Yeni Üyelik
54.
Bölüm

54. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 51. Part 2.

 

 

Hekim nöbetten çıkıp fırsat bulup çeşmeye gelmiş ama Perihan'a denk gelmemişti. Anlaşılan babası evdeyken her şeyi yokuşa sürüyordu.

 

"Yahu şu adam bizim işe he deyip gitse de bir rahata ersek. Sarı kafa benden önce evlenecek bu gidişle. Eve girdi, kızı aldı, mabadından da vurulmadı ya, sırıta sırıta gezer artık ortada." Kendi kendine söylenirken eve girdi ve kolundaki kirli önlüğü soğuk suyla ıslattı hemen. Kan lekesini en iyi soğuk suyla çıkarabiliyordu. Leğenin içine biraz da sabun tozu döküp çitilerken annesi geldi yanına.

 

"Oğlum, hoş geldin. Niye sessiz sedasız geliyorsun, ben yapardım."

 

"Yok anam sağ ol ben alışkınım." Kadının şiveli konuşması adamı her zaman gülümsetirdi. Sessiz eve de gelmeye alışıktı böyle kalabalık olunca tuhaf oluyordu işte. Yakında Allah nasip ederse Peri'si bekleyecekti onu evde, yalnız olmayacaktı. Duvarlara onun sesi sinecekti.

 

Yarkın bu düşünceyle duvarlara bakıp sırıtınca annesi şaşırdı. "Ne var orada, örümcek ağı mı vardır gözüm görmüyor, neye gülüyorsun?"

 

"Hiç, aklıma bir şey geldi."

 

"Leyla oldu çıktı bu oğlan iyice, dağa taşa gülümseyip duruyor deli çıkmasa bari. Oğlum bak o kadar kitap yalayıp yuttun her şey boşa gider ha, fazla zekadan korkun derler hep."

 

"Kim diyormuş onu ya uydurmayın. Tıbbın duvarını geçtik de Halit Efendi'nin duvarını geçemedik işte. Bu da bizim sınavımızmış."

 

"Olur olur böyle şeyler," diyen annesi omzunu sıvazlayıp banyodan çıktı. Kocasından haber bekliyordu ama netleşmeden oğluna söyleyip heveslendirmek istemiyordu. Halit Bey'le konuşup yeniden hayırlı bir iş için ziyarete gideceklerini dile getirecekti.

 

Reşat Bey elinde ekmeklerle eve girince Halide Hanım hemen peşinden gitti. "Gördün mü Bey, sordun mu? Bak bu oğlan leyla olacak yakında?"

 

Reşat Bey göbeğini sallayıp gülerken kemerine parmağını takıp karısına baktı. "Sordum sordum, buyurun gelin dedi, yüzü de gülüyordu lakin bir işkillendim ben."

 

"Oh oh iyi, gelin dediyse gidelim ayağımız eskiyecek değil ya."

 

"Gideceğiz elbet bu kızla evlenmese daha da evde kalır oğlan ben sana söyleyim," dedi bıyıklarının altından kıs kıs gülerken.

 

"Sus sus aman deyim, hayırlısıyla olsaydı şu iş bir. Çok fazla da kalamayız burada öbür oğlana ayıp olur neydi adı sarı kafanın?"

 

"Fahrettin miydi yoksa fikri mi?"

 

"Yok yok öyle bir şey değildi. Aman neyse sen ekmeği içeri götür geliyorum. Ellerini yıkamadın gelince onu da gördüm çocuk gibi takip ettirme be adam?"

 

"Yahu yıkamayacak değiliz asıl bana çocuğun gibi davranan sensin."

 

Karı koca ufak ufak atışırken hep birlikte sofrayı kurmuşlardı. Yarkın büyük çaydanlığı alıp geldiğinde keyifle kahvaltıya başladılar.

 

"Oğlum, bir sürü fındık fıstık getirdik öbür uşaklara da dağıt he mi?"

 

Yarkın başını sallayıp ekmeğini yumurtaya daldırdı. Perisini görememişti bu yüzden kimsenin boğazını düşünecek değildi.

 

"Bu akşam ziyarete gideceğiz çocuklar hazırlanın."

 

"Kime gideceğiz baba, buraya yeni geldik kiminle ahbap oldun hemen?"

 

"Halit Beylere gideceğiz."

 

Yarkın'ın sofradan kafasını kaldırışı o kadar hızlı oldu ki babası bıyık altından gülümsedi. "Bu Halit Bey bildiğimiz Halit Bey mi?"

 

"Benim bildiğim bir tane var oğlum, sen kaç tane biliyorsun?"

 

"Ben de bir tane biliyorum baba, vicdansızın teki."

 

"O vicdansız bugün ziyarete gitmemizi kabul etti."

 

"Vallahi de, demezsen inanmam!"

 

"Yürü git eşek oğlu eşek, şimdi alacağım boyuna posuna bakmadan ayağımın altına."

 

"Allah be! Gel kız Vasfiye öpeceğim seni," dedikten sonra elindeki ince belli bardağı sofraya koyup kardeşine yapıştı.

 

"Ay yumurtalı ağzıyla of ya! Anne bir şey de şu oğluna. Git diyorum git."

 

Sofrada biraz boğuştuktan sonra diğer kardeşlerine yöneldi adam. "Adile, hanimin abisinin gülü?"

 

"Gel abi gel, ağzını ablama sildin zaten temizlenmiştir," deyip kıkırdadı. Vasfiye Yarkın'ın bir küçüğüydü ve herkesle en çok zıtlaşandı. "Iyy," diyerek sofradan kalktı ve soluğu banyoda aldı.

 

"Hanimiş benim Naciye'm?" deyip en küçük kardeşine yöneldi ve o da keyifle yanağını uzattı. Yarkın en son annesinin yemenisi üzerinden başını öpüp topuklarını mabadına vura vura kasabanın girişindeki çiçekçiye doğru yola çıktı.

 

O kadar yolu yürüyerek geldiği için biraz yorulmuştu, bu yüzden çiçekçi teyzeyi görünce soluklandı.

 

"Hoş geldin gök gözlü, al bir su iç?"

 

"Hoş buldum teyzem, olur valla," deyip çiçeklere göz attı ama laleleri göremeyince yüzü düştü. "Hani kırmızı lalen yok mu?"

 

"Olmaz olur mu, sana ayırdım gelirsen diye." Tezgahın altından çıkardığı laleleri adama uzattı.

 

"Heh iyi, bunları bir güzel buket yaparız değil mi kız?"

 

"Bak şu deliye benimle nasıl konuşuyor."

 

"Heyecandan heyecandan teyzeciğim ver ellerini öpeyim." Kadının elini öpüp başına koyduktan sonra gülümsedi.

 

"Yine aynı kıza mı?"

 

"Bizim kitabımızda tek bir kız olur, bak ayıp ediyorsun ha? İstemeye gidiyoruz."

 

"Ee geçen de istemeye gitmiştin?" Kadın en güzel kağıtlarını çıkarıp buket hazırlamaya koyulurken sohbet etmeye devam ettiler.

 

"Gittik de ne oldu? Vermedi zalimin oğlu."

 

Teyze şöyle bir baktı çocuğun gözlerine. "Bugün de vermeyecek?"

 

"Nereden biliyorsun kız? Ağzını hayra aç, deme öyle."

 

"Dedim gitti, başına bir iş gelecek gibi hissediyorum o adamın."

 

"Ne diyorsun fısıldıyorlar mı yoksa? Cinli misin kız sen Feridun bir daha gelmez buraya ha?"

 

"Sus oğlum tövbe haşa anma adlarını. Benim içime doğuyor bazen."

 

"Nur yüzlüyüm ondan diyorsun yani?" deyip ufak bir makas aldı teyzeden. Ama eline silleyi yedi.

 

"Estağfurullah doğru tut elini kolunu evladım." Yarkın sırıtarak izlemeye devam etti. Dediklerine de pek ihtimal vermedi.

 

"Baksana, geçenlerde dostumu göndermiştim buraya, kara gül alıp gelmiş bildin mi?"

 

"Şu kedi sarısı gibi gözleri olan çocuk mu, garipti o."

 

"Bildin bildin o sarı kafa. Anlamlarını dedin mi aldığı çiçeklerin."

 

"Yavrum dedim de o kötüyü çağrıştırdı hep, olumsuz anlamı var mı başka anlamı var mı diye sordu durdu. Ama bak buraya yazıyorum, kızı sevmiyorum diyor ama deli divane olacak ona. O kara gülleri yas tutsun diye götürdü bilirim. Eninde sonunda kara sevdaya düştüğünden götürecek o çiçekleri."

 

Yaşlı kadın böyle emin konuşunca Yarkın sağını solunu kontrol etti. Feridun gibi bir anlığına tedirgin olmuştu. İçinden besmelesini de çektikten sonra azıcık rahatladı.

 

"Aşık aşık, nefret ayağına götürüyor işi. Yanlış anlaşıldı kız başkasıyla evlenecek diye tutuştu kızı isteyeceğim diye."

 

"Değil değil, olsa bilirdim. Oyuncu bir çocuk o, sarı gözleri kurnazlıkla parlıyor onun, cin gibi bir şey."

 

"Kız hani anmıyorduk adını. O pek korkar cinden periden öyle bahsetme."

 

"Korkuyor mu, evleneceği kızcağız bunu öğrenmese iyi olur."

 

"Niye öyle dedin?"

 

"Öyle hissettim."

 

"Hay senin hissine," diye mırıldandı içinden. Sonra aklına gelenle sırıttı. "Öğrensin öğrensin, şakamatik kurnaz Sarı'ya ders verir belki. Yılan çıyan deyip idare ediyor ama iş öbür türlü olursa keyiften dört köşe olurum." Ufak bir kahkaha attı Yarkın, o sırada yaşlı kadın buketi sarmayı bitirmişti. Çiçeklerin ederinden fazlaca parayı çıkarıp koydu köşeye. "Hadi kal sağlıcakla eline koluna sağlık. Dua et ha?"

 

"Olmayacak bugün bu iş diyorum."

 

Yarkın başını çevirip sabır dilenirken, kadına doğru bakıp okuyup üfledi. "Sus be kadın açma şom ağzın!" dedi ve bu yaşlı kadını çok eğlendirdi. Ellerini birbirine bağlayıp göbeğinin üstüne koyarken ağız dolusu güldü giden adama.

 

Yarkın çiçeği hallettikten sonra hızlıca kasabaya uğramış bir de çikolata almıştı. Tatlı yiyip tatlı konuşmayı umut ediyordu ama bu nemrut adamla biraz zor gibiydi. Artık yürümeye mecali olmadığından köyün yakınına giden büyük minibüslerden birine bindi.

 

"Kaptan ne zaman kalkarız?"

 

"Dolunca birader, üç kişi gidecekseniz taksiye binin." Şoförün terslemesiyle geri yerine sindi. Bugün kavga günü değildi o yüzden sakin kalmalıydı. Zaten uykusuz bir nöbetten çıktığı ve hala uyumadığı için gergindi ve daha da gerilmek istemiyordu.

 

Minibüsün dolması oflaya puflaya tam bir saat sürdükten sonra nihayet eve gelmeyi başarabildi. Elindekileri kapıyı açan Vasfiye'ye uzatırken yorgunluğu yüzünden akıyordu. "Ben bir iki saat kestireyim de bu sefer damadın gözleri şaşı bakıyor diye vermemezlik etmesin," diyerek odasına doğru gitti.

 

Vasfiye çiçekleri görünce burnunu kırıştırdı. "Lale de lale, ne laleymiş arkadaş?"

 

"Şşh duyuyorum seni, kıs o sesini."

 

"Aman aman bir şey demedik kıymetline. Yine vermezse yazık olacak bunlara. Çikolataları da yiyemiyoruz zaten bari yarısını eve ayırsaydık."

 

Odasına giren Yarkın kardeşinin dedikleriyle birlikte kafasını kapıdan çıkardı ve çatık kaşlarla ona baktı. "Bana bak Vasfiye, sayılı orası bir tanesi eksilirse bozuşuruz. Bu kadar sevdiysen sana ayrı gidip alırım, tepsiye dokunma sakın!"

 

"Gümüş mü bu tepsi, gide gele zengin edeceğiz adamları?"

 

"Seni de isteyene vermeyiz hemen güzel kardeşim, bizim de gümüş tepsilerle zengin olmaya hakkımız yok mu?" Abisinin laflarından sonra sakince yerine koydu ikisini de. Böyle bir şey yaşansın istemezdi. Yarkın bu harekete sırıtıp gönül rahatlığıyla yatağına atladı ve daha başı havadayken gözlerini kapattı.

 

Yemek vakti gelene kadar kimsenin dokunmadığı Yarkın'ı en sonunda uyandırdılar. Ev telefonundan Feridun'u arayıp çağıran adam geleceğini duyunca kapattı. Karnını doyuran herkes sırayla hazırlandıktan sonra çiçeğini çikolatası alıp Peri'sinin evine doğru yürümeye başladı. Sokağın başında bekleyen Feridun damat beyi görünce sırıtmaya başladı.

 

"N'aber lan isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü meselesi mi?"

 

"Sırıtma eşek gibi doğru dur."

 

"Öpeyim teyzeciğim, bu kez muradına erer inşallah."

 

"Berhudar ol evladım el öpenler çok olsun."

 

Kapının kalın tokmağını bir iki kez sertçe vurduklarında Perihan kimin geldiğini bilmeden açmaya gitti. Karşısında elinde kırmızı lalelerle gördüğü adamı görünce şaşkınca bakakaldı. Haber ederim deyip etmediği için şaşırıp kalan kadın kapının önünde hayretler içinde onlara baktı. Feridun Yarkın'ın kulağına vesvese verir gibi fısıldamaya başladı. "İkidir benzer tepkiler görüyorum birader dejavu yaşadım resmen. Al içeri al al de." Feridun'u dirseğiyle itip kendinden uzaklaşan Yarkın sevdiği kadının kahvelerinde oyalanırken ikinci tepki Vafiye'den geldi.

 

"İçeri almayacaksa geri gidelim ağaç olduk."

 

"Aa, pardon, ben... Buyurun, buyurun hoş geldiniz." Kapının önünde duran babasına baktı çaktırmadan bir şey diyecek mi diye ama haberi olan tek kişi Halit Bey'di zaten. Bilerek söylememişti kızına.

 

"Sağ ayakla besmele çekerek gir ha!"

 

"Ayağını kırdırma bana Feridun seni, beni çıldırt diye çağırmadım."

 

"Niçin buradayım o zaman?" deyip ufak bir küfür fısıldadı. "Yoksa o da seni vuracak ve devletin memurunu kendine şahit mi yazacaksın? Olurum kardeşim, hep destek tam destek." Yarkın bu gevezeye başını sabır diler gibi sallayıp içeri geçmeden kırmızı laleleri sahibine verdi. Bu kez içine not da yazmıştı zira bu ortamda konuşmaları mümkün değildi.

 

Gayet ılımlı olan ortamda sohbet ilerledikçe Perihan kahveleri yapmak için işe koyuldu. Mutfağa giren Şaziye "Kız bana bak bilmiyor muydun gerçekten?" dedi şüpheyle.

 

"Bilsem böyle mi dururdum Şaziye çıldırtma insanı."

 

"Doğru, bu sefer tuzlu kahveyi babana getir de aklı başına gelsin," deyip şuh bir gülüş attı.

 

"Sen veremedin içinde kaldı herhalde?"

 

Şaziye burnunu kırıştırıp çikolatalara doğru gitti. "Hmm, damat yine güzel çikolatalardan getirmiş, masraftan kaçınmıyor."

 

"Kaçınsa iyi olurdu, bu gidişle evlenecek paramız kalmayacak!"

 

"Baban verirse tabii," diyen Şaziye kızı sinir edip salınarak mutfaktan çıktı. Adile ve Vasfiye peşinden girdiğinde kızları görmemişti.

 

"Biz de sana yardım edelim mi Perihan yenge?" diyen Adile'ye bakıp gülümsedi.

 

"Teşekkür ederim zahmet ettiniz."

 

"Ettik valla, gide gele ayakkabım eskidi," diyen Vasfiye ortamın anında soğumasını sağlamıştı.

 

"Öyle mi, sana bir ayakkabı borcum olsun o zaman." deyip konusu ustaca kapattı Perihan, sevdiği adamın kardeşleriyle dalaşacak değildi, eh en azından şu anda değildi. Bir tepsiyi önden götürürken, diğer tepsiyi Adile arkasından getirmişti. Vasfiye ise kollarını kavuşturup huysuz huysuz bakmakla yetindi.

 

Reşat Bey nihayet lafa girdiğinde herkes soluğunu tutarak onu dinledi. Babası bir yerin acıyor mu diye laf sokmadan önce odadan çıkmış hemen aradaki yüklüğe çıkıp duvardaki delik bölmenin örtüsünü kaldırdı ve parmak uçlarının üzerinde seyretmeye başladı. Bu keyifli sohbetin üzerine her şey normal gidecek gibi gözüküyordu ama cevap sırası Halit Bey'e gelince "Vermiyorum," demiş bulundu. Güzelce ağırlıyor, ikramlarda bulunuyor ama iş son noktaya geldiği an geri çekiliyordu.

 

"Ana yine vermedi la!" Feridun'un tepkisine yalnızca odadaki kızlar hafifçe gülmeye cesaret edebilmişti. Perihan omuzlarını çökertip hüsran dolu bir nefes verdi. "Ne diye zorlayıp duruyorsun be adam," diye söylendi babasına.

 

Kahve bardağını köşeye iten Yarkın'ın mırıldanması odadaki herkesi çok ederken Feridun'u eğlendiriyordu. "Bilmem anlatabiliyor muyum? Seviyorum veriyor musun?" Halit Bey kaşlarını kaldırarak tepkisini gösterdi. "Ağlıyorum, gülüyor musun?" Adam bu kez başını çevirip "La havle," diye mırıldanmakla yetindi. "Sevdikçe itiyor musun?"

 

Bu kez başını hayır der gibi sallayıp ayağa kalkan Halit Bey "Vermiyorum ulan," diye yükseldi ama hekim oldukça sakindi. Çiçekçi yaşlı kadın haklı çıkmıştı. "Peki, öyle olsun." Gülen gözlerin halk sinemasına gittiği günü dün gibi hatırlıyor ve kendini Vecihi gibi hissediyordu. Bir de şansını böyle denemek istemişti ama sonuç alamamıştı.

 

Oğlunun bu haline şaşıp kalan kadın "Hadi gidelim evladım, deli çıkacak çocuğum bey, hayırlı geceler efendi," deyip kolundan tutuğu adamı kaldırmıştı. Feridun ve Şaziye'nin ise gülmemek için kendini sıkmaları yüzünden karınlarına ağrı girmişti.

 

Bahçe kapısından dışarı çıktıktan sonra kendini tutamayıp kahkahayı patlatan Feridun, ruh gibi vasıfsız yürüyen Yarkın'a bakarak elini mikrofon gibi kullanıp şarkıyı söylemeye başladı. Ailesi bu piyesin içine dahil olmak istemeyip önden giderken kızlar da arkalarına bakıp kıkır kıkır gülüyorlardı.

 

"Kan ve gül, gülle dilen sevgim ve sen, birbirine dönük sırt sen ve ben... Bilmem anlatabiliyor muyum? Seviyorum seviyor musun? Ağlıyorum gülüyor musun? Özlüyorum, gülüyor musun? Sevdikçe itiyor musun?" Şarkıyı sokağın ortasında gece vakti pervasız hareketlerle eşlik edip söylerken hekimin sinirlerini iyice bozuyordu.

 

"Lan sıçtırma çarkına siktir git şerefsiz seni bunun için mi çağırdık?" diyerek yerden bulduğu taşı adama attı. Feridun ceylan gibi sekerek her atıştan kurtulurken oyununa devam etmeyi unutmadı. Omuzlarını düşürüp arkasını döndüğünde mahzun bir ifadeyle bizzat hekimi taklit edip "Peki öyle olsun," dediği an yeniden kovalanmaya başlamıştı.

 

Issız gecede bu küçük oyunlarını bir sokak lambası görmüştü bir de pencerenin önüne oturup dışarıyı seyreden Zehra. Feridun nefret ettiği sözlüsünün evinin önünden geçerken odasının penceresine bakmayı eksik etmemişti. Kollarını birbirine bağlamış düz bir yüzle kendisini izleyen kadına göz kırptığında ise hışımla çekilen perdeyle bakışıp yeniden sırıttı. İstisnasız bugünün eğlenen tek kişisi kendisiydi. Bakalım diğer günler de bu zevki tatmak nasip olacak mıydı...

Loading...
0%