@1scintilla
|
Işıl’ın yanına fil grubunun masasına oturdum. Işıl tabağıma şöyle bir göz atıp üzülmüştü. “En azından her öğün farklı bir şey alıp denemelisin. Belki beğenir devam edersin. Beğenmezsen de yemezsin. Hem bak akşam yemeğinden sonra orada efsane bir çikolata partisi oluyor. Bu yüzden tatlı almadım. Onları kesinlikle öneriyorum.” “Tavsiyen için teşekkür ederim sanırım mantıklı yarın denerim.” dedim ve çorbamı içmeye başladım. Umarım çikolataların içinde portakallı çikolatalar da vardır... Bazıları hakkımda fısıldayarak konuşuyordu. Yemeğini bitiren herkes ikişer, üçer gruplarla ayrılıyordu. Işıl ise beni devasa çikolataların önüne getirdi. Çikolata çeşmesi şırıl şırıl akarak bana merhaba diyordu. Işıl küçük bir tabağa stok yaptıktan ben de bir bardak çikolata aldım devam ettik. Ne yazık ki portakal namına bir şey görememiştim. Ama kesilmiş minik limonlar vardı. Hazel limona bayılırdı. Hazel’i içimde daha çok hissetmek için mi bilmiyorum, limonlardan birini alıp ağzıma attım. Tadı ne kadar hoşuma gitmese de ağzımda tutmaya devam ederken gözlerim doldu. İnsan sevdikleri uğruna neler yapardı? Bir limon kardeşimin özlemini dindirebilir miydi? Kaldığımız odadan içeri girdiğimizde kızlar kendini hemen yataklara attı. Ben ise ne yapacağımı bilememiştim. Kızaran gözlerimi onlardan mümkün olduğunca saklamaya çalıştım. Yatağıma doğru yürüdüğümde açık kalan dolabımın ağzına kadar dolu olduğunu gördüm. Anlaşılan kostümcünün eli bayağı hızlıydı. Elimdeki bardağı bırakıp neler olduğuna bakmaya başladım. Zihnimde olanı biliyormuş gibi şaşırdım. Uzun etekler, zarif elbiseler, sade ve basit tişörtler. Eski elbise dolabımdan esinlenilmiş gibiydi. Daha buraya uygun hâlleriyle tabii. Gözlerime baktığı o birkaç saniye boyunca bunları görmüş olabilirdi. Pullu payetli şeyler konusunda beni asla dinlememiş dolabın bir köşesine bir şeyler sokuşturmuştu. Pijama ve eşofman takımlarını gördüğümde artık duş almam gerektiğini hatırladım. Oda şu an ay ışığıyla aydınlanıyordu. Bakışlarım tavana kaydığında ise aydınlatmanın olmadığını fark ettim. “Aslında duş alsam iyi olacak ama elektriğin icadı buraya uğramamış gibi.” “Odalarda genelde mum ışığı kullanıyoruz ve kimse bundan şikayetçi değil. Zaten ay ışığı da vurduğu için hiç karanlıkta kalmıyoruz. Banyoda birkaç mum var. Küvetteki su daima temiz ve hazır olur. Girebilirsin.” dedi Işıl elindeki çikolataları yiyerek. Havlularımı ve pijamamı alıp banyoya doğru yöneldim. Sabah gördüğüm büyük yuvarlak camda şu an bambaşka bir görsel mevcuttu. Sanırım değişkenlik gösteriyordu ve bu hoşuma gitti. Kıyafetlerimi çıkartıp içinden buharlar yükselen küvete bir adım attım. Su sıcaklığı tam bana göreydi. Sürekli temiz ve hazır bulunması harika bir şeydi. Girmeden önce yaktığım mumlar etrafı aydınlatınca büyülü bir manzaraya şahitlik ettiğimi fark ettim. Vücudum suyun altında iyice gevşedi. Bir an camın açıldığını ve dışarıdaki soğuğun içimi ürperttiğini düşündüm. Ama dönüp baktığımda cam açık değildi. Kafamı yasladığımda boynumda bir ıslaklık hissettim ama nedenini sorgulayamıyordum. İçimi bir anda hiç bilmediğim bir arzu kavurdu. Küvetin kenarlarını parmaklarımla sıkmaya başladım. Arzu git gide yükselirken boynumu geriye daha geniş açıyla yatırdım. Su içerisinde bacaklarımı hareket ettirmek çok iyi geliyordu. Kısa süre sonra bedenim yorgun düştü ve gözlerim kapandı. Zihnimin derinlerinde en son kapının hızla açıldığını ve bilmediğim sözcüklerin tekrar ettiğini duydum. Kulağıma gelen ninniyle yerimde kıpırdandım. Uyandırma perileri iş başındaydı. Bünyem o kadar yorgundu ki hiç uyanasım gelmemişti. Tam dört kere gördüğüm rüyayı tekrar gözümün önüne getirdim. Karşıdan karşıya geçerken arabanın içinde gördüğüm simsiyah gözler, zihnimin içinde süzülüp duruyordu. Altında araba olduğuna göre önemli birisiydi. Çünkü burada, araba tercih edilen bir ulaşım aracı değildi. Teknolojik aletlere karşı gibi duruyorlardı. Sadece gördüğüm gözden dolayı içime dolan elektrik akımı normal miydi? Deliriyor muydum? Hem en son banyodaydım buraya nasıl gelmiştim? O kadar yorgundum ki hatırlamıyordum. Ben kendime gelmeye çalışırken kızlar paravanın arkasında hazırlanıyorlardı. Gözlerimi tamamen açıp yataktan kalktım. Yatağımın ucunda bir kolye duruyordu. “Hey! Bu kolyeyi siz mi koydunuz kızlar?” “Hayır. Bazı eşyalar ve hayvanlar bizi seçer ve onlar izin vermeden bir başkası dokunamaz.” Bu sefer cevap vermek kişi Pırıl olmuştu. Hem şaşırdım hem sevindim. Demek artık benimle konuşma kararı almıştı. “Öyle mi? Çok hoş bir şeye benziyor.” dediğimde yanıma gelip gözüyle kolyeyi inceledi. “Öyle, çok hoş.” dedikten sonra yatağının ucundaki akrebe kaydı gözleri. Ben de oraya baktığımda akrebin tam ortasında mavi bir renk parlayıp kayboldu. Göz yanılsaması gibi düşünsem de değildi. “O da beni seçti işte. Hepsinin bir anlamı oluyor. Yakında çözersin.” dedi ve gözleri bir süre boynumda oyalandı. Elim istemsizce boynuma gittiğinde, Pırıl çoktan arkasını dönüp gitmişti. Gördüğüm en güzel kolye olabilirdi. Cam katmanını parmağımla okşayarak boynuma taktım. Acaba anlamı neydi? Umarım en kısa sürede çözebilirdim. Kızlar bugün pelerin takmıştı. Belirli derslerin geleneksel kıyafet zorunluluğu olduğunu öğrendim. Yakalarında ise bulundukları grupların arması vardı. Siyah ve kenarları zümrüt renk iplerle geçen pelerin sanki süzülen havalı bir kumaş gibi duruyordu. Dolabımı tekrar açtığımda dün loş ışıkta göremediğim pelerini şimdi fark ettim. Hemen önünü çevirdim ama bende herhangi bir simge ve renk yoktu. Kızlara uyum sağlayarak pelerinin içinde duran siyah gömlek ve eteği giydim. Işıl’a sorduğumda ise grubum belli olmadığı için pelerinimin renksiz olduğunu söyledi. Eh sorun değildi, çünkü bu bile harika duruyordu. Bir kumaş insanın şeklini nasıl değiştiriyor anlamıyordum. Muhteşem görünüyorduk. Belki onlar için sıkıcı ve sıradandı ama beni çok heyecanlandırdı. Uzun topuklu çizmeleriyle aşırı seksi gözüküyorlardı. “Neden çizme giydiniz anlamadım? Bu zorunlu mu yoksa daha uyumlu gözükmek için mi?” diye sorduğumda Işıl kahkaha attı. “Hayır balım bugün yağmur yağacak. Seninkiler de dolabın hemen altında.” “Hava durumundan önceden haberiniz oluyor yani.” dedim bir elimle siyah deri çizmelerini giyerken. Romatizması olan insanların yağmurun yağacağından haberi olduğunu duymuştum. Ama burası başka bir evrendi, ne saçmalıyordum! “Her ay bir mevsim yaşarız burada. Bazen sırayla bazen karışık ve şansına senin için yaz iki gün sürdü. Bugün itibariyle bir ay sonbaharı yaşayacağız. O yüzden ona göre giyin.” dediğinde kafamı salladım. Her ay başka bir mevsim geçişi hastalıkları tetiklerdi. Burada işler nasıldı bilmiyordum. “Peki hastalıklar dünyada işlediği gibi mi?” “Tam olarak sayılmaz. Burada yüksek ateşten ölmezsin, ya da uzun süreli nezle yaşamaz, su çiçeği olmazsın. Onun yerine sihirli hayvan sokmaları, zehirler ve panzehirler, bazı büyü türleri gibi hastalıklar olur.” “Çok daha kolaymış, içimi rahatlattın.” dediğimde Işıl yeniden kahkaha attı ve koluma girdi. “Yeni biriyle takılmak çok eğlenceli. Yüz ifadeni görsen aynada sürekli kendine bakarsın.” Ona gözlerimi devirirken yemekhaneye giden asma köprünün üzerinden geçtik. Pardon asma körpünün. “Ay ay ay bu ne güzellik bayanlar. Sabahtan beri gözlerim bayram ediyor valla. Sizin enerjiniz beni de canlandırdı.” dediğinde kıkırdamıştım. Sanırım konuşan körpüye alışma sürem üç gün sürmüştü. Havada süzülen kepçelerin yanına geldiğimde dün Işıl’a söz verdiğim gibi bilmediğim bir yemeği daha tabağıma ekledim. Tadına bakacaktım. Bugün kimsenin dikkatini çekmiyordum çünkü neredeyse aynıydık. Tek fark pelerinin ucundaki değişen renklerdi. Ama ben saygılı bir insan olduğumdan dik dik onlara bakmak yerine önüne baktım. Kim hangi renkse renkti, bana neydi? Bugünün yemekleri beni sevindirirken fil grubunun masasına oturdum. Bana bakan bir göz hissetmiş ve kafamı kaldırmıştım ama herkes kendi halindeydi. Yeni aldığım yemeği denemiş ama asla beğenmemiştim. En azından bunu listeden çıkartmıştım. Işıl bu süre boyunca eğlenen gözlerle beni izleyip duruyordu. Dediği gibi yeni olmam ona bir denekmiş havası veriyordu. Bana o kadar çok yardımcı oluyordu ki buna üzülemiyordum bile. Ayrıca yalnızlığımı onlar sayesinde atmıştım. Bu benim açımdan harikulade bir durumdu. Yemekten sonra yine o uzun patika yolu yürüyüp siyah beyaz üçgen, koca binaların arasından fil olanın önünde durduk. Çılgın asansörün içine binip yine bir sağ bir sol bir çapraz hareket ettik. İçerisi gerçekten tren hattı gibi olmalıydı. Büyük siyah kapılı dersliğin önüne geldiğimizde merakla etrafa bakıyordum. Kapıdan içeri süzüldük. Dün girdiğimiz iç açıcı dersliği yanında burası korkutucu kalıyordu. İçerisi bir mahzen kadar karanlıktı. Tavandan örümcekler sarkıyordu. Dün kütüphane olan ve en fazla tozlu kitaplar bulunan rafta, şu an maymun kafası bile görüyordum. Şaşkınlıkla raflarda gözüm dolanırken, içim ürperdi. Donmuş kurbağa, kuyruğu kesilmiş akrep, içi göz dolu bir kavanoz, neredeyse bir metre uzamış tırnağı olan bir parmak ve daha neler neler. “Burası neden böyle diye sorsam çok mu absürt kaçardı?” Işıl kıkırdadı. “Burası Profesör Layal’in dersliği. Kendisi Üç Evrede İnsan Ruhu dersi eğitmeni, yani ruhun karanlık aydınlık ve arafta olan tarafından bahsediyor ve bu ruhlar yalnızca biz değiliz, ama Bayan Layal’in de farklı seviyelere göre branşları var. Buranın ambiyansını ise onu görünce daha iyi anlarsın.” Çağıl gözlerini dikmiş bana bakarken ona ne oldu der gibi kafamı salladım. Burada bile taktığı güneş gözlerini gözünden indirip şöyle bir baktı. Daha çok tiksinir gibi bakıyordu. “Nasıl bu kadar soru sorabilirsin ya?” dedi inanamaz bir şekilde. “Yeni geldiğim için?” dedim ne var bunda der gibi. “Bizde yeni gelmiştik ama ortama adapte olmaya çalıştık. Ayrıca yanımızda sürekli soru soracağımız birisi yoktu.” Öfkesini kusmak ister gibi konuşuyordu. “Öncelikle sen geldiğinde hayal gücü inanılmaz doruklarda olan bir çocuktun, ben ise yetişkin bir bireyim. Ayrıca sorularımı sana sormuyorum. Neden rahatsız oluyorsun?” diye sordum tüm merakımla. Çağıl gözlüklerini geri takıp benimle tekrar muhatap olmadı. Ama Pırıl arka masadan bize doğru eğilerek “Çünkü kardeşini çalmaya bir adım yaklaştın.” dedi gülerek. Ama ben gülmemiştim. Nasıl onu çaldığımı düşünebilirdi. Onlar üçüzdü, üç kişiydi ben ise tektim. Ayrıca dediğim doğruydu. Geldiklerinde küçük bir çocuktular. Kardeşleri yanındaydı, benim kardeşim ise başka bir evrendeydi. Yüzüm asılırken onu çok özlediğimi fark ettim. Işıl koluma dokunarak “Sen ona aldırma, genel olarak agresiftir. Sadece uzun zamandır aramızda biri yoktu, yabaniliğini ona ver. Ne derler bilirsin işte, büyüklük sende kalsın. En azından teoride.” dediğinde ona hafifçe gülümseyip önüme döndüm. Herkesin önünde sadece bir kitap açılıydı. Kitabın içinde olan boşluklar sanırım not almak içindi. Fakat gördüğüm değişik şekilleri nasıl okuyabildiğimi anlayamadım. Buraya özel bir dil vardı da girince otomatik mi yükleniyordu? Siyah devasa büyüklükteki kapı ardına kadar gürültüyle açıldığında, bakışlarımı beklenti dolu bir şekilde oraya çevirdim. Gördüğüm manzara kafamdaki resmi tamamen alt üst etmişti. Karşımda siyah ve aşırı kibar bir elbise giymiş kadın duruyordu. Bacağının biri boydan boya yırtmaçtı. Yarım kollu olan elbisenin göğüs dekoltesi de vardı. Kalan kolunu ise deri bir eldivenle kapatmış, eldivenin üzerine kalın bir bileklik takmıştı. Elbisenin etekleri bir yılan dolaşıyormuş gibi süzülüyordu. Kadının açıkta kalan bacağında, bacağının etrafını sarmış gibi duran bir yılan dövmesi vardı. Başında büyük siyah bir şapka ve şapkanın uçlarından süzülen ince metal püsküller mevcuttu. Profesör Layal’in yüzünde görünen tek şey kırmızı rujlu dudaklarıydı. Kadın gözleri gözükmese bile albeninin vücut bulmuş haliydi. Baştan ayağa yaklaşık üç kere süzmüştüm. Işıl eğlenerek bu halimi inceledi. Bu odaya olan uyumu müthişti. Gözlerini bilerek mi göstermiyordu bilmiyordum. Aklıma dolan soruları şu an sormak istemiyordum. Gözlerini görmememe rağmen bana baktığını hissettim. Dudakları iki yana kıvrılıp hızla kayboldu. “Yargı Yargıcı. Bizim yeni gözdemiz. Yaşamayanlar’a hoş geldin. Ben Profesör Layal. Ortama adapte olmaya çalış, ne kadar erken o kadar iyi. Dersimi ise bir bilim olarak düşün. Yaşamda yeniden tutunmanızı sağlayacak bir bilim. Karanlığın nereden geleceğini bilemezsiniz. Ceylan gibi ormanda seke seke giderken av olmamak için, avcı olmanız lazım. Şimdi can kulağı ile beni dinleyin.” deyip diğerlerine döndü. Benimle sakin ama baskılı bir ses tonuyla konuştu. Ben ise bir solukta konuşmasını dinlemiştim. Tanışma faslını tek başına bitirmiş ve yeniden söze girerek konuşmaya başlamıştı. Enteresan bir kadındı, açıkçası biraz da ürkütücü bir havası vardı. Ormanda av olmaktan bahsetmişti. Demek ki orman karanlık olabilirdi. Dün Profesör Ahter’in de dediği gibi gelen kişilerin ruhlarından doğan aydınlık ve karanlık vardı. Bu bana buraya girerken geçtiğim ormanı hatırlattı. Artık burayı daha ciddiye alma zamanım gelmişti. Profesör Layal bize duyularımızı nasıl genişletebileceğimiz hakkında bir ders sundu. Avcılara karşı -ki asla düşman kelimesini kullanmıyordu, nasıl ki biz burada yaşıyorduk onların da yaşamaya hakları olduklarını söylüyordu- kendimizi korumamız için ilk adım onları fark etmekti. Bazıları oldukça sessiz ve sinsi yanaşırdı. Ne olduğunu bile anlamadan kendimizi midesinde bulabilirdik. Bu yüzden gözlerimiz beş kat fazla görecek, kulaklarımız her an en ufak bir ses duymaya hazır olacak, burnumuz her zamankinden daha iyi koku alacaktı. Bunun için bazı meditasyonlar önermişti. Önce zihnimiz temizlenecek sonra bazı büyüler eşliğinde duyularımız açılacaktı. Son olarak müttefiklerden bahsetti. Sanki çok basit bir konuymuş gibi öylesine geçiştirmişti ama, resmen farklı varlıklarda olsa sizin yanınızda olsun demişti. Tabii dost anlamında. Bu konuyu detaylıca düşünmem ve derinlemesine araştırmam gerekliydi. Dersi bitirdiğinde hiçbir şey demeden sınıftan çıkıp gitti. Herkes alışık olduğu için, kimse garipsememişti. En azından bir iyi dersler çocuklar, hoşça kalın diyebilirdi. Tabii bu yaşayan insanların kullandığı bir nezaket kavramı olabilirdi. Ayrıca buradaki kimse gösterdiği yaşta değildi. Bu yüzden çocuklar kelimesi inanılmaz absürt kaçardı. Fillerin akademisinden çıkarken çılgın asansör midemi bulandırmıştı. Hani burada normal insan hastalıkları yoktu. Benim neden midem bulandı o zaman? Yoksa buraya yanlışlıkla mı düşmüştüm? Ama öyle olsa Zuri beni rüyasında görmezdi. Yürürken ileride yağmur fırtınası olduğunu düşünmüştüm. Kızlar haklıydı. Hatta git gide yaklaşıyordu. Çağıl bu durum karşısında gözlerini devirip “Olamaz yine mi?” dedi. Yağmur yağmasının nesini garipsedi diye düşünürken havadan süzülen kağıtları fark ettim. Asla yere düşmüyor, her biri bizzat önümüzde duruyordu. Normal yağmur değil, kâğıt yağmuruydu ve bunu hepimizden önce fark eden kişi Çağıldı. Önümde duran kâğıdı elime aldım. Bir peri kanatlarını çırparak eğiliyor sonra kayboluyor ve ardından davetlisiniz yazısı beliriyordu. |
0% |