe." diyerek elimle tavuk kışkışlar gibi kovaladım onları. Sonrasında yine kalın bir yün çorap giyip kapıda dikilmeye başladım.


Küçücük yavrucakların çantalarının kendilerinden ağır olduğunu görünce aldım sırtıma.


"Ama ikisi birden sana ağır gelecek abla?" diye sordu Fuat en sevimli hâliyle.


"Sizin minicik sırtınıza kıyacak değilim ya bal böcekleri." dediğim an ikisi de kıkırdadı. Böcek olmak hoşlarına gidiyor olmalıydı.


Mektebin kapısına gelince çantalarını bir bir sırtlarına taktım. Önlük yakalarını ve saçlarını düzelttim. Yanaklarına minik birer buse kondurup "Muallimi doğru düzgün dinleyin, yaramazlık yapmayın olur mu? Hadi Allah zihin açıklığı versin." dedikten sonra ikisine de el sallayıp geldiğim yola döndüm.


Köşede bekleyen Fatih'i görünce şaşırmadım. Zaten en başından beri sessizce peşimizden geliyordu. Bakkalın köşesindeki aynadan görmüştüm. Yürümeye devam edince o da hafif geride kalarak peşimden geldi.


"Şu bakliyatçıdan mercimek alacağız evde az kalmış." dedim dükkâna yönelirken. "Selamünaleyküm. Şu açık olandan iki kilo mercimek alacağım." Çırak bana baktıktan sonra bir de arkama bakarak hemen işe koyuldu. Arkamda korku salan bir koruma gibi dolanmasına gerek yoktu lakin söylersem kavga ederdik.


"Al abla afiyet olsun."


"Sağ olasın borcum ne kadar?"


"Sen çekil ben alırım." dedi Fatih yanıma gelerek.


"Yengem para verdi ya Fatih yanımda var."


"İyi kalsın o sende. Lazım olur."


İşte bu iyi bir haberdi. Belki kumaş tezgâhından yeni bir kumaş alırdım. Ancak bu sefer de yengem Fatih yanıma bunun için gelmiş gibi yanlış anlardı. Bu düşünceyi hemen attım kafamdan. Sonra çay şekeri almak için uncuya girdim. Diğer ihtiyaçlar için çarşıyı tek tek dolaştım.


En son sepet sepet zeytinlerin önünde durduğumuzda onları inceledim. Ben kuru zeytin seviyordum ama yengemler, büyük ve etli zeytin yiyorlardı. Şimdi kendi beğendiğimi alsam bir ton laf edeceklerdi. İşte bir zeytin tanesi bile yük oluyordu insanın sırtına. İçli bir nefes çektikten sonra "Hangisini istiyorsan onu al." dedi Fatih.


"Yengemlerle zevklerimiz uyuşmuyor."


"E ikisinden de al o zaman."


"Sofraya iki çeşit zeytin mi koyacağız ayıptır." Bunca aç insan varken sokakta, biz çeşit çeşit yiyip içemezdik. Fatih derin bir nefes aldıktan sonra "Hangisini istiyorsan onu al Fatih seçti dersin." dedi çözüm üreterek.


"Fatih, ondan sonra planlayıp seni yanımda götürüyormuşum gibi oluyor, laf ediyorlar. Abi sen şundan ver bize bir kilo."


"Senin ardına gelen bendim Piraye, hatırlatırım."


"Gel de bunu onlara anlat işte." dedim somurtarak. Ağız tadıyla zeytin bile yiyemiyorduk, sabah da kahvaltıda peynir çekilmişti önümden. Zehir zıkkım ediyorlardı her şeyi.


"Off. Sen şundan da ver abi az."


"Fatih,"


"Sus Piraye gıy gıy içimi şişirdin." Ona burnumu bükerek ilerledim. Parasını da o ödesin o zaman. Tüm ihtiyaçları aldıktan sonra günü olaysız sonlandırdık diye derin bir nefes alacakken, şom ağzımı açtım.


"Neye bakıyorsun lan sen?"


"Hayırdır birader, gözümün bekçisi misin?"


"Ben gözünün değil de sen götünün bekçisi olsan iyi olur." dedikten sonra adama bir anda varıp yumruğunu patlattı. "Milletin karısına kızına bakmaya utanmıyor musun lan?"


"Ne karısı lan? Parmağında yüzük bile yok. Sen koluna takıp gezebiliyorsan biz niye gezmeyelim."


"Öldürürüm seni, götünden kan alır yine oradan geri veririm."


"Millete şapur şupur bize yarabbi şükür öyle mi?" dediğinde gevşek ağzını bir türlü kapatmayıp, üzerine vazife olmayan şeylere karıştığı için yumruklar art arda patladı.


"Yardım etsenize, ne bakıyorsunuz?" diye bağırsam da kimse ayırmadı. Buralarda namus söz konusu olunca kimse kılını kıpırdatmıyordu.


"Fatih, dur artık gidelim lütfen. Fatih, lütfen öldürecek misin adamı?" Öfkesi gözünü kör ederken korkudan bir kuş gibi titrediğimi görmüyordu. O böyleydi; yıkımı daima büyük olurdu. Ne kadar zarar verdiğini fırtına dindikten sonra görebilirdik. Bu yüzden ondan korkuyordum. Bu tavırlarından çok korkuyordum hem de.


"Fatih, lütfen gidelim artık." diye titreyen sesimle koluna dokununca durdu. Gözlerime baktıktan sonra adamı can havliyle köşeye itekleyip kalktı ve hiçbir şey olmamış gibi üstünü başını düzeltip yürümeye devam etti.


İri yarı bedeni ona her zaman avantaj kazandırırdı. Ancak böylesi bir avantajı hiçbir zaman sevememiştim. O an gözümde bir gölge gibi büyüyen canavara dönüşüyordu. Boynuzları bedeninden taşıp karşısındakinin gözlerini oyacak sanıyordum.


Bu tehlikeli, çok tehlikeli bir korumaydı ve ben aradaki ince çizginin oldukça farkındaydım. Bazen beni Gürbüz abiden kurtarıyor olsa da ürkütücü bu gösteriden her zaman nefret ediyordum.


Yolun geri kalanında titreyen ellerimden poşetlerin hepsini alıp sessizce taşıdı ve eve gittik. Kapının önündeki ayakkabı birikintisini görünce kısık sesle küfür etti Fatih.


"Gitsinler diye o kadar oyaladık hâlâ gitmemişler." diye mırıldandığında anlamadım. Hemen odama çıkıp yatmak istiyordum ama bu sanırım mümkün değildi.


Kapıdan içeri girdiğimizde elinde çay bardağıyla geçen Handan yengem bizi görünce şaşırdı. "Erken gelmişsiniz oğlum, bir sorun mu var?"


"Yok bir sorun anne. Yorulduk biraz, gidip dinlenelim."


"Tamam canım. Piraye sende çık dinlen kızım buraları ben hallederim."


"Hayırdır inşallah, başımıza taş mı yağacak?" diye söylenirken içeriden başka bir yaşlı teyze çıktı ve beni görünce sevinmiş gibi gülümsedi.


"Aa gelmişsin işte, maşallah maşallah. Yavrum bir bardak su doldur gel de içeyim sana zahmet olur mu?" dediği gibi neşesiyle yerine gitti.


"Anne, anne!" Fatih neden dişlerini sıkarak konuşuyordu bilmiyorum ama gidip mutfaktaki su testisini aldığım gibi salona girdim. Beni gördüğü gibi dedikodu yapan ekip anında sus pus olarak seyretmeye başladılar. İşte bu biraz garipti.


"Hoş geldiniz hanımlar."


"Hoş bulduk yavrum."


"Hoş gördük evladım, maşallah pek de güzel."


"Hele şu boncuk gibi gözleri."


"Bir içim su gibi."


"Bahtı güzel olsun inşallah."


Beni bir konu mankeni gibi süzmelerinden rahatsız olarak teyzeye su götürdüm. Sonra ise inanılmaz bir şekilde hepsi sırayla su istedi.


"Senin Refik ile de aynı yaştalar, pek bir yakışırlar akça pakça, Hamiyet Hanım."


"Asıl benim Feridun'umla yakışırlar. Boyu boyuna huyu huyuna. Pek kibar pek hanımcık. Sen dik başlı demiştin ama hiç öyle durmuyor Nevin."


Duyduklarımla birlikte ne yapacağımı bilemedim. Nevin ve Handan yengemin neden memnuniyetsiz olduğunu şimdi anlamıştım. Bu kadınların hepsi beni görmeye gelmişti. Tabiri caizse beğenip oğluna, torununa istemek için. Fatih'in siniri de açığa çıkmıştı böylece. Mektep ve çarşı bahaneydi. Beni evden göndermişlerdi ki gelen kişilerle muhatap olmayım. Yoksa kırk yılın başı bir dışarı çıkıyordum.


Yengemlere baktıktan sonra testiyi sehpaya bırakarak odama çıktım. Fatih beni kapımın önünde bekliyordu. "Gerçekten çok yorgunum, hiç uğraşamayacağım seninle." deyip kapıyı açıp içeri girecektim ki ardımdan geldi.


"Öyle mi? Kimle uğraşacaksınız peki Piraye Hanım? Aşağıdaki hangi teyzenin soysuz oğlunu beğendin?"


"Fatih dışarı çıkar mısın? Saçma sinirini üzerimde atabileceğin bir deney faresi değilim ben!" Kapıyı yeniden açıp döneceğim sıra kolumu tuttu.


"Söyle beğendin mi birini? Kim sana görücü gelmeye cesaret edebilir söyle?"


"Hemen kolumu bırak! Sen ne sanıyorsun kendini? Bir gün olacak olan o zaten, sana ne oluyor? Git de Feride'ye abilik tasla."


"Olacak olan o ha? Evlenmek istiyorsun yani? Sana abilik yapmak istediğimi de nereden çıkardın? Bana evlenmek istemediğinin sinyalini gönderirken, pazar malı gibi aralarına katılıp beni seçin mi dedin onlara söyle?"


O an öyle okkalı bir tokat attım ki suratına hem parmaklarımın izi yanağına çıktı hem de alt kattaki komşular bile duydu. Duydu ki derin bir sessizlik oldu içeride. Öfkeyle parlayan gözlerimi cesaretle diktim gözlerine. "Haddini bil, çık odamdan."


Diğer kolumu da yakalayıp kapının arkasında kıstırdı beni. Ne yazık ki bir öküz kadar güçlüydü ve itekleyemiyordum. "Çık dedim odamdan! Bırak beni! Bir kere de söyleyince anlamıyor musun sen, ne taşıyorsun beyin yerine?" Ses seviyemi normal tutmaya çalışsam da öfkeden ellerim titriyordu. Eğer bağırsam aşağıdaki teyzeler duyardı ve bu olay tüm mahalleye yayılırdı. Duymasınlar diye sessiz konuşsam Fatih bunu anında anlar ve bu sefer o bağırırdı, hem de en uygunsuz şekilde.


Başını başıma doğru iyice yaklaştırıp "Ne yaptın sen?" diye sordu oldukça sakin bir sesle.


"Hak edene hak ettiği gibi karşılık verdim. Benimle konuşurken haddini bileceksin. Ben senin amcanın kızıyım."


Gözlerimin içine bu kadar yakın bakması beni rahatsız ediyordu. Onunla bu kadar yakın olmakta öyle aynı şekilde. Ne söylersem söyleyeyim duymuyor gibiydi. Dudaklarını kemirmeye başlayarak biraz daha yaklaşınca panikten ne yapacağımı bilemedim. Ne yaşanıyordu şu an? İyice zıvanadan çıkmıştı.


"Fatih kendine gel! Derhal defol odamdan!" Tesir etmediğini anladığımda ise elim kolum bağlı olduğu hâlde yapabileceğim en iyi şeyi yaparak ona hızla kafa attım.


İkimizden de acı dolu bir ses çıktı ama en azından beni serbest bırakmıştı. Canımın acısını umursamadan sersemlemiş bedenini kapının dışına itekletip var gücümle kapıyı kilitledim. Kapıdan kayan bedenimle birlikte yere yığılırken kalbim ilk defa bu kadar korkuyla atıyordu. Ellerim zangır zangır titrerken kapıya son kez yumruk attı.


"Bu iş burada bitmedi Piraye..."


Loading...
0%