Yeni Üyelik
50.
Bölüm

50. Bölüm

@1scintilla

 

Merhaba güzellikler nasılsınız? Umarım iyisinizdir.

 

Bu bölüm Feridun ve Zehra'nın çemberinde neler oluyor ona yoğunlaşacağız.

 

Oy vermeyi ve lütfen yorum yapmayı unutmayın.

 

Gelecek bölüme kadar sevgiyle kalın 🍭🌸

 

 

 

 

 

 

Bölüm 48. Bir İpte İki Cambaz

 

 

 

Hamdım, piştim, yandım...

 

 

Mevlânâ

 

 

Ay ışığını takip eden Zehra, devamında ayın yerini güneşe bırakmasını bekleyene kadar uyumamıştı. Bir zamanlar Piraye'nin başını yasladığı yeşil boyalı tahta cama şimdi o yaslanıyor ve kara kara düşünüyordu.

 

"Allah'ım yaptım bir hata, uydum anneme. Hiç anne sözü dinlemenin yükü bu kadar ağır olur mu? Şimdilerde o bile ilgilenmiyor benimle? Ne olur çöz bahtımdaki bu düğümü?"

 

Sessiz yakarışı derin bir iç çekmekle sonlandı. Her geceye bir sabah veriliyor ama Zehra'nın gönlüne bir merhem verilmiyordu. Bir hatanın bedelini bu kadar korkunç bir şekilde ödemeyi beklemek, içini kemiren tahtakuruları varmış gibi hissettiriyordu. Renkleri böyle güzel yaratmış olan Allah, elbet ona da bir çıkar yol gösterirdi.

 

Gözlerini kapatmasıyla açması arasında saniyeler olduğunu düşünürken aslında geçen saatlerden bihaberdi. "Zehra?" Onu neyin uyandırdığını annesinin yükselen sesiyle anladı. Kölelik sırası ona geçeli çok olmuştu. "Geliyorum." Aşağıya doğru bağırıp birkaç saatlik uykuyla doğrulmaya çalıştı ve üzerini değişti. Kardeşi için yaptığı hediyeyi eline saklayıp aşağı indi.

 

"Günaydın Suat'ım, nasılsın?" Suat ona somurtarak bakmaktan başka bir şey yapmadı. Günlerdir doğru düzgün yiyip içmiyordu. Bacağıyla beraber kaybettiği şey çocukluğu olmuştu. "Bak sana ne yaptım. Bu zıplayan topun ucuna bir lastik bağladım. Lastiği de yoyo gibi parmağına takacaksın, sonra fırlatacaksın ve sana geri gelecek. Dikkat et top sert, yüzüne gelmesin." Zehra'nın hevesle onun için yapıp verdiği top, Suat'a iyi hissettirmemişti. Artık iki ayağı üzerinde yürüyemeyeceği için yerinden kalkmadan ona gelen oyuncaklarla oynamak zorundaydı. Topu alıp oynar gibi yaptı ve bir köşeye fırlattı.

 

"Ahh, kim attı lan onu?"

 

İçeri giren Gürbüz kafasını tutarken yerde oturan Faruk kıkır kıkır güldü. "Pardon Gürbüz abi, bu topu Zehra abla yapmış Suat'a da onunla oynuyordu." Gürbüz Suat'a bakıp başını okşadı ve bir şey demeden odadan çıkıp gitti. Bu ev artık içindeki çoğu kişiyi boğuyordu.

 

"Zehra, gel yengesi. Çalışanlardan bazıları bugün izinliymiş yumurtaları toplamaya sen gidecekmişsin kızım."

 

"Yenge inan evden çıkasım yok, sonra başıma neler geliyor görüyorsun."

 

Handan ona üzülerek baktı. Evet aksi ve bazen çekilmez bir kız olabiliyordu ama içinde olan azıcık vicdanı sızlıyordu olanlara. "Biliyorum kızım ama Feride beceremez yumurtaların yarısı kırılır da gelir. Amcanla baban ne der sonra, onlar ekmek paramız biliyorsun."

 

Daha fazla uzatmadan kafa salladı Zehra. Sessizce kimseye dalaşmadan gider gelirdi. Hatta tanınmamak uzun şalını alıp kafasına sardı, ucunu da peçe olarak kullandı. Eşeğin heybesine sepetleri bağladığı gibi atladı gitti küçük çiftliğe. Yumurtaları toplamış iki sepeti de ağzına kadar doldurmuştu. Artık yarın çarşıda satardı babası. Elinde sepetlerle eşeği bağladığı ağacın yanına giderken çiftlikte çalışan iki kadının inekleri suladığını gördü. Ancak kendinden bahsetmeleriyle duraksadı.

 

"Vah vah sen duydun mu Atilla Bey'in kızının başına geleni. Sokağın ortasında adamın biriyle uygunsuz yakalanmış."

 

"Deme, ne yapıyorlarmış kız köy yerinde."

 

"Bilemem artık sağını solunu mu elletiyordu, yoksa öptürüyor muydu günahı boynuna. Kadının biri bunu gördüğü gibi koşmuş beyime yetiştirmiş. Adam da esmiş gürlemiş ilk isteyene vereceğim seni demiş."

 

"Etme! E görüştüğü adam niye gelmiyormuş istemeye?"

 

"Niye gelsin kız saf mısın? Bir kere koklamış gülü işte yoksa bu laflara düşürür müydü gencecik kızı? Belki de tuzağa çekti bilinmez. Kızı Zehra hiç o taraklarda belli olmayan cadı gibi bir şeydi."

 

"E kim gelecekmiş ya istemeye?"

 

"Köyde adı çıkan dul bir adam vardı iki çocuklu, ondan bahsediyorlar ama bilemem. Yazık oldu gül gibi kıza, solup gider o adamın elinde. Eski karısı adamın kahrını çekemedi göçüp gitti diyorlardı."

 

Zehra elindeki sepetleri tutacak gücü bulamayınca sepetler yumurtalarla beraber gürültüyle yere düştüler. Çıkan sese bakan kadınlar onu azarlamaya gelirken Zehra peçesini düzeltip arkasına bile bakmadan gitti yarısı kırılmış yumurtaları öylece bırakırken. Ziyan olan yalnız yumurtalar değil aynı zamanda kalbiydi. Yumurta telafi edilirdi elbet ya, peki kırılan kalbine ne yapsa gerekti?

 

Zehra hışımla eşeği çözdü ve dehledi. Nereye gideceğini ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Babası onu dinlemiyor, annesi yardımcı olmuyordu. Yine de babasının dinleme ihtimali olan bir kişiyi biliyordu. Eşeği onun evine doğru yönlendirdi.

 

Bahçe kapısından içeri girecekken kapının ucundan eşeği görünce havlamaya başlayan köpekle tedirgin olup dışarıdaki direğe bağladı yularını. Tek başına girerken köpeğe yeniden baktığında yine havladı ama zaten işi bu diyerek geri çıkmadı. Kapının önünde beklerken akıp giden zamanın farkında değildi. Nihayet dualar eşliğinde derin bir nefes alıp kapıya üç kere vurdu.

 

Piraye kapıyı açıp karşısında peçeli bir kadın görünce şaşırdı. Köpek havlayınca camdan bakmış ama sadece sırtını görebilmişti. Belki eski ev sahibinin bir tanıdığıdır diye düşünürken Zehra'nın gözleriyle karşılaşmayı beklemiyordu. Zehra peçeyi indirip tükenmiş bir ifadeyle baktı kuzeninin gözüne.

 

"Piraye, beni bir kerecik dinler misin? Senden bir ricada bulunacağım. Yapmak istemezsen yapma ama elimden gelen her şeyi denemeye çalıştığım için içimi rahatlatmama izin ver."

 

"Zehra, ne bu halin?"

 

Kapısına son kez gelip kovduğunda bile böyle görmemişti kızı. Cin gibi bakan parlak gözlerinin feri gitmiş, çukurlaşmış bir ölü gibi bakıyordu. Piraye'nin sorusuyla onu dinleyeceğini anlayan kız derin bir nefes verdi.

 

"Hamdım, piştim, yandım," diyerek özeti fısıldadı. "Piraye, birileri eve geldi ve babama olur olmadık şeyler anlattı. Babam da bunu duyunca çok sinirlendi ve evlilik çağın geldi deyip ilk gelene vereceğim diye esti gürledi. Kim olduğuna bakmadan..." Zehra'nın canı gitmiş gözlerinden süzülen damlalar, duygusal anlamda yoğun olan Piraye'nin de içini yaktı. "Bugün çiftlikteki kadınlar konuşurken duydum. Sokağın sonunda oturan dul adamı bildin mi?"

 

Bildiğini belli etmek için başını salladı.

 

"İki çocuklu o adam gelecekmiş istemeye. Daha başkasını da duydum, leş görmüş akbaba gibi üşüşmeye başlayacaklar. Piraye, ne olur bana yardım et, billahi derdim seni üzmek değil."

 

"Zehra, gönlün birine mi düştü?" Sessiz kalan kızın ağlamaları iyice artmıştı. "İyi ama bu dedikoduya sebep olan adam kim, nasıl görüldünüz?"

 

"Yemin olsun ki ben yanlış bir şey yapmadım. Fırına ekmek almaya giderken karşıma çıktı, benden nefret ediyor konuşmadım bile. Suat'a geçmiş olsun derken durduk karşı karşıya, hiçbir şey olmadı başka inan ki."

 

Zehra'nın telaşlı anlatımına ve bu hale düşmesine inanamayan gözlerle baktı. Ondan küçüktü üstelik, dul bir adama verecek kadar aklını mı kaçırmıştı amcası? Kalbi körelmişte olsa sağda solda hovardalık yapacak biri değildi o. Ne yazık ki kalbi tamamen katrana bulanmış bir annesi vardı ve bunun tüm cezasını çocukları çekiyordu. Ödlek ve işe yaramaz olduğu gibi Nevin'den sonra iyice kafayı yiyen büyük oğlu, araba kazası sonucu bir bacağını kaybetmek zorunda kalan küçük oğlu ve şimdi de yine kendi diliyle zehirlediği bir komşusunun biricik kızından alınan intikamı...

 

Atilla Bey'in bu aileye itimadının kalmadığını anladığı son nokta bu olmuştu. Ailesi el birliğiyle öksüz ve yetim bir kızla uğraştığı için ceremesini korkunç bir şekilde çektiklerini düşünüyordu.

 

"Kim Zehra, kimle adın çıktı? Oğlan bir şey yapmıyor mu?"

 

"Benden nefret ediyor, kılını bile kıpırdatmaz." Zehra şiddetle başını sallıyor ama adını bir türlü zikredemiyordu. Piraye bunun zor olduğunu anlasa da fısıldayarak yeniden sordu. "Kim?"

 

"Feridun, Feridun Çömçe."

 

Kapı ardından ağlayan kızın halini duyan Ali Ata daha fazla dayanamadı ve evden hışımla çıkıp gitti. Sarı'nın böyle bir şey yaptığı aklının ucuna bile gelmezdi. Evet acımasızdı, evet belki bu kız da sütten çıkmış ak kaşık sayılmazdı ama gelinen nokta da elini taşın altına sokup bir iki çift kelam etmek lazımdı. Köy bununla çalkalanırken onun duymamış olması imkansızdı. O da bir an önce kapılarına dayanacak ve neyin ne olduğunu bizzat ondan duyacaktı. Zehra'nın Piraye'ye çektirdikleri konusunda bilgisi vardı ama kızın dudaklarından dökülen Mevlana'nın sözleri cümlenin anlamını beynine yerleştirmişti. Herkes ikinci bir şansı hak ederdi.

 

***

 

Bugün Feridun'un da izin günüydü. Anasının yanında akşama kadar kalmaktansa çarşıya pazara çıkıp dolaşıp, eksiği gediği almaya çıktı. Hayır bekar evi, rahat olur kafa dinler diyor lakin yine de kendini burada buluyordu. Ailesine olan saygısızlık ya da bıkkınlığından değil, annesinin sürekli evlen diye başının etini yemesindendi bu kaçışları.

 

Ali Ata'nın geçenlerde baskın verip mührü vurdurduğu dükkanın önünden geçerken gülümsedi. Herkes saygılı ve edepli olacaktı, hayır yetmezdi ahlaklı da olmalıydı ve bunun en önemlisi iş ahlakıydı. Küçücük köyde gençleri zehirlemeye nasıl vicdanı el vermişti o meymenetsizin? Kadını kızı rahatsız ettiği için esnaf ara ara buna dersini veriyordu ama emniyet güçleri bu duruma son noktayı koymuştu.

 

Alışverişini yaparken bir evin içinden çıkan sakallı adam sürüsünü gördü. Niye bu kadar kalabalık toplandıkları ilgisini çekti. Genelde camide ve çevresinde toplanan bu adamlarla sohbete girmek istedi, bakalım altından bir şey çıkacak mıydı yoksa öylesine bir rastlantı mıydı? Belki buralarda bir hoca oturuyordu ve onu ziyarete gelmişlerdir diye düşündü. Ancak yanlarına gidemeden kulağına dolan cümleler radarına takılınca olduğu yerde kaldı.

 

"Maral'lardan Zehra'yı duydun mu? Sağda solda fink atıp cilveleşirken yakalamış babası, hemen evlendireceklermiş."

 

İki genç kızın sokak ortasında bu şekilde dedikodu yapmasından hoşlanmadı. Dahası üç numaralı Maral'ın hakkındaki şiddeti giderek artan bu konuşmaya sinirlendi bile.

 

"Şaka mı yapıyorsun kız? Zehra hiç öyle bir kız değildi, soğuk nevale hepimizi tersler dururdu biz birilerini beğenirken."

 

"Vallahi ben öyle duydum, yoksa adam niye apar topar köydeki dul adama iki gün sonra gel iste kızımı diye elçi yollasın."

 

"Ayy, o adamla mı gerçekten? Yazık oldu Zehra'ya desene. Anasının hinlikleri çocuklarından çık çık bitmiyor maşallah. Ne anaymış düşman başına. Peki oynaştığı adam niye gelmiyormuş?"

 

"Bilmem kızın adını çıkarıp kenara çekildiğinde göre evlenmeye gönlü olmayan şerefsizin teki demek ki? Kimseye güven olmuyor işte, köy yeri haber yayıldığı gibi topa tutuyorlar adamı. Allah böyle kanı bozuk karakterlerden uzak tutsun bizi."

 

"Amin, amin. Hamile falan mı kaldı acaba bu kadar hızlı evden çıkaracaklarına göre?"

 

Yanlarında duran başka bir kızın sesi duyuldu bu kez sinirle. "Of içimi daralttınız. Belki bir yanlış anlaşılmanın kurbanıdır, kızın namusunu dilinize dolamayın da başınıza gelmesin! Allah da onun yardımcısı olsun yoksa dul adamın elinde erir gider."

 

Kızların dediklerine daha fazla dayanamadı. İşlerin bu boyuta geldiğinden de haberi yoktu, kimse kimseyle oynaşmamıştı bu millet ne saçmalıyordu? Ona olan nefreti gözünü bu kadar mı kör etmişti Feridun'un? Sadece sinirini bozup ayak üstü konuşmuştu. "Ulan bu olayı bu boyuta getiren kimse bulup cezasını kendi ellerimle vermezsem asıl o zaman şerefsizim!"

 

Etrafına bakınıp bisiklete binen bir çocuğu görünce ıslık çalıp yanına çağırdı. "Selamünaleyküm koçum, bu poşetleri bizim eve götür anneme ver. Feridun abinin işi çıkmış gecikebilirmiş de," derken poşetleri çoktan çocuğun sepetine koymuştu itiraz hakkı bırakmadan. Cebinden çıkardığı bir miktar parayı da gömleğinin yakasına sıkıştırıp "Al bunu da harçlık yaparsın, dikkatli ol ha." deyip omuzuna iki kere vurduktan sonra çocuk "Eyvallah abi, gittim bile," diye sırıtarak yola çıkmıştı.

 

Derin bir of çekti sokağın ortasında Feridun. "Ne işler geldi başıma Allah'ım?" Bir süre kendini sorgulayarak ayağını taşa vura vura ilerledi. Sonra iki koca karıyı daha aynı konuyu konuşurken görünce dinlemeye dayanamadı. "İşiniz gücünüz yok burada milletin dedikodusunu yapıyorsunuz. Yaşınızdan başınızdan utanın be!"

 

"Aaa deli mi ne? Sana mı soracağız oğlum git işine. Bir zevkimiz var onu da elimizden alıyor."

 

"Senin zevk dediğin genç kızların namusunu diline dolamak mı teyze?" Yerdeki akan hortumu görüp kadınların durduğu evin camlarını ıslattı. "Boş durmaktan çenen yorulmasın, camları tozlu gördüm bir zahmet siliver!" dedikten sonra hortumu elinden fırlattı. Bu sırada kadınlara da biraz su sıçramıştı ama onların nasibiydi artık. Sağa sola kaçışan kadınlar arkasından hoş olmayan şeyler konuşmaya başladı. Eh en azından, yörüngeyi Zehra denen deli kızın üzerinden çevirmişti.

 

"Ee Feridun Çömçe? Allah sahibine bağışlasın diye dua ediyordun, kendin için ediyormuşsun meğer. Şimdi git konuş babasıyla..." diye kendi kendini telkin ettikten sonra adımları Atilla Maral'ın çalıştığı yere doğru sürüklendi.

 

***

 

Oğlunun neden geciktiğini, işle ilgili bir sıkıntısı mı olduğunu bilmeyen Mehveş Hanım camda yolunu gözlüyordu. Evlenene kadar evden ayrılmasını hiç istememişti çünkü orada rahatlığa alışırsa hiçten evlenmek istemez diye korkuyordu. Feridun zekiydi ama sivri dilliydi. Allah onu alacak kadına sabır versin diye geçirdi içinden.

 

"Arif Bey bir şey mi geldi yolda başına acaba?"

 

"Yahu hanım otur iki dakika. Koca delikanlı oldu yetmedi polis oldu yine de salmıyorsun şu çocuğu."

 

"Anayım ben taş kalpli adam sen ne anlarsın?"

 

"Az önce beydik şimdi niye taş kalpli olduk?"

 

Mehveş Hanım cevap vermeden çıktı odadan. Yeniden cama yönelecekti ki nihayet kapının sesini duydu. "Oğlum, çok şükür geldin annem. Sabahtan beri şurama bir ağırlık oturdu kalkmıyor. Bir şey oldu sandım."

 

"Yok anacım telaşlanma."

 

"Aç mısın ısıtıvereyim mi yemeğini?"

 

"Hiç yiyecek halim yok. Dur elimi yüzümü yıkayım da geliyorum içeriye."

 

Annesinin çok içine sinmese de başını salladı. Vardı bir şeyler işte, sezmişti o. Yoksa oğlunun iştahı niye kapanacaktı? Bir oturuşta utanmasa deveyi bile yerdi.

 

Sedirin üzerinde gazete okuyan babasını gördü içeri girince.

 

"Selamünaleyküm baba."

 

Arif Bey gazeteyi katlayıp yanına koyarken eşine baktı boşuna telaş ettin diye. "Aleykümselam oğlum. Bir sıkıntı yok inşallah kulağıma bazı duyumlar geldi bu sıralar."

 

"Ne duyduğunu hiç sorasım yok baba, ayıp etmem ya," dedi konuşacağım başka bir mevzu var der gibi. Babası gülümsedi bu duruma.

 

"E anlat o zaman neden it dirseği yemiş gibi dolanıp durduğunu."

 

Feridun yerinde duramadığını anladığı an oturdu karşı sedire. "Söyleyeyim de hepimiz rahatlayalım öyleyse; yarın kız istemeye gidiyoruz."

 

Mehveş Hanım şaşırarak elini kalbine götürdü. "Kime?"

 

"Bana yahu kime olacak?"

 

"Oğlum olur mu öyle damdan düşer gibi tövbe estağfurullah." Sonra duraksadı ve asıl soruyu sormadığını unuttu telaştan. "Kimi, kimi isteyeceğiz bu kadar acele?"

 

"Üç numaralı Maral'ı."

 

Annesi elleriyle parmak hesabı yaparken üçüncünün kim olduğunu bulmaya çalışırken sinirlenip koluna bir fiske vurdu. "Doğru düzgün söylesene eşek sıpası, bilmece mi çözüyoruz?"

 

"Zehra'yı anne."

 

Mehveş Hanım bu kez iki elini birden kalbine götürüp şaşkınlığını sesli bir şekilde dile getirdi. "Nasıl yani, Feridun? O kadının kızını mı?"

 

Arif Bey hiç sesini çıkarmadan karşısında oynanan piyesi izlerken keyif alıyordu.

 

"O kadınla ne işimiz var anne, anasıyla değil kızıyla evleneceğim."

 

"Oğlum neler neler oldu? Hem nereden çıktı bu evlilik bir anda? Daha geçen gün düş yakamdan diyordun Feridun, bu kız nereden çıktı?"

 

"Gönül bu anne, yaşı benden küçük diye az daha bekleyeyim demiştim. O yüzden yakamdan düş dedim sana. Ama istemeye gideceğimiz anda da sonrasında da artık onun benim karım olacağını unutmasan iyi olur. Kimse annesiyle bir tutulmalı, babam kötü bir adam olsa ve bana da kötü biriymiş gibi muamele yapsalar gönlün razı gelir miydi? Bunu baştan konuşalım ve bir daha konusunu bile açmayalım. O da bir can, bu sebepten dolayı kimse kimseyi üzmesin."

 

Feridun, Atilla'nın yanına gittiğinde nasıl sert bir tutum sergilediğini hatırladığı an yapması gereken tek şeyin bu olduğuna karar vermişti. Onu hala sevmiyordu ama mesele şuydu ki Feridun kimseyi sevmiyordu. Kimseyle evleneceğini de düşünmüyordu. Evet inatçı ve zekiydi ama bir yerlerde duran merhameti duyduklarıyla yeniden ortaya çıkmıştı. Merhamet kaybı onda mesleki deformasyon olarak gelişse de Zehra bir suçlu değildi. Kızın başına bu işi kendi açmış, kendi düzeltemeye gitmiş ama babası yanaşmamıştı. O da en sonunda istemeye geleceklerinden bahsedip orayı terk etmişti.

 

Kendisi yüzünden yaşlı başlı bir adama sakız olma fikri kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Gelir evinde oturur, hem o evden kurtulur hem de bir daha kimsenin ağzına dolanmazdı, buna bir daha cesaret edeceklerini sanmıyordu.

 

"Neden bugün peki Feridun, ne oldu bugün?"

 

Mehveş hanım çoktan algıları açmış bin bir türlü şey uyduruyordu kafasından. Birkaç gündür çarşıya pazara da çıkmadığından dedikodulardan haberi yoktu.

 

"Başkasının istemeye gideceğinin haberi uçtu kulağıma. O yüzden önce biz davranmalıyız. Sevdiğim kadını bir başkasına yar edecek değilim," diyerek annesine son noktayı koydu. Sevdiğim kadın derken düşüncesi bile komik gelse de renk vermedi. Madem böyle karar vermişti, ne yaşanacaksa ikisi arasında yaşanacaktı bundan sonra. O yüzden bir de annesini kızın üzerine salamazdı. Çünkü aynı ipin üzerinde iki cambaz çoktan çıkmıştı ve bu gösteriyi yalnızca ikisi seyredebilirdi.

 

Feridun hiç sesini çıkarmayan ama pür dikkat dinleyen babasına baktı. Rolünü gerçekçi bir şekilde yerine getirdiği için sevdiğine inanmalarını bekliyordu. Onlara gayet mantıklı gerekçeler sunmuştu. "Baba?" diyerek başını eğdi ve saygılı bir şekilde tepkisini sordu.

 

"Eh, madem oğlum kara sevdaya tutulmuş ve mertçe sevdiğini dile getiriyor. Bize de sevenleri kavuşturmak düşer," dedi keyifle. Nihayet her anne babanın beklediği o mutlu gün gelmişti. Sevenler kelimesine alayla gülmeden odadan çıkarken kapının tıklandığını duydu.

 

"Kardeşim, hoş geldin?" dedi ama karşılık olarak Ali Ata'dan sert bir yumruk yemeyi beklemiyordu. Anlaşılan o pek hoş gelmemişti...

 

 

 

 

Loading...
0%