@1scintilla
|
Önce iksirli suyun içine komple girdim, sonra saçıma bulduğum tüm şampuanları dökerek yaklaşık dört kere yıkadıktan sonra artık ele yapışmamaya başlamıştı. Beşinci şampuanı döktükten sonra yavaşça tarayıp dolaşan kısımları açıp aralarda kalan o sümüksü dokulara ulaşmaya çalıştım. Bunu yaparken kusmamak için zor duruyordum. Kendimden iğrenmeme ramak kalmıştı. Saçlarım yeniden dökülecek diye ödüm kopuyordu. Bu yüzden taramaya kıyamazken bu dolaşık düğümleri açmaya çalışıyordum bir de. En sonunda temizlendiğime ikna olup en baştan durulanmak için ayağa kalkacağım sırada hareket eden bir şey hissettim. Profesör Layal’in dediği zihnimi açıp genişletme olayı aklıma gelince tüm algılarımı tekrar tekrar açtım. Sonra hiçbir şey yokmuş gibi davranıp küvette oyalanmaya devam ettim. En azından köpükler vardı ve görünmezdim. Tabii benim kuruntum da olabilirdi ama o hareketliliği yeniden hissedince banyoda artık yalnız olmadığımı anladım. Tam kızlara bağırmak üzereyken boynumda bir ıslaklık hissettim. Tıpkı geçen seferki gibiydi. “Ahhh!” diye inlediğimde bir şeyin boynumu deldiğini hissettim. Canım yanıyordu, hatta kanım kaynayıp kavruluyordu ama bu çok kısa sürdü. Çünkü saniyeler sonra bu durumdan hoşlanmaya başladım. Hiç bitmesin istiyordum. Boynumu geriye doğru itip biraz daha alan açtığımda neredeyse aldığım hazdan ona dokunmak üzereydim. Bu da neyin nesiydi böyle? Kendine gel Yargı! Kendini bırakma! İradene sahip çık. Her şey saniyeler içerisinde olup biterken bilincim kapanmak üzereydi ama ben bu şey neyse ona daha çok alan açmanın derdine düşmüştüm. Banyonun kapısı büyük bir hızla açıldığında, mum ışığında birinin iri gölgesi banyoya düştü. Sonra odada bir ışık huzmesi patladı. Sonrasında ise uyku ve uyanıklık arasında bir evrede küvete yığıldım. “Çabuk olun. Durun ben giydiririm. Tabii ki bakmıyorum havluyu üzerine atacağım.” “Bu iki oluyor. Rastgele olan bir şey değil. Artık onu uyarmalıyız.” “Onu nereden görüp dadandı bilmiyorum.” “Ve daha korkuncu bundan gerçekten zevk alıyor gibi görünüyordu?” “Onların büyüsü bu şekilde. Kimse görmediği bir varlıktan zevk almaz!” “Tamam işte havluyu giydi sayılır. Yardım edin yatağa taşıyalım.” “Altın boynuz iksiri odada olunca fayda eder sanmıştım. Üzerinde mi taşısaydı acaba?” “Profesör Ahter’e bilgi vermeliyiz.” “Tamam ben gidip çağırayım.” Duyduğum sesler kısa bir sessizliğe uğradı. Gözlerimi açamıyordum. Bedenim halsizdi. Neler olmuştu? Bir varlıktan bahsettiler, en son banyoda ben de bundan şüphelenmiştim! Sonrası karmakarıştı. Kısa süre sonra kapı yeniden açılıp kapandı. Tam alnımın ortasına sıcacık bir el bastırdı. Bir şeyler söyledi ama anlamadım. Dahası hiçbir faydası olmuyordu. Ama annemin eli gibi hissettim. Şefkatli bir el. Onları o kadar çok özledim ki kapalı gözlerimden birkaç damla yaş düştü. Zihnime annemle olan anılarım dolmaya başladı. Küçükken elimi tutup parka götürdüğü zamanı hatırladım, bahçede piknik yaptığımız zamanı, beni köpeklerden kurtardığı zamanı hatırladım. Hastalandığımda sabaha kadar başımda beklediğini ve az önceki elin sıcaklığını hatırladım. “Ağlıyor mu?” diye mırıldandı endişeli bir ses. “Duygusal bir çöküntü içerisinde olabilir. İlk geldiğimizde hepimiz yaşadık. Muhtemelen bir olay anılarını tetikledi.” “Yine de bu göz yaşlarını hiç sevmedim.” Bir el tekrardan alnıma kapandı. “Tam tahmin ettiğim gibi. “ diye mırıldandı büyülü ses. Sanırım Profesör Ahter Feniks buradaydı ve az önceki konuşan da oydu. “Şifa veremiyor musunuz Profesör?” “Onun farklı bir gücü var kızlar. Henüz tam açığa çıkmadığı için kendine de yardımcı olamıyor. Ama benim şifamı da kabullenmiyor. Kanal meyvesi özü getirdim. Bu ona kan yapar ve güçlendirir. Umarım ki onunla arasında bir bağ oluşmamıştır. Şimdilik kendine gelmesini beklemekten başka bir şey yapamayız.” Birinin dudaklarımı aralayıp ağzımı açmaya çalıştığını hissettim. Ona elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım ama ne kadar faydası oldu bilemem. Ağzımın içine inanılmaz tatlı şurup gibi bir şey damlattılar. Çok fazla şekerliydi. “Yutmaya çalış lütfen. Bu sana iyi gelecek.” dedi büyülü sesin sahibi. Yutkundum ve bu işlemi altı kez daha gerçekleştirmek zorunda kaldım. Sonunda bilincim de tamamen kapanmıştı. Kirpiklerim birbirinden usulca ayrıldığında şafak yeni doğuyordu. Dün gece olanlar yavaş yavaş zihnime dolmaya başladı. Film gecesine gittik. O cadaloz bana bir çeşit büyü yapmıştı ve her yerim yapış yapış oldu. Sonra o adam gelip pelerinini bana verdi. Kendimi yıkanmak için derhal banyoya attım ve olanlar oldu. Banyoda bana bir şey saldırdı. Ama tam olarak bir saldırma mı hatırlamıyordum. Etrafıma baktığımda hiç beklemediğim bir kişinin yatağımın ucundaki sandalyede oturduğunu gördüm. Çağıl. Siyah eşofmanlarıyla kollarını birbirine kavuşturmuş uyuyordu. Hafif kıpırdanır gibi olunca gözlerimi geri yumdum. Uyuyor numarası yapıp onu yakaladığımı bilmesin istedim. “Numarayı kes. Gözlerim seninkinden beş kat daha iyi görüyor. Buraya da büyüyle yapıştırıldım ayrıca. Aa bakıyım süresi de dolmuş büyünün. Gidip yatağımda uyuyacağım. Sen de kendini iyi hissetmiyorsan yat dinlen. Yani Profesör Ahter öyle dedi, ben demiyorum. Akademiye gitmene bile gerek yokmuş hatta. O söyledi.” diye ardı ardına konuşup bana cevap hakkı bile tanımadan yatağına girdi. Sandalyeye büyülenmediğini biliyordum. “Çok tatlısın.” dediğimde bana öyle bir baktı ki sırıttım. “Hakaret kabul ediyorum yeni kız.” deyip olanca nefretiyle konuşmaya çalışıp arkasını döndü. Bir süre denedim ama tekrar uyuyamadım. Gözlerim yana düşen kolyeme kaydı. Bu kolyenin amacı neydi? Kolyeyi elime alıp parmaklarımla okşadığımda banyoda neler oldu diye düşündüm. Sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Başım arkaya doğru gerilirken zihnime bazı görüntüler geldi. Gözlerimin önüne saydam bir tabaka indi. Ormandaydım ve yardım et diyen sesi takip ediyordum. Sonra altın boynuzu gördüm ve onun yanına oturdum. Kendimi dışarıdan bir göz gibi izlemek çok garipti. Ne yaşanıyordu şu an burada? Bunları zaten bizzat ben yaşamıştım biliyordum. Ama bilmediğim şey büyük bir ağacın arkasından saklanıp beni izleyen birinin olduğuydu. Geyiğe zarar verenin o olduğunu düşündüm bir an ama emin değildim. Beni izleyen kişinin vücudunun yarısı görülüyordu. Beni gördükten sonra havayı yoğun bir şekilde ciğerlerine çekmiş ve gözlerini sanki dünyanın en güzel şeyini kokluyor gibi yummuştu. Sonra görüntü birden değişti ve buraya geldiğim ilk günlerde çekinerek banyoya girişim canlandı. Mum ışığında etrafı izliyordum. Yuvarlak büyük camın gerçek olmayan ama bir o kadar öyle duran manzarasına vurulmuştum. Sonra gözlerim lavabodaki yılan gibi musluğa kaydı. Sonunda küvetin içine girip suyun içinde gevşerken hissettiğim ürpertiyi hatırladım. Cam açıldı sanmıştım ama baktığımda kapalıydı. Aslında değildi çünkü ormanda gördüğüm o adam sinsi ve sessiz adımlarla içeri gelmişti. O kadar sessizdi ki onu duyamıyordum. Yavaşça yaklaşıp beni koklamaya başlarken gözlerini kapattı. Sonra dili boynumda gezindi ve Tanrım! Bu gerçekten ütopik bir şeydi. Burada bile olması imkân dahilinde değildi. Adam boynuma gömüldüğünde suda biraz çırpındım ama ilk acı geçtiğinde resmen sevişen bir çift gibi görünüyorduk. Aldığım zevki hatırladım. Adam kanımı emiyordu. O bir vampirdi. Vampirler gerçekti. O kanımı emerken ben zevkten dört köşe olmuştum. Sonra Pırıl hızla kapıyı açtı ve ellerini onun üzerine doğru tuttu. Eğer bir film izliyor olsaydım sarımsak bile tuttuğunu söylerdim ama o büyü yapıyordu. Pırıl’ın beni kurtarıp mührü güçlendirdiği an buydu. Sonra üzerime havlu atıp beni hiç zorlanmadan oradan çıkardı. Hatırladım. Bana banyoya girmeden haber ver demişti. Neden olduğunu şimdi anladım. Belki korumak için bir şeyler yapacaktı. Zaman sanki büyük bir çemberin içinde hızla sarılıp akıyor gibi hissettim ve bu geceye geldik. Pislik içinde banyoya girip kendimi deliler gibi keseliyordum. Tam ayağa kalkacağım zaman bir gölge hissettim. Yine arkama geldi elleri bana dokunmaya kıyamıyor gibiydi. Önce boynumu yaladı ve sonra beni içeceği son şeymişim gibi emmeye başladı. Bunu yaparken boynumu ve omzumu tutuyordu. Önce canımın acısından inlemeye başladım. Ama sonra aldığım haz apaçık gözüküyordu. Bu görüntünün başka açıklaması yoktu. Sonra dişini geçirdiği yerin üzerini öptü. Pırıl odaya büyük bir ışık huzmesiyle girene kadar beni kokluyordu. Kafasını kaldırıp Pırıl’a baktığında o an ilk defa yüzünü gördüm. Yüzü şu ana kadar gördüğüm en pürüzsüz yüzdü. Sivrilen dişleri yavaşça kayboldu ve dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi. Pırıl’a arsız bir gülüş göndererek girdiği camdan aşağı atladı. Görüşüm kaybolup saydam tabaka gözlerimden kalktığında titreyerek kolyeyi bıraktım. Bu kolye bana yaşadığım ânı mı göstermişti? Dur! Daha büyük bir sorunumuz vardı. Bir vampir tarafından emilmiştim! Ve buna dışarıdan görür gibi tüm netliğiyle anbean izledim. Tanrım aklıma mukayyet olamıyordum. Odamıza kadar bir vampir giriyor ve damarlarımı boşaltıyordu. Pırıl hariç kimsenin ruhu duymuyordu. Onun da nasıl duyduğunu henüz bilmiyordum. Karanlık türlerden Profesör Pepe bahsetmişti ama vampirlerin gerçekliği aklıma hiç gelmemişti. Son olarak Pırıl’a attığı gülüş canlandı zihnimde. Ne yaparsan yap yine geleceğim der gibiydi bu gülüş. Bir vampir beni emseydi ne olurdu? Şu ana kadar nasıl ölmemiştim? Yeniden ölebilir miydim? Zihnimde biriken soruları Işıl uyanana kadar alamayacaktım. Vampirin yüzü çok güzeldi ama ürpertici kırmızı gözleri vardı. Gözlerimi kapatıp bir vampirimiz eksikti gerçekten diye düşündüm. Ama bu düşüncem gözlerimi kapar kapamaz yok oldu ve her gece devamlı gördüğüm o rüyayı gördüm. İlk geldiğim gün arabanın içinde gördüğüm ve görür görmez elektrik çarpması yaşadığım siyah opal taşına benzeyen o gözleri. Bu sefer gözlerin yanında bir de koku belirdi zihnimde. Bende canlılık ve ferahlık uyandıran portakal çiçeği kokusu. |
0% |