Yeni Üyelik
46.
Bölüm

46. Bölüm

@1scintilla

 

 

 

 

 

 

 

Merhaba, nasılsınız? Size pamuk şeker tadında iki yeni bölümle birden geldim💓

 

Bölüme geçmeden önce birkaç şey söylemek istiyorum. Berbat bir dönemden geçip sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Korkunç bir kadın düşmanlığı mevcut bu boyutu bu kadar büyük beklemiyordum. Bilmediğimiz ne gruplar ne dolaplar dönüyormuş meğer.

Pamuk şekeri kimler okuyor yaşınız kaç bilmiyorum ama beni ister bir arkadaş bir dost, ister bir abla, ister bir yazar olarak görün lütfen kendinize dikkat edin. Kimse sizden ve yaşamınızdan önemli değil. Devir her zamankinden daha kötü. Daha küçük yaşlarda bazen farklı yollara sapabiliyoruz ve geri dönüşü olmadığını düşünüyoruz. Hepimiz bu dönemlerden geçtik derdin en büyüğü bizde sandık. Ancak ölümden başka her şeye bir çare bulunur. Ailenizle yaşadıklarımızı paylaşmaktan çekinmeyin, korkmayın onlar sizi ne zorluklarla büyütüp bu yaşa getirdiler. Hayatınızdan olmak, onların size korkuyla kızmasından daha önemli değil. Elbette kızmaları güzel bir şey değil ama ben de bir anneyim ve ebeveny olarak birçok sorumluluğumuz var ve korkuyoruz. Çocuklarımızı sevdiklerimizi koruyamamaktan korkuyoruz.

 

O kadar korkunç tweet'ler okudum ki bunların hiçbirinin sahibi belli değil. Belki sıra arkadaşınız, belki komşunuz güven artık çok zor bir hissiyat.

Yaşananlardan dolayı çok üzgünüm umarım artık bu son olur ve adalet yerini bulur. Biz yine bunun için çabalamaya devam edeceğiz.

Biz yine kitaplarda iyiyi güzeli ayırt etmeyi vurgulayacağız. Hayatınıza iyi kalpli insanlar dokunsun ve sizin de kimseye kötülüğünüz dokunmaması dileğiyle. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum. Gelecek bölüme dek sevgiyle kalın🌷

 

 

 

 

 

Bölüm 44. Dudaktan Taşan Kelimeler

 

Ele avuca sığmayan gönlünün hasretini dindirmek için hızlı adımlarla tepiyordu yolu Ali Ata. Sevdasına kavuştuğu an ruhu rahatlayacak aklı durulacaktı. Bu sıra karakolda işler yoğundu. İtle piçle uğraşmak onların bir numaralı vazgeçilmezleriydi ama bunlar sıradan dalaşmalar değildi.

Genç çocukları toplayıp aklını yıkayan bir grup söz konusuydu. İki aile daha bu sabah kayıp çocuklarını ihbar edip yana yakıla karakola gelmişti. Gençlerin pırıl pırıl geleceklerini ellerinden almak isteyen malum sona er ya da geç erecekti.

Bu köpeklerin izini sürmekten başına ağrılar giren Ali Ata ceketini kaptığı gibi çıktı karakoldan.

Yolda yürürken tartışan bir karı koca görünce adımlarını yavaşlattı. Zaten sinirliydi bir de şiddet gösterdiğini görürse tüm sinirini bu hergeleden çıkarırdı.

"Ben sana demedim mi Zeliha, ellerini de kapatacaksın, gözlerini de kapatacaksın?"

"Behçet kurbanın olayım gözlerimi kapatırsam nasıl görüp yürüyeceğim niye böyle yapıyorsun?"

"Bundan sonra böyle, görüp de ne yapıyorsunuz sanki? Size sahip çıkmadıkça kuduruyorsunuz? Neler okuyoruz gazetelerde?"

"Behçet, canım kocam benim bir kusurum mu oldu? Niye eziyet ediyorsun bana günlerdir sen böyle değildin?"

"Bundan sonra böyleyim. Beğenemedin mi?"

"Beğenemedim Behçet! Sakalını uzattın toplantılara gittin diye sana bir haller oldu. Gidip annene anlatacağım her şeyi?"

"Hele bir anlat, bak gör o zaman ne oluyor?" Kadının kolunu tuttuğu an Ali Ata'nın siniri iyice zıpladı.

"Hayırdır birader? Sokak ortasında ne biçim konuşuyorsun kadınla?"

"Nikahlı karım kardeşim, uzatma var git yoluna."

"Bak bakalım sence ben sıradan biri gibi varıp yoluma gidecek gibi mi gözüküyorum? Devletin emniyet koluyum ben. Burada da emniyetsiz bir durum gözetledim."

"Bak işine dedik uzatma kardeşim. Karı koca arasında olur böyle şeyler?"

"Bakmazsam ne olacak lan?"

"Efendi efendi konuşuyorum diklenme bana. Sonra başımıza ekşiyorsunuz."

"Karınla niye efendi efendi konuşmuyorsun haysiyetsiz herif! Bacım nereye gitmek istiyorsa gidecek ben de peşinizde olacağım. Sakalını gören de namazında niyazında ahlaklı bir insan sanır. Sokak ortasında karısını aşağılıyor! Düş önüme."

Adam daha fazla konuşursa başına bela olacağını anladığı için mecbur anasıgile götürdü karısını. Yüzünün rengi sinirden kızarmakla morarmak arasında kalmıştı ama elbet bunu evde sorarım diye düşündü. Kapıyı telaşla yumruklayan kadın içeri girdiğinde Ali, adamın kolunu tutup girmesine engel oldu.

"Gözüm üstünde, en ufak bir hatanda ekipleri yığarım buraya. Eşine güzel muamele et yoksa bu Dünyada benimle öbür tarafta Peygamber efendimizle hasım olursun!" Kolunu bir paçavrayı iter gibi ittikten sonra adam tahta kapıdan içeri girdi. Ali Ata da duvarın diğer tarafına geçip bir müddet bekledi. Eğer bir bağırış çağırış sesi duyarsa eve dalacak adamı da nezarete sokacaktı ama sandığı gibi olmadı.

Bir süre sonra da yoluna devam etti. Birde bunlar türemişti başına. Sakal bırakmak sünnetti evvela lakin yeni türeyen grupta buna güvenip hoş şeyler yapmayan insanlar vardı. Tıpkı az önceki vatandaş gibi.

Karakoldan çıkmadan Feridun'a selam vermeyi unutmuştu. Ondan önce çıkmadığını tahmin ediyordu zira Feridun hala oradaydı. O bir şeyi çözmeden rahat etmez ellerinin kaşıntısını muhakkak orada çıkarırdı.

Zehir gibi zihni vardı Sarı'nın. Mesleği gereği kötülerle ve onların getirdiği kötülüklerle uğraştığından yakınında yöresinde olan hiçbir insanda ufak bir kötülük bile olsun istemezdi. Bu yüzdendi ona ışık yakan Zehra'nın kablolarını tek seferde kesip atması. Yine de karşı taraf kötüydü de o kötü olamıyordu. Acımasız olurdu evet ama küçük bir çocuk söz konusuyken bunu kısa bir süre erteleme kararı aldı.

Canı sıkıldığından o da çıktı Ali'nin ardından karakoldan. Artık bekar evlerine geçtiklerinden fırından iki üç ekmek alıp diğer yöne döndü. Döndüğü yerde ise onu gördü. Zehra başı öne eğik bir şekilde ekmek almak için fırına girecekti ama karşısında dikilen gölgeyi görünce başını kaldırıp bakma gereği duydu. Kahvesine bile isteye tuz koyup dikkatini çekmeye çalıştığı, sonradan da bunu ima ettiği adam vardı karşısında. Hiçbir şekilde karşılık alamadığı geceler boyu çaresizce ağlamıştı. En sonunda ise hislerini bastırıp düşünmemeyi tercih etti yoksa kafayı yerdi. Bunun için Piraye'nin ahını geri çekmesini bile istemişti. Piraye affetmemekte haklıydı haklı olmasına ama artık mutlulukta haramdı Zehra'ya.

Başını kaldırıp hiç çekinmeden birkaç saniye baktı adamın gözlerine. Bu bakışlarda kırgınlıkta vardı ama bazı hak edişlerde vardı. Sonu olmayan belirsiz bir şey olduğunu düşünüp başını hızla eğip yoluna devam etti. Tek kelam daha etmeyecekti zira tüm kelimeleri tükenmişti. Köşeyi döneceği sıra Feridun bir adım attı sağa doğru.

Zehra olduğu yerde durdu. Derdi ne bu adamın şimdi diye düşünse de bir daha o gözlere bakmaya cesaret edemedi. Bu kadar yakından bakarsa geceleri düşlerinden silemezdi bu ezberleyişleri. Sen kötü kalpli bir kadının kızısın Zehra, onun gibi olmayı tercih ettin. Kalbin kırıldı ama bununla baş etmeyi öğrendin, yine edersin bakma!

Diğer tarafa doğru beklemeden yeniden adım attı. Aynı anda Feridun da bunu denedi. Konuşmak istemiyordu, kalp kırıklığı çoktu. Şu kadarcık bir gururu kalmıştı ve onu da ayaklar altına almamak için tek kelime etmeden fırına gitmekten vazgeçti ve arkasını dönüp uzaklaştı. Bunu beklemeyen Feridun kaşlarını hayretle çattı.

"Kardeşini soracaktım, geçmiş olsun. Rahatsız etmek değildi niyetim geç al ekmeğini."

Zehra omzunun üzerinden başını çevirdi ama dönüp göz göze gelecek bir açıyla bakmadı. "Vazifen öyle mi icap ediyor?" Onu adamın elinden kurtardıktan sonra vazifesi olduğunu bahsederek Zehra'yı bir kere de o yaralamıştı. Şimdi ise kardeşini sormasını da ona bağladı. Feridun bu halde bile ona laf sokmasına şaşırmadı ama gönül koymadı da. Gayet geniş bir tavırla "Yoo insanlık namına sorduk."

"Ben insan değilim, insanlıktan anlamam memur bey, hayırlı görevler."

"Doğru yılanın kızı da yılandır, çatallı dilini unutmuşum. Hayırlı günler dört numaralı Maral." Maral çocukları olarak büyükten küçüğe saydığında Zehra dördüncü sırada oluyordu. Feridun ona adıyla dahi seslenmek istemezken kendi zihninde böyle bir oyun kurmuştu.

Zehra'nın adımları duraksar gibi olsa da bir daha arkasına dönüp bakmaya tenezzül etmedi. Adamın ona olan nefretini dalga dalga alıyordu bedenine. Oysaki yılan görse bile bu yüz ifadesine bürünmeyeceğine emindi. Kendi etmiş kendi bulmuştu, yolu geçtikten sonra dik duruşundan ödün verip omuzlarını düşürdü ve bir ağacın altında soluklandı. Kendini eve gidene kadar sıktı ağlamamak için. Evde de doğru dürüst ağlayamıyordu, yoksa kardeşinin psikolojisini hepten kötü ediyordu. Bir an önce odasına kapanmak istedi. Bir de kızaran gözlerinin hesabını veremezdi, üstelik ağzını açsa hıçkırarak ağlayacağını biliyordu.

Feridun acımasızlığı üstüne çenesini havaya dikip kız köşeyi dönene kadar bekledi ve ardından evine gitti. Sinir kat sayısı karakoldan çıktığında daha azdı. Şeytan çarpmışa döndüğü için kafasını dağıtması lazımdı, bunu da en iyi taze damatla yapardı. Sırıtarak tahta kapıyı açıp Yarkın'ı delirtmeye gitti. Bu en son yaşandığında oturdukları odada güreş tutmuşlardı, eh bir yerde enerjisini atması lazımdı.

Ali Ata yolda gördüğü papatyayı alıp cebine attı. Toprak kusura bakmasın ama bunun en güzel durduğu yer karısın katran karası ipek saçlarının arasıydı. Evin kapısını tıkladığında güzeller güzeli yüzü ve gülümsemesiyle karısını gördüğü an içi ısındı. İşte şimdi kendine gelmişti, tüm sıkıntısı kapının eşiğinde kaldı ve eşiğin arkasındaki kadını anında sarıp sarmaladı.

"Hoş geldin Ali'm. Ellerim köpüklü yıkasaydım bir."

"Ziyanı yok, gözlerine bakınca zehirlendim, köpüğünle çitilersin fena mı?"

"Ne laf ebesi adamsın, nereden bulursun bunları bilmem," derken nazlı nazlı sokuldu kocasına. Ziyanı yok diyordu ama bu üniformaları yine o yıkıyordu. O yüzden ellerini uzak tutarak yanağına bastırdı sıcak dudaklarını, romantiklikte bir yere kadardı.

"Hoş buldum, papatyam," diyerek cebindeki papatyayı taktı ait olduğu yere. Piraye alışageldiği papatyayı alınca daha çok gülümsedi. Biraz ayak üstü Piraye'sini soluduktan sonra sıra midesini doyurmaya geçti.

"Nasıl geçti günün kocam?"

"Olağanüstü sıradan. Başka sualin yoksa karım, kurt gibi aç olduğumu belirtmek isterim." Ona bahsedip gönlünü huzursuz etmek istemiyordu. İş meselesi işte kalmalıydı ama yine de sokakta duyduğu o isimleri bir yoklamalıydı. Belki karısı o illet adamı ve karısını tanıyordur diye düşündü.

"Eh, yok madem. Sofra hazır olmak üzere giyin, yıkan, gel."

Hızla üzerini değiştirip elini yüzünü yıkayan Ali Ata mutfağa gidip hazır olan çorbaları tabaklara koydu. Piraye de salatayı sosladıktan sonra yanına oturdu ve afiyetle yemeye başladılar.

"Hekimi görüyorsan bu aralar söyle, Peri'nin talibi artmış, ailesi elini çabuk tutsun."

"Taze damadın ailesi şaşalı bir giriş yapmak istiyor, hazırlıkları tamamlayamadılar bir türlü." Çorbayı kaşıklarken hekimin o hallerini düşünmek keyfini yerine getirdi.

"Vallahi tüm hazırlık boşa gider bir anda benden söylemesi."

"Niçin yavrum? Babasının evlendirmek istediği biri mi varmış?"

"Yok ama bir kızı bin kişi ister bir kişi alır. Çok uzatmamak lazım bu mevzuları. Adamın tekini gözü tutar tamam deyiverir mazallah," dedikten sonra sanki birileri duyacak gibi yaklaşıp kısık sesle konuşmaya başladı. Ali Ata bu haline gülüp dinledi karısını. Öyle tatlıydı ki, hiç kırılır mıydı kadınların kalbi? "Hem buralarda öyle kadın erkeğin önceden görüşüp konuşması hoş karşılanmaz adını çıkarırlar. Bir duyarsa Halit amca sinirinden başkasına he deyiverir Allah göstermesin."

"Gelecekler iki gözüm, Yarkın kaçırır mı adamı daha, bir gitti mi pir gidiyormuş. Uzak memleket anca geliyorlar."

"Senin memleketin de uzaktı kocam bahane mi bu şimdi? Yoksa annesi istemiyor mu benim Peri mi? Bir şey biliyorsan söyle yoksa darılırım."

"Bilmiyorum çiçeğim, kadın görmedi bile nasıl karar kılsın?"

"Uzak memleket diye istemez belki, orada gözüne kestirdiği kızlar vardır belki."

"Yavrum gönül bu, kendi mi evlenecek oğlu mu?"

"Aman Ali Ata seninle de dedikodu yapılmıyor? Biraz daha ıspanak ister misin?"

"Az koy, yersem yine alırım sultanım." Dedikodu tarafına hiç girmedi Ali, oradan çıkamazdı yoksa. Eh pek meraklı olduğu da söylenemezdi ama şu akşamki konu aklına takılmıştı. "Piraye'm hiç Zeliha diye birini tanıyor musun bu civarlarda?"

"Kim ola ki bu Zeliha, niçin sordun?" Kıskançlık kadının namındandır dercesine damarlarında dolaşmaya başladı Piraye'nin. Tanımıyordu öyle birini. "Kocasının adı da Behçet'miş. Bildin mi?"

"Behçet mi? Hülya teyzenin oğlu Behçet abi var. Kızı Cemile arkadaşımdı. Bizden birkaç ay önce evlendiler onlar ama karısının adı Zerda sanırım. Sen yanlış duymuş olmayasın? Bir şikayet mi var yoksa?"

"Yok Zeliha dedi doğru duydum. Kocası sakallı biri miydi?"

"Aa yok kesin başka biri bahsettiğin. Behçet abi hiç sakal bırakmaz ki, yeğenlerini severken batıyor diye şikayet ettiklerinden keserdi. Öyle iyi kalpli bir insandı, yeğenini düşünen karısını hayli hayli düşünür," diyerek kıkırdadı Piraye.

"İyi bir adamdı diyorsun öyle mi?" Sesindeki imayı anlamadı Piraye.

"Yani dünya ahiret kardeşim tabii, ama bir kusurunu görmedik. Hatta tam da o düğünde bana bir not bırakmıştın bildin mi?"

Ali Ata'nın yüzü karısının sözlerini duyunca aydınlanıp gülümsedi. "Bildim, asacak bir şey bulamayınca bağcığımla asmıştım notu ağaca."

Piraye hülyalı bir şekilde geçirdi çatalını ıspanağa. Çok sevmezdi aslında ama sebze yemek iyidir diye arada pişirirdi, Oysa şimdi birden en lezzetli yemeğe dönüvermişti. "O hareket öyle hoş etmişti ki kalbimi Ali'm. Böyle on davul bir araya gelmiş de kalbimin çevresinde güm güm çalıyor gibiydi." Dayanamayıp karısının yanağını şap diye öpüverdi bu cümleyi duyunca.

"Yanağın salça olunca da davullar çalıyor mu?"

"Aşk olsun Ali Ata ya." Teessüf eder bakışlarla sofradan bir mendil alıp temizledi yüzünü. Sonra keyfinden bir şey kaybetmeden yemeğe devam etti. "Ha, bu arada Peri'nin istemesine biz de gideriz değil mi? Gidelim ne olur, ben söz verdim valla. Halit amca bizi görünce işin ciddi olduğunu anlar da huysuzluk çıkarmaz diye."

"Eh madem güzel karım planı yapmış, gideriz Allah'tan bir şey çıkmazsa. Bu sıra karakol hareketli son dakika gelemezsem darılma. Sen istersen sabahtan bırakırım seni, dostunun yanında olursun."

"Ne iyi olur kocam, müteşekkir olurum."

"İstirham ederim yüreğim."

Tüm istekleri yerine gelmiş olan Piraye'den mutlusu yoktu. Yemekten sonra hızlıca mutfağı toparladı. O tüpün üzerinde çay demledi, kocası sevdiği lokumlardan çıkardı ve tatlı yiyip tatlı konuşmaya devam ederek odalarına gittiler. Ali Ata için tatlı yeme kısmı henüz son bulmadığından biraz da burada devam edecekti. Piraye içinse hava hoştu. Böyle sevilmek, beğenilmek ve başlangıç olarak boynundan öpülmek her şeyden daha zevkliydi.

Bu zevki kocasıyla paylaşmadan önce gözlerine, süzülerek baktı ama bu zehir gözlerin ve bakışların hastası olan Ali Ata daha fazla dayanamadan asıl tatlısı olan dudaklarının tadına baktı. "Bağımlılık yapan bir ilaç mısın anlamıyorum ki?"

"Daha iyi ya kocam, ilacın da benim şifanda."

Elleri uzun elbisesinin altına yavaşça süzülürken "Daha demin bu lafları nereden buluyorsun diyorsun bana, asıl sen söyle bakalım sen bu lafları nereden buluyorsun?" demeye fırsat buldu.

"Kocamdan, aşkı, sevdası öyle büyük ki yüreğime sığmıyor dudaklarımdan taşıveriyor-" derken dudağına yeniden kapanan dudaklarla susmak zorunda kaldı.

"Yeteri kadar doymadığımı söylesem ne derdin Piraye'm?"

"Dudaklarımdan taşan kelimeleri ye derdim Ali'm," dedikten sonra öyle hoş bir kahkaha attı ki adamın dediğini yapmaktan başka çaresi kalmadı. Önce o gülüşü mühürlemek ister gibi öptü sonra gelecek diğer kelimelerin önünü kesmek ister gibi, zira şu dakika gülüşlerinin arasından çıkan daha hoş bir tını vardı. Kollarıyla kadını sıkıca sarıp kucağına almadan önce söyledikleri sözler şunlardı; "Sen çok fena bir kadın oldun, bense bu kadının kulu ve kölesi... Bir tek sana Piraye'm, yalnız sana tüm sözcüklerim."

"Bir tek sana Ali Ata'm, yalnız sana tüm kelimelerim."

O kelimeler çarşafa dağılan siyah saçlarının arasında da devam etti, gün ışığının karısının teninde nasıl parladığına şahit olduktan sonra da. Gün yeni başlıyor ancak onların sevdası tükenmeden devam ediyordu...

Loading...
0%