Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@1scintilla

Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda; Dokunabilir misiniz, Gözyaşlarıma, ellerinizle? Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum; Her şeyi söylemek mümkün; Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; Anlatamıyorum...


Orhan Veli Kanık


HiraiZerdüş/ Ölmüşüm Ölmekten


Bölüm 8. Zehir Gözlü Kadın


Güneşin son ışıkları bedenimle dans ederken, kalbimdeki heyecanın ritmi inci bilekliğimle buluşup gizemli bir melodiye dönüştü. Onun dudaklarından gönlünde olduğumu işitmek, bir kuş tüyünün tenimde gezinişi gibi kalbimi okşayan bir dokunuştu.


Eve gelene kadar bulutların üzerinde gibi hissedişim de bundandı. Elimizdeki tüm malları satmış neşeli bir şekilde dönerken İlyas amcamın dediği şeyler kulağıma uğramadan geri çıkıyordu. Tek istediğim odama gidip hissettiğim duyguları deliler gibi yaşamaktı.


Onu bir kez görmüş ve düşlerimden çıkaramamıştım. Onu ikinci kez görmüş ve kalbinden parçalar almıştım. Asıl şimdi diyalogsuz olan düşlerimin vay hâlineydi.


İlk defa hissettiğim kalbimden geçen bu duygular hem lav gibi yakıp patlayacak seviyeye getiriyor, hem de bir çığ gibi serinletiyor ancak giderek büyüyordu.


Öyle bir anda gelmişti ki hayatıma, yağmurdan sonra açan gökkuşağı gibiydi. Allah'ım ne yapacaktım ben bu duygularla. Elim ayağım birbirine dolanıyor, yanaklarım al al oluyordu. Dışarıdan da fark edilirse yanmıştım.


Bu hoş duygunun mu adı aşktı? Aşk hemen böyle olan bir şey miydi? Yoksa herkes için farklı mıydı? Okuduğum kitaptaki duygular beni her zaman heyecanlandırırdı lakin insanın başına gelmesi fena bir durumdu.


Nihayet eve geldiğimizde yün çoraplarımı çaktırmadan gizli köşeme bıraktım. Sokakta gezdiğim çorapları evin içine sokamazdım. Zehra'nın yüzünden düşen bin parçaya bakılırsa yemekler hazırdı. Eksik kalan salata için kolları sıvayıp hiç söylenmeden hazırlamaya başladım.


Marulları bile okşayarak yıkamam kalbimden zorum olduğunu gösteriyordu. Soğanlar gözlerimi yakarken zihnime dolan düşünce henüz bu gizemli adamın adını bilmediğim oldu. Gözlerinin derin sularında kaybolmaktan, kalp çarpıntımı dinleyip elime ayağıma hâkim olmaktan aklıma gelmemişti. Hoş o da sormamıştı gerçi. Onun için yumurta satan kadındım. Benim için heybetini sepet sepet yumurta yiyerek koruyan adam.


Sofrayı serip siniyi koyduğumuzda herkes afiyet olsun diyerek yemeye başladı. Ortadaki tabakta koca bir bulgur pilavı yanında cacık ve salata vardı. Bulgurun yanında köz biberi ne çok severdim oysa.


Feride elindeki kaşığı bırakarak bana dönüğünde "Piraye abla bugün seni-" demeye çalıştı ama Handan yengemin etini bükmesiyle duraksadı. Bugün beni neydi?


"Bugün satışlar çok iyi olmuş Piraye duyduk. Bir tane bile yumurta kalmamış."


"Evet yenge bir müşterim toplu alıyor. Kalanını da satmak kolay oluyor."


"Kimmiş bu müşteri?"


"Bilmem ki." dedim yerimde kıpırdanarak. Cümleyi normal kursa bile zihnim bunu imalı algılıyordu.


"Daha önce görmedin mi?"


"Buralarda görmedim yenge. Nedir, necidir bilmem." Cümlemin farkındalığıyla bende aydınlandım. Kimdir necidir bilmezdim gerçekten. Ancak öğrenebilirdim.


"Satışlar iyi çok şükür de bizim sofraya niye yansımıyor anlamıyorum. Şu bulgurun yanına bir tavuk yapsaydınız bari. Üşendiniz mi tüm gün?"


Atilla amcam yine kendi çapında yargı dağıtıyordu. Gerçekten neden yapmamışlardı? Ben yapacak olsam önüme liste diziyorlardı. Yengem aldığı taştan kızarıp bozararak ağzını bile açamadı.


Sofrayı kaldırıp topladıktan sonra sırıtarak bulaşıkları yıkadım ve odama kaçtım. İşte şimdi kendi kendime heyecanımı atma zamanımdı.


En son ne için böyle heyecanlandım hatırlamıyorum. Kırmızı papuçlar için miydi? Onun sonu yıkımla bitmişti, umarım bu heyecanımda benim kalbimde patlamazdı. Annem ve babamdan sonra böyle güzel bir duygu hissettiğim için suçluluk duymalı mıydım? Onlar burada olsa ne düşünürlerdi?


Eğer giden ben olsaydım, onların mutlu olmasını tüm kalbimle isterdim. Karyolamın altına sakladığım papuçlarım dikkatimi çekince oraya doğru eğilip baktım.


"Seni giyemem üzgünüm, her şey senin başının altından çıktı. Ayaklarım da sana layık değil. Feride bir de dans etmemi istiyor. Nasıl ederim söylesene? Ruhum kırmızı bir ip tarafından sarılmışken nasıl özgür ve pervasızca öylece dans ederim?"


Kapım gürültüyle tıklanıp ardından hemen açılınca papuçları geri ittim karyolanın altına. "Ne yapıyorsun geceleri odana saklanıp merak ediyorum?"


"Sana ne Gürbüz abi, Kiyası'nın iti sen misin?"


Kiyası bizim köyde çok eskiden yaşayan bir amcaymış. Bir de köpeği varmış ki her şeye burnunu sokar karışır, ona buna havlarmış. O yüzden buralarda bir şeye karışan insanlara kullanılan tabir bu olurmuş. Sonra da günümüze kadar yayılmış işte.


"İt mit ne diyorsun düzgün konuş benimle."


"Çık odamdan ya laftan anlamıyor musun sen? Ne münasebet kapımı çalıyorsun?"


"Öldün mü kaldın mı bakayım dedim. Suç bende."


"Bakma bana, görme beni. Hâlâ orada dikileceğine kapıyı ardından kapatıp çıkabilirsin." dediğimde içeri doğru bir adım daha atarak sınırları geçti. Elim hemen karyolamın altındaki kalın oduna giderken bir el Gürbüz'ü tuttuğu gibi dışarı savurdu. Bu elin sahibi Fatih'ti ve çıkarken suratıma aval aval bakıp kapıyı çarparak çekti.


Arkasından derin bir nefes alıp kapıyı kilitledim. Yatarken zaten kilitliyordum ancak amcamların uyarısından sonra bunun olacağı aklıma gelmemişti. Korkuyla çarpan kalbimi sakinleştirip yatağıma oturdum. Sonrasında ise herkesin uyumasını beklerken babamın eski küçük radyosunu çıkardım.


Banyonun arkasında kalan oda Zehra'nındı ve bu radyodan kimsenin haberi yoktu. Bu yüzden şimdi radyoyu ayarlayıp havalandırma boşluğuna doğru koyacaktım. Ara ara sesi açar kapatırdım. Duyup duymadığını ise yarın sabah anca anlardım. O beni tedirgin ediyorsa kendi de bu duyguyu tatmalıydı.


Frekansın birinde duyduğum kahkaha sesleri çok işime yaramıştı doğrusu. Bu gece gidip anne babasının arasında yatsa ne gülerdim. Radyoyu biraz daha kurcaladıktan sonra, bugünlük bu kadar yeterli diye düşünüp geceliğimi giydim ve yatağıma uzandım. Uyuyana kadar da tavanda çevirdiğim filmi izledim.


***


Horozun ötmesiyle aydınlanan gün içime neşe serperken gözlerimi açtım. Bugün harika bir gün olacaktı, hissediyordum.


Elimi yüzümü yıkadıktan sonra nar çiçeği uzun elbiselerimden birini üzerime geçirdim. Kenarında oluşan söküğü geçen hafta dikmiştim lakin çok göze batmıyordu.


Merdivende karşılaştığım Feride'ye gülümsedim. "Sabah şeriflerin hayır olsun Feride."


"Senin de Piraye abla. Dünkü şamatayı duydun mu?"


"Yoo. Ne olmuş ki dün?"


"Zehra'ya iyi saatte olsunlar gelmiş." deyip kıkırdadı. Demek radyo işe yaramıştı. İşte buna ben de gülerdim. Arkamızdan gelen Handan yengem ise "Az gavurluk yapsaymış o da. Olacağı buydu işte, bu kadar şeytanlığa ne olacak başka. Piraye sen fırına gidip ekmekleri al da gel kızım."


Elime tutuşturduğu parayla birlikte cebimdeki yün çorapları çıkardım. Kimseye çaktırmadan kıyada köşede giyinip çıktım. Fırına girdiğimde sıcak esinti yüzümü yalayıp geçti. Çırak ise beni görünce diken üzerinde durmaya geçmişti.


"Kolay gelsin. Dört ekmek ver bakayım. Sadece dört ekmek."


"Aman abla beni karıştırma gözünü seveyim."


"Neye karıştırmayım."


"Bu meselelere işte. Al kurabiyeni git."


"Hangi meseleye? Kuzum kim verdiriyor bu kurabiyeleri sana?"


"Elçiye zeval olmaz be abla. Al da git hadi." Çocuk kıvrım kıvrım kıvranırken ona biraz yaklaştım. Bir anda kulağını çekince panikle gözlerime baktı.


"Derhal şimdi doğruları ötüyorsun!"


Çırak endişeyle etrafına bakındıktan sonra ustasını göremedi. E ona bende bakmıştım herhalde. "Abla böyle heybetli kocaman bir abi, bu abla gelince poşetine bir tane acıbadem at ikramımız de dedi."


"Kim bu adam?"


"Billahi bilmiyorum. Buralarda daha önce görmedim iki gözüm önüme aksın ki."


"Neye benziyordu?"


"Deve benziyordu abla. Öyle kocamandı."


"Onu mu sordum eşek? Nasıldı özellikleri kaşı gözü diyorum?"


"He, kahverengi gözlü, sert bakışlı, siyah saçlıydı işte. Uzunca bir abi. Ödüm kopuyor ona bakarken inceleyemiyorum."


"Adı ne bu abinin?"


"Bilmem ki? Ama dur sana bir notu var? Dedi ki bu sefer itiraz ederse ona bunu ver."


Notu mu var? Bu o olabilir mi? Tarife uyuyor ama ya başkasıysa? Başkasının ikramı yiyorsam ya iki seferdir? Çırak eğilip bir şeyler aradıktan sonra gözleri ışıldayarak geldi yanıma. Sağıma soluma baktım, fırında benden başka biri yoktu. Açıp notu okudum hemen.


Zehir gözlü kadın;


Bakışlarının zehrini içime akıttığından beri seni düşünmeden geçen tek bir anım olmadı. Biçare yüreğimin panzehri ise yine senin gözlerinde saklı. Gözlerinin gözlerimle buluştuğu her anı tahayyül ediyorum. Lütfen notumu ve ikramımı geri çevirme. Ne demişler; tatlı yiyelim tatlı konuşalım.


A.A.A


Yumurtalarınızın müptelası olan biri.


Notu okuduktan sonra kâğıdı heyecanla göğsüme sakladım. Çocuğun gözleri kocaman açılmış tepkimi izliyordu, sanki haber vermek ister gibi.


"Ee ne oldu?"


"Bundan birine bahsedersen ayaklarından şu lambaya asarım seni, duydun mu ufaklık?"


"Duydum abla. Senin de o abiden eksik kalır yanın yok maşallah."


"Şştt sus bakayım. Al şu ekmeklerinin parasını. Hadi hayırlı işler."


Kaçarcasına fırından çıktığımda toprak yolda değil de bulutların üzerinde yürüyordum sanki. En başından beri bunu yapan oymuş. Hem de gizli bir şekilde. Acıbademi elime alırken muzip gözlerim etrafta dolandı. Kimsecikler gözükmüyorken afiyetle yedim kurabiyemi. Sonuçta tatlı yiyelim tatlı konuşalım demişti. Zaten öyle tatlı bakıyordu ki buna gerek bile yoktu.


Yoldan geçerken kapıdan çıkan Perihan'ı gördüm.


"Nereye böyle dut tanesi?"


"Fırına. Hayırdır yüzünde güller açıyor." deyip elini yüzüme doğru kaldırdı. Dudağımın kenarına dokunup geri çektiğinde ise utanmıştım. Hemen dilimle bir teftişe çıktım kırıntı kaldıysa temizlemek için.


"Afiyet olsun bir tanem. Dünkü olayı duydun mu? Hayırseverin biri mahalledeki tüm çocuklara yumurta dağıtmış."


"Yumurta mı dağıtmış?"


"Evet. Neden yumurta ben de çok şaşırdım. Genelde çoluk çocuğa lokum falan verilir. Sağlıklı beslenmeye önem veren biri demek ki."


İnanamıyordum. Birden gülmeye başlayınca Perihan bana bakakaldı.


"Bugün bana gel de konuşalım. Pek keyifliyim."


"Hadi bakalım Allah arttırsın dut tanem. Gelirim elbet, alırım o baklayı ağzından."


Ona sıkıca sarıldıktan sonra koşarak eve geçtim. Çok oyalanmıştım. Yengem yine söylenecekti.


Ekmekleri dilimler dilimlemez sofraya geçtim hemen. Atilla amcam afiyet olsun deyince yemeye başladık. Açılışı bal kaymakla yaptım. Tatlı olan her şeye bayılıyordum.


Sofrayı kaldırdıktan sonra amcamın yanına çağırmasıyla oraya gittim. Çalışma odasında hesap kitapla uğraşıyordu. "Buyurun amcacığım beni istemişsiniz?"


"Gel yavrum, otur Piraye." dedikten sonra önündeki kara kaplı defteri kapattı.


"Haddizatında bahsetmek istediğim mevzu fistanlarınla ilgili. Epeydir seni bu eski şeyleri giyerken görüyorum. Niçin yenilerini giymiyorsun kızım? Kıyamıyor musun?"


Bu nasıl bir soruydu? Yenisini almıyorduk ki? Nasıl cevaplayacağımı bilemeden baktım amcamın gözlerine.


"Lakin amca almadığım bir fistanı kullanamam ki."


"Nasıl yani? Almadığım derken, neden almadın?"


"Bütçemiz var mı yok mu bilemedim. Elimdekilerle idare edip nankörlük etmek istemedim."


"Ben yengene hepiniz için bütçe ayırdığımda veriyorum zaten. Alışverişe çıkınca neden almıyorsun?"


"Fakat amca ben iki senedir alışverişe çıkmadım ki."


"Nasıl olur? Yani bu evin diğer kızlarına kadar ayıracak bütçemiz var da sana mı yok yavrucuğum? Niçin bana gelmedin, bu durumu bildirmedin?"


Sessiz kalıp yüzümü eğdiğimde anlamıştı. Burnumun sızısı yüreğimle eş değerdi. Annem, babam olsaydı asla böyle bir konuma düşmezdim. İçim saçma bir fistandan dolayı daralmazdı. Amcam aydınlandığı yeni konuyla birlikte başını salladı.


"İzninle ben kalkayım amca." dedim hüzünle, saçma bir ağlamanın ötesine geçmek ister gibi.


"Dur bakalım iki gözüm." diyerek yüklüğün içindeki kasadan bir rulo para çıkardı. "Ben olanları anladım kızım. Bu senin hakkındır. Bu rezillik karşısında ne desem az kalacak. Güvenimi pek zedelediler. Bugün yoldaşınla birlikte çık çarşıya, gezin. İstediğin kumaşları, fistanları, gönlünün çektiği her şeyi al kızım. Ben babasına haber ederim." dediğinde gözlerim ışıldadı.


Bunları umursamamıştım ama genç bir kız olarak bazı şeyler insanı heyecanlandırıyordu. Dışlanmak ve ötekileşmek şu zamana kadar umurumda olmamıştı. Lakin amcamın bunu fark etmesiyle yeniden gün yüzüne çıkan bazı acıların üzerine bir çentik atma zamanıydı.


Benim anam babam gitmiş yeni elbise giymeyi gönlüm istemez demiştim. Onlarda bana bunca yıldır hep bunu aşılamış hâlâ da aşılamaya devam etmişti. Senin annen öldü, yeni bir eşyaya layık değilsin, gülümsemeye, gönlünün hoş edilmesine layık değilsin demişlerdi.


***


Bu dünyadaki yoldaşım Perihan'ın kapısına vardığımda çoktan hazırlanmış beni beklerken gördüm. "Ah Piraye'm bahar ayıyla birlikte yeni neler gelmiştir şimdi. Nereden çıktı bu alışveriş işi böyle, hem de yalnız başımıza?"


"Ben o günden beri kendime yeni bir şey almadım Perihan. Amcam da elbisemdeki söküğü fark edince aldıklarını neden giymiyorsun, kıyamıyor musun dedi? Bir yere kadar umurumda olmamıştı ama bir yerden sonra bütçemiz uygun değil diye düşündüm."


"Sakın bana o cadılar cadısı yengelerinin başının altından çıktı deme."


"Kendi kızları ak pak giyerken beni layık bulmadılar buna. Onlara gelince olan her şey, bana gelince yok oldu. Çok yalnızım ben Perihan, o evin içinde, kendi baba ocağımda yapayalnızım."


"Canım cananım benim, kalbimin içi. Ben varım, ben hep yanındayım. Şimdi onları kudurtma zamanı. Gel en yenilerden bir şeyler seçelim kendimize. Ebem de bana cep harçlığı koymuştu, iyi oldu."


Perihan'ın varlığı bana iyi geliyordu. Bu sıralar varlığı iyi gelen biri daha vardı. "Eh giderken konuşacak başka bir konumuz olsun o zaman. Anlatıyorum." diyerek başlayıp hiçbir detayı atlamayarak tek tek anlattım her şeyi. Gözlerindeki o heyecanı, mutluluğu görmek, bunu benimle paylaşması çok özel bir şeydi.


En son soluklanmak için durduğumuz ağacın altına kendini atınca "Vay benim şu başım. Neler olmuş öyle. İnsan çatlar da duramaz anlatmamak için. Demek yumurtaları çocuklara dağıtan o adam?" dedi ve durup bir kahkaha attı. Sonra da biri duydu mu diye hızla etrafa baktı.


"Sanıyorum ki o. Yiyemeyeceği kadar çok yumurta aldı çünkü."


"Ay bu lastikler ayağımı sıktı heyecandan, dur iki dakika çıkartayım." diyerek dediğini yaptı ve sonra bana baktı hin bir gülüşle. "Seni yere bakan yürek yakan zehir zemberek seni. Zahir bu adam sana abayı yakmış. Çok mutlu oldum Piraye, kalbini böylesi delice attıran birinin varlığına çok sevindim. Tüm güzellikleri hak ediyorsun sen ciğerimin içi."


"Dilerim bir gün aynı sevinci senin içinde yaşarız güzel kalpli yoldaşım."


Seçtiğimiz kumaşları terziye bırakıp geri dönerken çok mutluydum. Tüm güzellikler belli bir andan beri beni bulmuştu sanki. Etrafımda toz pembe bir kalkan dolaşıyor ve dışarıyı öyle görmemi sağlıyordu. Bu kalkan bulutların üzerinde yürür gibi hissettiğim o an ayağımın altındaki koca taşı görmeme engel olunca dengemi kaybedip acıyla yere düştüm.


Havanın kararıyor olması da iyiye işaret değildi. Ancak bundan daha önemli bir şey vardı. İki heybetli adamın gölgesinin üzerimize düştüğünü gördüm.


Loading...
0%