Yeni Üyelik
51.
Bölüm

51. Bölüm

@1scintilla

 

 

Uzaktan seviyorum seni

 

 

Kokunu alamadan

 

 

Boynuna Sarılamadan

 

 

 

Yüzüne dokunamadan

 

 

Sadece seviyorum

 

 

 

Cemal Süreya

 

Bölüm 49. Keskin Seçenek

 

Hayat kimseye aynı ve adil davranmıyordu. Tenindeki her kesiğe krem sürersen fayda etmez, bazı şeyler yüzeysel merhemle geçmez içeriden önlem almak gerekirdi. Bazen ruh yarasına ve can sıkıntısına ilaç, hekim fayda etmez, sevdiğin kişinin bir bakışı yeterdir.

 

Ne yazık ki Zehra böyle bir bakış görmemiş, görmeyi de ömrü boyunca bir daha beklemiyordu. Umut, ona göre artık kötü bir şeydi. Oysa umut sonu gözükmeyen bir yol, uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi. Yolun sonunun nereye varacağını, içinden ne çıkacağını kim bilebilirdi?

 

Piraye ona inanmış, üzülmüş ve amcasıyla konuşmaya gelmiş ama onu evde bulamayınca bir müddet beklemiş sonra geri gitmişti. İkinci bir şans herkes için geçerli değildi belki ama Zehra'nın geleceği bu denli bir depreme maruz kalırken sessiz kalamazdı. Yarın tekrar geleceğini söylediği Zehra hüzünle başını sallamıştı, umarım yarın geç olmaz diye düşündü. Piraye eve gelince kocasını beklemiş ama hava kararmasına rağmen gelmediğini görünce endişelenmişti. Feridun'u bulup meselenin aslını öğreneceğine adı gibi emindi. Tabii bir atağa geçireceğine de emindi...

 

Ali Ata saatlerdir son görüldüğü yerlerde fellik fellik Feridun'u ararken en sonunda evine gitmiştir diyerek yeniden kapılarına dayandı. Gelene kadar yolda öyle şeyler duymuştu ki kulaklarına inanamamıştı. Küçük yerde haber rüzgardan hızlı yayılıyordu ve sus payı vermedikçe çoğalacaktı. Bu yüzden milleti asıl susturacak kişinin, gülerek kapıyı açmasına dayanamadı ve yumruğunu suratına patlattı.

 

"Ne yapıyorsun birader?" deyip aynı anda çenesini sıvazlayan Feridun can havliyle kapıyı çekip dışarı çıktı. Ailesini anca ikna etmişti bir de konuşacaklarını duysun istemezdi.

 

"Ulan mahalle yanıyor it, sen nerede saçını tarıyorsun saatlerdir? Kız geldi ağlamaktan gözleri görünmüyor. Bir bok yemediğinize eminim, sendeki bu öfke insanı poyraz gibi uzaklaştırır yanından."

 

"Zehra size mi geldi, ağlayarak?"

 

"Geldi ya. Sen de çarşıdaymışsın bütün gün. Tesadüf eseri en azından bir kere duymuş olman gerekiyor söylenenleri ki her kapıda ayrı konuşuyorlar."

 

"Duydum evet. Elin de amma ağırmış kardeşim." Bir yandan hala çenesini tutuyordu.

 

"Duyduysan ne bok yemeğe burada pinekliyorsun lan? Keyif çayı mı içiyorsun milletin arkasından?" Ali Ata, adamın bu rahat haline hiç tahammül edemediği için yakalarını kavrayıp kendine çekmişti.

 

"Yav bir dinle bildiğin gibi değil."

 

"Bunu bana değil millete diyecektin Feridun Efendi. Ayak üstü iki çene çaldın, geyik muhabbeti yaptın diye genç bir kadının geleceği kararmak üzere. Çarşı pazar gezeceğine niye bulmadın kızın babasını? Aslı astarı yok inanma desen ağzın mı eskirdi şerefsiz?" Feridun anlık sessiz kaldığında, adam tuttuğu iki yakayı daha çok çekti ve bu sefer de temiz bir kafa attı. Bir an için ağlayıp yardım isteyen Zehra'yı getirmişti gözünün önüne ama susması sinirli adama yanlış düşündürdü.

 

"Kardeşim bir dinle, başlarım yapacağın işe, ahh! Annem duyacak sessiz ol, düşmana mı vuruyorsun lan?"

 

"Yoluna hısımım mı yoksa hasmım mı olarak devam edeceksin anlayacağız şimdi dökül." Kaşları çatık adam hala bir açıklama bekliyordu ama Feridun düşünceden düşünceye atlıyordu arada hırpalanırken.

 

"Dur bir dakika kendime geleyim, beynimi salladın. Sen sorgu da suçlulara da böyle vuruyorsan nasıl hayatta kalıyorlar?" deyip okkalı bir küfür etti.

 

"Feridun kıvırma dansöz gibi bak geliyorlar bana sağdan soldan. Konuşacaksan konuş yoksa gerçekten dayağı yiyeceksin." Sinirli bir adım daha atıp ona yaklaşınca Feridun sırıtarak elini kaldı.

 

"Vurma kardeşim yarın istemem var." Ali Ata eli havada şaşkınca kalınca, Feridun ne olur ne olmaz diye yavaşça indirdi.

 

"Önce o eli bir indir birader millet yanlış anlayacak. Kızardı mı?"

 

"Yok koptu," deyip bir küfürde o etti. "Abartma dokunduk sadece."

 

"Senin dokunuşlarının bu kadar yumuşak olduğunu unutmuşum kardeşim," deyip sırıtmaya devam etti Feridun. Birlikte eğitime katıldıkları yerde ara ara kendi aralarında çalışıyorlardı. O zamanlardan hatırlıyordu ama yeniden başına geleceğini düşünmemişti.

 

"Sırıtma lan pişmiş kelle gibi."

 

"Tamam canım, tamam gülüm gel oturalım şuraya anlatayım. Zaten yorgundum anasını satayım bir de üzerimden Aslanboğa geçti." Arkadaşının ters bakışlarını gören Feridun yılışmayı kesti ve ciddi bir şekilde durmaya başladı. Başlamadan önce derince bir oflayıp kendine gelmeye çalıştı.

 

"Bana ilk hekim söylemişti, evlendirecekmiş diye ben de yolu açık olsun demiştim. Bakma öyle kardeşim başta oyun sandım, o yılan anasının başının altından her şey çıkar. Fırından dönerken karşı karşıya gelip konuştuk, kardeşin nasıl oldu falan dedim iki dakika sürmedi zaten. Üstelik benimle konuşmayıp fırına gitmekten bile vazgeçti kız. Nasıl böyle bir dedikodu aldı başını yürüdü anlamadım."

 

"Eee?"

 

"Sabırsızsın Ali'm anlatıyoruz işte."

 

"Lan beni çileden çıkarma karım evde beni bekliyor, sabahtan beri senin peşindeyim şerefsiz. Götünü iki dakika sabit tutmayıp oradan oraya gittiğin için peşinden geldik."

 

"Beni evde senin gibi maymun beklemiyor aslanın eşi de aslandır diyorsun yani," dedi yine sırıtarak.

 

"Feridun!"

 

"Tamam kardeşim anlatıyorum sakin ol, papatya çayı ister misin?"

 

"İsterim canım yanına kısır da koy iyi gider." Sırıtması büyüyen adama tahammülü kalmamış bir şekilde eliyle yüzünü sıvazladı.

 

"Yok yok sana çay fayda etmez, tarlayı direkt getirip koklatsak, belki." Ali Ata gözlerini yumup bir süre bekledi. Papatyayı bu boktan konuya alet edesi gelmiyordu. Zira tüm papatyalar karısına ait gibiydi. Çayı değil ama düşüncesi bile karısının zehir yeşili gözlerini, gece karasını saçlarının arasında dolaşan beyaz papatyaları hatırlatıp adamı rahatlattı.

 

Adam gözlerini açmadan Feridun daha fazla kışkırtmak istemedi, çoksa istemeye tam bir uzuvla gidemeyebilirdi. "İşte sonra evdeydim, bugün çarşıda işlerim vardı onları halledeyim derken saçma sapan şeyler duydum. yok yazıkmış, yok kel göbekli dul adammış yok iki çocuğu olan adama vereceklermiş falan diye anlatıyorlardı. Birinden duysam belki yine inanmazdım da yol boyu herkes ağzına sakız etmişti üç numaralı Maral'ı. Sonra yok görüştüğü adam ondan sıkılmış bilmem ne dediler," deyip sinirle başını başka yöne çevirdi. "Lan neler dediler dilinin ayarına tükürdüklerim. Kanıma dokundu, ben de gidip meseleyi düzeltmek istedim."

 

Ali Ata sabit bir bakışla son noktaya nasıl gelindiğini dinliyordu. Dilin kemiği olmadığından insanlar uzatabildiği kadar uzatıyordu işte. Kime dokunur, üzülür mü kahrolur mu dayak mı der dinlemiyordu. Zamanında Nevin de dinlemişti şimdi ise onun şeytanlıkları yüzünden babası da kızını dinlemiyordu.

 

"Gittim baba Maral'ın yanına ama adam yüzüme bile bakmadı. E bir yerde haklı dedim kızıyla adı çıkan, sanki bir şeyler olmuş gibi onu yüz üstü bırakıp kenara çekilen adam gibi önüne sunuluyordum neticede. Adam çiftliğe bir şeyler yapıyordu tahtaları birbirine ekleyerek keserek, var ya o anı görmen lazımdı. Ben deli o benden deli. Ben konuştukça baltayı vurdu tahtaya, kelimelerimi gözden geçirmem için göz dağı verdi. En sonunda da ayağa kalktı elinde baltayla üzerime yürüdü. Dedim sıçtık şimdi doğrayacak, doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar ama Maral çiftliğinde doğrayıp hayvanlara yem olarak verirler işte."

 

Ali Ata anı bozmamak için dudağının kenarını kaşır gibi yaptı. Feridun çakalın teki olduğu için kelimeleri yuvarlayıp, üst üste koyup insanı çileden çıkarttığı gibi ansızın kahkaha da attırabilirdi.

 

"Ee Sarı, kesilmemişsin tek parça duruyorsun karşımda. Hayvanlara yem olmadığına göre amca Maral ne yaptı sana?"

 

Feridun, arkadaşı ona Sarı diye hitap edince rahat bir nefes verdi. Deminden beri hiçbir kardeşim kelimesine ortak çıkmıyor ve sinirli gözüküyordu. Nihayet bunu kırmayı başardığı için anlatmaya devam etti. "Hiçbir şey, baltayı yanıma attı ve uzaklaşmaya başladı. Anasını satayım kızının peşinden koşmadım, babasının peşinden koştum, hay ben böyle işin. Adam ben yokmuşum gibi davrandı bir süre. Kafasında ölçtü biçti herhalde. Dedim bu iş böyle değil ama oralı olmadı."

 

"Nereli oldu peki?"

 

"Var git yoluna beni de oyalama hıyar, dedi."

 

"Ne dedi?"

 

"Hıyar dedi."

 

İşte Ali Ata'nın kaynama noktası bu oldu ve sinirleri bozulmuş gibi kahkaha atmaya başladı. Kapının arkasında hiçbir şey duymayıp tedirgin duran Mehveş Hanım gülüşmeleri duyunca iki sıcak çay götürdü.

 

"Hava serinledi oğlum içiniz ısınır, belli ki içeride konuşmayacağınız mühim bir mevzu, o yüzden buraya getirdim. Konuşmanızı bitirin gelin yemek yiyelim aç kalkma oğlum."

 

"Ellerine sağlık Mehveş teyzem. Karım evde bekliyor bu hergeleyle konuşup gideceğim, eksik olma."

 

"Eh, peki madem kızcağız bekliyorsa ben sana azık koyarım götürürsün çok güzel tatlı yaptım. Bazılarının karısı olmadığından hayata düşünceli bakamıyor," deyip Feridun'a ters ters baktı.

 

"Hah bak o olur işte," diye onayladı tatlıyı Ali Ata. Piraye'si tatlı yesin tatlı konuşsun yeterdi.

 

"Olacak anacığım o da olacak tasalanma." Kadın oğluna bakmadan kapıyı kapatıp içeriye geri girdi. "En son bana edilen hakarete gülmek için ciğerini çıkarıyordun kardeşim, buyur devam et."

 

Ali Ata gıcıklık olsun diye çayı höpürdetti ve bakışlarıyla onu gösterdi. "Buyur sen devam et de gelelim şu sonuca. Giriş gelişme pek ilgimi çekmedi."

 

"Geçmiş karşıma ne anlatıyorsun sen hangi cesaretle, dedi. Dedim bizde cesaret gendedir, kandadır, vatandadır. Buraya yamuk yapmaya gelmedim. Yanlış anlaşılmayı düzeltmeye geldim. Emanet kızın hayatını az daha mahvediyordum, kendi kızımın hayatını da bedel olarak bizzat kendim mahvedeceğim diyorsan o ayrı dedim."

 

"Adam ne dedi?"

 

"Baltayı geri eline aldı."

 

"Dedim bey amca ben Türk polisiyim, formamız yok diye yabana atma, düğmemi koparırsan altı aydan başlar."

 

"O ne dedi?" diye sordu Ali Ata. İş artık eğlenceye kalmıştı.

 

"Küfür etti düğmeme. Olan oldu biten bitti ben bu saatten sonra hiçbir şeyi durduramam, defol git bir daha ne kızımın ne benim karşıma çıkma dedi. Ondan önce de bir sürü bir şey dedi ama karıştırma. İki gün sonra vereceğim kızı bu konu kapandı bitti dedi." Çay içmek için kısa bir mola verdiğinde dananın kuyruğunun kopacağı ana gelmişlerdi.

 

"Benim de tepem attı baktım laftan sözden anlamıyor ateşe atacak kızı, o zaman önce ben geliyorum ulan dedim. Hazırlanın yarın Zehra'yı istemeye geliyoruz kapıdan kovsan bacadan girerim fazla şansını zorlama dedim."

 

"Kafası atık adama kafa mı tuttun Sarı?"

 

"Tuttum da ne oldu, çiftlikte üç tur kovaladı beni baltayla. Sakın evime gelme bu sefer baltayla değil tüfekle bekler alnının çatından vururum seni dedi."

 

"Eee?"

 

"Gideceğiz yarın istemeye işte, naz yapıyor belli. Kızından yemediğim nazı yine babasından yedim," deyip bir küfür daha salladı.

 

"Öfkeyle almış olduğun bir karar mı? Evlilik çocuk oyuncağı değil Feridun. Yeri gelir zehir eder, yeri gelir vezir eder, yine yeri gelir rezil eder."

 

Feridun bir anda ciddileşip elindeki bardağı yere bırakarak baktı arkadaşının gözlerine. "Piraye'nin elinden içtiğin tuzlu kahve güzel miydi?"

 

"Ne anlatıyorsun lan kafayı mı yedin?"

 

"İnkar etmediğine göre içtin o tuzlu kahveyi. O gün bir tuzlu kahve de ben içtim kardeşim, kahveyi getiren Zehra'ydı. Başta karıştı sandım ama değil bile isteye yaptı. Işık yaktı bana gizli kapaklı. Sonra birkaç yerde daha denk geldik, bakışlarıyla devam etti bu ışık. Bu anlamda hiçbir yamuğunu görmedim Allah yukarıda, dili sivri ama gözler de yalan söyleyemez ya."

 

"Sevmiyorsun onu?"

 

"Ama o seviyor ve bununla yetinmeyi bilmeli. Her şey benim yüzümden olmuşken ve tüm bunları biliyorken düzeltmeye çalıştım olmadı. Seçeneklerim o keskindi ben de kendimi kesmeye karar verdim. Kalbinde kötülük taşıyor öyle ya da böyle ama bu kadar büyük bir kötülüğe, senelere yayılacak kanser gibi bedeninde büyütecek ve boğulacağı bir kadar büyük bir kötülüğe gel gör ki ben de sırtımı çeviremiyorum. Adamı biliyorum denk gelirdik şerefsizin teki ama ben değilim. Gönlümde biri de yok, olsa zaten olmazdı ama şansı var. Hayat onun karşısına da iyi bir fırsat çıkarmamış o anneyle belli. Şimdi ben yaratıyorum o fırsatı. Aha şu kapıdan çıkmadan önce ölüp bittiğimi aşkından divane olduğumu anlatarak ikna ettim anamı."

 

"İyi adamsın, hoş adamsın, büyük adamsın ama gözünde garip pırıltılar dolanıyor Sarı ve ben seni tanırım."

 

"Artık orası da karımla benim aramda kardeşim, biz sana karışıyor muyuz?" Ciddiyeti buraya kadardı, hemen alaylı gülüşünü sergileyip zırhını geri kuşandı.

 

"Kızı başkasının cehenneminden alıp kendi cehennemine getireceksen baştan uğraşma bu işle. Yok sevgi beni adam eder zamanla karımın dizinin dibinden ayrılmam diyorsan o başka. Gönlümde biri yok falan anlamam ben."

 

"Ne cehennemi yav nasıl abartıyorsun olayları böyle şov yapma kardeşim," dedi. Evi ateşe verecek değiliz de diyecekti ama son anda ısırdı dilini. Karısını yangının içinden alan bir adam için bu son derece yanlış bir cümle olurdu.

 

"Yananı da yakanı da göreceğiz illaki. Yarın istemede sana başarılar o zaman. Yemekte yürek ye de mabadına silahı yeme." Bu sefer sırıtan Ali Ata'ydı.

 

"Mabadımla fazla ilgilendiğini seziyorum doğru mu kardeşim?"

 

"Doğru kardeşim, bahsettiğin papatya tarlası nasıl durur diye düşünüyorum şu anda."

 

"Yarına kadar dokunma bana, zira gelin kızımıza çiçekleri elimle taktim etmek isterim. Adımız süslü damada çıkmasın sonra," dedi sırıtarak. Annesinin camın önüne koyduğu torbayı da alıp arkadaşına verdi. "Hadi kal sağlıcakla, yengeye selamlar. Gelmez gerçi ama belki bizim vurulma işini ertelerdi, sana zahmet bir deyiver."

 

"Gelmez canım gelmez gülüm, bu saatten sonra gelin kızın korusun seni zira şerefsiz kayınçonu öldüresim geliyor görünce."

 

Ali Ata daha fazla konuşmadan asker selamı verip çekip gitti. Geride Gürbüz'e bela olmayı düşünüp sırıtan bir Feridun bırakarak. İşte eğlence onun için yeni başlıyordu zira Maral ailesiyle özel olarak ilgilenmek artık büyük bir şekilde ilgisini çekmeye başlamıştı.

 

Oy verdik değil mi?😘

Loading...
0%