@1scintilla
|
Merhaba bebekler nasılsınız?
Bu gündemde mental sağlığımızı korumak hiç ama hiç kolay değil. Bebekleri vahşice öldürmelerine kahrolmak için anne olmaya gerek yok şu kadarcık merhamet ve iyi bir insan olsak yeter.
Hani dünya iyi insanların hatrına dönüyordu? O zaman bu hüküm süren kötüler neden çoğaldı? Olan olduktan sonra kime nasıl ses duyuralım? Haberlerde bir tane bile güzel bir şey yok!
Hiçbir şey normale gitmiyor ama biz yine dua edelim. İnşallah gözümüzü güzel günlere açarız.
Hepinizi çok seviyorum, kendinize, sağlığınıza, psikolojinize dikkat edin🌸
Bölüm 46. Beklenmeyen Cevap
Beklenmeyen bir cevabı duymak, ardında kulak çınlaması ve türevi, bedensel işlevini birkaç saniye yitiren bir cevap gibiydi. Beklenmeyen bir cevaptan daha da kötüsü varsa; o da istenmeyen cevaptı.
Halit Bey misafirlere vermiyorum dediği an odada oluşan sessizlik hiç hayra alamet değildi. Reşat Bey, Halit Bey'in gözlerinin içine baktı ve besmele çekerek ayağa kalktı. "Biz müsaade isteyelim öyleyse."
Perihan, Yarkın'ın gözlerine öyle bir baktı ki bir şeyler yap der gibi... Yarkın boğazını hafiften temizleyip konuşma cesareti buldu. "Baba-"
"Sonra oğul, sonra... hayırlı akşamlar efendim rahatsız ettik." Odanın dışına doğru atılan adımlar Perihan'ın yüreğine gümbürtü olarak değiyordu. El mahkum en yakın arkadaşına baktı, o da kocasına. Ancak Ali Ata elini havaya kaldırıp bekle, şimdi değil gibi bir hareketle onları durdurdu.
Yarkın çıkmadan önce gözlerini kısacık kapayıp açtı. Bu konuşup halledeceğim demekti. Sonra mavi gözleri yerde duran lalelere çevrildi ve Perihan anladı. O da önce laleye sonra Yarkın'a baktı. Ben de seni seviyorum...
Şaziye onları hayretler içinde uğurlarken odada Ali Ata, Piraye, Halit Bey ve ne yapacağını bilmeden kahve tepsisiyle ayakta duran Perihan vardı.
"Perihan, yavrucuğum bugün bir yerin acımıyor mu?"
Babasının sesindeki o ince alayı sezdiği için öfkeyle çenesini yukarı dikti. Babaya karşı çıkılmazdı, ayıptı, bunu biliyordu ama resmen onunla oynadığını hissediyordu o an. "Kalbim acıyor baba," deyip elindeki tepsiyi oraya koydu ve kapıdan içeri giren Şaziye'ye çarpıp odasına doğru gitti. Halit Bey ise bu cevabı almayı beklemediği için kaşlarını hayretle yukarı kaldırmış odadan çıkan kızının ardından bakakalmıştı. Bu gece bu odada beklenmeyen cevabı veren tek kişi Halit olmamıştı.
Piraye, kocasının gözlerinin içine baktıktan sonra konuyu ona emanet eder gibi arkadaşının odasına gitti. Perihan öfkeyle başındaki örtüyü çıkarmış ve bir yere savuruyordu. "Güzelim, güzelim benim sakinleş. Ali Ata içeride konuşuyordur şimdi."
"Bilerek yaptı, son ana kadar bekledi ki zavallı kalbim umutlansın. Sabahtan beri hazırlık yapıyorum bak ellerime, bak. Heyecandan kaç kere kestim, onları da Şaziye'nin yüzüne gözüne sürdüğü boyalarla kapattım. Yara bandı bile takamadım Piraye bana beceriksiz demesinler, bir el bu kadar mı kesilir diye!"
"Dut tanem benim, biriciğim ver öpeyim o ellerini. Sen sevdana güven, hem kolaylıkla kavuşulursa sevda olur mu hiç," dediğinde Perihan dolu gözleriyle arkadaşına baktı. "Bakma öyle bizim düğün sürecimiz çabuk geçti ama hangi zorlukların ardından bulduk birbirimizi biliyorsun."
"Biliyorum," diyen Perihan daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladı. "Bana onlarca kırmızı lale almış Piraye. Giderken bile mesaj vermek ister gibi ona baktı da gitti. Şuram acıyor, ah şuram öyle çok acıyor ki hiçbir tabip merhem bulamaz."
"Senin merhemin hekimin birinde zaten üzülme," deyip şirinlik yaparak oturdu bir yere. Perihan da arkadaşının dizlerine yattı ve Piraye saçlarını okşadıkça şefkati hissetmeye çalıştı.
"Ne olacak şimdi? Ya giderse ailesi? Adamları kovar gibi olduk."
"Gitmezler gülüm, oğulları bir çift kahveye sevdalı. Bazı yerlerde görücü bir kez daha gider. Kız bana bak, baban teklif falan mı istiyor yoksa?"
"Ne teklifi yahu?"
"Başlık parası gibi." Perihan şaşkınca baktı arkadaşına.
"Başlık parası mı? Umarım istemiyordur, buralarda çok yapılmaz nereden geldi aklına. Kadınları bir eşya gibi satmalarına gönlüm razı gelmezken başıma mı gelecekti yani?"
"Bilmem ki sadece aklıma geldi bir anda." Piraye köşedeki elmayı görünce karnının acıktığını anladı. Eline alıp şöyle bir çevirecekti ama üzerindeki karanfilleri görünce midesi bulandı. "Iyyğ bunu ne tutuyorsun odanda be, sevdadan burun deliklerin de mi tıkandı?"
Perihan gözünün yaşını silip arkadaşına baktıktan sonra elmayı eline alıp kokladı. "Yoo mis gibi kokuyor işte Piraye derdimiz elma mı ya?"
"Değil tabii, plan yapmalıyız. Bir sonraki hamlemizi güzel atmalıyız. Ver bakayım bir daha koklayayım," dedi ve bu sefer gerçekten öğürmeye başladı. Koştur koştur banyoya giderken Perihan telaşla arkadaşının yanına gitti. Allah'tan odası, babasının oturduğu odaya tersti de sesi duyulmuyordu.
Piraye midesini rahatlatınca arkadaşı güğümle ellerine su döktükten sonra havluyla bir güzel kuruladı ve sessizce yeniden odaya geçtiler. "İyi misin seni de üzdük tabii olanlarla."
"İyiyim iyiyim, güzel Peri'm benim."
"Ben de geçen ayaklarımı çıplak tuttum diye bir hoş olmuştum. Gerçi o zaman adet günüm yaklaşmıştı üşüyordum ama-" derken Piraye ile bakıştılar. Piraye'nin beyninde büyük bir şimşek çakarken ellerini ağzına kapattı ve bir duvarın köşesine yaslandı.
"Ne oldu, kız ne oldu tövbe bismillah?"
"Perihan," diyerek adını olabildiği kadar uzatarak söyledi.
"Kız söyle zilli aklım basmıyor şu an karışığım."
"Sen az önce ne dedin?"
"Ayaklarımı üşüttüm dedim."
"Sonra?"
"A- anaa, benimle maytap geçmiyorsun değil mi? En son ne zaman oldu?" Koşarak Piraye'nin yanına gidip ellerini tutarak sormuştu sorusunu. Az önce yaşananlar ikisi tarafından da unutuluverdi kısa bir an için.
"Perihan, bilmiyorum ki Perihan. Aslında ilk zamanlar sağlık ocağına gidip iğne vurdurmuştum. Ama bir ara gitmedim, kız hatırlayamıyorum!"
"Hatırlayamadığın kadar eski yani ha? O zaman bu mide bulantıları da eklenince sen kesin gebesin." derken ağzını kapattı bir anda.
"Dur, sus, söyleme öyle dan diye. Hiç hazır hissedemedim. Bu cevabı beklemiyordum, kendime de yetemiyorum cevap konusunda. Aman yarabbi..." Odanın içinde hiç düşünmediği bir şeye hazırlıyordu şimdi kendini. Bunu nasıl unuttum diye düşünürken eli kendi bile fark etmeden karnına gitti. "Olabilir mi gerçekten Peri? Yani iki kere kustum diye?"
"İlki nerede oldu?"
"Bu sabah evde oldu."
"Kız? İstemiyor muydun yoksa? Kocan mı istemiyor?"
"Deli misin çıldırır bu habere! Ben de istiyorum niçin istemeyim? Yalnızca nevrim döndü böyle pat diye düşününce. Peri orada mıdır sence? Nasıl öğrenirim?"
"Kocana söylemeyecek misin?"
"O çok sevinir biliyorum ama benim hüsnükuruntumsa üzülür de. Önce ben anlayayım var mı yok mu?"
"Köyün içindeki Ayşe kadına mı gitsek? O anlıyor diyorlar."
"Ya anlamazsa, nereden anlıyormuş öyle şeylerle emin olamam. Sağlık ocağına, hastaneye de tek göndermez Ali endişelenir."
"Dur bakarız bir hal çaresine. Yarın bir çeşmeyi dolanırım hekimi görürsem rica ederim bir şeyler. Gerçi bu saatten sonra yardım eder mi bilmem ama?"
"Deli deli konuşma baban vermedi diye adamın aşkı sönecek değil ya? Ay Peri asıl olayı unuttuk. Ne için geldim ardından ne konuşuyoruz?"
"Kaderden öte yol mu var dut tanem? Mani benim ezberim, kan doluyor gözlerim, ben yârimin yolunu, ölene dek gözlerim," deyip iç çektikten sonra kıkırdadılar. "Bu geceyi güzel bir haberle kapattık en azından buna sevinelim."
"Perihan ben nasıl uyuyacağım, içim kıpır kıpır oldu çığlık atasım var."
"Azıcık az sevin zilli, sonra daha çok sevinir acısını çıkarırız. Babam ona seviniyoruz sanıp hiçten silip atacak."
Piraye haklı bulup başını salladı. Yere göğe sığamıyordu şu an. Nasıl yatacaktı Ali Ata'nın yanında böyle kımıl kımıl? O kesin anlardı bir haller olduğunu. Eline bir yastık alıp ağzına bastı ve tüm sevinç çığlığını oraya akıttı. Perihan da ardından aynısını yapıp babasına atamadığı çığlıkları bir yastığa aktardı. İkisi de yorulup yere çöktüğü an birbirlerine sarılıp yoldaş oldular. O sırada kapıyı açan Şaziye garip garip baktı.
"Kız ne bu haller? Ben de salya sümük ağlıyorsun sandım. Bu kadar hazırlık yapınca?"
"Daha gözümün yaşı kurumadı Şaziye lüzumsuzca konuşma. Ne konuştular içeride?"
"Nereden bileyim ben kapıyı kapatıp konuştular, dinledim ama seninki fısıldıyor mu ne yapıyor belli değil anacığım! Tahta kapı az daha yüklensem yere çakılırım diye duyamadım." Perihan oflarken Şaziye, Piraye'ye döndü. "Neyse seninki kalkacakmış haber yolladı."
"Peri'm, güzeller güzeli arkadaşım. Ne olur hırpalama kendini bir yolunu bulacağız, buluruz elbet."
Daha fazla konuşmak istemediğinden başını sallayarak onayladı ve kapıdan uğurladı arkadaşını. İçeri odaya gitmek istemiyordu. Piraye ise giderken aralanmış kapıdan duyduklarıyla ağzı kulaklarına vardı. "Bir kız evladım olmasa bile derdini düşüncelerini anladım Halit abi. Sen esaslı bir adama benziyorsun. Kız çocukları naziktir, narindir, çocuğum yok ama benim de kardeşlerim var, bilirim. Gel sen söylediklerimi bir daha düşün. Hadi kal sağlıcakla!"
Kapı kolunu tutmayı bırakan Ali Ata karısını görünce gönlü ferahladı. Bu adamla dakikalardır konuşmaktan sıkılmıştı doğrusu. "Hayırlı geceler," diyerek Ali'yi cevapsız bırakmayan Halit Bey'de bir umut kırıntısı aramıştı.
Gecenin çöktüğü yolda ışığını bulmak ister gibi karısının zehir yeşili gözlerine baktı Ali. "Piraye'm benim güzel karım. İyi ki atlattık bu dönemleri ha, koca adam öylece afalladı kaldı hayır deyince."
"Ne üzülmüştür, vallahi bir an olay çıkacak sandım."
"Çıkmaz çıkmaz, Reşat amca akıllı adamdır. E cambaz zaten cambaz bulur bir yolunu. Sen, arkadaşını başka isteyenlerin olduğunu da biliyor muydun?"
"Evet ama Peri çıkmadı bile onların karşısına. Hep şuram buram acıyor diye bahane bulunca babası da bugün ona taş attı, bir yerin acıyor mu diye."
"Duydum," dedi Ali Ata derince bir nefes verip. "Kalbim acıyor dedi. Hekim efendi de duysun da rahat etsin madem."
Piraye, kocasının elini tutup hafif esen rüzgarın altında iyice yanaştı ona. "Ee kocam, anlatsana ne konuştunuz çatlatma beni." Konuyu değiştirip aklını gebelikten uzaklaştırmalıydı.
"Konuştuk bir şeyler işte."
"Aman Ali Ata ne ketum adamsın," deyip elini geri bırakacaktı ki adam buna müsaade etmeden kolunun altına alıp sardı kadını. "Yemin verdim Piraye'm anlatamam. Düşünüyor o da kendince bazı şeyler. Bakacağız bir hal çaresine meraklanma." Tamam der gibi başını sallamaktan başka çaresi kalmamıştı o an.
Evlerine giden yolda huzurun sessizliği içinde gidip nihayet vardılar. Piraye'nin tuhaf hallerini arkadaşına olan üzüntüsüne yordu Ali Ata. Vakit geç olduğunda pijamalarını çekip yatağa girdiler ama Piraye dönmekten bir türlü uyuyamıyordu.
"Piraye'm?" Devamını duymak için hafifçe onayladı. "Başka bir şey mi oldu? Hasta falan mısın?"
"Yoo hasta falan değilim nereden çıktı bu?"
Örtüyü üzerinden atıp hızla tepki verdiği için Ali Ata'nın tek kaşı çoktan havaya kalkmıştı. "Tamam, sakin ol hasta değilsin."
"Evet, değilim."
"Peki o zaman neden kızardı yanakların?"
Eyvah diye geçirdi içinden kadın. Bu kadar yalan söyleyebiliyordu işte, ötesi berisi gelmiyordu ne yapacaktı?
"Bilmem ki bir kötü oldum zaar." Bunu duyunca adam gülümsemeye başladı.
"Annemle dura dura şive yaptın bakıyorum da."
"Annen de Öcük'te öğretiyorlar bana Aksaray'cayı merak etme." Bu sefer esaslı bir kahkaha attı.
"İşte onu doğru dedin. Bizimkilerin kendine has dilleri var bazen ne yalan söyleyeyim ben bile anlamıyorum."
"Uzak kaldığındandır canımın içi."
"Memleketimden uzak kalırım da senden kalamam yüreğim. Sen gel bakalım şöyle yamacıma," diyerek kadını kendine çekti ve boynuna güzel bir öpücük kondurdu. Karısı kolları arasındayken uyumaktan daha güzel bir şey yoktu...
***
Gönlüne bir kor gibi düşen Peri'sinin evinden çıkarken şaşkındı Yarkın. Daha başka olur sanıyordu ama ilkten bu iş hallolmayacaktı demek.
"Ha bu uşak sevdali da, bir daha geliruz yoktur ötesi!" diyerek giriş yaptı Halide Hanım. Bir de kocası sinirlenip yollarına taş koysun istemezdi. Oğluna memleketten gelin bakıyordu ama, yönlüne düşen de bir ay parçası gibiydi. Kız kardeşleri normalde bunun şakasını yapmaya başlarlardı ama abisinin yüzünü gördükleri andan itibaren suskunlardı.
Yarkın muhtara teşekkür ettikten sonra yollarını ayırdılar. Zamanında kendi yardımcı olmuştu onun çocuklara, bu gece de sen beni çocuğun bil gel demişti. Adam gelmişti de ama netice hoş değildi. Ayağının ucundaki taşa tekme atarak uzaklara savruluşunu izledi.
Biraz daha ileride köşeyi dönecek ve kendi evlerine gideceklerdi ama yan evden gelen bağırışla olduğu yerde kaldı Yarkın. Birileri yaralı mı diye şöyle bir dinlemeye çalıştı. Annesi ne olmuş diye sorup durmasa daha iyi adapte olacaktı. "Ana bir sus da!" Ailesi yanına gelince otomatik olarak şivede bir takım karışıklıklar meydana gelmişti. Biraz daha gözü açılınca bekledikleri evin önünün Piraye'nin amcasının evi olduğunu anladı.
Kafası dalgın olmasa çoktan anlardı. Bu sefer de küçük çocuğa mı bir şey oldu diye yerinde iyice dikleşti. Ancak durum sanıldığı gibi hastalık durumu değil daha habis bir durumdu.
"Vallahi yemin veriyorum Atilla Efendi! Sizin kız kıyıda köşede görüşüyor o adamla."
Hekim kaşlarını çattı. Kimdi onun kız? Zehra'ydı. Peki kimle görüşüyordu?
"Başkası yapsa yedi düvele duyurursunuz ama ben ilk elden size söylemeye geldim. Bu kızı o adamla ilk görüşüm de değil üstelik. Hayır köyümüzde böyle şeyler uygun kaçmaz biliyorsun, bizim de çoluğumuz çocuğumuz var aklına giriverirler mazallah. Eh sizin kızın da yaşı geldi artık laf söz olmadan everin gitsin. Yarın bu laf duyulursa elinizde kalır!"
Kadın daha birçok şey söylerken Yarkın ailesine önden gitmeleri gerektiğini söylemiş bir köşeden dinlemeye devam etmişti. Bir şey buradan ayrılmasını istemiyor gibiydi. Orta yaşlarda kadın kendisini tam örtemeyen şalını çekiştire çekiştire kapıdan çıkıp giderken yüzündeki o şeytansı gülümsemeyi bir tek o gördü. Sonra Atilla Bey'in gür ve titreyen sesini duydu. "Zehra!"
"Baba, babam vallahi öyle değil. Yanlış anlaşılma, ben sizin yüzünüzü yere eğer miyim baba, dinle beni bir."
"Ne anlattı o kadın Zehra? Neyi dinleyeceğim ben?"
Nevin onları evin içine çekmeye çalışa da adam zaten ona kızgın olduğundan kolunu çekiverdi elinden.
"Baba o adam Piraye'nin kocasının arkadaşı, polis, o da polis. Şeyi sordu, şeyi." Zehra'nın korkudan dili damağına dolanmış konuşmayı bile unutmuştu. "Be-be-ben yanlış bir şey yapmadım baba, bana güven. Suat'ı sordu, nasıl oldu geçmiş olsun dedi. Vallahi başka bir şey olmadı baba." Kızın ağlayarak söylediği şeyleri duyunca şaşkınlıktan kaşları yukarı kalktı hekimin. Bahsettiği kişi Feridun'du. Feridun'la adı anıldı diye neler olacaktı? Yarın bir gün laf söz çıkaracaktı o kart karı, buna emin oldu.
O kadın da zamanında Nevin'in çatal diliyle zehrini akıttığı kadınlardan yalnızca biriydi. Onun kızına benzer bir olay yaşatmıştı. Şimdi ise gün bu kadına doğmuştu. Bir köşede Zehra ve adamı görünce etekleri tutuşa tutuşa babasının eve gelişini beklemiş ve zehri iade etmişti.
Canından bezen Atilla ailesine ne olduğunu sorgulamayı çoktan bırakmıştı. "Senin evlenme zamanın geldi Zehra, yarından tezi yok bu konuya bir el atayım." İşte Zehra'nın beklenmeyen cevabı ise buydu...
"Baba hayır, kurbanın olayım dur, baba. Ben evlenmek istemiyorum daha."
"Onu sağda solda gezmeden düşünecektin, çekil ayağımın altından. Ben hangi birinizle uğraşacağım ha? Hangi birinizle ulan? Anası ayrı bir dert çocukları ayrı bir dert çıktı. Allah'ım ben sana ne ettim de bana bunları reva gördün?"
"Baba dur, ne olur baba," derken Zehra'nın feryat figan ağlamasını duydu. Atilla Bey bir hışımla evden çıkarken köşede gizlenen Yarkın'ı görmedi.
"Abi, ne olursun yardım et! Yemin ederim öyle bir şey yok. Adam iyilik etti kardeşimi sordu sadece."
"Onunla nerede rastlaştın Zehra?"
"Fırına ekmek almaya gitmiştim." Gözyaşları eşliğinde yere çöken Zehra bir anda nasıl bu konuma geldiğini düşünerek ağlamasını şiddetlendirdi.
"Fırından ekmekle dönmedin ama Zehra!" Gürbüz de yanında geçip eve girerken ona destek olmayacağını belirtmişti. Ekmeği alamamıştı çünkü Feridun'la daha fazla muhatap olmak istememişti. Gören bunu da görseymiş ya diye düşünmekten kendini alamıyordu.
"Ne olacak şimdi anne? Sen bul bir yolunu ben senin kızınım!"
"Babanın artık bana itimadı yoktur Zehra biliyorsun. Suat'a bakmak için buradayım. Ben nasıl ikna edeyim?"
"Kim edecek o zaman ya? Ne olacak benim halim? Allah'ım kurtar beni!" Semaya doğru yakaran Zehra'nın yanına Handan ve Feride gelip oturdu.
"Baban bu duyulmasın diye bir başkasını bakmaya başlamıştır. Bu işler dan diye de olmaz malum, yaşı geçmiş birilerini düşünür kesin."
"Yenge sen ne diyorsun? Allah'ım yetmedi mi çektiklerim? Tövbeler olsun ya Rabbim ben de senin kulunum koru beni!" Şimdiden aklına daha yaşlı biriyle evlenmek düşmüş ve korkudan titremeye başlamıştı.
O gece üç kadın da odasında sessizce ağladı. İkisi mutsuzluktan biri ise sevincinden. Her günün bir sabahı vardı her derdin bir dermanı. Başa gelen çekiliyordu da bazı yaralar can yakıp iz bırakıyordu.
Canı ne kadar sıkkın olursa olsun kalbi tarafından örselenmediği için şükreden hekim soluğu arkadaşı Feridun'un yanında aldı. Duyduklarını bir bir anlattı ama Feridun'un sert yüzünde bir mimik bile oynamadı. Hekimin ailesi geldi sığmazlar diye yine ana babasının yanına geçmişti Feridun. Dudaklarından dökülen son sözler şunlar oldu; "Allah sahibine bağışlasın kardeşim. Benim evlenmeye gönlüm yok. Olsa bile o şeytandan el almış kadın ve ailesine bulaşmaya hiç mi hiç niyetim yok."
Bu cümleden sonra sokaktaki lamba bile dayanamayıp patlayınca iki delikanlı da birden oraya dikti gözlerini. Sokak lambası suçsuz yere hüküm süren Zehra'nın kalbinin kırıklığını anlatmak ister gibi patlayıp öylece karanlığa karışmıştı...
Altta bazılarınız için hassas bir görsel olabilir uyarı vermiş olayım‼️‼️‼️
Bazı görsellere kendi dokunuşlarımı ekliyorum ve kadar bu kitap için oluyor ki, dakikalarca görseli izlemişliğim var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Oy vermeyi unutmadık değil mi?
Hepinizi çok seviyorum. Gelecek bölüme dek sevgiyle kalın💕
|
0% |