Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@1scintilla

Kimi gün öylesine yalnızdım derdimi annemin fotoğrafına anlattım.


Annem ki beyaz bir kadındır. ölüsünü şiirle yıkadım.


Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.


Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca acının ortasında acısız olmayı, kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.


Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.


Aşk diyorsunuz ya, işte orda durun bayım ıslak unutulmuş bir toz bezi gibi kalakaldım kendimin ucunda, öyle ıslak, öyle kötü kokan, yırtık ve perişan."


Didem Madak


Sezen Aksu/ Bambaşka Biri


Bölüm 6. Küllerinden Doğan Zambak


Yalnız ve çaresiz hissettiğim zamanlar elbette olmuştu. Lakin hiç böylesi bir feveran noktasına gelmemiştim. Yalnızlığım ve çaresizliğim hiç bu kadar yüzüme vurulmamıştı. Bir boşlukta süzülüyor gibiydim. Ağladıktan sonra gelen sakinlik gibi dinginleşmişti ruhum.


İki günü daha devirdiğimizde Feride yemeğimi her öğün getirip elleriyle yedirmişti bana. Benden dans öğrenmek istediğinde düştüğüm boşluğu görmüş elleriyle yine oradan çıkarmıştı beni "Üzüleceksen istemem vallahi. Aldım sözümü geri." diyerek konuyu unutturmaya çalışmıştı.


Bilmiyordu ki ben iki yıldır dansın d'sini etmiyordum. Küsmüştüm ayaklarıma da tıpkı papuçlara küstüğüm gibi. Bir ritim bulamazdı oynayacak, ruhumdan.


Kapım kibarca tıklandığında "Kim o?" diye seslendim. "Ben geldim dut tanem." dedi canım arkadaşımın o incecik sesi. Yüzümde oluşan gülümsemeyle birlikte Feride dayanamayıp "Gel Perihan abla." dedi.


Perihan'ın kapıyı araladığı o boşluktan gördüğüm yüzle birlikte söndü tüm gülümsemem yüzümde. Öfkeli bakışların hedefiydim. Yüzü gözü dağılmış, morluklar ve çizgiler yer edinmiş, kaşı ise bantlıydı. Her şeyin kendi yüzünden olduğunu anlamak yerine suçlayıcı bakışlarını mıh gibi dikti yüzüme. Perihan'ın kapıyı yeniden kapatmasıyla koptu aramızdaki öfkeyle gerilen ip.


"Kuzum niçin bu hâle geldin sen?" deyip kollarını bana doladığında bir dost kucaklaşmasının ne anlama geldiği daha iyi anladım. Bu munis tavırları ruhumun yaralarının üzerine şeffaf bir perde çekti.


Gözlerimi kapatarak tutunduğum tek dalımmış gibi ona sarıldığımda Feride'nin sessizce odadan çıkışını anladım. Bizi yalnız bırakmak istemişti.


"Günlerdir ebemin yanındaydım, hastalanmış. Buradan hiç haberim olmadı. Konu komşu bağırış çağırış oldu hekim geldi diye ağzına dolayınca koşa koşa geldim vallahi. Ne oldu dut tanem, kim ne denli parçaladı zaten yaralı olan kalbini?"


"Yengemleri gizli gizli konuşurken duydum; beni oğullarından biriyle evlendirmek istiyor. Biri, Fatih, Piraye'nin peşini bırakmaz diyor. Diğeri Gürbüz'e almak istiyorum yabancıya gitmesin diyor."


"E sen buna mı üzüldün bu kadar. Yengelerinin hâlinden belliydi bunu istedikleri. Gelen her görücünün önünü tıkıyorlardı zaten." dediğinde başımı umutsuzca iki yana salladım.


"Dedi ki artık genç kızım evlenme çağım gelmiş, bu evde iki bekar oğlan var. Onların arasında bir sıfatla durman lazım." dediğimde Perihan elini ağzına kapatıp bana bana şaşkınlıkla.


"Burası senin evin bunu nasıl düşünür? Siz kuzensiniz, ailesiniz daha nasıl bir sıfata ihtiyaç duyacaksınız?" Sinirle başındaki ince örtüyü indirip attı. Elbisesinin uzun eteklerini yeniden toplayıp oturdu yatağın ucuna.


"Ben babamın evinde kalmak için buna ihtiyacım olduğunu bilmiyordum Perihan, çok gücüme gitti, öyle gücüme gitti ki yıktım her şeyle birlikte kendimi. Yaktım tüm gemileri."


"Haklısın, elbette haklısın. Onlar kim oluyorlar ne sanıyorlar kendilerini? Bu ciddiyetsizlik, samimiyetsiz tavırlar tüylerimi ürpertiyor."


"Daha kötü bir şey oldu." dediğimde Perihan tüm ilgisini gözlerime odaklayarak sessizce gelen darbeyi bekledi.


"Geçen günlerde beni çocukları okula göndereyim diye dışarı saldılar. Sonra çarşıya git dediler. Meğer evden uzaklaştırmak için bir planmış. Ben de şaşırdım. Sonra ardımdan Fatih de geldi, tek gidemezsin diye. Yaptığı iyiliklerin ardının, korkutucu kötülüklerle dolu olduğunu bir kez daha kanıtladı. Bana bakan bir adam varmış, üstüne bir de şuursuzca konuşunca birbirine girdiler yolda. Sonra eve geldik sessizce." dedikten sonra duraksadım.


Perihan ellerimi sardı avuçlarıyla. Teninin sıcaklığı geçti sızlayan parmak uçlarıma. Verdiği desteği ruhumda hissettim.


"Eve misafir gelecekti, meğer beni görmeye geleceklermiş ve o yüzden çıkmışım evden. Erken gelince hâlâ evde olduklarını görüp sinirlendi Fatih. Teyzenin teki benden su isteyince testiyi içeri taşıdım. Bilmiyordum neler olduğunu gerçekten. Fatih'in siniri daha da büyüdü. Bilerek boy gösterdiğimi düşündü. Evlenmek istiyorsam madem ona neden söylemediğimi sordu. Odama kaçmak isterken peşimden girdi. Ellerimi tutarak bir sürü şey saçmaladı. Eğer, eğer engel olmasaydım öpecekti beni Perihan." dedim tüm üzülmüş halimle. Bir kere daha dile getirmeye cesaretim yoktu bunu.


Perihan gözlerini ardına kadar açarken artık elleri ellerimi ısıtmıyordu çünkü buz tutmuştu.


"Amcanlar duyduğu için mi bu hâlde yani. Soysuz köpek kahrolsun. Beter olsun, yamulsun o suratı."


"İki gün odama kapandım, amcamlara hastayım demişler. Mezarlığa ziyarete gittim sessizce, ondan sonra duydum bunları. Amcamlarda çok kızdı."


Perihan tüm sessizliği ama ruhumu dolduran huzuruyla sardı bedenimi kolları arasına.


"Keşke tüm acılarını çekip alsam içinden gül yüzlüm. Yüreğini nasıl ferahlatırım bilmem ki? Ne olacak bundan sonra?"


"Yengemler sessiz iki gündür bilmiyorum. Amcamlar bu konuyu rafa kaldırmıştır çoktan. Çünkü onlar da düşündüklerini, ancak önce bana rızamın olup olmadığını soracaklarını söylediler. İstemediğimi söyledim. Bu saatten sonra da zinhar istemem."


"Yengen camın önündeki kırmızı çiçeği ne zaman söktü acaba?"


"Kırmızı çiçek mi?" diye sordum anlamayarak.


"Camın önündeki kırmızı çiçekler; bu evde gelinlik çağına gelmiş bekar kız var demektir. Hem bu ima edilir hem de yoldan geçerken küfürleşme, konuşmalarına dikkat et diye bir uyarıdır. Gelirken camın önü boştu o yüzden gözüme takıldı ama ne zaman aldı acaba? Ne zamandan beri bunu düşünüyorlar?"


"Kırmızı çiçek de mor çiçek de umurumda değil, benim çiçeklerim solduktan sonra."


"Toprağını yeniden sulayacak biri bir gün karşına çıkacak ben inanıyorum. Gönlüne yeniden güneş doğacak, kara bulutlar etrafından dağılacak. Yüreğinin yağmurlarından sonra en güzel gökkuşağı senin için açacak."


İşte o an hayat keşmekeşinin içinde zihnimde derinlere ittiğim bir yüz geldi gözümün önüne. Tezgâhın önünde güneş gözüme vurduğunda bakakaldığım kara gözler canlandı gözlerimde. Sonra bir soru belirdi zihnimin defterinde; kara gözler beni görmek için yine beklemiş miydi tezgâhımın önünde?


***


Ertesi gün derin bir nefes aldım ve eskimiş elbiselerimden beyaz renk olanı seçip giydim. Artık meydana çıkmanın zamanıydı. Kendi evimde saklambaç oynamayacaktım. Beyaz yenilik demekti, umut, asalet... Ben ise yeniden doğuşumu taçlandırmak ve kendime de hatırlatmak amaçlı seçtim bu rengi.


Akıllarındaki o düşünce burada durmak zorundaydı, bir adım ileri gidemezlerdi.


Mutfağa indiğimde Zehra siniye kahvaltılıkları çıkarıyordu. Beni gördüğünde alayla kaşını kaldırarak zeytin tabağını siniye vurdu. "Kendin gibi ezik büzük zeytinleri alıp gelmişsin." dediğinde hangi ara olduğum yerden fırlayıp yanına gittim bilmiyorum. Zeytin tabağıyla ağzını kapattığımda şaşkın gözleri üzerimde dolandı.


"Ağzından çıkanları kulağın duyacak bundan sonra Zehra, canımı sıkmayacaksın benim."


Elleriyle kolumu iteklediğinde mutfaktan çıkmak için adım attı. "Delirmişsin sen."


"Sizinle etkileşim hâlinde olmak beni biraz zorluyor haklısın. Ayak uydurmaya çalışıyorum."


Kaçar gibi mutfaktan çıktığında gülümsedim. Ekmek leğenini elime aldığımda ise boş olduğunu fark ettim. Ama yanında parası duruyordu. Muhtemelen Zehra gidecekti ama işler planlandığı gibi ilerlemedi.


Parayı alıp, cebimdeki kalın beyaz yün çorapları ayağıma geçirip dışarı çıktım. Bahçe kapısından çıkarken baharın ve kuşların cıvıltısı doldurdu içimi. Fırına gidene kadar kendi kendime gülümsememi durdurmaya çalıştım. Sebebi ise insanların yanlış anlamasıydı. Gerçekten deli çıkacaktım en sonunda!


Fırının kapısını açınca yüzüme vuran o tatlı esintili kokuyu seviyordum. Bu kez acıbademlere hiç bakmadan istediğim dört ekmeğimi. Nefsimi oraya doğru sündürmeyecektim. Çıraktan ekmeği alıp parayı verirken torbama baktım bu kez. Beni görünce yüzü ışıldamıştı çünkü.


Yaşça küçük olan bu kerataya doğru eğilip poşeti gösterdim. "Bu ne bu? Ne arıyor benim torbamın içinde?" Çırak bir panik hâlinde etrafına bakındı.


"Kızma hanım ablacığım, müessesemizin ikramıdır. Herkes bilmiyor ya, tatsınlar da satış artsın diye." Fıldır fıldır dolanan gözleri ürkeklikle kaplıydı.


"İyi, ne alicenap bir dükkânmış burası öyle. Aylardır satışta olan kurabiyelerin tanıtımını hâlâ yapıyor demek."


"He yapıyor billahi. Hadi afiyet olsun hanım abla." diyerek nerdeyse kaçar gibi tezgâhın arkasına.


Ben de yeniden doğuşumu acıbadem kurabiyesiyle taçlandırmak için bir ısırık alarak ilerledim.


Eve gelip sofraya tüm ciddiyetimle geçtim. Suat'la, Feride'nin arasına oturunca tüm gözler beni buldu. "Sabah şerifleriniz hayır olsun."


"Sağ ol kızım senin de, hadi bismillah." diyerek yemeye başladı Atilla amcam. Herkes sofraya oturmadan yemek yemezdik.


Zehra'nın sinsi gözleri üzerimden ayrılmıyordu. Bir tek ona korkusuz bakışlarla cevabını veriyordum. Benden iki yaş küçüktü ama zehirli dili tıpkı annesi gibiydi. Nevin yengem bu hayatta hoşlanmadığım insanlar listesinin başını çekiyordu. Komik olmazsa, sanırım o liste bu aileden ibaretti.


Herkes işine gücüne gittikten sonra bahçede ateş yaktım. Kazanları ve deterjanı hazırladıktan sonra kirli çamaşırlarımı getirdim. Bayağı birikmişti. Lakin bu sefer yalnızca kendi çamaşırlarımı yıkayacaktım. Bazı elbiselerimin lekelerini çitilemeye bile korkuyordum, iyice incelip eskiyecek diye.


Kaynar kazana attığım çamaşırları elimdeki sopayla şöyle bir karıştırdım. Ama sonra kafama bir taş geldi. Oldukça büyüktü hem de. İstemsiz bir çığlık attığımda ne olduğuna bakarken camdan sarsan ve sinsice gülen Zehra'yı gördüm. Kazağının içine sardığı bibloyu fırlatmıştı bana.


Hadi bakalım Piraye, nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.


"Zehra! Zehra dedim. Oraya gelirsem o çalı süpürgesi saçlarından tuttuğum gibi sallarım seni aşağı." diye bağırdım ama karşılık olarak bir top hâline gelmiş çamaşır daha yedim. Oyun mu oynuyordu aptal? Artık bu duruma bir dakika bile katlanamazdım.


Hırsla merdivenleri çıkarken yengemlerin gülüşme sesleri geldi kulağıma. Gülün bakalım, son gülen iyi güler.


Hızla açtığım kapısı duvara çarpınca gülüşü yarım kaldı Zehra'nın. Yatağının üzerine yüz üstü yatmış zevkle ayaklarını sallandırıyordu. Demek o küçük beyniyle bu kadar mutlu olabilmişti. O vakit birazdan olacaklardan ben sorumlu değildim.


Yanına varıp savunmasız bir pozisyondayken saçlarını kavrayıp ağzını kapattım. Geçerken bağırıp da yengemleri başıma toplasın istemiyordum. Salonun kapısından yalnızca kitap okuyan Feride'yle göz göze geldik. Gözlerinde şaşkınlık emareleri dolaşsa da geri kitabını okumaya devam etti.


Ben ise yaktığım ateşe doğru ilerlettim Zehra'yı. "Cehennemime hoş geldin Zehra, artık buranın zebanisi benim." Karşı koymaya çalıştıkça zorlanıyordum. Ancak elimde öyle büyük bir koz vardı ki ben öfkemi hırsımdan alıyordum. Yaptığı kötülüklerin yanına kalmaması gerekiyordu artık.


Kazanın altına doğru eğdiğim zaman şiddetle karşı çıkıp ayak diredi. Kafama attığı biblonun beni ne hâle getireceğini düşünmeden davranmış olamazdı. Saçlarından tutup ateşe iyice yaklaştırdım. Kafasını hızla iki yana sallayarak inlemeye başladı.


"Bak Zehra, saçlarını ateşe verip tutuştururken, kazandaki kaynayan su yüzüne ve vücuduna dökülebilir. Güzel yüzün izlerle dolsun, saçların kül olsun istemezsin değil mi?" dediğimde hızla aşağı yukarı salladı başına.


"Seni son kez ikaz ediyorum. Bana bulaşmayacaksın. İnsan gibi yaşamayı öğreneceksin bu evde. Alnımın kenarındaki şu izi görüyor musun? Babam beni kucağına alıp sevdi diye kıskançlıktan cam kase fırlatmıştın gözüme. İşte bu iz o zaman oluştu. Artık bedeninde iz oluşturma sırası bende. Ayağını denk al."


Artık gözlerinde oluşan korkuyu görmüştüm. Bu zamana kadar bana yaptığı birçok şeyi sineye çekmem onu tepeme çıkartmıştı lakin ben onu yere indirmesini bilirdim.


Feride elinde bir şey sallaya sallaya gelince gözüm ona takıldı. "Nedir o elindeki?"


"Kolonya." dedi gülerek normal bir sohbet yapıyormuşuz gibi.


"Niçin getirdin onu?"


"E ateşi harlamak lazım gelirse diye Piraye abla." dediğinde öyle bir gülmüştüm ki Zehra falan umurumda değildi artık. Onu bırakınca can havli ile tökezleyerek kaçtı gitti yanımdan.


"Zehra'yı ne yapmalı, kaynar kazana atmalı, yandım Piraye dedikçe, altına odun atmalı." diye bahçeye giriş yapan Perihan'la gülüşlerimiz daha da büyüdü.


"Sen de mi gördün?"


"Gördüm asi dut tanesi, gösteriyi kaçırır mıyım? Etrafı kolaçan bile ettim senin için."


"Hak etmişti. Kafama etrafına kazak sardığı bibloyu attı, hem de iki kez. Üstelik bunu da benim odamdan almış, kırılsaydı kafasını kırardım."


"Ya da kafası kırılan sen olurdun." dedi Perihan ve gülüp geçtik. Lakin bu cümle gerçekti. Hakikatini zihnimden asla silmeyecektim. Sert biblo hızla fırlatıldığı için başıma aldığım darbe tehlikeli olabilirdi.


Gülerken kapıya doğru dönmemle orada bir gölge görür gibi oldum ama biraz ilerleyip baktığımda hiçbir iz kalmamıştı...


Akşama kadar yine yorulup sofrayı kurduğumuzda Zehra yemeğe inmeyeceğini bildirmişti. Annesi gidip hasta olup olmadığına baktı ama gelince bana yönelen öfkeli gözler tüm gerçeği öğrendiğini anlatıyordu. Yine de ufak da olsa şüphe taşıdığını hissettiğim için "Nesi var Zehra'nın yenge, sabah gayet iyi görünüyordu?" diye sordum.


"Boğazları dolmuş biraz, iştahı yok." derken kaşlarını çattı çünkü ses tonumu ve bakışlarımı çok iyi ayarlamıştım.


Yakarsa bu dünyayı garipler yakardı. Bu yüzden önce zihinlerini yakmayı tercih ettim...

Loading...
0%