@1scintilla
|
“Rivayete göre yüzyıllar önce Talia melek olmaktan sıkılıp, kuş olmaya karar vermiş. Tanrıya bunun için yakarmış. ‘Bana özel bir alan yapamaz mısın? Ben ve seçtiğim kişiler, içinde uçarak neşeyle yaşayalım diye.’ O gün Talia’nın dileği yerine getirmiş Tanrı. Ancak bir şart sunmuş. Seçtiği kişiler ölü kişiler olacakmış. Yaşayan insanların hayatlarıyla oynamayacakmış. Tanrı Talia’nın ikinci dileğini yerine getirip melek kanatlarını almış ve ona kuş kanatları vermiş. Talia istediği zaman kuş görünümüne erişecek, istediği zaman kanatsız bir insan gibi yaşayabilecekmiş.” Profesör anlattıkça meraklı bakışlarım gözlerinden ayrılmıyordu. “Talia seçeceği kişiler için sık sık dünyayı izler karar vermeye çalışırmış. Ölecek olan kişileri önceden bildiği için karar vermeye vakti çokmuş. Bir seçmiş iki seçmiş derken kendine bir grup insan bulmuş. Gelen herkes şaşkınmış. Ama ölmedikleri için bunu çabuk kabullenmişler. Fakat Talia’nın atladığı bir şey varmış. İnsanları sadece dış görünüşüne göre çağırmış. Bu da içeride karmaşaya sebep olmuş. Talia böyle olmayacağını anlayınca bir süre sonra onları geri göndermiş. Bu sefer daha dikkatli olmuş seçtiği kişilerde. Karakterlerine de bakmış, gözlemlemiş öyle seçmiş ve daha iyi sonuçlar almış. Gelen kişiler oraya yerleşmeye başlamış. Hatta yıllar içinde çoğalmaya bile başlamışlar. Talia bunu mutluluk içinde seyretmiş ancak hâlâ dünyada bazı insanları izliyormuş.” Bir süre sonra profesörle sınıfta yalnız kalmışım ve bir tek bana anlatıyor gibi hissettim. “Bir gün birisi dikkatini çekmiş. Simsiyah kuzguni saçları olan, kapkara gözlü ve yüzü daima gülümseyen bir delikanlı. Ama bir sorun varmış. Bu genç çocuğun öleceği vakit daha gelmemiş. Talia onu izlemekten bir an olsun sıkılmamış. Yıllar geçiyor ama Talia’nın sabırsızlığı artıyormuş. En sonunda dayanamayıp bu genç çocuğun ölümünü öne çekmiş. Çocuk yaşamayı bırakmış ve Yaşamayanlar’ın dünyasına adım atmış.” Kaşlarımın şaşkınlıkla havaya kalktığına emindim. Nasıl böyle müdahale edebilmişti? “Ona olanları ve burasının neresi olduğunu anlatmışlar. Ama artık çocuk eskisi kadar gülmüyormuş. Adapte olamamış çünkü oraya ait değilmiş. Talia yaptığı hatayı fark edince her şey için çok geç kalmış. Genç adam bir ömür mutsuz olmuş ve Talia’da dünyanın düzeniyle oynadığı için lanetlenmiş. Artık ne tam insan ne de tam kuşa dönüşebiliyormuş. Kocaman kanatları olan bir insan formuna sıkışıp kalmış. Kanatları istediği zaman yok edemiyormuş. Yarı insan yarı kuş gibi gözüktüğü için ona kuş kadın demişler. Eskisi gibi otorite sağlamayınca da aldığı hediyeden hiçbir zevk alamaz olmuş. Zamanla hem kendini hem de kuzguni saçlı genç adamı oradan yok etmenin bir yolunu bulmuş.” Bu hikâyede yanan kim olmuştu bilmem ama sonuç beni ta buralara kadar getirmişti işte. “Kalanlar ise orayı daha güzel bir hale getirmişler ve ismine Yaşamayanlar demişler. Yeni insanlar gelmeye devam etmiş ama bunu kimin seçtiği asla bilinmiyormuş. Hep birlikte burada farklı güçler ve türler öğrenmişler. Gelenler çoğaldıkça, yeni türler de oluşmaya başlamış. Bazıları bu güçleri gelen kişilerinin ruhunun karanlığından, bazıları ise aydınlığından aldığını tartışıyor.” dediğinde pür dikkat onu dinlemiş ve etkilenmiştim. Hikâyenin detayına inersek çok daha fazla şeyi bulacağımızı hissettim. Talia hırslarının kurbanı olmuş ama sayesinde geriye böyle bir evren bırakmıştı. Profesör ise gülümseyerek başka şeyler anlatmaya başlamıştı. Günün geri kalanında tekrar yemek yemiş, birkaç kişiyle tanışmış ve biraz dolanmıştık. Hava sıcaktı ama acayip bir şekilde asla bunaltmıyordu. Belki buranın olayında bu vardı, bilemezdim. Sürekli soru sorup kızları (daha doğrusu diğerleri cevap vermediğinden Işıl’ı) bunaltmak istemiyordum. Burada güzel bir yol olduğunu ve biraz yürüyebileceğimizi söylediğinde kabul ettim. Etrafı keşfetmek güzel olabilirdi. Ağaçların şekilleri çok garipti. Yasak ağaç olduğunu düşündüğüm ağacı tekrar görmemiştim. Etrafı keşfederken neye nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum ve bu beni geriyordu. Ya başkalarının bilmediği bir şeyi belli edersem ne olacaktı. İfşa mı olacaktım? Gittiğim yerler yine siyah beyaz olur muydu? Tedirginlik içinde yolda yürürken etrafımda kuşlar uçtu. Onlar kafamın üzerinden geçerken başımda inanılmaz bir uğultu oluştu. Bu gürültünün kaynağı arasından gel kelimesini seçtim. Kim gel diyordu? Kuşlar mı? Daha dikkatli bakınca havada oldukları yerde kanat çırpmaya başladılar. Birisiyle göz göze geldim. Uğultu kesildi, başım rahatladı ve tek bir kelime duydum. Gel. Bu sefer gördüğüm ve duyduğum şeyden emindim. Gel diyordu. Tanrım bir kuşu duyuyordum. Acele et. Acele et mi? Nereye acele edecektim. Göz ucuyla kızlara baktığımda benimle ilgilenmediklerini gördüm. Sonra hiç beklemediğim bir şey oldu ve kuşlar kızlara saldırmaya çalıştı. O sırada sesi yeniden duydum. Acele et. Adımlarımı hızlandırıp kuşun gittiği tarafa doğru gittim. İyi mi yapıyordum yoksa kötü mü bilmiyordum. Korku filmindeki salak kızlara söylenirken bir anda başrol ben olmuştum. Kuş hızlanmaya başladığında ben de koşmaya başladım. Sonra bir inilti duydum. Acı çeker gibi bir ses. Etrafta yeşil uzun çimenlerden başka bir şey gözükmüyordu. Kuş kanatlarını çırparak çimenlerin ortasına doğru gitti. İnilti sesi gittikçe artıyordu. Sonra başka bir ses daha duydum yardım et. Kime yardım edecektim? Yardım et. Adımlarımı hızlandırıp kuşun durduğu yere doğru gittim. Çimenlerin arasında gördüğüm şeyle şaşkınlığa uğradım. “Aman Tanrım.” Yeşil çimenlerin arasında yatan şey, altın renkli bir geyikti. Parlayan boynuzları ile muhteşem görünüyordu. Hayatımda daha güzel çok az şey görmüştüm. Lütfen yardım et. Acı çeken sesi tekrar duyduğumda kendime geldim. Yere doğru eğilip elimi geyiğin tüylerine götürdüm. O kadar yumuşaktı ki sanki elime değmiyordu bile. Elimden akıp gidecek gibiydi. “Benimle konuşan sen misin yoksa kafayı mı yiyorum?” dedim. Elim tüylerini okşarken inlemesi biraz azalmıştı. Evet benim. Bu senin güçlerinden sadece bir tanesi. Bizi duyabilirsin. Bir saldırıya uğradım ve yaram çok derin. Bana yardım et. “Benim güçlerim mi? Kuş ve geyikleri duymak? Harika. Buraya daha dün geldim sana nasıl yardım ederim bilmiyorum. Kızları çağırayım en iyisi.” Dinle. Sende şifa dağıtan bir aura var. Sadece bunu seziyordum ama seni görünce anladım. Saçların, saçların büyülü. Önce böyle değildi değil mi? Bundan kimseye bahsetme. Hiç kimseye. Henüz ne olduğunu bulamadın ama bulacaksın. “Saçlarım büyülü de ne demek?” Daha önce böyle değildi değil mi? Şifa aurasıyla birleşince daha iyi anladım. Bazı şeyler göründüğünün zıttı olur bunu sakın unutma. Şimdi yapman gereken siyah saçından bir tel koparıp düğüm atman, sonra da yaramın içine doğru koyman. Nefes alışverişleri hâlâ hızlıydı. Neden beyaz değil de siyahtı? Asıl karanlık siyah değil miydi? Dediklerini beyin süzgecimden geçirmem bu panikle mümkün değildi. Bu yüzden hemen yapmaya başladım. Siyah saçımdan bir tel kopardım ve yarasına doğru götürdüm. Normalde kan görmekten hoşlanan biri değildim ama gelen cesaret sayesinde saçı, işaret parmağımın ucuyla yaranın içine soktum. Altın geyiğin nefes alışverişleri düzelmeye başladı. Saçlarından kimseye bahsetme. Teşekkür ederim borcumu en kısa zamanda öderim deyip gözlerini yumdu. Neler olduğunu anlamaya çalışarak elimi tüylerinde yeniden gezdirdim. Sonra yarasına bakmak istedim ama yara yoktu. İyileşmişti. Sanki hiç olmamış gibiydi. Havada süzülen kuş olmasa gördüklerimden emin olamayacaktım. Kuş tekrar kanat çırparak beni geldiğim yere geri getirdi. Işıl’ın biraz ileride Yargı diye seslendiğini duyuyordum. Adım attığım an bakışları beni buldu ve endişeli ifadesi kayboldu. Bu kadar uzağı nasıl duydu bilmiyordum. “Hey nereye kayboldun?” Az önce olanları unut. Bu yaşanmadı. Kimseye anlatmak yok. “Kuş saldırısında üzerime doğru gelince ne yapacağımı bilemedim. İleriye doğru koştum bende ama biraz fazla koşmuşum.” “Aptal kuşlar hiç böyle yapmazdı, dertleri neydi bilmiyorum. Neyse seni de bulduğumuza göre hava iyice kararmadan yatakhaneye geri dönelim.” Az ileride Çağıl ve Pırıl kollarını kavuşturmuş bana bakıyordu. Beklemekten hoşlanmamış olmalılardı. Ayrıca Çağıl parmağıma doğru bakınca, ucundaki kanı fark etti. “Üzgünüm çocuklar. Panikledim. Beni bekleyip aradığınız için teşekkürler.” Çağıl güneş gözlüğünü gözünden indirip beni bir de çıplak gözle süzdü. “Çocuklar mı? Teknik olarak senden büyüğüz. Seni aramadık. Burada öylece durup üçüzümüzü bekledik.” dedi aksi bir ifadeyle. “Affedersin görünüşünden dolayı buna alışamıyorum. Burada öylece durup beni arayan üçüzünüzü beklediğiniz için teşekkürler.” deyip gülümsedim. İkisi ise sadece göz devirmekle yetindi. Sonra yatakhaneye doğru yürümeye başladık. Yatakhane dediği devasa bir otel gibiydi. Konuşan asma köprüsü olan bir otel... Önce aç karnımızı doyurmak için yemek yemeye indik. Sabahkinden daha kalabalıktı. Etraftakiler yine bütün işi bırakmış beni inceliyorlardı. Kimseyle göz göze gelmemeye çalıştım. Her grubun yemek masası neredeyse doluydu. Havada süzülen kepçelerin yanına gittiğimde şöyle bir göz attım. Birkaç çorba, biraz lapa gibi yemekler, jöle kıvamlı tatlılar ve üzeri soslu kızarmış bir et. Ne eti olduğunu bilmiyordum. Aklıma ormandaki altın geyik geldi. Umarım onu kesmek için yaralamamışlardır. Et yeme düşüncesi hemen beynimden silindi ve biraz çorba ile salata alıp kızları takip ettim. |
0% |