@1scintilla
|
Sana benzer ki papatyalar, böyle tiril tiril ve tertemiz oldukları için mi? Yoksa her bir papatyayı mükemmel kılan; dantelsiz, boyasız o sade güzelliğinin idrakinde olması mı? Nazım Hikmet Bölüm 7. Gizli Hazine Başlangıçta her şey olağan seyrediyordu ancak sonuçları hiç olağan olmadı. Ahşap yaldızlı kalemimi elimde çevirirken düşündüm. Yazmayı her zaman çok severdim. Bir gün gördüğüm rüya öylesine hoşuma gitti ki uyanınca düştüğüm boşluğa kahroldum. Sonra onları unutmamak için hemen defterime not aldım. Ertesi akşam zihnimde canlanıp oynamaya başladılar. Ne hikmetse kendimi bir anda zihnimdeki baş rolün içinde bulmuştum. Nahif ve cesur bir aşkın tam ortasında kalan zihnim onlara her şeyi yaptırıyordu. Rüyam, posta kutusunun yanına düşen bir mektubu almamla başlıyordu. Yanlış olduğunu bildiğim ve normalde asla yapmayacağım bir şeyi yaparken buluyordum kendimi; sanki bu çok sıradan bir şeymiş gibi. Muhtemelen postacının yanlışlıkla düşürdüğü bir mektuptu bu. Ancak zarfı yırtarak kimin mahrem duvarlarını aynı anda yırtmıştım bilmiyordum. Mektubu zarfın içinden çıkarıp okumaya başladım. İçine yazılan aşk dolu sözleri tüm benliğimle kıskandığımı itiraf etmek istiyordum. Böyle bir sevgi mümkün müydü? Kim birine karşı böylesi hisler besleyebilirdi? Mektupta bir ayrılıktan bahsediyordu. Kadın onu terk ettiği için adam kahrolmuş ve karamsar dünyaya bir adım daha yaklaşmıştı. Sonra ise bir şey yaptım. Kıskandığım o kadının yerine geçerek ve haddim olmadığının şiddetle farkında olarak adamın mektubuna cevap verdim. Mektupta iki tarafında adresi yazılı olduğu için bu çok kolay olmuştu. Üstelik her gün o kadının adresine gidip postacı bekliyordum. Bir gün elinde çantasıyla hızlı hızlı yürüyen postacıyı görünce elim kalbimde kalakaldım. Mektubu posta kutusuna koyup geldiği gibi giderken, koşarak alıp kaçtım oradan. Artık tescilli bir mektup hırsızıydım ve bu yüreğimin ahenkle atmasına neden oluyordu. Mektup şöyle başlıyordu; Bulut özlü kadın... Bu mektup benim cevabıma karşılık geldiği için her şeyi üzerime alınmış ve delicesine sevinmiştim. Adam da ona beyaz bayrak çekmeme sevinmişti. Lakin asıl delice olan şey buydu. Uyandığımda hem bu durumdan kurtulduğum için sevinmiş, hem de o tatlı heyecandan mahrum kaldığım için üzülmüştüm. Bu yüzden her şeyi not aldım. Sonrasında olabilecek tüm olasılıkları zihnimde oynatırken, daha iyi bir şey yapmaya karar verdim; onları yazmayı... Eskimiş kapaklı bu defteri alırken onları yazmanın bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim. Can verdiğim karakterler akıp gittiğinde kendimce mesut oluyordum. Bu tarif edilemez bir histi. Hem de rüyamda yaşadığım aşkın ilk kıvılcımı içimde ukde kalmadan canlanıyordu. Zihnimde tasarladığım masum aşk gittikçe alevli bir hâl alırken hiç yaşamamış olduğum bu duyguları sanki ben yaşıyormuşum gibi sıcaklıyordum. Öyle ki bazı geceler camı açıp yatıyordum. Yorgan tenimi her okşadığında iki mektup aşkı geliyordu gözlerimin önüne. İnsan yaşamadığı bir hissi nasıl tarif edebilirdi bilmiyorum. Ancak yazdığım hikâye tam olarak böyleydi. Belki ben de günün birinde posta kutusundan bir mektup alırdım ve gizemli aşığımın tadını çıkarırdım, kim bilir? "Piraye Hanım, Üsküdar'da akşam oldu. Zatıaliniz mutfağa teşrif eder miydi zahmet olmazsa?" Yengemin kapımın önünde söylenmesine kıkırdadım. Bazen beni eğlendiriyorlardı. Defterimi ve ahşap yaldızlı kalemimi kirli sepetimin dibindeki bölmeye yerleştirdikten sonra geceliğimin eteklerinden kurtuldum. Aslında bekar kızların böyle şeyler giymesi ayıptı. Ancak bunlar benim annemin gecelikleriydi ve kullanmakta bir sakınca görmüyordum. Kimse bana daha kapalı bir gecelik diktirip kullan diye getirmemişti malum. İşte her şeyin başlangıcı bu ipek geceliklerle olmuştu. Ayna karşısında bir gün kendimi izleyince delicesine bir hayale tutuldum. Zihnimdeki mektup arkadaşımın yanıma geldiğini hissettiğinde ise delirdiğimi tescilledim. Bana ne oluyordu bilmiyorum ama içimin hoş hoş duygularla kaplanmasını istiyordum. Ayrıca hikâyeme bir de böyle gecelik sahnesi eklemiştim ki sormayın, evim barkım alev alıyor gibi hissettim. Ne ayıptı böyle? Yaşlı kadınların kocasızlık bunun başına vurmuş dediği şey böyle bir şey miydi? Kendi düşünceme gülerek üzerime uzun bir elbise geçirdim. Bu hisleri birine karşı hissetmiyordum neticede. Tamamen zihnimde oynattığım ben olmayan iki karaktere aitti. "Kız Piraye adın batmasın nerede kaldın?" İşte Nevin yengemin kinayeli de olsa kibarlığı bu kadardı. Kapıyı açıp aşağı doğru seslendim. "Geliyorum yenge." Kargalardan önce kalktığımız yetmiyormuş gibi bir de söyleniyordu. Eh Piraye, gecelere kadar hikâye yazıp uyumadığını bilmedikleri için erkenden kalk istiyorlar. Çünkü erkenden odama çekiliyorum. Bilseler bunu da sabote ederler eminim. O yüzden yanlışlıkla denk gelip bulamayacakları bir yerde saklıyorum gizli hazinemi. "Şu patatesleri kızart da üzerine sarımsaklı yoğurt yap." "Sabah sabah sarımsaklı yoğurt mu yiyeceğiz yenge?" "Hayrola rahatsız olacağını düşündüğünüz birileri mi var Piraye Hanım?" "Yenge rica ediyorum saçmalama. Ağır olur diye dedim." "Piraye abla haklı anne. Sabah sabah sarımsak yiyip ne yapacağız?" "Sus kız o etlerini bükerim senin." deyip aynı anda eyleme geçtiği için ufak bir çığırdı Feride. Sonra Nevin yengemin mutfaktan çıkmasıyla kahkaha attık. Aldığım zeytinleri de özenle siniye dizdikten sonra büyük siniyi kucaklayarak mutfaktan çıktım. Arkamdan Feride kalanları getiriyordu. Kalabalık bir aile olduğumuz çaydanlık çok büyüktü ve onu biz taşıyamıyorduk. Fatih çaydanlığı almak için bana karşı geldiğinde gözlerimin içine bakarak üzerimde hakimiyet kurmaya çalıştı. "Önümden çekil yere yapışacak hepsi." "Benim yere yapışan yüzüm gibi mi?" Sakin çıkan sesi tüm tüylerimi ürpertmeye yetmişti. Kaç gündür kaçma kovalamaca oynuyorduk. Amcam da onu haşladığı için çok uğraşamıyordu benimle. "Benim yere yapışacak olan gururumdansa senin yüzünün yapışmasını tercih ederim." "Bunlar çok cesur laflar Piraye ve sen böyle konuştukça içimdeki şeyler daha çok kabarıyor." "Kabaran hiçbir şeyin umurumda değil, çekil yoksa bağırırım." dedikten sonra hoşuna gitmiş gibi gülümsedi ve bir adım yana kaydı. Sırtıma mıh gibi çakılan gözlerini hissetmekten nefret ediyordum. Zehra benimle göz göze gelince hemen kaçırdı gözlerini. Üç gece önce camıma taş atarak saklanmıştı ve bende onu görmemiş gibi davranarak tüm gün korku dolu gözlerle bahçeyi izlemiştim. Bu hoşuna gidecek olmuş ki ertesi gece daha da çok heveslenerek yaptı bunu. Aptal, büyük ağacın arkasına saklandığında gözükmediğini sanıyordu ama bir kartal kadar keskin gören gözlerim onun o koca burnunu hemen fark etmişti. Şimdi benden çekiniyor gibi davranarak rol yapıyordu. Gece ona yapacaklarımı bilmeden. Şimdi eğlenen ben olacaktım. Keyiflenerek yerimde oturdum ve bir dilim ekmek alıp bal kaymağı sürdüğüm gibi yemeye başladım. "Piraye bu gün pazara çıkacağım gelmek ister misin kızım?" İlyas amcamın sesiyle başımı kaldırdım hemen. Neydi bedenimi saran bu tatlı telaş? "Olur amcacığım, gelirim tabii." "Gelir amcası tabii, temizlikten kaçacak ya?" "Bu evde temizlik yapacak iki kadın ve ona yardım edebilecek iki de kız çocuğu var. Dört kişi yeteri kadar iyi temizlik yapamıyor musunuz yoksa her şeyi Piraye'ye mi yıkmak istiyorsunuz?" diyen Atilla amcama hayretle bakakaldım. Bu beni bu denli ilk savunuşuydu ve inanılmaz hoşuma gitti. Yaşadığımız o rezil durumdan sonra daha çok gözü açılmıştı amcalarımın. Nevin yengemin meymenetsiz suratı ise düştü de düştü. "Yok bey, ben ondan demedim. Alışsın öğrensin diye." "Tamam yenge uzatmayın artık. Piraye bugün benimle." Karnımızı doyurduktan sonra hızlıca sofrayı kaldırdık ve bir koşu odama çıktım. Yerken bilerek balı üzerime değdirmiştim ki üzerimi değiştirdiğim zaman yanlış fikirlere kapılmasınlar. Aslında tamamen kapılmaları gereken bir hissin üzerini örtmüştüm. Koşa koşa odama çıktığımda dolabı açtım ve içinden lavanta rengine yakın bir elbise çıkardım. Bu annemin babamla ilk tanıştıklarında giymiş olduğu elbiseydi. O günden sonra ise gözü gibi saklamıştı. Kendi bedenime uydurmak için kesip dikmeme gerek kalmamıştı çünkü o zamanlar annem de benim ölçülerime yakınmış. Elbiseme uygun fiyonklu tokamı saçımın arkasına düzgünce tutturdum. Kalın yün çoraplardan birini alıp hızla aşağı indim. Amcam bir küp peynir ve iki sepet yumurta çıkarmıştı yine. Çocuklardan biri de Atilla amcamla süt satmaya çıkmış olmalıydı. Lazım olan her şeyi eşeğin heybesine yükledikten sonra yola düştük. Kasabanın pazarına vardığımızda eşekleri bir direğe bağladım ve sepetleri taşımaya başladım. Elim ayağım birbirine dolanır diye gözümü yumurtalardan ayırmıyordum. Bir kere gördüğüm biri için böyle şeyler hissetmem ne kadar normaldi bilmiyorum. Resmen gözlerim fıldır fıldır burada mı diye etrafı aramak istiyor lakin engel oluyordum. Sepetleri ahşap tezgâhın üzerine koyduktan sonra elimi belime atarak soluklandım. Sonrasında ise getirdiğim kağıtlardan külah yapmaya başladım. Çaktırmadan amcam bana bakıyor mu diye kontrol ediyor ancak çevreye göz atamıyordum. Tamam Piraye sakin ol. Adam seninle bir kez konuştu diye ne sanıyorsun? Gelip burada deli gibi seni beklediğini mi? Sen bu tuhaf duyguyu ilk kez tattın diye abartıyorsun. Çoktan unutmuş gitmiştir seni. Pazardaki yumurtacı kız diye hasretimden ölmüyordur kimse... "Kolay gelsin." Sesini duyduğumda parmak uçlarımın karıncalanmasıyla külahları yaptıktan sonra düzelttiğim yumurta çat diye yere düştü. Panikle geri çekildiğimde ne yapacağımı bilemedim. "İyi misiniz?" Ah Piraye, vah Piraye. Bilerek döktüğün balın acısı en güzel elbiselerinden birine sıçrayan yumurta ile çıktı. Gözlerim tezgâhın önünde duran ayakkabılara takılarak yavaşça yukarı doğru çıktı. Kalbim, sana ne oluyor böyle? Yeşil gözlerim kahvenin en koyu tonunda olup da siyaha çalan gözlerine tutuldu. Bakışlarımız çarpıştığında ise yüzüne kondurduğu gülümseme sayfalarca yazı yazacağımın kanıtıydı. Gözlerimi kaçırdığım an sanki çekmek istemiyormuşum gibi yeniden döndü gözlerine. "Selamünaleyküm yumurta satan kadın. Allah'ın hakkı üçtür diyerek üçüncü kez cevap almadan konuşuyorum." derken gülümsemesi yüzünde canlıydı hâlâ. Bilmiyordu ki görünce çarpıldım, benden çıkan enerjiyle yumurta elimden düştü. "Aleykümselam." dedim oldukça çekingen bir edayla. "Buraya gelme gününüz belirsiz sanırım. Her gün geldiğimde anladım." Her gün gelmiş miydi? "Her gün buraya uğrayıp alışveriş yapacak kadar çok yiyorsunuz demek?" Jilet gibi giydiği takım elbise ve tüm heybetimle karşımda duruyordu. "Hayır elbette, her gün buraya yumurta almak için uğradım. Hatta biraz bekledim de lakin beklediğim yumurtacı gelmedi." Her gün gelip beni beklemiş. "Eminim burada yumurta satan başkaları da vardır." Üzerime alınıp kendimi rezil etmek istemiyordum. Ancak heyecandan kanatlanıp uçmam an meselesiydi. "Beklediğim bir yumurtacı vardı ve sonunda geldi. Muradıma erdim anlayacağınız. Ayrıca yumurtalarınızı bala mı buluyorsunuz da bu kadar tatlı oluyor. Yumurtaların tatlılığı kalbime sirayet etti." "Anladım. Memnun kalmanıza sevindim." "Ziyadesiyle memnun kaldım küçük hanım. Bu yüzden bir sepet daha almaya karar verdim." dediği an sabahtan beri sağa sola kaçırdığım gözlerim yeniden onu buldu. "Bir sepet mi? Bu sepette kaç tane yumurta var kim bilir?" "Bilmem belki siz biliyorsunuzdur. Bir sepet yumurta da sar sar bitmez şimdi." Tezgâhın önünde daha çok kalabilmek için bir sepet yumurta mı alacaktı gerçekten? Çaktırmadan İlyas amcamı kontrol ettiğimde lafa daldığını gördüm. "Sizi çok bekletmem, elim çabuktur beyefendi." "Lütfen bekletin. Öyle ki tüm takvim yaprakları bitene kadar bekleyebilirim sizi." Bir yandan külahları yapan elim duraksarken her hareketimi izlediğini biliyordum. Gülümsememeye çalışmak çok zordu. Biçare gönlüm dört nala koşan bir at kadar hızlı atmaya başlamıştı. Yanaklarımın kızardığını yüzümün artan sıcaklığından anladım. Ilık ılık bir çikolata yudumluyordum şu an. Tezgâha yaklaşan bir teyze "Kolay gelsin a canım, on iki yumurta sarıver bana." dedi. "Teşekkür ederim. Tabii ki, önce sizin yumurtanızı vereyim beyefendinin siparişi biraz fazla çok beklemeyin." "Evet, evet. Benim vaktim bol beklerim hiç acele etmeyin." diyerek sırasını vermemi kibarca kabul etti. Çaktırmadan ona baktığım her an gözleri gözlerime değiyordu. Teyzenin geldiği de iyi olmuştu. Yumurtaları sardığım külaha koyarak teyzenin torbasına yerleştirdim. Cebinden çıkardığı parayı tezgâha koyarken "Üstü kalsın a canım, Allah'a ısmarladık." diyerek geldiği gibi gitti. "Allah'a emanet teyze." Kolumu her kaldırdığımda incili bilekliğimden çıkan hoş melodi dikkatini çekiyor olmalıydı ki gözleri oraya takılıyordu. "Buraya taşınalı çok olmadı, adetleri bilmiyorum hanımefendi nasıldır?" "Tam olarak neyi sormaya çalışıyorsunuz?" "Bir kadın ve bir erkek dışarıda görüşürse ne olur mesela?" Şaşkınlıkla ona baktım. Gözlerimin büyüdüğünü görünce yeniden gülümsedi. O sert çehresine gülümsemek çok yakışıyordu. Eh, Allah sahibine bağışlasın çek gözlerini Piraye. "Yanlış anlaşılır elbet, hoş karşılanmaz. Nişanlananlar bile rahat rahat dolaşamaz." "Direkt nikah kıymak gerekir yani, anladım. İstediğim kişiyi doyasıya görüp konuşmak için mesela, her gün görürüm umuduyla arnavut kaldırımlarına yapışmamak için tek yol nikah kıymak." Ne diyordu bu adam? Allah'ım sen bana dirayet ver. "Evet öyle olması gerekiyor." "Peki yabancıya kız vermedikleri olur mu hiç?" "Bilmem ki daha önce hiç ilgilenmedim bu konularla." "Sevindim." Yumurtaları artık hazır olmak üzereydi. Yine büyük bir bidon çıkardım ve elimdeki bıçakla önünü keserek yumurtaları daha rahat koydum. "Gönül kapımı da tıpkı bu şekilde keserek girdiniz." Duyduğum sese doğru baktığımda ışıldayan gözlerini gördüm. Güneş yeniden buradaydı işte. Çarpıyordu hem gözümüze hem gönlümüze. "Üstelik sanırım kapı tıklatmak gibi nazikçe hareketleriniz yok. Öylesine pata küte, deşercesine girdiniz." Gönlünde olduğumu söylüyordu ve yumurtaları koyan ellerim titriyordu. Heyecandan. Yüzüme düşen bir tutan saçım sayesinde birazcık da olsa gülümseyebildim. Elimi kalbime koyup yatağımda çığlık atarak debelenmeyi ne çok isterdim şu an. Allah'ım günlerdir rüyalarımı süsleyen bu adam, rüyalarımı gerçek yapmanın mesajını veriyordu. Ne kadar da mesuttum. Günlerdir aklımdan çıkmadığı gibi şimdi bir de karşımda cesurca gönlünde olduğumdan bahsediyordu. İşte asıl bu aklımdan hiç çıkmazdı. Yumurtaların tamamını doldurduktan sonra bakışlarımı usulca gözlerine değdirdim. "Afiyet şifa olsun beyefendi." "Bir gün birlikte inşallah küçük hanım. Zahmet eylediniz çok makbule geçti." "Estağfurullah görevim." Cebinden çıkardığı parayı o da tezgâhın üzerine koydu. Ardından yakasındaki mendili çıkartıp bana uzattı. "Geldiğimde sesimi duyunca bir yumurta düşürmüştünüz. Bu güzelim elbisenizin kir olması çok üzücü olurdu. Alın lütfen silersiniz." "Çok naziksiniz müteşekkirim." dedim ve son kez yeniden baktıktan sonra arkasını dönüp ilerledi. Mendili açıp dediği gibi elbisemi silecektim ki içinden düşen bir dal papatyaya bakakaldım. Papatyaya gülümserken ardından bakmak istediğimde ise zaten vereceğim tepkiyi bekliyor oluşunu fark ettim. Sonra ise hafif bir baş hareketiyle bu sefer gerçekten gitti. Kalbimi sakinleştirmem için elime mi almam gerekiyordu? Papatya öyle tazeydi ki her gün buraya gelip bekliyorsa, geleceğim umuduyla her gün yeni bir papatya taşıyor demekti. Kalbimin saf kıyılarına kondu bir demet papatya buketi... |
0% |