@1scintilla
|
Herkese merhaba, umarım iyisinizdir✨
Bölümü yazmıştım ama düzenlemesini ancak şimdi yapabildim. Hiç durgunlaşmayan gündememiz ve şehitlerimiz beni derinden etkiledi.
Gece yatarken bazen tek düşündüğüm şey bu korkunç felaketler oluyor. Sıyrılmak istiyor ama sıyrılamıyoruz. Umarım bu son olur, sayılar giderek artmaz. Artık mecalimiz kalmadı, sürekli aynı konu üzerinde durmak bizi hissizleştirecek gibi geliyor ve bunun asla normalleşmemesi gerek...
Güzel günlere🌷Kendinize lütfen ama lütfen çok iyi bakın. Gelecek bölüme kadar sevgiyle kalın 🌿
Bölüm 47. Tazelenen Umutlar
Yükselmek için düşmek, arınmak için kirlenmek, çıkmak için batmak lazım. Yeniden doğmak için ölmeli insan bir kere.
Nazan Bekiroğlu
Gecenin kör karanlığı nihayet son bulduğunda güneş turuncu rengiyle aydınlattı semayı. Yatağın ucunda birkaç saatlik uykudan kalkıp öylece bekleyen Perihan sevdiği rengi görmek için can atıyordu. O kızıl, pembelik sanki aşkının bir ispatıydı ve onu görünce tüm işleri yoluna girecekti.
Dakikalar geçerken nihayet aradığı tonu buldu Perihan. Kalbine bir kuş konmuş da ciklemiş gibi sevinçle kalktı yerinden pencereye. Temiz havayı güzelce içine çekip dua etti. Ardından üzerindeki uzun geceliği değiştirip namaz kıldı ve isteksizce mutfağa gitti. Babasıyla yan yana durmayı hiç istemiyordu aslında ancak gitmezse de daha çok hırslanabilirdi.
Asıl amacı kahvaltıdan sonra şöyle bir çeşmede dolanmaktı ve pürüz çıksın istemiyordu. Ekmekleri ısıtırken herkesi uyandırmak için çat çut sesler çıkararak siniye dizdi tabakları.
"Yavaş kız yavaş, evi başımıza mı yıkacaksın?"
Şaziye'ye şöyle bir göz ucuyla bakıp suratını astı. "Bana niye tavır yapıyorsun Zilli, baban vermedi herife seni. Yaptığın hazırlığa bozuldu bence."
"Hiç konuşmadın mı Şaziye, bir şey demedi mi?"
"Konuşmaya çalıştım ama tek kelime etmedi, garip bir şekilde keyifliydi de."
"Benim istediğim olmadı diyedir o keyif, gör bak başkasına verirse o çeyizlerin hepsini kırar deli numarası yaparım."
"Aman ha bu sefer davul bile dengi dengine deyip Feyyaz'a veriverirler seni," deyip kahkaha attı Şaziye. Perihan bunu sinirle söylemişti lakin gerçeklik payını anımsayınca "Tövbe Allah'ım tövbe," deyiverdi.
"Şaziye, gel şu suyu döküver." Halit'in seslenmesiyle söylene söylene gitti kadın. Perihan da sofrayı içeri odaya taşıdı. Dün bu sedirlerde oturan sevdiğinin ailesiydi ama herkes buruk çıkmıştı. Bundan sonra ne olacak diye düşünmekten helak olacaktı.
İnce belli bardaklara çayları doldururken tahta kapıyı aralayıp içeri girdiler. Babası Perihan'ın tam karşısına oturup biraz kızını inceledi ama o yüzüne bile bakmıyordu. Halit Bey ise gıcık bir gülümseme eşliğinde "Ekmeği uzatır mısın kızım?" diye seslendi. Perihan torbadan bir ekmek çıkarıp babasına uzattı. Sonrasında sırayla tuzu, suyu, peyniri ve hatta yanındaki zeytini de istedi.
"Buyur baba, bardağı ağzına da tutayım ister misin?" dediğinde adam keyifle güldü. İstediği kızını kışkırtıp onunla konuşmasını sağlamaktı. "Yok yavrucuğum sağ ol, zahmet olmasın. Ben senin elin sıcak sudan soğuk suya değsin istemem bilirsin." Perihan hekimin mesleğinden ötürü mü reddetti acaba diye düşünmeden edemedi. Ama normalden daha iyi para kazandığını biliyordu. Bir yandan gelen diğer subay da vardı. Diğerlerinin mesleğini hatırlamıyordu ama acaba bu bir etken olabilir mi diye düşündü. Perihan'ın derdi para pul olmamıştı hiç, tek derdi huzuru ve sevdasıydı.
"İnsan mutlu olunca suyun sıcaklığı sorun olmuyor babacığım."
İşte bundan sonra tekrar konuşmadılar. Şaziye hiç araya girmedi yoksa ikisi birden ona patlayabilirdi. Sofrayı kaldırdıktan sonra Perihan asık suratıyla testileri alıp su doldurmaya gideceğini söyledi. Yüzünü bilerek asmıştı yoksa başka şeyler düşünebilirdi babası. Hekimle bulaşacağı gibi mesela...
Perihan evden çıkarken eli ayağına dolaşacak kadar gergin ve heyecanlıydı. Ya orada değilse diye içi içini yerken hiç dinlenmeden çeşmeye kadar hızla gitti. Şöyle bir etrafını kolaçan etti ama kimseyi görmedi. Başladı yavaş yavaş testiyi yıkamaya. O sırada bir iki çoluk çocuk gelip gitmişti.
"Gelmeyecek sanırım," deyip derince oflarken bir kedi sesi duydu. Çok geç kalamazdı yoksa babası anlardı. O yüzden bu sefer testiler ıslanıp ıslanıp dolamazdı. Yeniden kedi sesi duyduğunda etrafa bakındı. "Gel pisi pisi, acıktın mı sen, neredesin? Sen de mi benim gibi yalnız kaldın?"
Miyav...
"Aaa nerede bu?"
Miyav...
Kedinin sesi giderek hırçınlaşırken kavga mı ediyor acaba diye çeşmenin arasına dolandı. Gördükleri dolayısıyla şaşkınlığını mimikleriyle belli ederken ne yapacağını bilemedi. Ardından hoş bir kahkaha çıktı dudaklarından ancak hemen eliyle ağzını kapattı.
Göz gözlü cevval delikanlı çeşmenin arkasında gizlenip kedi olmuştu sevdasını görebilmek için.
Yarkın sevdiği kadının gülen yüzüne bir süre baktıktan sonra arkaya geçmesi için işaret yaptı. "Suyu dolduruyormuş gibi yap yanlış anlaşılmasın," dediğinde Perihan ikiletmeden arkaya geçti. İkisi de bir müddet sessiz kaldı. Duvarın arkasında sevdiğinin olduğunu bilmek Perihan'ın kalbini ferahlatmıştı. Gelmedi diye üzülürken orada saklanması inanılmaz bir hareketti. Şayet evlenebilirlerse torunlarına anlatmalık bir hikayeydi bu.
"Kedi mi oldun sen şimdi benim için?"
"Kaplan demeni tercih ederim ama sen bilirsin." Sonuçta o da kedigillerdendi. Perihan kıkırdadı bu isteğe. "Peri'm, akşamdan sabaha öyle özledim ki seni, tan ağardığından beri buradayım gelirsin diye." Özlem kavuşamadıkça iyice artıyordu.
"Bende," dedi ve derin bir nefes verdi Perihan. "Ne olacak şimdi?" Kırgın bir ses tonuyla çaresizce soruyordu sevdiğine.
"Canım, üzülme. Tekrar istemeye geleceğiz."
"Ne?" Perihan'ın heyecandan sesi biraz fazla çıkınca hemen çevresine baktı. Biri görse aşkından meczup olmuş kendi kendine konuşuyor derdi.
"Öyle dedi annem, ben bu işlerden pek anlamam ama değer biliyorlar mı, zorluğa geliyorlar mı diye baştan bu şekilde davranılırmış. İnşallah baban da bunun için yapmıştır iki gözüm. Sana bir şey dedi mi evde?"
"Demedi ama sende gönlüm olduğunu anladı. Bir başka görücünün karşısına bile çıkmamıştım. Dün gece hazırlanıp edince..." diye kıvrandı tekrardan konuşurken. "Umarım başka biri daha gelmez."
Bu sefer "Ne?" diye atılıp duvardan başını uzatan Yarkın oldu. "Ne demek biri gelmez, ihtimali var mı?"
Perihan eliyle saklansın diye işaret etti ve sinirle çöktü geri yerine. "Bilmiyorum Yarkın'ım herkes babamı beklemiş gibi. Çok üzülüyorum inan." Yarkın'ım dediği an yelkenleri çoktan suya inmişti bile.
"Üzülme iki gözüm, Allah'ın izniyle hallolacak bu mesele," dedikten sonra cebinden çıkardığı tek dal kırmızı laleyi çeşme duvarının üzerine koydu. Perihan onu görünce tatlı tatlı gülümseyerek aldı eline. "Duydum ki manilerle aran iyiymiş. Bir tane de ben sana söyleyeyim dedim. Soğuk kanlı tenin, mevzular derin, en sevdiğim yerin, kahverengi gözlerin." Perihan sırıtırken Hekim gözleri çıkana kadar yükseldi duvarın üstünden.
Laleyi alıp nazlı nazlı koklarken gülümsemesi solmadı. Çünkü bunu almak için uzak yol teptiğini biliyordu. "Kara üzüm kurusu, sepet sepet dolusu, seni candan seviyorum, ayrılamam doğrusu." Sevdiğini laleler eşliğinde değil mani üzerinden söyleyince hekim yutkundu. Bu kadın için her cefaya değerdi doğrusu.
"Yarkın?"
"Canım?"
"Ben senden bir şey isteyecektim?"
"Dile benden ne dilersen?"
"Bize bir gebelik testi lazım."
Duvarın arkasında sessizlik hüküm sürerken bir anda bütünüyle ayağa kalktı hekim. "Ne?"
Afallamış yüzünü görünce panikledi Perihan. Kekeleyerek de olsa konuşmayı başardı. "Bana değil bana değil, tövbe... olur mu öyle şey. Piraye'ye lazım."
Hekimin kasılan omuzları gevşedi. Bir anlığına yanlış anladığı şeyi konduramazken kalbi raydan çıkmış tren gibi sarsıldı. Az daha el ele tutuşmaktan çocuk olur mu diye düşünecekti. Kokladığı laleyi kokladı diye de olmazdı... Duyduğu şeyi anımsayınca yüzünde gülümseme oluşup büyüdü. "Amca mı olacağım ben şimdi?"
"Ştt, çök geri yerine. Piraye emin değil, bunun için eşine henüz söylemedi eğer yoksa heves edip üzülmesin diye. Yine aynı sebepten sağlık ocağına, hastaneye de gidemiyor. Sen bulur musun?"
"Amca mı olacağım ben?"
"Sus dedim dillendirme, daha babası baba olacağını bilmiyor benimkinin sevincine bak."
"Bir daha söyle?"
"Neyi?"
"Benimkini."
"Benimki..."
Perihan'ın nazlı sesinden bunu yeniden duyduğu an neredeyse bir daha miyavlayacaktı Yarkın. Sonra o görmeden elleriyle yanağına tokat atıp kendine gelmeye çalıştı.
"Hadi git artık, yoksa biz de yanlış anlaşılmaya mahal vereceğiz Feridun ve Zehra gibi."
"Onlar yanlış mı anlaşılmış ki?"
"Bilmiyorsun değil mi? Sizden çıktıktan sonra onların kapılarına bir kadın geldi ikisini gördüğünü söyledi. Kız yok öyle bir şey dese de yalvar yakar, inanmadı babası. Başkasıyla evlendirmekten bahsediyorlar, aniden olacağı için daha yaşlı biriyle evlendirilmesi söz konusu." Hekim sonunu kısık sele söylese de Perihan ağzını kapatıp hayret dolu bir ses çıkarmıştı.
"Vay Zehra'nın başına gelenler. Bu kadarını ben bile hayal etmemiştim. Rabbim, etme bulma dünyası elbet ama az biraz acısan mı o da genç kız ha? Sen bu yüzden mi oraya saklandın?"
"Evet iki gözüm, başımıza böyle bir musibet gelmesine dayanamam. Seni gördüm konuştum, gülüşünü duydum yeter bana. Dediğin mevzuyu halledeceğim. Önce sen git yoksa seni arkamda bırakıp tek adım atamam."
"Tamam," deyip ince bir sesle kabullendi Perihan. Mutlu olmuştu olmasına ama Zehra'ya üzülmeden de edememişti. Vicdan merhamet sahibi olan her insan buna üzülürdü. Ancak anlaşılan Atilla amcanın bu duyguları körelmişti.
***
Piraye, Peri ile telefonda konuştuktan sonra evin içinde heyecanla bir o yana bir bu yana gezindi durdu. Geceyi nasıl sabah etmişti bilmiyordu. Yemeğini yapmış, saatler öncesinden bile salatasını hazırlayıp soslamadan koymuştu. Öyle heyecanlıydı ki içi içine sığmıyordu. Peri henüz haberi vermemişti çünkü bu sevincin ona özel olmasını istiyor canını bir de Zehra'ya sıkmasını istemiyordu.
Tekrar odaya gelip havalansın diye açtığı pencereden biraz temiz hava aldı. Sonra yıkadığı çamaşırlar kuruduysa diye toplamaya çıktı. Havalar artık hafiften bozuyordu. İpten aldığı gömleği katlayıp leğene koyacağı sıra bahçe duvarının üzerinden içeriye doğru bir şey atıldı.
"Ay bismillah ne oluyor?"
Çekinerek poşetin yanına doğru gitti. Eline uzun bir çubuk alıp şöyle bir dürttü. Zararlı bir şeye benzemiyordu. Poşeti çubukla kendine doğru çekip içindekini görünce rahat bir nefes verdi. Beklediği gebelik testi gelmişti. Hekim bu yanlış anlaşılma mevzusuna çok takıldığı için kimseciklere gözükmeden kızın sesini duyunca, bahçeye atıp gitmişti. Evlilik aşamasında bir de üzerine çirkin bir iftira atılmasına dayanamazdı.
"Allah seni ne yapmasın be adam! Varsa bile korkudan olan çocuğumu düşürecektim. Böyle mi verilir?" diye söylene söylene ama tatlı bir telaşla çamaşır leğenini dışarıda unutup içeri koştu. Kutunun arkasını okuyup söylenilen talimatı yerine getirip biraz bekledi. Ama beklerken neler çektiğini bir Allah bir de o bilirdi. Bu da fiyakalı bir şeye benziyor, kim bilir nerden buldu getirdi diye düşünmeden edemedi Piraye.
Gözlerini kapadığı yetmezmiş gibi eliyle de yüzünü kapatıp beklemeye başladı. İçinden ise çift çizgi diye tekrar ediyordu. Kalbi hızla atarken gözlerini yavaşça açıp yere koyduğu alete bakıp çığlık atmaya başladı. "Allaaaaah! Çift çizgi, çift çizgi, çift çizgi. Allah'ım, şükürler olsun." Çubuğun başında deli gibi kahkaha atıp sevincini yansıtırken ne yapacağını bilemedi. Peçeteye sarıp içeri götürdü ve biraz başında bekledi. Sonra kalkıp etrafında dans etmeye başladı. En sonunda eli nihayet karnına gitti.
"Annem, anneciğim, burada mısın?" Burnunun direği sızlarken gözleri buğulanmaya başladı. "Anneciğim, orada var mısın? Bu alet öyle diyor, bize mi geldin sen? Bizi çekirdek aile yapmaya mı geldin? Oh, şükürler olsun. İyi ki geldin hoş geldin. Benim canım, canım, canımın içi. İçimde misin şimdi sen? Öylesin işte öyle," diyerek bir gülüp bir ağlamaya devam etti. Ta ki davul fırına közlensin diye koyduğu biberlerin yanık kokusunu alıncaya dek.
"Ne kokuyor böyle ya?" diyerek evi koklamaya başladı. "Eyvah biberler!" Biberleri kurtarabilir miyim acaba diyerek yanına gidip fişi anında çekti ama mutfağın yoğun kokusu kendini mide bulantısı olarak belli edince koşarak banyoya gitti. Sabah yediği hiçbir şey içinde kalmamıştı ama buna hiç üzülmedi bile. Yüzünü yıkadıktan sonra banyonun aynasına bakarak gülümsedi. "Buradasın işte ya, daha nasıl belli edeceksin kendini. Annem, ben anne oluyorum, anne oluyorum. Anneciğim kızın anne oluyor."
Yeniden öğürmemek için ağzını burnunu birkaç tur eşarbıyla sararak delillerden kurtulmaya çalıştı. Mutfağı yeniden havalandırdı, etrafa kolonya döktü. Kokunun kocası gelene kadar çıkıp gitmesini umdu. Bazı tetikleyici anların güzel şeyleri bozmasını istemiyordu.
Çeyiz sandığını açıp içindekileri seve seve inceledi. "Buralarda bir yerlerde olduğunu biliyorum," diyerek aradığı şeyi bulmaya çalıştı ama sandığın derinlerinde olmalıydı. Nihayet açtığı bohçanın içinden bir çift sarı bebek patiğini bulup gülümsedi. Önce göğsüne bastırıp hissetti, ardından öpüp kokladı. Şimdilik naftalin kokuyordu ama pek yakında içi minicik mis kokulu bir ayakla dolacaktı. "Pek de küçük örmüşler bunu. Gerçekten bu kadarcık mı olacaksın sen?"
Patiği göğsüne saklayıp sandığı yeniden doldurdu. Akşam kocası eve gelince ona bununla sürpriz yapacaktı.
Saatler Piraye için geçmek bilmezken mutfak masasında kocası için şık bir masa hazırlamış, çarşıda görüp kokusu hoşuna gittiği için aldığı birkaç mumu da yakıp bırakmıştı. Bahçe kapısının açılan sesini duyduğu an pencereden bakıp kocasının geldiğine emin oldu.
Ali Ata dışarıda yarın kalan çamaşırı toplayıp, sepeti bir koluna alıp kapıyı tıklatınca karısının gülen yüzüyle karşılaştı ve dünyalar onun oldu. Ne güzel gülüyordu ona, geldi nihayet der gibi. "Hoş geldin kocam."
"Ne hoş buldum öyle bilemezsin yüreğim. Bugün gözlerin bir ayrı parlıyor."
Hemen söylemeyecekti Piraye bu yüzden biraz beklemeye karar verdi. Kocasının yanağına sulu bir öpücük kondurduktan sonra geçmesi için kenara çekildi. Ardından ona doğru uzatılan papatya buketini gördü. Gülümsemesi yüzünde büyürken çiçekleri kokladı mutlulukla.
"Bu parlayan gözlere bir buket az geldi, hele bu öpücüğe kamyonla papatya yığmak lazım."
"Aman kocam, o kadar papatyayı dalından etme, cebimizi de delme. Bana bir dal kafi, anlamı öyle büyük ki bir tane de bin tane de aynı manaya çıkıyor."
Güldü Ali Ata karısının bu telaşlı tepkisine. Onun da bir sürprizi vardı bu gece karısına. Bakalım kimin sürprizi daha ağır basacaktı? Sepeti bir kenara koydu dalgın karısına dillendirmeden. O sırada papatyaları koklayan Piraye'yi izledi.
"Hadi yıka elini yüzünü de gel, kurt gibi acıktım." Haliyle midesi boş olan Piraye heyecandan bir lokma yemek dahi yiyememişti. Ali Ata mutfağa girip yapılan hazırlığı görünce bugünün özel bir gün olduğunu anladı. Karısı da bir ayrı parlıyor hoş geliyordu gözüne zaten.
"Parlayan gözlerin soframızı da mı aydınlattı hatunum?"
"Öyle oldu beyim, buyur afiyet olsun."
Çorbasını içerken bile bir ayrı bakıyordu kocasına. Bildiğimiz her zamanki mercimek çorbasıydı işte ama gören kaşık kaşık bal yiyor sanırdı. Ali Ata ise bu bakışların bir benzerini farklı bir gecede gördüğünü anımsayınca çorba boğazına takıldı. "Helal, helal." Piraye'nin uzattığı suyu içti kana kana.
Yemek boyu birbirlerine bakıp durdular ilk günleri gibi. Sonrasında el birliğiyle sofrayı topladılar. Piraye iki üç parça bulaşığı elinde yıkarken Ali Ata tüpün üzerine çayı koyup bardakları hazırladı.
Nihayet içeri geçme vaktiydi. Piraye hala nasıl söyleyeceğine karar vermemişti ama artık içinden geldiği gibi davranacaktı. Aynanın karşısında boşuna prova yapmıştı akşama kadar...
Dışarıdan art arda çalınan korna sesini duyan Piraye şaşkınca Ali Ata'ya baktı. "Umarım dediğin gibi papatya yığmamışsındır Ali'm." Ali'nin verdiği tek tepki kocaman bir kahkaha atmak oldu. Keyifle dışarı çıktığında Piraye de üzerine bir şal alıp peşinden gitti. Bahçe kapısı açıldığında sırıtan hekimi görünce anlam veremedi Piraye. Kapının önünde duran küçük komyoneti görünce şaşırdı ama içinden beklediği gibi papatya çıkmadı. Onun yerine papatya kadar beyaz minicik köpek yavrusu çıktı. Ardından bir tane de siyah yavru gördü. Hekim onları eline alıp "Selamünaleyküm kardeşim, bir alana bir bedava gel," diyerek içeri girdi.Minicik köpekler öyle sevimliydi ki Piraye'nin yeni yüklenmeye başlayan annelik duyguları kabardı.
"Ali Ata bunlar nereden çıktı böyle?"
"Gel yüreğim, Feridun'un annesinin yaşlı bir komşusunun köpeği varmış. Yakınlarda doğum yapmış ama komşuyu kaybetmişler. Bunlar da böyle sahipsiz kalmış. Ben de bahçede bir dostumuz olsun istiyordum zaten alıp getirdim sana sürpriz olsun diye. Hem ufakken tanışırsanız daha iyi anlaşırsınız."
Piraye'nin gözleri dolmuştu bile. "Anneleri nerede o zaman?" Ali ağlayacak gibi duran kadına baktı önce. Köpekler annesiz kaldı diye üzülmüş olmalıydı.
"Annesi de kamyonda güzelim, sevinmedin mi?"
"Sevindim, sevinmez olur muyum. Ben annesinden ayrı kaldılar diye üzüldüm bir an. E gelsin o zaman annesi de?"
"Yenge yavrular da annesi de sağ çok şükür, bizzat ben kontrol ettim."
"Niye sen baytar mısın?"
"Yav niye ağlıyorsun? Al getirdim işte." Arkadan büyük bir kulübenin parçalarını taşıyan Ali Ata da geldi.
"Yarın bunları çakarım birbirine, sonra da boyarız Piraye'm ne diyorsun?"
"Olur, ama bizim kedimiz var bir tane de anlaşırlar mı?"
"Sürekli bizi terk edip giden huysuz kedinden mi bahsediyorsun. Gelmeye karar verirse anlaşırlar elbet."
"Ali Ata hava serin, şimdi mi yapsak kulübeyi hı, hı? Ne diyorsun? Bebekler üşür hasta olursa?"
"Yenge haklı abi. Aman bebeklere iyi bak, üzülmeyin." Piraye söylemiş olsa Ali tepki verirdi diye düşündü hekim, belli ki henüz haberi vermemişti ya da verecek bir müjdesi yoktu. Yavru köpekleri görünce o yüzden mi üzüldü diye düşündü bir an.
"Neyse ben gideyim artık. Hadi Allah'a emanet olun."
"Nereye cambaz, çay içseydik?"
"Sonra içeriz Aslanboğa'm," deyip bir asker selamı çaktı arkadaşına. Piraye'ye de başını hafifçe eğip selam verdi ve çıktı evlerinden.
"Oy siz mini minnak mısınız? Yıkayım mı ben sizi? Ne zaman doğdular acaba, ne de tatlılar?" Ali gülen yüzüyle izledi karısını tahmin ettiği gibi mutlu olmuştu. Eh, hem o daha mutlu olsun hem de yavrular üşümesin diye alet çantasını getirip tahtaları birleştirmeye başladı. Piraye bir koşu artan yemeklerden getirip bir kaba koymuştu. Anneleri bunu yerken emmiyorlarsa diye onlara da süt getirmişti. Ardından kulübenin zeminine kömürlükte bulduğu eski kilimi ve minderleri yerleştirdi. Son olarak Ali de çatıyı tamamlayıp hayvanları buraya getirdi.
Anne kuyruğunu sallayarak teşekkür ederken bizimkiler de mutlu mesut evlerine girdiler. Piraye çayı tepsiye koyarken onun sevdiği kuş lokumunu da eksik etmedi. Gülen yüzüyle sehpanın üzerine koyup afiyetle içmeye başladılar. Ali Ata ise zehir yeşili bu gözlere bakıp dalıp gitmekle meşguldü. Piraye kalbinin ağzında çarpmasına daha fazla müsaade edemezken elbisesinin düğmelerinden birkaçını açtı, patiği kolay alabilmek için.
Ancak Ali onu büyülenmiş bir keyifle izliyordu. Bu bakışları ve sonunda olacakları tanıyordu işte. Ancak Piraye'nin bir sonraki hamlesini tahmin edemedi, göğsünün arasında sakladığı bebek patiğini çıkarırken yeniden gülümsedi. Gözlerinin parlaklığı giderek artıyordu. "Ali Ata sana bir müjdem var."
"Senden gelecek her müjdeye razıyım yavrum," dedi kadının göğsüne giden elline bakarak.
Bebek patiğiyle eş zamanlı çıkan "Ben hamileyim," sesi beyninde çılgınlar gibi bir sağa bir sola çarparken dondu kaldı adam. Piraye şaşırarak verdiği tepkiye daha çok güldü. "Ali Ata, baba oluyorsun."
Sesler zihnine çok uzaktan yankı yapar gibi gelen Ali zamanın içinde donmuş gibi hissetti. Bugün eşine sürpriz yapan o olacaktı ama onun sürprizi tarafından sobelendi. Bebek patikleri gözlerinin önünde sallanırken odağını zar zor onlara verdi. Hala karısının geriden gelen "Ben hamileyim," sesini duyuyordu.
Karısı hamileydi, baba oluyordu. Bu haberi duyduğu an nasıl tepki verilir hiç düşünmemişti. Zira tepki verememişti de... İçinde volkanlar patlıyor ama dışarıya henüz yansımıyordu. Yansıtamayan ve olduğu yerde kalmasına neden olan bu tepkisizlik suratına okkalı bir tokat olarak döndü. Yediği silleyle birlikte kendine gelen adam cansız bir şekilde konuştu.
"Ne?"
"Bayılacak mısın?"
"Bayılacak mıyım?"
"Ben de onu soruyorum."
"Yoo."
"Hamileyim."
"Hamileyim." Söylediklerini büyük bir uysallıkla tekrar ettikten sonra nihayet üzerindeki şoku atlattı ve Allah diye bağırarak ayağa kalktı. Etrafa saçılan lokum tabağını umursamadan karısını kucaklayıverdi.
"Hamilesin! Baba mı oluyorum? Baba oluyorum lan, baba oluyorum." Sevinçten etrafında kaç tur döndürdüğünü bilemediği karısını az daha yeniden kusturacaktı. Verdiği çılgınca tepkiyle daha sonra karısı elbette dalga geçecekti lakin bu gece arşa çıkan tek sesleri çılgınca attıkları sevinç çığlıkları oldu.
Sizce Feridun ve Zehra olayında bizi neler bekliyor? Diğer bölüm onları okuyacağız✨ |
0% |