Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 40. Kırık Vazo

 

Ali Ata da çay bahçesinin çitlerinin üzerinden atlayıp yola koşan çocuğa doğru koşmaya başlamıştı ama saniyeler içinde kopan gürültülü çarpma sesiyle birlikte kulağıma yayılan çınlama sendelememe sebep oldu. "Suaaat!"

 

Yazardan

 

"Suat..." Piraye'nin fısıltısı dudaklarından dökülüp kalbine bir çığ gibi büyüdüğünde her şey için çok geçti. Ali koşarken şok içinde otomobilin bir köşeye fırlattığı çocuğa bakakaldı. Elindeki dondurması yüzüne çarpmış ardından fırlamıştı. Etin araca çaptığı an çıkardığı o tiz çığlık hepsinin kalbine bir hançer gibi saplanırken etrafları bir anda sarıldı. Doktor diye bağıranlar, yardım etmeye çalışanlar ve kalan herkes telaşlıydı.

Ali Ata koşarak çocuğun yanına ulaştığında nabzını kontrol etti ve zayıfta olsa bir vuruş hissetti. Çarpmadan ötürü başı kanamış ve düştüğü yerde yamuk bir şekil almıştı. "Uzaklaşın, toplanmayın, dokunmayın çocuğa daha fazla zarar verirsiniz. Polisim ben açın etrafı." Yan taraftan şoku atlatan Gürbüz ve Nevin koşarak yanlarına geldiğinde annesi ağlıyordu. "Oğlum, oğlum aç gözlerini!"

"Suat, Suat abim kendine gel, bak bize ne olursun?"

Ali'nin gözleri arkada kalan Piraye'yi aradı. Piraye'nin gözleri ise Suat'ın dondurması ve ayağından çıkan ayakkabısında takılı kalmıştı. Gözyaşları önünü görmeyecek derecede akarken tökezleyerek, düşerek o yolu bitirip Suat'ın yanına geldi. Gözü ne Nevin'i ne de Gürbüz'ü görüyordu. El yordamıyla ayakkabının çıkan tekini bulup giydirmek isterken Ali'nin ellerini tutmasıyla kalakaldı. "Piraye'm sarsmamak lazım."

"Olmaz, olmaz pabucunu giysin Ali Ata, ne olursun giysin, ayağında kalsın. Benimki de çıkmıştı, tıpkı böyle çıkmıştı ve yıllarca kimse geri giydirmedi, ne olursun giysin." Saçındaki papatyanın Suat'ın yanına düştüğünü gördü Ali Ata. Karısının titreyen ellerinden eskimiş ayakkabıyı aldı ve çocuğu sarsmadan ayağına taktı. Bunu kaybı olan genç Piraye'nin hatrına yapmıştı.

Piraye ağlamaya devam ederken zihni onu geçmişe doğru sürüklemiş annesine ve babasına çarpan otomobilin görüntüsünü izletmişti. Babasının son görüntüsü gülümseyen yüzüydü. Suat'ın ise yüzünü bile görememişti, başı kanıyordu, babasının da annesinin de başı kanamıştı. Kendine her yeni bir sayfa açtığında başına bir kötülük mü gelmek zorundaydı diye düşündü. Sonunda kan mı olmalıydı her güzel şeyin?

Sağlık ekipleri gelip boynuna bir boyunluk taktıktan sonra hemen götürdüler çocuğu oradan. Arkasından ağıt yakan Nevin ve abisi de gitmişti. Piraye, Suat'ın kanının sızdığı yere bakmaktan başka bir şeye odaklanamıyordu. İki elini birden kalbine götürerek dua etmeye başladı. "Allah'ım ne olursun, ne olursun alma onu da yanına. O daha çocuk, bahçede cıvıl cıvıl koşmayı yaramazlık yapmayı hak ediyor. Sen Suat'ı bize bağışla."

Ali Ata karısının gözündeki yaşları silerek bağrına bastı. "Piraye'm nefes al, sakinleş. Önce kendine iyi davran ki Suat'ın yanına gidecek gücü bulasın." Saçlarını öptükten sonra daha fazla o manzarayı görmesin diye kucaklayıp kaldırdı oradan. Uzakta bir ağacın dibine götürüp daha rahat sarıldı. Titremeleri azalsın diye kulağına onu sakinleştirecek ne varsa söyledi. Artık iç çekmeleri azalan Piraye, Ali Ata'ya baktı. "Orada yalnız değil en azından değil mi, ben yalnız kalmıştım."

"Değil güzelim. Annesi tüm kötülüğü hak etse de acısı çocuğundan çıkmamalı. Annesi yanında, abisi yanında şimdi istersen gider amcanı da alır götürürüz."

Piraye'nin zihninde dolanan tek cümle acısının ondan çıkmaması oldu. İlahi adalet böyle tecelli edecekse tüm kalp kırıklıklarını toplayıp yutmaya hazırdı. Annesinin kötülüklerinin kendi oğluna vurmasına o dayanamazken Nevin ne tepki verecekti? Kararlılıkla ayağa kalkıp "Gidelim Ali Ata, amcamı da alıp hastaneye gidelim," dedi ve taksi buldukları gibi yola çıktılar.

Sanki yanında olursa, kapısında beklerse ona kızgın olmadığını hissettirir ve çabucak iyileşir gibi düşünmüştü masum kalbi. Sanki annesinin kötülüklerine rağmen bir kez daha ona kalkan olabilirmiş gibi hissetti.

Taksi aylardır görmediği evin önünde durunca Piraye'nin inmeye gücü yetmedi. Ali Ata koşarak eve gidip kötü haberi amcaya ve diğerlerine verdiğinde, Piraye'nin gözünde canlanan anılar her bir köşeden çıkıp üzerine çullandı. Hava almak için açtığı cam bile yetmedi ona. Bu öyle bir kalp kırıklığı, öyle bir acıydı ki tüm oksijeni ciğerlerine çekse yine de iyileşmezdi ruhuna batan kıymıklar.

Kapı açılıp telaşlı adımlarıyla evden çıkan Atilla, Zehra ve Feride hemen sıkıştı arabaya. "Kızım, Piraye'm nasıl oldu, yetiştiler mi hastaneye? Suat'ım iyi mi?"

"Yetişmişlerdir amca, inşallah iyidir. Biz de hemen sizi almaya geldik." Ses tonu sakin ve kendinden geçmiş gibi çıkan Piraye'nin başında feci bir ağrı oluşmuş ve bir kova buz taşıyor gibi ağırlaşmıştı. Kızarık gözleri Zehra'yla buluşmuş ama birbirlerine bir şey diyememişlerdi. Feride günlerdir görmediği Piraye'ye sarılmış ve masum kalbiyle gidene kadar Suat için ağlamaya devam etmişti.

Taksiden inip kapıdan koşarak giren Atilla, oğlunun durumunu öğrenmek için sağa sola sorup durdu. En sonunda bir çalışan, adamın kollarından tutarak çocuğun ameliyata alındığını söyledi ve koşturmasına engel oldu. Hep birlikte ameliyat kapısının önünde dururken Nevin'in ağıtları Atilla'nın iyice sinirini bozuyordu.

"Gizli gizli görüşeceksin diye mi yedin çocuğun başını? Ulan sen ne bela bir kadın çıktın be! İnsanda az ar olur edep olur! Ben sana evde gözümün önünde görüş git demedim mi Nevin?"

Nevin gözyaşları içinde kocasına baktı. O eve misafir gibi girip çıkmak istemediği için bu görüşmeyi kabul etmemişti ama Suat daha küçüktü, diğer çocukları gibi değildi ve annesini özlemişti. Evde misafir olma duygusuyla Piraye'ye yaşattıklarını biraz olsun anladı ama kötülük kanına dokunduğu için üzülmedi. Ardı sıra gelen Handan ve İlyas koridorda yerini almıştı. İlyas Piraye'nin şöyle bir sırtını sıvazlayıp geçmişti ama Handan konuşmaya bile çekindi. Gelirken hastanede perişan olmasın diye Faruk'u komşuya bırakmışlardı.

"Piraye abla sen mutlu musun? Biz sen gittikten sonra hiç mutlu olamadık." Feride'nin sessiz cümlesi Piraye'yi iyice daraltmıştı. Bir köşede oturdukları için onları duymuyorlardı neyse ki.

"Benim mutluluğum sizinle gelmedi ki Feride, gönlüme düşen sevdam ile geldi. Onda da abin musallat oldu, okyanusun ortasında dalgalarla sallanan küçük bir kayık gibi hayatta kalmaya çalışıyorum."

"Biliyorum, sen mutluluğu hak ettin ama biz de mutsuzluğu hak etmedik." Piraye'nin gözünden düşen bir damla yaş göğsünde yatan Feride'nin saçlarına karıştı. Cümle kalbine dokunmuştu çünkü Feride haklıydı. Ne o, ne Faruk, ne Suat mutsuzluğu hak etmemişti ama depremden ilk etkilenler her zaman evler olurdu. Maral ailesinin depremi evdekileri dört bir yana savurmuş ve uğursuz bir yağmur bulutu açık kalan çatıdan hep gözükmüştü.

Ali Ata herkese su getirip bir yudum olsun alıp sakinleşsinler diye umdu. Gözünü ayırmadan dik dik baktığı için Gürbüz oradan çoktan uzaklaşmıştı. Kimsenin yaşattıklarını unutacak değillerdi ama böylesi bir durum da gizli bir ateşkes ilan etmek kaçınılmaz olmuştu. Annesini sevmiyorlar diye küçük bir çocuğa ardını dönüp gidecek değillerdi. Hele Piraye bunu hiç yapamazdı. Bazı geçeler birlikte uyudukları, masal okudukları, gizli gizli biriktirdiği paradan sırf onlar mutlu olsun diye şeker sakız alıp gülümsemesini izlediği çocukları nasıl bırakıp giderdi? Üstelik kendi yaşadığı anlar aklından bir an olsun çıkmazken. Suat'a ayakkabısını giydirdiği için içi rahattı. Ayakkabısı ayağında yok diye ve kimse onun çıplak kalan ayaklarını umursamaz diye çok korkmuştu.

Saatler geçerken duvarların üstüne geldiği Maral ailesi koridorda cirit atmaya devam etti. Nihayet saçları ağarmış hekim dışarı çıktığında hepsi birlikte adamın etrafında pervane oldu. Hekimin üzgün suratından bir şeylerin ters gittiğini anlayan Piraye bir adım geriye gitti ancak sırtı arkasında dağ gibi dimdik duran kocasına yaslandı. Hekimin gözlerinde acı vardı, bunun devamında iyi bir şey gelme olasılığı çok zayıftı.

"Hayati tehlikeyi atlattı."

"Oh çok şükür Allah'ım. Dile benden ne dilersen doktor, yavrumu kurtardın Allah razı olsun."

"Hay çok yaşa hekim bey."

Amcaların sözleri ve dillerden düşmeyen dualar semaya doğru süzülüyordu ancak kır saçlı ihtiyar doktorun gözlerinin içi parlamıyordu işte. "Hayati tehlikeyi atlattı ama,"

"Sorun ne, iyi değil mi? Nesi var yavrumun?"

"Bir karar vermeniz lazım."

"Ne kararı?" deyip karısına döndü Atilla anlamamış gibi. "Ne kararı Nevin ne kararı, ne diyor?"

Elleri yüzünde duran Nevin'in gözleri hekimden başkasını görmüyordu. Kocasını kulağı duymuyordu bile.

"Ampütasyon uygulamak zorundayız, yani bir bacağını kesmek zorunda kalacağız, karar vermelisiniz..."

Herkesin donup kaldığı o dakika Nevin tüm hıncıyla Piraye'ye doğru saldırmaya yöneldi. "Hepsi senin yüzünden, her şey senin suçun Allah'ın belası, kaldın hayatımızda, pis bir virüs gibi dağıldın her yerimize, dağıldığın yetmedi bir de dağıttın evimizi, yuvamızı. Allah seni kahretsin, mikrop." Tam elini havaya kaldırmış okkalı bir tokat indirecekken zaten oraya doğru giden Ali Ata, Nevin'in elini havada kaptı.

"Ağır ol, acın var diye sesimi çıkarmıyorum haddini bil. Ziyadesiyle kötü bir durumun içindesin lakin mukadderat böyleymiş. Hepimiz üzüldük, yaptıkların yüzünden aynaya bir bak ve bu bela neden başıma geldi diye bir soruştur. O elin bir daha benim karıma kalkmayacak."

Nevin elini ondan kurtarmaya çalışırken ağzından çıkanı hala duymuyordu, tıpkı Ali'yi de duymadığı gibi. "Onun suçu, onun suçu. Anasız babasız kaldı başımıza bela oldu." Kendi çocuğunun anasız babasız kalması halinde ona nasıl davranırlar diye düşünmeden savurdu kötü kalbindeki fesat düşünceleri.

"Ne münasebet be kadın, büyüğümsün deyip saygılı konuşmaya çalışıyorum şansını zorluyorsun!"

"Bırak, bırak mahvedeceğim onu!"

"Yeter! Yeter. Yeter hiç mi Allah korkun yok yeter!" Atilla'nın bağırmasıyla birlikte bağırıp çağıran kadın gözyaşları eşliğinde yerine sindi. Kocasıyla bir kavgaya daha tutuşsun istemiyordu. Zehra bile bir köşeden boşuna didinen annesine iğreti gözlerle bakıyordu. Belki suçu başından atarım derdiyle uğraşıyorsa bu boşuna bir uğraştı.

Karar verilmiş ve ameliyat devam etmişti. Piraye bahçeye hava almaya çıkmış ve dayanamayıp yeniden girmişti. İşin içinde Suat olmasa ikisi de bir saniye bile orada durmazdı. Zaman aktıkça Piraye'nin zihni bir kaza anına gidiyor bir de sonrasında yengesinin işkencelerine uğruyordu. Akrep yelkovanı kovalarken Piraye anıları kovalıyordu. Bunlardan arınmış olması lazımdı, kendine sözü de vardı ama bu durumda her şey kilitli sandıkların içinden yeniden serbest kalmış bir hayalet gibi etrafını sarmıştı.

Zaman biraz daha aktı ve aynı doktor yeniden kapıdan dışarı çıktı. Bu sefer daha az umutlu gözlerle baktı herkes. Detayları anlatmıştı eğer ampütasyon durumu olmazsa her şey çok daha kötü bir hal alacaktı. "Operasyon başarıyla tamamlandı, geçmiş olsun," deyip sessizce aile üyelerine baktı. Başarıyla tamamlanan operasyonun ardından yüzleri gülemiyordu çünkü çocukları artık sakat kalmıştı.

"İyi mi iyileşecek mi, ne zaman uyanacak hekim bey?"

"Bir müddet yoğun bakımda kalması lazım, sonrasını vücut direnci ve zaman belirleyecek," dedi ve arkasını dönüp gitti. Doktorlara da hiç kolay değildi bir cevap vermek. Bir karar sunmak kolay değildi, ya çocuğunun bir uzvunu seç ya da çocuğun ölecek demek korkutucuydu ancak başka çaresi de yoktu. Doktorluk yaşlı bakışlar karşısında dik durabilmek ve durumu izah edip çözüme kavuşturmak demekti.

Herkes bir köşeye geçtikten sonra en azından çocuğun ölmediğine sevinip kendini avutmaya çalıştılar. Evet, ölmemişti ama artık bakıma muhtaç yaşayacaktı. Kendine alışana kadar, okula gidemeyecekti, kişisel işlerini göremeyecekti.

"Eve gitmek ister misin Pirayem, yarın geliriz yine."

"Yok, uyansın göreyim öyle gideriz, tekrar buraya gelmeye cesaret edemem Ali. Ayağına ayakkabısını giydirmiştim benim durumuma düşmesin kendini kötü hissetmesin basit bir bez parçası için diye. Şimdi o bez parçasını hiç giyemeyecek Ali. Aptalca bir düşünceyle ayağına taktığım pabuçları son kez giymiş meğer. Ben kendi ellerimle son pabucunu uzatmışım ona. Senin uzattığın pabuçlar benim şifam olurken, benim ona uzattığım pabuçlar en büyük yarası olacakmış meğer. Kimlerin şifası kimlerin yarasına değiyor da geride sadece bir fehva kalıyor?"

Çok üzgündü Piraye, kalbi acımıştı. Suat'ı o şekilde görünce midesi ve tüm bedeni kasılmıştı. Şimdi öğrendikleri de umut muydu yoksa dert miydi çözemedi. Ağlamadan sakince olacakları beklerken Nevin'in hala nasıl ona sataşabildiğine hayret etti. Ali Ata izin vermese belki tokat atacaktı. Ölümün ya da çaresizliğin eşiğindeyken neden ilk akla gelen bir başkasını suçlamaktır? Daha kolay olduğu için mi?

Ne kadar zaman geçtiğini kimse bilmezken Suat yoğun bakımdan çıkıp normal odaya alınmıştı. Zehra kardeşini izlediği canım önünden bağırmaya başladı. "Uyandı, uyandı gözlerini açıyor." Hepsi cama doluşurken Piraye ve Ali Ata derin bir nefes aldı. Sonunda Suat uyanmıştı ve bu kabus gibi gün sona erecekti. Güneş bugün de batmıştı ama batarken Suat'ın bacağını da kendiyle beraber götürüp battığı yere gömmüştü. Doktor çok kalabalık olmadan birkaç dakika görebilirsiniz deyince sırayla girip çıkmaya başladılar.

Sıra Piraye'ye geldiğinde çocuk onu gördüğü için hemen gülümsedi. "Piraye abla hoş geldin, seni de özlemiştim."

"Nasılsın bakalım ufaklık, geçmiş olsun ağrın var mı?" Yanına gidip saçlarını yüzünden çekerek oynamaya başladı. Suat yüzünü buruşturur gibi yapsa da toparladı. "Eh biraz var yalan söylemeyim ama doktor amca dedi ki sütümü içersem kemiklerim güçlenir ve ağrılarım azalırmış." Fısıltılı konuşması gözleri nemlendirirken sevgi dolu bakışlarla izledi onu Piraye.

"Piraye abla sence Allah baba bana ceza mı verdi?"

"O nasıl laf Suat?"

"Ben seni ve anne baba mı üzdüm diye mi araba çarptı bana?"

"Hayır tabii ki, Allah çocukları cezalandırmaz. Sadece dikkatsiz davrandığın için başına bu geldi. Caddede sağımıza solumuza bakmamız gerektiğini hep söylüyordum neden dinlemedin?"

"Annemi görünce heyecanlanmıştım çünkü. Sokaktaki çocuklar onun beni terk ettiğini söylediler, ya senin annen gibi bir daha gelmezse diye çok korktum Piraye abla."

"Canım benim rabbim seni bize bağışladı çok şükür. Bir daha kendine çok dikkat edeceğine söz ver."

"Söz," dedikten sonra gözleri yeniden kapanır gibi oldu. "Piraye abla, Fatih abinin saçını çektiğini anneme söylediğimde sana yardım etmek istememişti. Senin de canın bu kadar acımış mıydı salıncak çarpınca?" Uyur uyanık bir şekilde mırıldanan çocuk yine birilerinin kalbini parçaladı, bilmeyenler için de bu olay böylelikle açığa çıkmış bulundu. Atilla'nın bir yandan Nevin'in suratını görmeye tahammülü kalmamıştı bir yandan ise kendi oğlundan utanıyordu. İlyas'nın ise Piraye'ye bakacak yüzü yoktu. Piraye biraz daha durursa üzerine gelen duvarların hepsi bir olup kendiyle birlikte bir enkaza dönüşecekti.

Suat'ın saçlarını yeniden okşadı ve arkasını döndü ama çocuğun yeniden mırıldanmasıyla attığı adım havada kaldı. "Piraye abla gitme ben seni özlüyorum, gitme de seninle yakalamacılık oynayalım söz mızıkçılık yapmayacağım." Suat uykusuna dalarken koca koca adamların ağladığını göremedi. Piraye ise kendini hastanenin dışına atana kadar koştu. Oğlunun bir daha yakalamacılık oynayamayacak olması Nevin'e ne hissettirdi bilmiyordu ama onu kahretmişti. Bir eliyle duvardan destek almaya gerek kalmadan kocası gelip kucakladığı gibi götürdü onu oradan. Acı tek kişilikti ama bazen karşılıklı yaşanıyordu öyle ki, acı çekenden daha çok manevi acı çekmek mümkündü...

***

Günler geçmiş Suat hastaneden çıkmış durumunu öğrenince sessizleşmişti. Artık eskisi gibi gülmüyor ve kimseyle sohbet etmek istemiyordu. Doktorlar bu durumun normal olduğunu ve onu sıkmadan zaman tanımaları gerektiğini söylemişti. Satı hanım ve çocukları köyüne dönmeden önce kısa bir geçmiş olsun ziyareti yapmış ve duruma çok üzüldüklerini belirtmişti. Ne olursa olsun çocuklar bu dünyada korunması gereken yegane varlıklardı.

Aksaray'a dönünce kızı Meral'e teşekkür etmiş aldığı hediyeleri çocuklarına paylaştırmış, eşinin de gönlünü alıp oradaki havadisleri bir bir vermişti. Bir izni olunca Piraye ve Ali Ata'yı memleketine bekliyordu. O çocukları ardında bırakıp gelmek hiç içine sinmiyordu ama herkes kendi hayatının tasasını sürüyordu. Ona kalan gece gündüz dualar edip çocuklarını korusun diye Allah'a yakarmaktı.

Piraye ve Ali Ata ise günlerdir tahta oymaya çalışıyorlardı, Suat'a bir değnek yapıp ayağa kaldırmaya heveslendirmek istiyorlardı. Piraye bunun için değnekleri sevdiği renge boyamış üzerine de resim çizmeye başlamıştı. Suat'ın hayat neşesinin solmasına izin vermeyecekti. O neşesini kaybolmuş bir ruh gibi aramaya bile cesaret edemezken, gözlerine dokunan bir sevda tarafından kazanmıştı ama Suat'ın böyle bir şansı yoktu. Bir çocuk hayatının, neşesinin ne kadar pahabiçilemez olduğunu biliyordu bu yüzden onu geri kazanmak için elinden gelen ne varsa yapacaktı...

 

 

Diğer partta Perihan var duyurulur. Oy vermeden geçmeyin bebeklerim 🍭

Beni kitap editlerim için Instagramdan takip edebilirsiniz

İg: t.k.yildirim

 

Loading...
0%