Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 4. Dostluk Mührü

Arkadaş nedir? İki bedende mesken tutmuş tek bir ruh.

Aristoteles

Ettiğim yardımın geri dönüşünün bu şekilde olacağını düşünmemiştim, bir de kokusunu beğendiğim şu çocuğun bu hediyeyi getirmiş olması aklımı kurcalayan mühim bir konuydu. Bedenime dolan özel güçlerimle yavaş yavaş tanışırken, bileğimi saran yeni bir dövmeyle de tanışacağımı bilmiyordum. Üçüzlerle sadık ve özel bir bağ kurduğumuz için dostluk mührüyle ödüllendirilmiş ve bileğimize izini bırakan tırtılla baş başa kalmıştık.

Kapıyı açıp içeri girdik. Pırıl tekrar havayı koklayarak odada bir tur attı. Sonra benim yatağıma doğru yürüdü. Yatağımın üzerinde olan küçük şişeyi ellerine alıp inceledikten sonra bana uzattı. Işıl anında yanıma gelerek inanamazmış gibi baktı.

“Bu altın boynuz iksiri mi?”

Çağıl’ın da dikkatini çekmiş olacak ki gözlerini kısıp olduğu yerden şişeyi inceledi. “Altın boynuz iksiri de nedir, o da mı beni seçti?” diye sordum merakla. Benim yatağımda olduğuna göre benim miydi?

“Hayır balım bu öyle bir şey değil. Bu son derece özel ve önemli bir iksir. Altın boynuz çiçeğinden yapılır. Yani bir geyik var, altın renginde yumuşacık tüyleri olan bir geyik. Nadiren boynuzlarında çiçekler açar ve bunu sadece sevdiği kişilere yapar. O yüzden bu çiçeğin özünden oluşan altın boynuz iksiri çok nadir bulunur. İksirin tek başına bile müthiş bir koruyuculuğu var. Farklı iksirlerle bir araya geldiğini sen düşün...”

“Koruyucu mu? İyi ama bu kendiliğinden gelmediyse nasıl geldi?” diye sordum. O an aklıma ormandaki tüyleri inanılmaz yumuşak, hatta dokunduğunda neredeyse akışkan bir kıvam alacak geyik geldi. Onu kurtarmıştım ve kimseye söylememiştim. Yardımım karşılığında bir şekilde bana bunu ulaştırmış olmalıydı. Şişeyi elime alıp tekrar inceledim. Pırıl dikkatle gözlerime baktı. Aşağıdaki adamın getirdiğini ikimiz de anlatmıştık. Belki onu aracı kılmıştı. Bilemiyordum.

Geyiğin boynuzunun arasında parlayan bir taş vardı. Şişe o kadar güzeldi ki hiçbir vasfı olmasa bile ömrüm boyunca saklayabilirdim.

“Asıl sorumuz buraya nasıl değil, neden geldiği olmalı?” diye sorgu Çağıl gözlerini üzerime dikerken. Sonra ise güneş gözlüklerini çıkartıp umursamaz bir şekilde masasına gitti. Bir şeyler not alıyormuş gibi duruyordu ama ne yaptığını asla anlayamıyordum. Kızlara geyikten bahsedersem ne yaptığımdan da bahsetmek zorundaydım. Onlara yalan söylemek istemezdim ama neler olup bittiğini öğrenene kadar sessiz kalmalıydım. Işıl elimdeki şişeyi incelerken yanımızdan bir kişi daha ayrıldı.

Pırıl gözlerini üzerime dikip “Banyoya girecek var mı?” diye sorduğunda kafamı iki yana salladım. Ağzının içinde iyi olur gibi bir şeyler mırıldanıp hızla banyoya girdi. Bazı şeyleri artık anlamayı bırakmıştım.

Işıl yine aşırdığı çeşit çeşit çikolatayla yatağına oturmuş bana bir şeyler anlatıyordu. Burada bir kara orman rivayeti vardı. Ormanı kimsenin karanlık gördüğü yoktu. Umarım benim gördüğüm gibi değildir diye düşünürken, orada tehlikeli canlıların yaşadığını da söyledi. Bazı türler insanlar onlara bulaşmadan bulaşmasa bile bazıları çok oyuncu olabilirmiş. Dikkatli olmam lazımmış. Buraya gelen Yaşamayanlar’ın karanlık ruhundan beslenerek oluşan bu yaratıklar genelde onlara itaat edermiş. Ama kara büyü o kadar çoğalmış ki itaatsizliğin sınırını aşmış. Hatta bazı yaratıkların evrim geçirdiği bile söyleniyormuş.

Biraz bugünden konuştuktan, biraz da yemekhanede bana sataşan kızın dedikodusunu yaptıktan sonra uyumaya karar verdik. Mum ışıkları eşliğinde bir akşam geçirmeye alışmıştım. Oldukça asortik ve de romantik bir hava katıyordu. Mumun yere düşmesinden tedirgin olmuştum ama büyüyle sabitlendiğini öğrenince içimde hiç kuşku kalmadı.

Işıl akşamki kavganın sabaha herkes tarafından duyulup namıma nam katacağımdan bahsederek, bacağının arasına aldığı yastığıyla uyuyakaldı. Sonunda Çağıl da uyuduğunda Pırıl’la göz göze geldik. Koskoca odanın dört bir kenarında olan yataklarımız onunla çaprazlama karşılıklıydı ve baktığım an direkt onu görüyordum. Şu an olduğu gibi. Gözlerini dikmiş bana bakıyordu.

“Bir şey mi söylemek istiyorsun?” diye sordum.

“Aslında birden çok şey söylemek istiyorum. Yarısı beyaza dönmüş saçlarının sırrını öğrenmek, hangi grupta olduğunu öğrenmek, o adamın seninle ne işi olduğunu öğrenmek istiyorum?”

“Gerçek şu ki buraya gelmeden önce çok hastaydım. Kanserdim. Hâlâ unutmadıysan bu hastalığı, tedavi süreci oldukça uzun ve ilerlediği takdirde ölümcül bir hastalık. Kullandığın ilaçlar sırasında tüylerin dökülüyor. Yani bir süre sonra saçlarım, kaşlarım, kirpiklerim bile döküldü. Sürekli yorgun, halsiz ve mutsuzdum. Ailem benimle ilgilenmeye çalışıyordu elinden geldiğince ama işte, kimse kimsenin acısını alamıyor. O şekilde yatağımda yatıp ölümü beklerken gözlerimi burada açtım. Bunun benim için çok karmaşık bir şey olduğunu anlayabilirsiniz. Artık acılarım ağrılarım yoktu ve saçlarımı bir camın yansımasından fark ettim. Artık saçlarımın olması bana neler hissettirdi bilemezsin. Önceden de kıvırcık belime kadar varlardı. Banyodan sonra dökülürse diye tarayamadım bile saçlarımı. O yüzden bir tarafının beyaz çıkması benim için bir şey ifade etmiyor. Hem baksana gittikçe uzuyor, belki bir aya kalmaz belime gelir. Sahiden çok çabuk uzuyor.” diye uzun uzun anlatmaya başladım.

Bu sırada uyuduğunu sandığım Işıl’ın gözünden bir damla yaş düştü. Yüzü tam mum ışığına denk geldiği için seçebildim. Çağıl ise gözleri kapalı kaşlarını çatmış dinliyordu. “Hangi grupta olduğumu bilmiyorum ama sanırım sizinle aynı grupta olmayı tercih ederdim. Şu kısacık günde o kadar alıştım ki Çağıl’ın kaşlarını çatarak etrafta gezmesine, senin kollarını kavuşturarak attığın bakışlarına, Işıl’ın cıvıldayan sesine, üçünüze de çok alıştım. Hasta yatağımda aslında o kadar yalnızdım ki bana ilaç gibi geldiniz. Farklı bir grup olunca yatakhaneler de ayrılır mı?” diye sordum sonlara doğru bozulan sesimle.

Şu an tek muhatabım Pırıl olduğu için o cevap verdi. “Aslında ayrılıyor herkesin yatakhanesi farklı kanatlarda. Ama senin için durum aynı olmayabilir, değişecek olsa seni giriş kattaki odalara verirlerdi, direkt bizim yanımıza değil. Sahi seni kim getirdi buraya?”

“İçim bir tık rahatladı gibi. O adama gelince, adamın kim olduğunu bilmiyorum. Daha önce görmedim. Sadece kokusu çok hoşuma gittiği için, kokunun kimden geldiğini bulmaya çalışmıştım.” dedim diğer soruyu görmezden gelerek.

“Seni kim getirdi buraya?” diye sorusunu yineledi. Anlaşılan öğrenene kadar durmayacaktı. “Bilmiyorum. Parlak gözlü bir kadındı.” dedim çok detay vermeden. “Sağ ol çok açıklayıcı oldu.” dedi alay eder ses tonuyla.

“Anın etkisiyle bu kadar hatırlayabiliyorum. Her gün ölüp dirildikten sonra evren değiştirmiyorum.”

“Tamam. İyi geceler, uyuyalım artık. Bir daha banyoya girmeden önce haber et.” dedi uykulu ses tonuyla. Sonuncuyu saçmalamış olabilir miydi? Bilmiyordum, daha fazla düşünemeden gözlerimi kapattım.

Uyku perimin muhteşem sesine gözlerimi açtığımda, yanımdan vızz diye uçtu gitti. Dan dan öten telefon alarmlarından bin kat daha iyiydi. Telefon demişken eksikliğini hiç hissetmemem şaka gibiydi. Ama burada telefondan daha önemli şeyler olduğu da bir gerçekti.

Kızlar daha yatakta oyalanırken ben kalkıp banyoya gittim. Yüzümü yıkamak için ellerime su aldığım sırada bileğimde olan dövmeyi görünce çığlık attım. Pırıl sanıyorum ki uçarak yanıma gelmişti. Gözleriyle hızlıca etrafı taradı ve en sonunda bana baktı. “Ne bağırıyorsun?” diye sorduğunda ona bileğimi uzattım. Işıl ve Çağıl da yanıma gelmiş bileğimi inceliyorlardı. Atılan garip bakışlar beni bir tık korkuttu. Çünkü bileğinde sanılanın aksine satranç taşlarından herhangi biri yoktu.

Bileğimde tırtıl dövmesi vardı.

Tırtıl dövmesi.

Bileğimde tırtıl dövmesi vardı.

“Bu da ne demek? Yani ben kurtlu muyum? Çürük mü çıktım? Buraya layık değil miyim? Hani bölüm simgem? Yok? Bakıyım yok? Onun yerine bir tırtıl var.” dediğimde üçünün de elimi tutan bileklerine bakışlarım kaydı. Sanıyordum ki çürüklüğümü onlara da bulaştırmıştım. Aynı tırtıl dövmesinden üçüzlerin kolunda da olduğunu anlayan Işıl çığlık atarak hepimize birden sarılmaya çalıştı.

“İnanamıyorum aaa inanamıyorum. Hep bundanım olsun istemişimdir. Benim de artık dostluk mührüm var.”

“Ne ne ne? Dur bir dakika ben kurtlu değil miyim? Mühür de ne demek?” diye sordum endişeyle.

“Ne kurtlusu şaşkın. Biz artık birbirimize dostluk mührüyle bağlandık demek. Şey gibi de düşünebilirsin, ee kan kardeşi. Evet kan kardeşi diyebiliriz. Mühür için kısacık sürede gerekli tüm şartları getirdiğimize inanamıyorum. Ayrıca artık korkmana gerek kalmadı. Başka bir grupta olsan bile mührümüz sayesinde yine beraber kalabiliriz.” diye şakıdı neşeyle. Çağıl göz devirerek “Aman ne hoş. Dikilip durduk burada ben içeri geçiyorum ve bu mührü de hemen kapatacağım.” dediğinde Pırıl ona sırıtarak bakarak arkasından gitti.

“Ee daha detaylı bilgi alabilir miyim lütfen?”

“Ay sen rica edersin de ben söylemez miyim? Aramızda yoğun bir arkadaşlık bağı oluştu. Sahte değil gerçek bir arkadaşlık, dostluk bağı. Bu evren de bunu kanıtlamak için karşılığında bizi mühürledi. Artık ölümüne kankayız yani.”

“Çağıl bana öldürücü bakışlar atarken onu mühürlemeyi nasıl başardım bilmiyorum?”

“Dün seni o kızdan koruduğunda öylece korumadı. O elin bundan sonra senin için kalkmaması gereken özel bir büyü yaptı ve gerçekten endişelendi. Kalp atışları sahte olmayan tek şeydir. Sanırım o, orada bir yakınlaştı mühre. Ben ise en başından beri yanındayım ve dün senin için canım yanarak gerçek bir göz yaşı döktüğümde bağlamış olabilirim. Pırıl ise geçen gece seni koruduğunda-”

“Bir dakika Pırıl geçen gece seni korudu da ne demek?”

“Bu biraz karışık bir hikâye bana güven sonra anlatacağım. Hem artık dövmelerimiz var güvenmek zorundasın.” diyerek sırıttı.

“En başından beri güven duygum vardı zaten.” deyip homurdandım.

Çağıl benimle göz göze gelmemek için her şeyi yapıyordu. Onu biraz rahat bırakmaya karar verdim. Bugün forma giymemize gerek yoktu. O yüzden uzun eteklerimden birini seçip üzerine kayık kaya, ince ve uzun kollu bir badi giydim. Zinciri oldukça uzun kolyemi takarak kombinimi tamamladım. Uzun ve uçuş uçuş olan her şeye bayılıyordum.

Uzun patika yolu yürürken, yolda olan herkes bana bakıyordu. Ama bu sefer bakışlarında gurur ve sevinç vardı. Aynı şekilde yemekhanede de bu bakışlara maruz kalmıştım. Bana ayrı gülücük saçmaya başladılar. Bu kızdan neden bu kadar nefret ediyorlardı? Asıl soru kız benden neden nefret ediyordu?

Oldukça geniş akademiye girmeden önce, siyah dağınık saçlı ve mavi gözlü biri geçti önümüzden. Saçlarının ahengi çok hoştu. Ama sağından solundan ve arkasından yürüyen üç adet simsiyah köpek o kadar hoş değildi. Çünkü köpeklerinin gözleri de sapsarı parlıyordu. Oldukça korkunç ve kocamandılar. Giydiği siyah kumaş pantolon ve beyaz gömleğin üzerine pantolon askısı takmıştı. Bu onda asla garip durmuyordu. Kollarını kıvırdığı gömleğin açık bıraktığı yerlerden dövmeler fışkırıyordu. Herkes o geçsin diye yolu açıp, birkaçı hülyalı bakışlar atmıştı.

“Evet. Sıradaki sorum için hazır mısın?”

Işıl kahkaha atarak “Her zaman bebeğim. O Profesör Pertev. Ama kendine adıyla seslenmemize izin vermiyor. O yüzden ona Bay P. Diyoruz. Kendi aramızda ise P.P. yani Pepe.”

“E bu daha komik.” dedim kaşlarım hayretle yukarıya doğru kalkarken.

“Ama o bunu bilmiyor.” dedi Işıl omuzlarını indirip kaldırarak.

“Ne kadar uzun zaman oldu bilmiyorum ama televizyonda bir çocuk çizgi filmi vardı. Askılı pantolon giyen bir çocuk karakter. Onun adı da öyleydi ve saçları da siyahtı.” dediğimde Işıl o kadar çok gülmüştü ki etraftakiler dönüp bize bakmıştı.

“Ya şaka yapıyorsun, bunu kızlara anlatmam lazım.” Karnını tutarak gülmeye devam edince koluna girdim. “Sanırım gözümün önünde bütün karizması tuz buz oldu. Ayrıca köpekleri çok korkunç.”

“Ben alıştığım için bana öyle gelmiyor. Ama Pepe’yi koruyorlar. Çünkü o yaratık mitolojisi dersi veriyor. Onlarla fazla ilgili. Bu yüzden ekstra korunmaya ihtiyacı var. Bilirsin işte arı kovanına çomak sokmakla aynı şey.”

Sohbet ederek geldiğimiz dersliğin önünden geçtik. Bu derslik tek kişilik ahşap masa ve sandalyelerden oluşuyordu ve aralarındaki boşluğa bakacak olursa kimse dersi kaynatamazdı. Gerçi üç canavar köpeğe bakıp kimse buna cesaret etmezdi. Odanın duvarından birdenbire ortaya çıkan Profesör Pertev’e bakakaldım. Işıl yan masadan bana doğru bir kâğıt attı. El yazısı kargacık burgacık olsa da okumayı başardım.

Şeyi söylemeyi unuttum. Maddelerin içinden geçebildiğini.

Daha dün başka şeylere şaşırmam herhalde diyordum ama bugün duvardan geçen bir adama şahit oluyordum. Profesör Pertev’in arkasında duran sarı gözlü köpekleri incelerken bir ses duydum.

Ne bakıyor bu?

Kim bakıyor?

Şu beyazlı tuhaf saçlı kız?


Loading...
0%