@1scintilla
|
Lütfen oy vermeyi unutmayın 🌺
Bölüm 45. Elmayla Lalenin Buğusu
Piraye tüm yorgunluğuyla evde yayılan sese doğru gözlerini açtı. Hala kocasının kolları arasında sıcacık sarmalanmış yatıyordu. Huysuzlanarak kalkıp sabahlığını giyerken Ali Ata tek gözünü açıp baktı karısına nereye kaçıyor diye. "Kahvaltıya gidiyorsan gitme gel az daha yatalım. Bugün izinliyim." "Yok canım hiç kalkasım yok zaten telefon çalıyor." Telefonu bağlattığı ana küfrederek arkasını dönüp uyumaya devam etti. O sırada yetişmeye çalışan Piraye tam açacağı an telefon kapanmıştı. "Off ya bari kim olduğunu öğrenseydim," diye hayıflanıp gidiyordu ki telefon yeniden çaldı. Bu sefer hiç beklemeden açtı. "Alo kimsiniz?" "Piraye benim Perihan." Perihan kendi adını hala eksik söylemediği için elinin ucuyla dudağına vurdu yavaşça. Bir türlü alışamayacak gibi geliyordu. "Peri'm hayır mı sabahın köründe? Kargalar yemiş mi kahvaltısını baktın mı?" "Üsküdar da akşam oldu sen bu saate kadar yatıyor musun ya?" "Kaç ki saat?" Çevresinde saat görmek için bakındı ama gözünün önünü bile göremediği için irdelemedi. "E saat on bir Piraye yuh sana! Neler oldu neler?" "Anlat dut tanem dinliyorum." "Sesin baygın baygın geliyor, git yüzüne su çarp gel bekliyorum mühim bir mevzu bu." "Tamam canım." Piraye hızla gidip arkadaşının dediğini yaptı. Sabaha kadar uyumayıp kocasıyla ilgilendiği için gözünden hala uyku akıyordu. Perihan söyleyeceğini söyleyip telefonu kapatınca tekrar yatmayı hayal etti ama önemli de demişti. Ahizeyi eline alıp geldiğini belli etti. "Dinliyorum dut tanem, tüm emir ve görüşlerine hazırım şu anda emret!" Telefonun ucundaki Perihan kıkırdadı. "Şebek! Bu sabah odama bir elma atıldı." "Eee hekimin sağlıklı beslenmen için bomba gibi elmalar mı fırlatıyor odana yoksa? Sıhhatin ondan sorulur artık doğru. Not da yazmış mı bari, soymadan ye vitamini kabuğundadır diye." İkisi birden telefonda kahkaha atmaya başlayınca Perihan bir an ne diyeceğini unutur gibi oldu. "He yazmış, ben de ona diyeceğim soymadan ye efendi zira vitamini kabuğundadır diye. Gülme Piraye of tut kendini! Mevzu mühim diyorum." "Tamam iki gözüm sustum bak dinliyorum seni." "Elmada gerçekten not vardı. Bizimler bu sabaha bileti kesmiş, geceye anca gelirler, sen ailene yarın akşam için bildir yazıyor." "Aboo o kadar uzun mu sürüyormuş? Adamlar yol yorgunu perişan olurlar, iyi ağırlamak lazım o halde." "Heyecandan öleceğim Piraye, geleceksiniz değil mi, konuştun mu kocanla?" "Ben kesin geleceğim, o işime bağlı dedi ama gelmeyi istiyor. Beni yarın sabahtan bıraksın mı o zaman işe gitmeden?" "Bıraksın bıraksın. Ben bugünden evi güzelce temizlerim. İlk gelen misafiri yemekli ağırlamak olmaz ama börek çörek yapar açığı kapatırım ne dersin?" "Olur derim canım, ben de tatlı yaparım çeşidi çoğaltırız. Piraye getirdi dersin, laf olmaz hem." "Tamam, yarın sabah görüşürüz o zaman, hadi beni tutma içim içime sığmıyor!" "Deli kız Allah'a emanet ol, acele edip sağını solunu kırma sakin sakin yap." "Tamam hadi öptüm," deyip kapattı heyecanla telefonu Perihan. Babasıyla, Şaziye'nin evden çıkışını beklemişti zaten onlar yokken bu odayı temizlerse göze batmazdı mutfak ve koridor. "Rabbim utandırmasın canım arkadaşım, her şey hayırlısıyla ve gönlünce olsun," dedi Piraye kapanan telefona bakarak. Şimdi artan mutluluğuyla birlikte gülümseyerek gitti kocasının yanına. Sıcak yatakta ona sokulduğunu anlayan Ali dönüp sarıldı karısına. Bir kere uykusu kaçmıştı ya, bu güzellik karşısında kayıtsız kalamayıp yeniden sevmeye başladı. "Ali Ata," dedi nazlanarak. Karşılığında o olduğuna dair ufak bir mırıltı duydu. "Karnım acıktı benim." "Benim de karnım aç, sana hem karnım hem gözüm hem gönlüm aç yüreğim." "Dün tok karna bu cümleler çok iyi gitmişti ama vallahi çok acıktım. Ayağa kalkınca daha iyi anlaşılıyor boş mide." Bu lafları umursamadığını belli eder gibi kollarıyla daha sıkı sarıp çekti kendine. "Ali Ata aç ayı oynamaz diyorum ya!" Bu ufak serzenişi duyunca gülümsedi. "Teessüf ederim Piraye kendine ayı mı diyorsun şimdi? Ben olsam aslan derdim, avına sinsilikle yaklaşan aslan ceylanının güzel budundan bir ısırık alır," deyip gerçekten kolunu hafifçe dişledi. Gülerek geri kaçan Piraye ceylan olmadığından kesinlikle emindi. "Aslanın karısı da aslandır, çabuk kalk yataktan Ali Ata Aslanboğa," deyip ufak bir sille çaktı koluna. Ali Ata ise buna keyiflenmiş ve oldukça hoşuna gitmiş gibi kahkaha attı. "Doğru söze ne hacet, dişi aslanım benim. Nasıl da çıkardı pençelerini öyle." Piraye bu sefer süzülmeden ve herhangi bir ışık yakmadan hızlıca kalktı yataktan. Arkasında kollarını başına almış sırıtarak onu izleyen kocasını bıraktı ama hızla kalktığı için bir anda bulanan midesiyle birlikte kendini mutfak yerine banyoda buluverdi. Perihan akşama kadar gözüne görünen her yeri silip süpürürken kollarını kaldıramaz olmuştu. Ev ancak bu kadar temizleniyordu lakin ona yeterli gelmiyordu. Aylardır açmadıkları soba bacasının olduğu yer normalde hiç dikkatini çekmezken birden bire onun da temizlenmesi gerektiğinin farkına vardı. Tam büyük odayı bitirip çıkacağım derken bu kez de gözü tavana takıldı. Ya tavanda görmediği örümcek ağları varsa? Hemen uzunca bir sopanın ucuna taktığı temizlik beziyle bir sandalye alıp köşeleri boyu yettiğince silmeye başladı. Ne vardı ki saatlerce odadan çıkamadığı için içeri giren babasına yakalanmıştı. "Perihan, tavanda ne arıyorsun yavrucuğum?" "Ağ gördüm gibi oldu da babacığım, üzerimize sallanmadan alayım dedim." "Mümkünatı yok orada ağ göremezsin." "Haa, yok mudur gerçekten? Bana öyle gelmiş olmalı," diyerek usulca sandalyeden indi. "Niçin olduğunu sormayacak mısın kızım?" "Niçin babacığım?" "Daha dün Şaziye yetişemediği için oraları bizzat kendim sildim de ondan." "Öyle mi, ne iyi olmuş, ellerin dert görmesin. Gideyim ben o zaman şeye, mutfağa bakayım bir de." "Orayı da sildim çocuğum." "Orayı da mı sildin?" dedi tüh der gibi. Şimdi temizleyemeyecekti işte. "Bugün bir yerin acıyor mu kızım?" Halit Bey biraz dalga geçiyor gibi sakin sakin konuşuyor ama Perihan bundan tedirgin oluyordu. "Şimdilik acımıyor baba, lakin-" "İyi öyleyse temizlik yaptığın iyi olmuş akşama bir misafirimiz var." "Bir misafir daha mı? Bu akşam mı?" "Evet bizzat bu akşam, beklemiyor muydun?" Yarın akşam bekliyordum diyemedi Perihan. Yarkın'ın ailesinin kuş gibi kanatları yoksa şayet bu akşama yetişemezlerdi. Yani gelen bir başkasıydı. Keşke her yerim acıyor deseydi en başta. Babası da cümlesini bitirmesine izin vermemişti ki. Temizlik yaptım sonradan acıyabilir diyecekti. "Estağfurullah nereden bileyim ben. Ben, mutfağa gideyim o zaman, saygılarımla babacığım," diyerek tedirgin yüz ifadesiyle baktığı babası kızının bu tavırlarına eğleniyordu. Vardı bir karın ağrısı ve ellerini arkasında kavuşturmuş, kızına bakarken onu bekliyordu. "Bilmukabele çocuğum." Tırnaklarını yiyerek mutfağa geçen Perihan, Şaziye'nin gelmesini bekliyordu. Çok mu saçmalamıştı öyle acaba diye düşündü. Sonra kimin gelebileceğini tahmin etmeye çalıştı. "Feyyaz, hiç elinden düşürmediği sopası ve anası mı gelecek acaba? Yok artık o kadar da değildir. Üff, nereden çıktı bunlar ya? Mirket ailesi gibi her taşın altından başka bir baş çıkıyor." Şaziye eteklerini havalandıra havalandıra mutfağa giriş yaptı. "Heh, Şaziye kim gelecekmiş?" "Benim dilim sana artık sessiz şekerim, tıpkı şeyim gibi." Dün ortaya attığı lafa bozulmuştu belki. Perihan üstelemedi. Ağır ağır suyunu doldurdu yine aynı yavaşlıkta içti. Perihan ona yanaşsın, yalvar yakar bir şeyleri öğrenmeye çalışsın istiyordu. Ancak bu olacak şey değildi. Tam mutfaktan çıkacakken "Her şeyi anlatır ve buna da mani olursan o beğendiğin parfümü sana veririm, daha bir kere kullandım," diyerek Şaziye'nin aklını çeldi. Omzunun üzerinden ona bakan Şaziye sırıtarak "Anlaştık," dedi ve başladı anlatmaya. Akşam olunca kahveleri vermek için bu sefer kaçamamıştı Perihan, yoksa babası tarafından mimlenecekti ve bu sıralar huyuna gitmek istiyordu. İçeri girdiği an gelen kimsenin yüzüne bir kere bile bakmamış kimseye boş yere umut vermemeye çalışmıştı. Damat adayı kahveyi bilerek geç almış göz göze gelmek için uğraşmıştı lakin Perihan'ın kahve gözleriyle içsin diye sunduğu kahve aynı manada değildi. Bu kahveler yalnızca bir kişiye aitti, onun da sahibi yarın akşam nasipse gelecekti. "Aman aman dökme sakın, bizim kız biraz sakardır kusura bakmayın," diyerek aradaki gerilimi bozdu Şaziye. O parfüm için işbirliğine değerdi. Perihan asık suratıyla kahveyi dağıtır dağıtmaz odasına kaçmıştı. Ne tuz katmıştı kahveye ne şeker. Tatsız tuzsuz bomboş bir kahve vermişti, üstelik üzerindeki köpükleri de itinayla almıştı. Kötü kahveyi görürse elini beğenmezlerdi hem. Lokum da koymamıştı yanlarına ki tatlı yiyip tatlı konuşmasınlar. Onları yolcu ettikten sonra oğlan hakkında kötü düşüncelerini sıralamaya başladı Şaziye ama bu kez Halit Bey onu dinlemedi. "Kız evde kalsın diye bilhassa uğraştığını düşüneceğim Şaziye. Gelenlerin üçü de eli ekmek tutan düzgün çocuklardı, neyini beğenemedin?" "Ayol o anasının gözlerini görmedin mi? Nasıl cin gibi bakıyor, bir de ayrı ev açamam diyor, ya çarparsa bizim kızı?" "Saçmalama Şaziye." "Hayatım hiç saçmalar mıyım? Kızın da gönlü yok bir kere bakmadı bile çocuğa?" "Gelen diğer kişilerin karşısına da çıkmadı? Sen bir şey mi biliyorsun doğruyu söyle?" "Yok ne bileceğim, benimle pek iyi anlaşamaz bilirsin." "Bir kere anlaş o zaman da suyuna git derdi neymiş öğren şu kızın Şaziye. Analık ettiğin yok bari arkadaşlık et." "Canım benim ne kabahatim var şimdi, yarın ağzını ararım." *** Doğan güneş Perihan'ın en sevdiği rengiyle üzerinde gezdi. Gülümseyerek yatakta oyalanırken yatmadan önce nasıl hekimi düşündüyse kalkar kalkmaz da ilk o geldi aklına. Akşam geleceklerini hatırladığı an zıpladı kalktı yataktan. Odasını toplayıp penceresini açtı havalansın diye. Üstüne şimdilik öylesine bir şeyler geçirdi ve önce banyoya sonra da mutfağa koştu. Tıkırtılara uyanan Şaziye de Halit'i yatakta bırakıp kapıyı sıkıca kapatarak arkasından gitti. "Sabah şeriflerin hayır olsun Perihancığım." "Eksik olma Şaziyeciğim, dökül!" "Dünkü gelen de hekimmiş," derken tezgahın üzerindeki elmayı üzerinde parlatarak bir ısırık aldı. Perihan şaşkınca ona bakakalırken "Deme?" diye soruverdi. "Dedim gitti. Buradaki küçük hastanede çalışıyormuş, seni de orada görüp beğendiğini iddia etmiş." "Ben ne zaman hastaneye gitmiştim ki?" "Kız Piraye'nin yanına gitmiştin ya aklın nerede?" "Doğru, e o zaman salya sümük ağlıyordum nasıl beğenebilir?" "Ne bileyim anacığım salyalı seviyor demek ki çocuk?" "Üff, iğrençleşme şuraya kusar ve temizlemem bak," dediğinde Şaziye pis pis güldü. Böreklere ayıracağı yumurtanın beyazını ayrı ayrı kaplara koymuş sarısını çırparken arkasını dönmesiyle Şaziye'nin garip suratını görüp korktu. "Ne bu suratının hali be? Deri mi değiştiriyorsun?" "Ha ha çok komik. Ziyan olmasın atacaksan diye yüzüme sürüverdim maske gibi, böyle gerdiriyor güzel oluyor." "Allah'ın cezası mikrop böreğin içine koyacaktım onu defol git defol!" dedikten sonra aklına gelenle birlikte vazgeçti. "Gitme, dur. Asıl misafirimiz bugün gelecek. Sabah kapıyı çalıp haber verdi komşulardan biri dersin nereden haberin oldu derse?" "Tavanlarda temizlik yapıyorum ayağına oğlanla mı mektuplaşıyorsun yoksa zilli? Gidip bakacağım o köşede bir delik var mı yok mu? Nereden haberin oldu, dün hiç dışarı çıkmamışsın?" "Sen beni mi takip ettiriyorsun Şaziye yolarım o saçlarını!" "İşim gücüm yok seninle mi ilgileneceğim sümsük, komşu teyze dedi. O kızı niye yanınıza almadınız tüm gün evden çıkmadı bunalmıştır çocuk diye." Perihan burnunu bükerek karşılık verdi ona. Böreği pişirip kahvaltıyı hazırlarken kapının vurulmasıyla birlikte koşarak çıktı Perihan. Piraye sırıtarak ona bakıyordu. "Dut tanem, hoş geldin kalbim yerinden çıkacak gibi." "Hoş buldum canımın içi, güzel perim." Kapı eşiğinden onları gören Şaziye sabahlığını çekiştirerek önünü kapatıp ağzında kalan elma artıklarını almak için yalandı. "Bozacının şahidi şıracı da buradaymış? Hoş geldin şekerim, demek teçhizat bu kadar sağlam ha? Dilerim akşama bir zayiat çıkmaz," deyip kendince şaka yapan kadına aldırmadılar. Piraye kolundan tuttuğu arkadaşını mutfağa götürürken laf vermeyi ihmal etmedi. "Hoş buldum Şaziye, güle güzel Şaziye, gölge etme başka ihsan istemez Şaziye." Şaziye'nin tek yaptığı ise onu baştan aşağı şöyle bir süzüp dudak bükmek oldu. Güzel de zilli diye içinden geçirip geri kocasının yanına döndü. Mutfaktakilerde ne haller varsa görsün diye düşündü. "Bak bende ne var?" diyerek gülen Piraye'nin ellerine baktı Perihan. "Ne bunlar? Kız dalga geçmek için elma mı getirdin yoksa hiç üşenmemiş bir de üzerine bir tane karanfil saplamış. Züğürt seni karanfilin mi yoktu?" dediğinde gülüştüler. "Vallahi onu bilemeyeceğim, hekimine sorarsın artık?" "Ne?" "Gelirken ona uğradık, gelmişler mi bir sorun var mı diye kontrol ettim. O da ayak üstü bunlarla sana mesaj iletti benimle işte." "Aklını sevdiğimin Piraye'si. Ee gelmişler mi?" "Geceden gidip almış seninki. Uyuyorlardı biz gittiğimizde. Bir de bunu gönderdi sana, sen ver o anlar nota gerek yok dedi." Piraye diğer elinde bir tane kırmızı lale tutarken mutluluktan havaya uçacaktı. Onun yerine arkadaşına sıkıca sarıldı. "Dur kız tamam boğma, daralıyorum hemen. Mesaj yerine ulaştı mı bakalım?" "Ulaştı ulaştı," deyip elmadan koca bir ısırık aldı. Kırmızı lale seni seviyorum demekti, e karanfilli elma da aynı anlama çıkıyordu. O halde bu çifte sevgi mi demekti? Hekim bulduğu tüm yollarla kalbime taşikardi geçirtmeye çalışıyorsa akşam gelmek için başka bir bahanesi olabilir diye düşündü. "Kız kapının önünde bir sürü süslü paket vardı." "Yaa," diye cevap verip neler olduğu hakkında biraz fikir yürütüp heyecanlandılar. *** Akşam olmuş dört koldan ikramlıkları ayarlamış, Piraye'nin getirdiği süt helvasını ve lokumları bir köşeye ayırmışlardı. Kimse gelmeden akşam yemeğini yiyip ortadan kaldırmışlar, hızlıca bulaşıkları yıkayıp giyinmeye koyulmuşlardı. Ali Ata'yı ev telefonundan arayan Piraye birazdan çıkacağını ve hekimle birlikte geleceğini söyleyip telefonu kapatmıştı. Halit Bey, Piraye'nin öylesine geldiğini düşünse de misafir geleceğini duyunca mevzuya uyanmıştı. Lakin yaptığı tek şey akşamı bekleyip olanı biteni anlamak olacaktı. Piraye, Perihan'ı giydirirken ikisi de heyecandan duramayacak gibiydi. Başına taktığı beyaz şifon kumaşı kaymasın diye sabitlemekle uğraşırken bir ucunu boynunun arkasına atıverdi. Arkadaşının altın gibi parlayan saçından öne doğru iki tutam ayırdı. Perihan bundan çok hoşlanmadığı için geri içine koydu. Piraye'yle bakışıp dudak büzdüler ama arkadaşına saygı duyduğu için tekrar davranmadı. Örtüsünden ara ara saçı gözüktüğü olurdu ama daha tertipli çıkmak istedi karşılarına Perihan. Sonunda hazırlanıp beklerken kapının çalmasıyla yüreği ağzında attı. "Sen dur canım Şaziye karşılar, ben de köşeden çıkıp kocama görüneyim," diyerek bu kez de içeriyi teftiş etmeye gitti Piraye. Ali Ata kapıdan onu görünce ufak bir göz kırpıp içeri geçti. Köy yerinde toplum içinde gülüşüp konuşmak hoş karşılanmazdı. Bugün de özel bir gün olduğundan hiçbir pürüz çıksın istememişlerdi. Hekim yanında annesi, babası, kardeşlerini getirdiği gibi bir de muhtarı getirmişti. Uyanık diye geçirdi içinden Piraye. Çay servis edildi, ikramlıklar çıkarıldı. İki aile biraz sohbet ederken Halit Bey gayet makul bir şekilde bakıyordu. İçeri hiç girmemiş Perihan ise kahve sırasını bekliyordu. Hekimin sıralanan kız kardeşlerini görünce Perihan'ın vereceği tepkiyi düşünmeden edemiyordu Piraye. Yine de Halide Hanım yediği börekten memnun kalmıştı. Gelini hala göremediği için sessizliğini sürdürüyordu. Çaylar içildi havadan sudan konuşuldu derken Piraye kahvelerinizi nasıl alırdınız diye usulen sordu. Ardından da gülümseyerek mutfağa arkadaşının yanına gitti. Babasının özel olarak getirdiği fincanı bile çeyize koymak yerine çıkarıp yıkamış ve hazırlamıştı Perihan. Yalnızca bir tanesini çıkarmıştı ve belli olsun diye onu hekime verecekti. Babasına çok beğendiğini söylediği fincanları muhakkak hatırlar diye düşündü. O da hekim gibi bulduğu her yolu deniyordu. "Piraye kalbim çıkacak?" "Bir şey olmaz al şu tuzu dök." "Dökemem ellerim titriyor." "Tamam şu sudan bir yudum al o zaman," deyip ufak bardağı dudaklarına dayadı ama yanlış bardağı seçmişti. Belli belirsiz sürdüğü ruj çıkmasın diye korkarak değdirdiği dudaklarını hemen geri çekti. "Allah canını almasın adamın suyuna da mı tuz kattın?" diye sorduğu an kapıdaki tıkırtıya dönüp baktılar. Hekimin kız kardeşlerinden biri gülerek onları izliyordu. "E hadi gece oldu da?" Perihan titrememeye çalışarak tepsiyi aldığı gibi koridora çıktı. Köşede gözüne takılan bir buket kırmızı lale ise kalbini yeniden coşturdu. İstemeye bile laleyle gelen bu adamı nasıl sevip sarsa bilmiyordu. Yanında gördüğü gümüş tepsi ve çikolataları istemeden sonra ikram etmeyi aklına not etti. Zaman bir saat sonrasına ilerlese herkes rahatlar gibiydi. Perihan tüm endamı ve bembeyaz elbisesiyle göz alıcı bir şekilde içeri girerken kimse gözlerini ondan alamadı. Halide Hanım bile beğeniyle bakıp nihayet gülümsemişti. Halit Bey kızının karın acısını öğrenmiş ve nihayet derdini anlamıştı. Millet geldiğinde odalara kapanıp burnunu bile göstermezken, demek beyaz elbiseler içinde hazırlık yapıyor ve işbirlikçisini getiriyordu ha diye düşündü. Şaziye'nin bile ağzı açık kaldı ama kıkırdamadan edemedi. Halit Bey'in gözü damat adayına giden fincana da takılınca tamam dedi. Bu kız daha nasıl belli etmeliydi. Muhtar da kaç dakikadır damadı öv öv bitirememişti. Kahvesini eline alan Reşat Bey söze girdi. "Efendim sebebi ziyaretimiz malum, Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Perihan'ı, oğlumuz Yarkın'a istiyoruz." Halit Bey odadan çıt çıkmadığını duyup göğsünü şişirerek derin bir nefes alıp verdi. "Anladım efendi, lakin buraya kadar zahmet eylemişsiniz. Vermiyorum!" Sessizlik giderek büyüdü ve bir taş olup oturdu Perihan'ın yüreğine. "Ey kalbim niçin hala pare pare olmayı bırakmazsın?" diye içinden geçirip hüsran içinde kaldı. Birbirine çaresizce bakan iki genç ne olduğunu bilemezken Halit Bey'in hüpleterek içtiği kahve herkesin dikkatini çekti. Zaman dakikalar sonrasına akmıştı ama Perihan'ın dilediği gibi kimse rahat edememişti...
|
0% |