@1scintilla
|
Seni sevdim,
Seni birdenbire değil usul usul sevdim.
‘Uyandım bir sabah’ gibi değil,
Öyle değil nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve gün ışığı sislerden düşsel ovalara…
Seni sevdim…
Artık tek mümkünüm sensin…
Gülten Akın
Bölüm 43. Kırmızı Laleler Çok Güzel
Dört duvarın genişliğinin ya da büyüklüğünün değil içindeki huzurun ne kadar büyük ve samimi olduğunu anlayan Piraye evin odalarında neşeyle şakıyarak dolaşıyordu. Yeniden ve eskisinden daha iyi bir başlangıç yapabilmiş olmalarına gece gündüz şükrederek, evin duvarlarını bile seviyordu. Bahçeye çıkardığı leğenlerle çamaşırları yıkayıp asarken Ali Ata'nın tişörtüne denk gelince gülümsemek aşk değil de neydi? Çamaşırları biraz köpükle suda beklettiği sıra yazdığı romanının başına geçmiş ve biraz daha eklemeler yapmıştı. Çok yakında büyük bir gazetede ilk yazısı yayımlanacaktı. Bu duruma havalara uçan Piraye yaptığı her işi gülümseyerek ve sevgiyle yapıyordu. Birazdan gelecek arkadaşını düşünüp daha da mutlu olmamak elinde değildi. Eli kulağında gelecek diye beklerken çamaşırları bitirmiş, bahçedeki oturakta biraz soluklanmak isterken nihayet birinin geldiğini duydu. Boynunu uzatıp Perihan'ın gelip gelmediğini kontrol edeceği sırada geldiğini lakin tek gelmediğini gördü. Hekimi görünce elini ağzına bastırıp sevinçten gülmesini sakladı. Hekim ayrılırken parmak uçlarına dokunmuş "Kırmızı laleler çok güzel," demişti. Anlamıştı Perihan'ın daha utangaç olduğunu ve dilinden her sözcüğü kolayca çıkaramayacağını, bu yüzden kendine hemen yeni bir yol bulmuştu. Perihan sevgiyle gözlerini kaçırdı ve gülümseyerek yeniden kaçmaya çalıştığı gözlere mahkum oldu. "Kırmızı laleler çok güzel," deyip arkasını dönüp gitti. Kapıdan içeri girmeden omzunun üzerinden yeniden ona bakarken elleri cebinde keyifle sırıtarak ona bakan Yarkın'ı görünce gülümsedi ve içeri kaçtı. Oysaki Perihan bir ona utangaçtı... Bu kadar sevgi ve güzellik kalbine zarardı. Hızla atmaktan ya patlayacak ya da yorulup duracaktı zavallı kalbi. Kırmızı laleler çok güzeldi ama asıl anlamı daha da güzeldi. Seni sevmek çok güzel... Piraye, arkadaşının yaklaştığını görünce hemen düzeldi ve izlemiyormuş gibi numara yaptı. Nasılsa leyla olmuş Perihan'ın havalara baktığı yoktu ve onu görmemişti. Demir kapıyı iten Perihan kapıyı örttüğü gibi sırtını yaslayıp derin bir nefes verdi. Elini kalbine götürüp mutlulukla gülümserken ona bakıp sırıtan Piraye'yi yakaladı ve koşarak birbirlerine sarıldılar. "Ah, Piraye seni ne çok özledim. Bir dostun kolları arasında olup ona güvenmek nasıl değerli bilsen, insan yalnız kaldıkça daha iyi anlıyor." "Anlamaz olur muyum dut tanem, sen geleceksin diye hop oturup hop kalktım sabahtan beri. Gel içeri geçelim hadi, yerin kulağı vardır duymasın." Aslında aralarındaki münasebeti soracaktı ne boyutta diye, anlattığı şeylerle yıkılacaklarını bilmiyordu ikisi de. Piraye kısır ve kek yapmış, yanına çay demlemiş servis etmişti. "Kocan gitti değil mi?" "Gitti gitti çok oldu gelmez akşam ezanından önce." Perihan başını sallayıp örtüsünü çıkardı ve bir kenara koydu. Yolda gelirken başka bir çeşme bulmuş ve elbisesinin lekelenen yerlerini yıkamaya çalışmıştı. Eh hava da sıcak olduğundan gelene kadar kuruyup gitmişti. Yemeklerini yerken bir güzel havadan sudan sohbet ettiler. İkisi de aslında boğazımıza takılmadan yiyip anlatayım derdindeydi. "Eviniz çok güzelmiş, güle güle kazasız belasız oturun canım arkadaşım." "Teşekkür ederim güzeller güzelim, darısı sana olsun inşallah." "Bak senin için ne yaptım?" Annesine götüreceği çiçeklerin yanına hediyesini de sıkıştırmıştı Perihan. Elleriyle işlediği bir duvar süsüydü. "Ne güzel olmuş Peri'm ellerine sağlık, teşekkür ederim." "Ne demek dut tanem, gözlerinin renginde yaptım ki kocan baktığı her yerde seni görsün hatırlasın diye, tabii aklından çıktığın varsa," deyince ikisi birden kıkırdadı. Piraye hemen kalkıp duvardaki boş çivilerden birine astı arkadaşının hediyesini. Çok yakışmıştı pembe duvarına yeşilin bu tonu. Gerçekten deli kız bu tonu bulmak için iplikçi iplikçi gezmiştir çarşı da diye düşündü. Nihayet tabaklarını bitirdiler, zaman kazanmak ister gibi ağır ağır yıkadılar iki üç parça bulaşığı. Önce Piraye anlatsın istedi Perihan, onun mevzusu derin, sıkıcı ve yıpratıcıydı. Ama duyduğu havadisler karşısında bir kere daha yıpranacaklarını bilemediler. Piraye Suat'tan bahsetti, Perihan dehşete düştü. Evleri birbirine çok uzak değildi ama kapı dışarı çıkmadığı için hiçbir şeyden haberi olmamıştı. Onlar da bu habis olayı dillendirmemişlerdi demek. Anlatması zor da olsa üzülünce bir süre sonra geçiyordu, eğer yaşayan sen değilsen. Geçmeyecek tek şey Suat'ın düşünceleriydi, giden bacağının geri gelmeyeceğiydi. Bir süre bunun üzerine konuşup sessizleştikten sonra Perihan en kısa zamanda orayı ziyaret edip çocuğa bir hediye götürmeyi aklına not etti. Fettan anasına olan nefreti küçücük bir çocuğu sevindirmesine engel değildi. Sonra Perihan anlatmaya başladı. O anlattıkça Piraye elini bir ağzına bir yüreğine kapatıp bu acıya mani olmaya çalıştı ama nafile. Bu acıya yürek nasıl dayanırdı? Perihan'a, adını aldığı annesine, onu büyüten annesine hatta ve hatta Şaziye'ye bile üzülmüşlerdi. Bir erkeğin sırf birine benziyor diye seni yanında tutması rezilliğin daniskasıydı çünkü. Babasına ne kadar sinirlense de bir yerden sonra kelimeleri tükenmiş kalmıştı. Şaziye'nin beğenilme uğruna fingirdemesiyle babasının yaptıklarını tencere kapak olarak nitelendirip konuyu daha fazla uzatmamaya karar verdiler. Sıra gelmişti hekimi anlatmaya. Bu sırada birer de orta şekerli keyif kahvesi yapmışlardı. Hep dert çekecek değiller ya, olmuşla ölmüşe çare olmaz deyip üstenden atmalı insan bazı sıkıntıları... "Buraya gelmeden önce mezarlığa gidip onu aradım dedim ya, meğer hekim de günlerdir beni görmek için evimizin çevresinde gezinir dururmuş. Ben çıkınca da takılmış peşime. Tüm halimi gördü Piraye, tüm acımı, çaresizliğimi gördü. Ondan kaçamadım, hüznümü parmaklarımın arasından alıp tek tek silerken çaresiz çırpınmalarım aklımdan uçmaya başladı. Bana Peri dedi tıpkı senin gibi. Bundan sonra istersem yalnızca Peri olabilirmişim öyle söyledi, sence olabilir miyim?" "Sen benim hep Peri'mdin zaten, dut tanemdin. Benim için biricik ve özeldin. Kimsenin hayatını çalmadın, yaşamıyorsun ve devam ettirmiyorsun. Ufak bir isim benzerliği, isim babaannenin anneannenin de olabilirdi. Elbette bununla kıyaslanamaz ama kendini bu şekilde kapatmana da izin vermem." Piraye kahvesini köşeye koyup arkadaşının dizine yatmasına izin verdi, ipek gibi saçlarını okşayıp yatıştırdı. "Babanın suçu büyük ama bir sana büyük değil. yaptığı ayıbı herkese karşı yapmış. Uçkur düşkünü kötü bir insan olduğunu düşünürdüm ama o daha da fazlasıymış. Kötülükler hep etrafımızda görüyorsun ya, biz bize değmemesine dikkat edelim bu saatten sonra." "Olur edelim. Piraye?" Piraye olduğunu kabul eder gibi onaylayarak mırıldandı. "Hekimin ailesi beni istemeye gelecek." "Ne, ne zaman?" "Birkaç güne, ailesine bahsetmiş bile hazırlık yapıyorlarmış. Gümüşhaneliymiş, hiç Karadenizli tanıdığım olmamıştı." "Ne iyi ya kocan olacak işte," deyip kıkırdadı Piraye. "Piraye? Geçen babamın bir ahbabı ziyarete geldi, ben oturup gidecekler sanmıştım meğer onlarda dünür olmaya gelmişler." "Ne? Önce mi davranmışlar yani, baban ne dedi?" "Ben kahveyi Şaziye'ye götürttüm rahatsızım diye. Sorunca başım acıyor dedim. Babam çocukken de bir şeyi yapmak istemediğinde karnım acıyor derdin dedi. Yani istemediğimi anladı. Hekim ve ailesi gelince kahveyi ben götürürüm istediğimi anlar değil mi? Beni başkasına vermez değil mi?" "Verirse kaçırırız." "Bak ya, sen kız tarafı mısın erkek mi?" "Ben sevda tarafıyım cicim, ayağınızı denk alın." İkisi de kahkaha atınca neşeleri yerine geldi. Perihan yerinde doğruldu ve saçlarını omzuna topladı. "Kaçırır mı gerçekten? Kaçanlara neler derler biliyorsun sen de?" "Aman Peri, Şaziye'ye kimse bir şey demiyorsa sana hiç diyemez. Sen hekim efendiyle mutlu olacağına eminsen, gönlün ondan yana akıyorsa karşınızda kimse duramaz merak etme." "Yine de kaçma olmasın Piraye. Tatlı tatlı halledelim her şeyi, benim annem yok babam seferde diye bu tarafa bir şey olmaz ama yarın gelin gittiğimde onun ailesinden biri çirkin imalarda bulunursa darılırım." "Doğru, ben bunu düşünemedim haklısın, affedersin. Umarım iyi bir ailesi vardır. Bak aklıma ne geldi, isteme gününü söyle ben de sana yardıma geleyim. Hem akşama da kalırsak Halit amca bu işte gönlün olduğunu iyice anlar." "Evet, evet gelin harikasın dut tanem. Bunu nasıl akıl edemem, elbette geleceksin biricik arkadaşının istemesine. Ne giysem acaba, alışverişe mi gitsek çarşıya, babam anlar mı?" "Peri, Öyle güzel bir elbisem var ki Satı anne gelirken almış, bembeyaz hanım hanımcık. Beli biraz bol geliyor diye yaptıracaktım, iyi ki götürmemişim terziye, dur geliyorum," deyip ayaklandı ve bir koşu gidip alıp geldi. "Senin elbiseni niçin giyeyim a güzelim? O sana hediye gelmiş, ben bulurum bir şeyler." "Ne olur bunu giy ne olur, öyle güzel ki. Benzerinden bir tane daha var bende. Hem baban çarşıya çıkınca anlar demedin mi? Görünce Piraye verdi düğünde hediye etmişler olmamış ona dersin. Hem bak bakalım beğenecek misin?" Piraye elbiseyi düzeltip kaldırınca ikisi de hayran gözlerle baktı. Kumaşı parlak olduğundan günlük kullanılan bir şey değildi ama isteme gibi özel bir günde kullanılması çok şık dururdu. Bileğe kadar uzanması, kolunun bombeli inmesi kapalı olan Perihan için paha biçilemezdi. "Bir giy dene bakalım, beğenmezsen yine çarşıya gideriz. Evimin ihtiyacı var diye ikna ederiz Halit amcayı." Perihan üzerindeki elbiseyi çıkarıp onu denedi. Kalıbı ise ona göre biçilmiş bir kaftan gibiydi. Boy aynasına geçip sessizce izlediler bir müddet. Piraye gözünü kırpmadan hatta nefes almadan arkadaşını izliyor ve aynada gördüğü kadınla ilgili o anın hayallerini kurmasına müsaade ediyordu. "Tamam," dedi sadece Perihan. Elbise işini çözmüşlerdi. "O kadar yakıştı ki, hekim seni bunun içinde görüp kalp krizi geçirebilir. Aman ya da geçirmesin elimizdeki tek doktor o, ondan da olmayalım," deyip kıkırdadı Piraye ancak Perihan'ın gözü hala aynadaki yansımasındaydı. Akşam yemeğini yaparken arkadaşına yardım etti, isteme gününü hayal ederek saatlerce konuşmuşlardı. "Peri, sence annelerimizle aynı yaşta olsaydık en iyi arkadaşlar olur muyduk?" "Bu da nereden geldi aklına? Dur bir düşüneyim, ne güzel bir şey bu. Olurduk herhalde. Senin annen zaten melek gibi kadındı, eminim benimki de öyledir." "Bu konu benim oldukça hoşuma gitti yazılarımda belki bundan da bahsederim." "Mutlaka bahset dut tanem, bu konuda muvaffak olacağına eminim. Kızlar kasabada gazeteleri satın almak için kuyruğa girecekler." Biraz da bu konu üzerinden hayallere daldıktan sonra artık hava kararmadan gitmesi gereken Perihan arkadaşına veda etti ve evden çıktı. Bu ev biraz daha uzaktı ama köşeyi dönünce evler sıklaşıyor tenha olmaktan çıkıyordu. Arkadaşının ondan gittikçe uzaklaşmasını hiç sevmediği için içli bir nefes verdi. Ne güzel yakın otursalar daha fazla konuşacak vakitleri olurdu. Uzaktan geçerken mezarlığa şöyle bir baktı. Annesi de arkadaşı gibi en uzak köşeye gitmişti. Babası onu kimse görmesin diye mi mezarlığın o kadar ötesine gömülmesini istemişti yoksa Perihan gelip rastgele göremesin diye mi? "İyi ama benim daha önce mezarlıkta hiç işim olmamıştı ki? Maral'ların aile mezarlığı da hemen girişteydi zaten." Kendi kendine konuşup bu işe bir çözüm getiremeyeceğini anlayınca adımlarını hızlandırıp bir an önce eve gitmek istedi. Yolda gördüğü komşunun oğlu ise gülerek ona bakıyordu. Aklından noksandı ama zararsızdı. Bir çocuk gibi oralarda dolanır durur geleni geçeni izlerdi, bazen çocuklarla yorulmadan saatlerce oynardı. Evleri onlara çok yakın olmadığı için sağa sola bakınıp annesini aradı ancak göremedi. "İyi akşamlar Feyyaz nasılsın?" Feyyaz öne arkaya gidip sallanarak gülümsedi. "Perihan, ben de seni istemeye geleceğim, herkes seni istemeye geliyormuş. Bak çiçeğim." Elinde tuttuğu iki dal parçasını uzattı Perihan'a doğru. Perihan kırmamak adına aldı dalları elinden. "Kim beni istemeye geliyormuş Feyyaz?" "Ayakkabılar, bak. Ayakkabılar kapının önünde. Perihan'ı almaya geliyorlar dedi anne. Benle gel almasınlar." "Hey gidi Perihan, seni ne doktorlar ne mühendisler ne Feyyaz'lar istedi kızım," deyip kendi kendine gülümsedi. "Ben seninle evlenemem, sen çok küçüksün Feyyaz, hadi annenin yanına git merak etmiştir." "Gitmem, yalancı Perihan. Benim boyum senden uzun bak, uzun." Elini yumruk yapıp başına vurmaya başladı bu kez. "Dur dur yapma, evet uzun görüyorum ama bazı çocukların boyu uzun olur." O sırada iç kapıda bir hareketlenmeler oldu. Perihan sokakta karşılaşırsa hiç iyi olmayacağını düşündü. Arkasını dönüp gideceği sıra Feyyaz, "Perihan, Perihan," diye bağırınca el mahkum onu da yanına aldı. "Sus, sessiz ol gözünü seveyim. Beni görürlerse alır giderler saklanacağız tamam mı?" "Tamam, almasınlar. Ben isteyeceğim daha." "Ştt, sessizlik." Evin çitlerinin yanından arka tarafa doğru koşar adımlarla saklanıp çöktüler hemen. Feyyaz, Perihan'ın parmaklarını çekmeye başlayınca eline ufak bir sille yedi. "Güzel Perihan, pamuk Perihan, peri Perihan." "Şşşt sessiz olsana Feyyaz duyacaklar." Asıl amacı ne konuşulduğunu dinlemekti. "Eh buraya kadar geldik ama kızını göremedik Halit Efendi, bu saate kadar ne alışverişiymiş bu? Sen kendisine bizim selamımızı ilet, yeniden geleceğiz." "Gelmeden önce arayın hanım, böyle çat kapı geldiniz sesimiz çıkmadı ama ateş almaya mı geliyorsunuz?" "Peki peki ararız, Allah'a ısmarladık." Kimdi bu kokana diye düşündü Perihan ama çıkaramadı. Uzaklarda oturuyordu besbelli. Onu nereden görüp beğenmiş ve haberleri olmuş anlamıyordu. Feyyaz'ı kovalayıp bahçeden içeri girdiğinde babasını arkada odun kırarken gördü. Sessizce içeri geçecekti ama tazı gibi kokusu alınmış arkasından seslenilmişti. "Perihan? Niçin geç kaldın böyle?" "Laf lafı açtı baba uzun zamandır görüşemiyorduk arkadaşımla. Hem sana diyeceklerim var; Atilla amcanın küçük oğlu Suat'a araba çarpmış biliyor musun? Zavallıcığın bacağını kesmiş doktorlar." "Öyle mi geçmiş olsun demeye gideriz bir ara," dediğinde Perihan başını salladı. Babası işine dönmediğine göre diyeceği daha bitmemişti. "Bir talibin daha var?" "Bugün de başım acıyor baba, ben odama gitsem iyi olur." Arkasını döndüğü gibi eteklerini hızla toplayıp içeri kaçtı. Kapıyı kapattığı gibi arkasında soluklandı. "Ne olur daha başka biri gelmesin Allah'ım yoksa yalandan ağrılarım gerçeğe dönüp uyutmayacak beni. Gerçi artık hekimim var verir şifamı, yazar reçetemi," deyip gülümsedi kendi kendine. Günü kötü başlasa da güzel sonlanmıştı diye sevinirken hayallere daldı yeniden. Şimdiden kalbi heyecanla çarpıyordu, elbisesi de çok güzel olmuştu, Yarkın onu görünce gerçekten ne tepki verecekti acaba? Bu heyecan Şaziye'nin odaya gelip Perihan'ı incelemesiyle sona erdi. "Bu çamur ne kız, neredeydin sen?" "Bana bak Şaziye her kuşun eti yenmez beni kendinle karıştırma. Şeyin altında nasıl sessiz kalıyorsa dilin de ağzında öyle sessiz kalsın!" diyerek kolundan tuttuğu kadını kapı dışarı edip püskürttü ve bir de onunla uğraşmadan yatağına atlayıp hayallere dalmaya devam etti. Sonuç olarak kırmızı laleler çok güzeldi...
|
0% |