Yeni Üyelik
52.
Bölüm

52. Bölüm

@1scintilla

 

 

 

 

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım.

 

 

Turgut Uyar

 

 

Bölüm 50. Siyah Gülün Turuncu Zambağı

 

Akşamın karanlığı evleri doldururken kimi haneye keder kimi haneye sevinç çökmüştü. Piraye ise mutlu ve tasalı dolanıyordu evin içinde. Kocası kapıdan içeri girmedikçe yemek yiyesi de gelmiyordu. E sabahtan beri stres yaptığı için başına giren ağrılar da geçmiyordu. Hep yaptığı gibi ilaç kutusunu eline almıştı ama hapı içemeden karnındaki minik canı hatırlamış ve geri yerine bırakmıştı. Belki ona bir zararı dokunur diye baş ağrısını çekmeye razı olmuştu.

 

"Bundan sonra böyle mi olacak minik? Daha ilk günden kısıtlandım ben senin için ne yapacağız? Doğduktan sonra kolunu budunu ısırarak seversem ağlamak yok şimdiden anlaşalım öyleyse."

 

Bebeğiyle konuşurken bir anda anahtar sesi duyunca dışarıdaki köpeğin havlamasını da duydu. Koşarak kapıya gidip kocasını gördüğü an verdiği derin nefesi ikisi de duydu. "Piraye'm."

 

"Niye kapıyı çalmadın Ali Ata, ben açardım?"

 

"Uyuyakaldıysan güzel gözlerini boşuna açma dedim. Hem seni kucaklamak için bir fırsatım olurdu."

 

Piraye'nin gülen yüzünü görünce o da gülümsedi. "Dur elimi yüzümü yıkayıp geleyim mikrop falan bulaşmıştır şimdi o sarı mikroptan."

 

"Sarı mikrop mu? Buldun mu Feridun'u, konuştun mu?" Peşinden banyoya kadar gitmişti meraklanıp.

 

"Buldum güzelim, buldum. Yarın Zehra'yı istemeye gidiyormuş."

 

"Ne?" Piraye öyle büyük şaşırmıştı ki adam yüzünü buruşturdu. "Nasıl yani amcam vaz mı geçmiş o adama vermekten, kabul mu etmiş Feridun'u?"

 

"Pek kabul etmiş sayılmaz ama gidecek yarın işte. Sonucu ancak yarın anlarız. Sen ne yapmak istiyorsun?"

 

"Nevin'in olduğu yere mecbur olmadıkça gitmek istemiyorum."

 

"Ben de öyle tahmin etmiştim." Karısının uzattığı havluyla kurulandıktan sonra dolayıverdi kollarını beline. "Ohh be ne özlemişim. Ulan ben daha mutluluğumu yaşayamamışım, turp sıkmanın derdindeler. Benim karımın içinde çocuk var çocuk."

 

"Ya Ali Ata."

 

"Söyle yüreğim."

 

"Şaşkınlığını atınca haykırmaya başladın bakıyorum da." Piraye'nin imalı cümlesi adamı güldürdü.

 

"Kocayla dalga geçilmez, ısırırım o yanakları bak."

 

"Niye taş mı olurum?" dedi abartı bir cilveyle daha çok dalga geçerek.

 

"Yok, sen olsan olsan pamuk olursun, pamuk şeker olursun ve ben de seni yerim." Karısını kucaklayıp mutfağa götürdüğü gibi sandalyeye bıraktı ve ocağın üzerinde duran tencerelere hiç dokunmadığını anladı. Etrafta dün karısının gösterdiği patiği aradı gözleri ama bulamadı. "Piraye, ben şimdi baba mı olacağım cidden?"

 

"Eh, öyle gibi gözüküyor ama yine de bir hekime gitmek gerek."

 

"Gidelim evet, nasılmış bakalım," dedi adam hızla başını sallarken. Karısının ayaklandığını görünce ise anında bakışlarını ona mıhlayıp geri oturttu. "Çorba koyacağım altı üstü." Daha şimdiden böyleyse dokuz ayı nasıl geçireceklerini düşündü Piraye.

 

"Piraye?" diye seslendiğinde dinlediğine dair mırıltı çıkardı. "Şimdi sen iğne oluyorum demiştin ya, nasıl oldu yani?"

 

"Olmayıvermişim," dedi Piraye başını omzuna doğru koyup.

 

"Olmayıvermişsin?"

 

"Hı, gitmeyivermişim."

 

"Gitmeyivermişsin? Yani sana da mı sürpriz oldu, bir karar almamışken..."

 

Ali Ata onu asla istemediği bir şeye zorlamak istemezdi. O yüzden bu konuyu aralarında bir kez konuşup kapatmayı düşündü.

 

"Yok yok istemedim de oldu gibi düşünüp dert etme kendine. Zaten son zamanlarda içimden geçiyordu. Bu ev ikimize çok büyük deyip çocuk odası falan yapıyordum aklımdan. Sonra gönlüme de düştü, dillerince demek Rabbim bekletmeyim göndereyim melekleri demiştir. Artık sen gidince yalnız olmayacağım, ilgilenecek bir bebeğim olacak. Öyle mesudum ki Ali Ata böyle delicesine bir sevinç hayal etmemiştim. Başına gelmeden nasıl hissedeceğini bilemiyor insan. Şimdi içimde bakışları, kirpikleri sana benzesin istediğim bir minik var. İçim içime sığmıyor dokuz ay nasıl geçecek bilemiyorum."

 

Karısının bu sözlerini duyan adamın yüreğine su serpildi. Unutmuş ya da ertelemiş olabilirdi ama zamanı değil diyerek içinde bir gram istememe duygusu olsaydı da üzülürdü. O zaten en başından beri hayallerine konduruyordu bunu. Şimdi yeniden daha dirençli hayal edecek ve yakında kucaklarına alacaklardı. Çorbayı masaya koyup karısının saçlarını öptü.

 

"Bu haber dünyada aldığım en güzel ikinci haber Piraye'm." Yüzüne düşen tutamı kulağının arkasına sıkıştırıp önünde diz çöktü.

 

"Yaa, ilki neymiş bakalım?"

 

"Yuvamın kuşu olmayı kabul ettiğin andı."

 

Piraye bu cevapla kocasının yanaklarını avcunun içine aldı ve dayanamayıp öptü.

 

"Her cevaba bir öpücük mü yoksa..."

 

"Hayır," deyip kıkırdadı kadın. "Hoşuma giden cevaba bir öpücük."

 

"Sen benim komple hoşuma gidiyorsun o vakit, ne yapacağız?"

 

Eli çoktan karısının beline dolanmış ve borçlu olduğu o öpücüğü çalmıştı. Bir öpücükle bile mayışan Piraye çoktan gözlerini yummuştu bile. Bunu fırsat bilen adam sırayla yüzünün her zerresini öpüp kokladı.

 

"Yemek," diye fısıldayan karısını duymasa buna devam ederdi de. En son elbisesinin açıkta bıraktığı boynuna sesli bir öpücük kondurup geri çekildi.

 

"Yemek, evet yemek. Bugün seni yemek yok, önce doktora gidelim." Kendi kendine konuşan adama gülmemek için dudaklarını ısırdı. Sonra ise elinin karnına gitmesiyle kalakaldı. "Önce varlığını, sıhhatini bilelim yavru aslan, bizi çok bekletme," deyip son öpücüğünü karısının karnına bıraktı. Piraye için daha kutsal bir an yokmuş gibi kalbi şahlanıp gözlerine bir damla olarak yansıdı. O damla adamın saçlarının içine karışıp bir sevgi tohumunun daha filizlenmesine yol açtı.

 

Ali Ata'nın onu hastaneye yetiştirdiği an kendi gözünden akan damla karısının kirpiklerinde can bulmuştu, o damla saf acıdandı. Şimdi ise Karısının gözlerinden damlayan damla, karnına yaslanmış adamın saçları arasına karıştı, bu da saf sevdadandı...

 

***

 

Feridun sabahın köründe uyanmış ekmek almaya diye çıkarken ilk uğradığı duran Yarkın'ın yanı olmuştu. Ev telefonundan arayamadığı gibi şimdi kapıyı şiddetli çalmaya da çekiniyordu. Çünkü kargalar uyanmadan kapıya dayanması insanlar için tedirgin edici bir durum olurdu. Bu yüzden adamın odasının penceresine elinde topladı ufak taşlardan atmaya başladı.

 

"Ulan inşallah odasını başkasına vermemiştir. Kış uykusuna mı yattın be ayı kalksana!"

 

Attığı üç dört taştan sonra bir boy büyüğünü alıp hırsla fırlattığı an Yarkın pencereyi yukarıya kaldırıp şiş gözlerle aşağı baktı. Alnına isabet eden taşla zaten sersem olan beyni iyice sersemleşti ve cam pervazına tutundu.

 

"Şşh iyi misin hekim, bak bakayım bu kaç?"

 

"Siz teşkilata beni indirmek için mi katıldınız? Sadece soruyorum."

 

"Bir taş attım pencereye ama sana tık dedi ne yapalım."

 

"Ne anlatıyorsun lan it daha afyonumuz patlamamış?" Aile üyeleri uyanmasın diye fısıltıyla bağırmaya çalışması komikti zira Feridun da sırıtıyordu.

 

"Sana serenat yapıyorum güzel kardeşim, belki şiir olur şarkı olur ileride." Yarkın'ın sinirlenip başını çevirdi ve daha fazla duymak istemediği için camı kapatmaya yeltendi. "Dur kapatma, tansiyon düştü galiba gel de bir kontrol et."

 

"Tansiyonun da senin de," deyip ağzını oynatarak ettiği küfre karşılık Feridun daha da keyiflendi. Asıl sırıtmayı az sonra haberi verdiğinde yapacaktı.

 

Tek paçası yukarı sıyrılmış bir şekilde yüzünü yıkamadan gıcırdayan merdivenlerden sessizce aşağı inmeye çalıştı. Tansiyon aleti yerine kapının arkasındaki uzun ve kalın sopayı alıp dışarı çıkarken terliklerini de giymeye çalışıyordu.

 

"O elindeki ne kardeşim? Tansiyonum düştü diye bu şekilde mi yükseltmeye karar verdin? Olsun, alternatif tıbba saygım sonsuzdur."

 

"Bu kadar saygılıysan üzerinde bir deney yapmama müsaade edersin kardeşim?"

 

Bu günlerde kovalanmaya ve dayak yemeye doymayan Feridun kendi enerjisini bu şekilde atıyordu. Evdekiler uyanmasın diye sessizce etrafında birkaç tur attıktan sonra yorulup beklediler.

 

"Hayır ne oldu şimdi yani?"

 

"Sabah sporu canım, sıhhat için bire bir."

 

"Sıhhatimi bu kadar düşünmen gururumu okşadı hekimim," dedi sırıtarak. "Ama buna asıl bu akşam ihtiyacım olacak. Olay anında yanımda olursan belki daha az kan kaybederim. Ne bileyim dikiş mikiş atarsın."

 

"Hayırdır inşallah, hapse tıktıkların koşarak peşine mi düştü?" Yarkın elindeki sopayı ağaca dayayarak kamelyaya doğru yürüdü ve başını ovaladı.

 

"Yok onlar yemez de, peşimde baba Maral var."

 

"Bana bak Sarı doğru düzgün anlat şu işi ikinciye dinlemem kalkarım, kendime gelemedim diyorum."

 

"O zaman kendine gel kardeşim hayat memat meselesi diyorum," diyerek kenara kuşlar içsin diye koydukları su dolu kabı alıp hekimin suratına çarptı. Kamelyanın içinde iki ayı gibi güreşirken Halide Hanım uyanıp camdan bakmış ve oğlanları görmüştü. Kendi kendine gülüp "Bir de evlenmek istiyoruz diyor bu uşaklar, hey Allah'ım," diyerek yeniden perdeyi çekip abdest almaya gitti.

 

Yarkın yüzünü Feridun'un üzerine silmeye çalışırken, Feridun cebinde mendil olduğundan bahsediyor ama asla duyulmuyordu. "Seni dikmemi istersen önce benim kesmemi söylemeyi atlatmışsın birader."

 

"Tamam tamam şeker değilsin ya erimezsin. Yıkamamışsın yüzünü gördüm ondan yaptım. Önemli diyorum kendine geldiysen dinle beni."

 

"Anlat anlat sabahtan beri başımı..." deyip sustu ve sabır çekti.

 

"Bu akşam kız isteme gidiyoruz."

 

"Ne? Kardeşim be hallettin mi o işi?" dedi Yarkın büyük bir coşkuyla.

 

"Hallettim hallettim, bu kardeşin her sorunu çözer biliyorsun, maksat sevenler kavuşsun," diye alay etti Feridun karşılık olarak.

 

"Nasıl hallettin, babası izin verdi mi gelin diye?"

 

"Pek sayılmaz gelirsen seni vururum dedi."

 

"Seni niye vuruyor oğlum Perihan'ın babası?" Sevinçten elini tutup sıktığı adamın elini geri bıraktı şaşırıp.

 

"Ne Perihan'ı abiciğim?"

 

"İsteme için babasıyla konuştum demedin mi?"

 

"Dedim de Perihan'ın babası mı dedim?"

 

"Kimin babası ulan o zaman hıyar herif?"

 

"O da böyle dedi."

 

"Ne dedi?

 

"Hıyar herif dedi bana!"

 

"Ulan delirtme adamı kim dedi?"

 

"Baba Maral!"

 

"Baba Maral'la senin ne işin var?"

 

"Kardeşim bugün isteme gidiyorum diyorum ya sıçtırma çarkına anlatıyoruz işte çık aradan?"

 

Yarkın gözümü yumup içinden beşe kadar saydıktan sonra su kabını alıp biraz daha yüzüne döktü, belli ki buna ihtiyacı olacaktı. Kalan suyu da arkadaşının yüzüne dökmeyi ihmal etmedi. Belli ki onun da ihtiyacı vardı. Karşılığında Feridun'dan yaratıcı bir küfür işitti.

 

"Feridun olay örgüsüne hakim kalıp anlat kardeşim, bak çok geriliyorum ben şu odunlara bir kıvılcım falan atarım yanlışlıkla yanarız hepimiz." Feridun erkeksi bir gülüş sergiledikten sonra başını salladı. Hekimi onu kurtarsın diye çağırmaya gelmişti ama boğmasına sebep olup gidebilirdi.

 

"Dün Zehra'nın babasına gittim, dayanamadım. Sokakta millet neler konuşuyor," diye başlayıp sonuna kadar olanı biteni anlattı. Ali Ata'yla arasında geçen diyaloğu da anlattı. Sonra fark etti çenesindeki hafif sararmayı, gittikçe moraracaktı da.

 

"Ulan adamın şansına bak, çarşıya diye çıkıyor istemeye gidiyor. Hani sen evlenmeyecektin? Lan ben burada günlerdir bir tarafımı yırtıyorum adam şak diye evleneceğim diye çıkıyor karşıma."

 

"Kardeşim başka çarem yoktu diyorum, yoksa senden önce evlenmeyi ister miyim hiç? Hem dur bakalım belki önce nişana ikna ederiz."

 

"Adam seni eve almam demiş hayal dünyasında güya nefret ettiği Zehra'sıyla nişanlanma kuruyor şundaki özgüvene bak."

 

"Alır o alır naz yapıyor."

 

"Ulan naz niyaz yapacak hali mi kalmış adamın şerefsiz. O gün anlattık kıymetline bile takmadın beni, şimdi geçmiş karşıma istemeye gideceğim diyor."

 

"Dedik ya oğlum bir katakulli var sandım. Kulaklarımla duyana kadar da inanmadım. Babası da düşünmüştür gece boyu üç numaralı Maral'ın en iyi seçeneği olduğumu."

 

"Ya düşünmemişse?"

 

"Düşünmemişse de diğer yolu tıkarız bir şekilde, önce biz gidiyoruz. Olay nasıl yayılmışsa bunu da yayarız gelemez bir daha o kel ibibik."

 

"Sen ciddi ciddi nefret ettiğin kadını bir başkasına kaptırmamaya çalışıyorsun şu an."

 

"Şu kelimeyi kullanıp durma, hekim olmuşsun ama adam olamamışsın Yarkın Efendi. O benimle onun arasındaki mevzu dışarıya yansıtacak değiliz."

 

"Helal lan sana, gel bir sarılayım da sonra burnundan fitil fitil getiririm. Evlenmeyeceğim diye horozlanıp ateşe yaklaşan barut gibi nasıl tutuştun bir anda." Feridun'un ters bakışlarına rağmen susmadı. "Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz. İstemiyorum diyenler benden önce gidiyor Allah'ım yüce Mevla'm beni de gör kurbanın olayım." Ellerini havaya kaldırıp coşkulu bir dua ettikten sonra yüzüne sürdü.

 

"Bakayım gökten kemik yağmıyor, o zaman bana müsaade kardeşim akşama hazır ol asker tüm teçhizatımızla karşılarında duralım Maral'ların. Ey baba Maral, sen mi yamansın yoksa ben mi?"

 

Yarkın ağaca yasladığı sopayı giden adamın arkasından fırlattı ama arkada da gözü olan Feridun bu darbeden sırıtarak kurtuldu.

 

***

 

Sessizlik ve babasının garip bakışları ardından yemek yemeye çalışan Zehra bugün akşama kadar Piraye'yi beklemiş ama gelmemişti. Ev numaralarını bilmiyordu, bilse de aramak ister miydi emin değildi. Kaç kere ayağına gitmişti dün ise ikna olmuştu ama şansına babası evde yoktu. Lokmalar boğazına sığmayacak kadar büyüklükte çoğalıyor gibi geldiği için yemeye devam edemedi daha fazla. Ayıp olmasın diye yerinden kalkamadığı için çatalıyla salata da oyalandı durdu.

 

"Elinize sağlık, Allah olmayanlara da versin," diyen İlyas yemeği yiyip kalkmıştı. Atilla da sessizce peşinden geçmişti sedirlere. Adamın üzerindeki suskunluk bıkkınlıktan mıydı emin değildi Zehra. Suat'ı yemekten önce doyurduğu için yapacak bir şeyi kalmadı ve sofrayı toplamaya başladı.

 

"Etrafı toparla Zehra."

 

Zehra babasının bu çıkışıyla şaşırdı ve çevresine baktı. Görünürde bir dağınıklık yoktu. "Toplu ya zaten baba," dedi hayret içinde.

 

"Sen iyice topla." Atilla gür sesiyle konuşup arkasını dönünce daha fazla konuşmayacağını anlayan Zehra mutfağa gitti. Arkasından yengesi ve annesi de tabakları getirmiş köşeye yığmıştı.

 

"Niye öyle dedi baban Zehra?"

 

"Bilmiyorum yenge, belki yerde kırıntı falan vardır çalı süpürgesiyle alırım hemen."

 

Annesine bakmadan çıkması ona kalbinin ne kadar kırık olduğunu gösterirdi ama Nevin yine yapacağını yapmış köşesine çekilmiş gibi davranıyordu. Artık evde pek hükmü kalmamıştı ve hayattan bir zevk aldığını hissetmiyor gibiydi. Damarları uyuşuyor gibi geliyordu ona, öyle hissiz, çaresiz...

 

Zehra ve Feride oturdukları odayı şöyle bir toparlayıp yastıklara varana kadar kabarttılar. Bu anlamsız çalışmayı çözmeye de çalışmadılar. En son büyük çaydanlığı tüpün üzerine koyup gerindi belini dinlendirmek için ve tam o sırada kapının büyük tokmağı yüksek sesle çınladı evde.

 

"Hayırdır inşallah," diyen Zehra kapıya doğru gitti. En son bu kapının ardında olan şirret kadın yüzünden kapı açmaya bile korkar olmuştu. Ellerinin ıslağını üzerindeki elbiseye sildikten sonra besmele çekerek açtığı kapının ardında gördüğü kişi ile şaşkınca gözlerini açtı.

 

Feridun karşısında bir buket siyah gülle sırıtarak ona bakıyordu.

 

"İyi akşamlar Zehra," dedi oldukça oyunbaz ve ılımlı bir ses tonuyla.

 

"İyi akşamlar?" Kızın sorgu dolu sesiyle daha da çok gülümsedi.

 

"Misafir kabul ediyorsun herhalde, baban buyurun gelin demişti," deyince kız geriye doğru bir adım attı.

 

"Buyurun, hoş geldiniz," dedi robotik bir hareketle. Babası biliyordu o yüzden toplu olan evi tekrar toplamalarını istemişti. Feridun içeri doğru girip elindeki büyük buketi kıza doğru uzattı.

 

"Al gülüm, ağzını kapat sinek kaçar," dedi ve nazikçe çenesini yukarı doğru itti. Ardından gelenlerle ne konuştu ne yaptı hatırlamıyordu bile. Adamın annesi de çikolata kutusunu diğer eline tutuşturup sessizce geçmişti yanından.

 

Çömçe ailesi içeri girmeden önce Atilla olanları hızlıca anlattığı için onlarda şaşkındı. Duvara astığı tüfeğin önünde bekleyen adımı görünce gülümsedi Feridun. Eh en azından şimdilik bir tehlike yoktu. Atilla dün olanlardan sonra genç adamın gelmesini beklememişti ama zayıfta olsa bir ihtimal vermişti. İşte o ihtimal anası ve babasıyla şu an karşısındaydı.

 

"Kız bunlar seni istemeye gelmişler ya? Anaa adam almış çiçeğini çikolatasını şak diye gelmiş. Siyah gül mü o? Bu işler kırmızıyla olmaz mıydı? Ortadaki tek turuncu çiçeğin anlamı ne acaba?" Feride, Zehra'nın yanında konuşuyordu ama o uyuşmuş gibiydi. İçeridekiler iyi akşamlar demiş ve ortam gerginken oturup konuşmaya başlamışlardı.

 

Mehveş, Nevin'e bakmaktan geri duramıyordu. Oğlunun kendinden emin sözleri ve tavırları olmasa hiçbir kuvvet onu bu kadınla dünür yapamazdı.

 

Feridun'u köyün sonuyla kasabanın girişindeki çiçekçi kadına gönderen Yarkın'dı. Çok güzel çiçekleri var git al gel demişti ama adamın siyah güllerle döneceğini düşünmemişti. Feridun çiçekçi teyzeye özellikle sormuştu bunların anlamını. Siyah gül onun için yas manasındaydı. Ortadaki zambağın zehirli bir anlam taşıdığını da söyleyen kadının cümleleri içinden cımbızla seçtiği kelimeler yüzünden böyle bir buket yaptırmıştı. Benimle birlikte bir yas sürecine gireceksin ama tüm bu sıkıntıların ortasında da zehirli bir çiçek var tıpkı senin çatallı dilin gibi, bakalım önce hangimiz birbirimizi zehirleyeceğiz diye gülümsemişti çiçekleri Zehra'ya verirken.

 

Kapının önünde öylece buz tutmuş gibi duran Zehra'yı mutfağa taşıma işi Feride'ye kalmıştı. "Donacak zamanı mı buldun? Bunlar niye selamsız sabahsız gelmiş buraya? Senin haberin yok muydu? Gerçi olsa bu elbiseyle mi çıkarsın karşılarına?"

 

İşte Zehra'nın suskunluğunu bozan bu oldu. "Kötü mü elbisem gerçekten?" Buna alınacağını düşünen Feride, kızın gözlerine baktı.

 

"Kötü değil, dışarı çıkarken falan bazen özeniyorsun ya öyle özenirsin sanmıştım," deyip konuyu fazla uzatmadan fincanları hazırladı. "İki büyük cezve anca yeter herhalde. Biz de içmeyiz. Yanına bir şeyler de çıkarak mısın? Kime diyorum?"

 

"Ne çıkarıyorsan çıkar işte Feride uğraşma benimle," diye atıldı bir anda. Siyah güller hayatına leke olmaya geliyorum mu demekti diye düşünüyordu kara kara. Ortadaki turuncu da eh, ara ara gülersin işte gibi bir şey olmalıydı. "Nerden çıktı bu adam anlamıyorum. Benden nefret ederken karşıma çiçeğiyle çıkıp istemeye geliyor? Bir planı mı var sence Feride? Yüzük müzük atmasın sonra ha?"

 

"Bilmem sana güzel bakıyor gibiydi kapıdayken."

 

Bakmaz, o sinsi gülüşü ben tanırım, dedi Zehra içinden. Biraz zaman geçince Handan girdi içeri. Zehra'nın bu halini görünce onun da beklemediğini anladı. "Hadi kızım orta kahve yapıver sen misafirlere."

 

"İçeri nasıl yenge?"

 

"Baban kapı duvar suratıyla iki üç cevap verip çekiliyor ama korkma, amcanla oğlanın babası konuşuyor güzel güzel. Kız bana bak sen istemiyor musun yoksa bu oğlanı? Zehra iyi düşün yengem, işi bozmaya kalkarsan deli deli hareketler yapıp aha o dula verecekler seni düğünsüz derneksiz."

 

"Bozmayacağım," dedi sessizce ve kahvelerin başına gitti. İki seçeneği vardı ve ikisi de birbirinden beterdi. Biri kötü diğeri daha da kötüydü ve Zehra daha da kötüsünü düşünmeye başladı. Nevin zamanında hasta yeğeniyle Feride'yi düşünüp bir plan kurmuştu ama yaptığı hangi kötülük kızına vurmuş bilemiyordu. Sanki onları yaparken iyi bir şey yapıyor ve bir tek kendini zeki sanıyordu. Oysa şu an dün yediği hurmalar tarafından tırmalanıyordu.

 

Zehra ve Feride kahveleri ayrı tepsilere koyup içeri geçti. Üzerini bile değiştirmek istememişti çünkü bu anın böyle olacağını düşünmemişti. Feride kendi ailesine, Zehra ise misafirlere ikram etti. Sıra Feridun'a gelince göz göze geldiler ama yüzlerinde tek bir mimik bile oynamadı. Tepsiyi kucağına indiren Zehra daha fazla duramaz gibi hemen çıktı odadan Mutfağa gitmeyip kapıya yaslanarak onları dinlemek istedi.

 

Atilla ara ara tüfeğine ve Feridun'a bakıp duruyor çocuğu iyiden iyice kafasında tartıyordu.

 

Onlarla birlikte gelen Yarkın'ın cepleri malzeme doluydu. Feridun mu abartarak anlatmıştı yoksa şu an son derece güvende miydiler emin değildi. "Birader bu adam tüfeği gözümüzün önüne asmış bir de her an ayağa fırlayıp eller havaya diyebilir," diye adama doğru yaklaşıp fısıldadı.

 

Arif Bey kahvesinden keyifli bir yudum alıp söze girdi. "Efendim sebebi ziyaretimiz belli; Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınız Zehra'yı, oğlumuz Feridun'a istiyoruz."

 

"Vermeyecek bence kardeşim tüfeğe çok yakınız gel kaçalım." Yarkın kendi istemesinden sonra aşırı tetiklenmiş diken üzerinde duruyordu.

 

"Muhtarı da mı çağırsaydık acaba?"

 

"Yok ben denedim işe yaramadı," diye fısıltıyla karşılık verdi. Perihan'ın babası gayet olumlu bir yüzle gece sonuna kadar oturmuş ve en sonunda olumsuz bir karara bağlamışsa, bu sabahtan beri yüzü asık adamın karşısında Feridun'un hiç şansı yok diye düşündü. "Hala konuşmuyor kaçalım mı?"

 

"Vermezse kaçalım, kızı da alıp."

 

"Ha tüfeği ille yiyelim mabadımıza diyorsun."

 

"Verdim gitti. Allah mutlu mesut etsin." Baba Maral'ın ağzından çıkan sözlere hepsi birlikte şaşırdı. Zehra ise duvarın ardından kalbini tutup mutfağa kaçtı. Nasıl olmuştu bu iş bir anda?

 

"Hayırlı uğurlu olsun efendim o zaman." Babaların ve annelerin konuşması arasında Feridun arkadaşına yeniden yaklaştı. Ağzını kıpırdatmadan konuşması oldukça komik gözükse de ortamın ağırlığından buna ikisi de gülemedi.

 

"Dedim ben sana naz yapıyor diye."

 

"Ne nazı oğlum adam baltayla kovalamış seni, düğüne de sapını takar göz dağı olsun diye."

 

"Güldürme eşek herif."

 

Handan, Feride'ye doğru yaklaşıp "Kızım çağır Zehra'yı el öpsünler," dedi. Bu ani gelişen olaya o da şaşkındı ama diğer seçenekten çok daha iyi olduğu için umursamadı. Evin kızları tek tek uçup gidiyordu, o an kendi kızını nasıl evlendireceğini düşününce yüreği sızladı.

 

Zehra odaya geldiğinde Feridun'un annesi ve babasının elini öptükten sonra kendi anne babasına geçti. Mehveş Hanım bu kez gülen yüzünü gelini olacak kızdan esirgemedi. Oğluyla olan konuşma beyninde dönüp duruyordu ve kız annesi gibi olacak diye bir şart yoktu. Derin bir nefes alıp her konuda, herkesin bir şansa ihtiyacı olduğunu hatırladı.

 

Getirdikleri alyansları da söz kesmek adına gençlere taktılar. Kurdeleyi kesmek de Arif Bey'e nasip oldu. Güzelce dualayıp öğüt verdikten sonra mutluluklar dileyerek kırmızı kurdeleyi ortadan ikiye ayırdı ve havayı alkış sesleri doldurdu. Sanki herkes bir anda bir piyesin içine girmiş ve üzerindeki rolü oynuyor gibiydi.

 

Zehra parmağındaki düz alyansa baktı. Az önce bekar bir kızdı şimdi ise sözlüsü vardı. Az önce bu kurdelenin bir ucu Feridun'un parmağına bağlıydı. Birbirlerine kırmızı bir kurdeleyle bağlanıp sözleri herkese ilan edilmişti. Feridun ona bakıp gülümsediğinde Zehra hiçbir şey yapamadı. Bu gülüşün altından bir şey çıkabilir gibi geliyordu her an.

 

Sonra kutudaki çikolatalar geldi ikramlık olarak, işi tatlıya bağlamış tatlı konuşmaya devam edeceklerdi. Çikolataları gören Yarkın'ın aklına getirdiği güller düştü. Yarkın çiçeklerden anlardı ve arkadaşının nefret ettiği kadına kara sevda anlamına gelen siyah gülleri vermesine çok şaşırmıştı. Ortadaki turuncu zambak ise samimi bir enerji manasındaydı. Siyah gül Feridun'u, turuncu zambak Zehra'yı anlatıyor gibiydi. İçinden bir ses arkadaşının gönlünün nefret adı altında kara sevdaya düşeceğini anlayınca ikisine birden bakarak gülümsedi. En azından bu gece birileri kârlı çıkmıştı, darısı o ve güzeller güzeli perisinin başınaydı.

 

 

Eveet upuzun bir bölüm okuduk. Öncelikle nasılsınız umarım hepiniz çok iyisinizdir✨

 

 

Siyah gülü ve turuncu zambağı herkes kendine göre yorumladı bakalım kimin dediği gibi çıkacak. Siz ne diyorsunuz bu işe 😌

 

 

Evlenmem diyen Feridun tehditlere rağmen Zehra'yı istemeye gitti, Zehra şok🥲

 

 

Oy vermeyi ve değerli yorumlarınızı yazmayı unutmayın lütfen. Hepinizi çok seviyorum.

 

 

Alıntılar dan ve esitlerden haberdar olmak için beni Instagramdan takip edebiliriz. Çok sevinirim: t.k.yildirim.

 

 

KARARTMA baskıya gitti bu arada çok yakında elimizde tutabileceğiz. Öyle heyecanlıyım ki sabırsızlanıyorum.🖤

 

 

Gelecek bölüme kadar sevgiyle kalın 💝🍭

 

Loading...
0%