Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 5. Verici ve Volkoslak Bağı

O gün büsbütün güzeldi. Hiç yaşamamış şeyler gibi güzeldi. Hayatın eşiğinde, düşüncenin eşiğinde son bir defa gördüğümüz şeyler gibi güzeldi.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Buraya ruhunun karanlık özleriyle gelenlerin, bir vampir gibi farklı bir varlığa dönüştüğünü bilmiyordum. Dahası vampirlerin bir insana bağlanabildiğini ve aralarında efendi köle ilişkisi olabileceğini duyduğumda, neredeyse şok geçirdim. Varlıklarının detaylarını konuşan bir köprüden öğrendiğim yetmiyormuş gibi, sanırım bir de bir vampir beni dişledi diye efendisi olmuştum.

Gözlerimi açtığımda güneş tepedeydi. Öğlene kadar uyumuştum. Odayı bakışlarımla taradığımda kimseyi göremedim. Baş ucumda küçük bir şişe sıvı ve bir not vardı.

Günaydın balım. Kanal meyvesi özünü iç lütfen daha iyi hissetmeni sağlayacak. Biz derse gidiyoruz. Maalesef atlatamadık. Ama sen izinlisin ve izinli olmanın keşfini çıkar.

Işıl

Minik iksir şişesini tepeme dikip biraz bekledim. Aşırı şekerliydi ve bu hoşuma gitmemişti. Işıl notta keyfini çıkar demek isteyip burayı keşfedebileceğimin mesajını vermişti.

Hazırlandıktan sonra önce yemekhaneye gitme kararı aldım. Uzun ve salaş bir pantolon ve üzerine bol örgü, belimin bir kısmını açıkta bırakacak v yaka bir kazak giydim. Bileğime turuncu bir saat taktım, turuncu rengi severdim. Canlı ne neşeli hissettiriyordu.

Merdivenleri aşıp körpünün üzerine bastığım an çığlık attı. “Kız sen neredesin? Başına gelenleri duydum. Çatladım meraktan. Sabahtan beri seni beliyorum.”

“Günaydın körpü. İnan neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Mesela dün vampirlerin gerçekten var olduğunu öğrendim.”

“Oy benim ballı lokma tatlım ya, gerçekler tabii. Daha nelerin gerçek olduğunu bilsen aklın şaşar. Dikkatli ol.”

“Sana sorsam bana onlar hakkında bilgi verir misin?”

“Lafı dolandırmadan, ima yapmadan, ağzımı aramadan çat diye sorduğun için veririm tabii kız.”

“Bundan sonra çat diye buradayım öyleyse. Dinliyorum.”

O sırada köprünün tam üzerinde duran ve tablo sandığım kocaman bir kitap canlandı ve hızla sayfaları çevrildi. Sayfalarından çıkan rüzgâr saçlarımı uçuştururken, beni yerimden oynatacak kadar sertti.

Sayfa sonunda asıl açılmak istenen yere gelince durdu. Üzerinde sivri dişleri olan bir figür vardı. Gözlerim daha aşağılara indiğinde ise bir çizim dikkatimi çekti. Sivri dişli bir vampir bir kadının arkasına geçmiş ve onun güzel boynuna dişlerini geçirmek üzereydi. Bir eli kadının eliyle beraber belini sararken, diğer eli kadın için kırmızı bir gül tutuyordu. Gülden önce yapraklar dökülüyor gibi duruyor ama biraz aşağı inince onların kan damlası olduğu anlaşılıyordu. Kadının elinde bir hançer vardı ama havada kalmış sanki bir türlü saplayamıyor gibiydi.

Kitabın üzerindeki isim dikkatimi çekti.

VOLKOSLAK (Vampir)

İçimizdeki vahşi ruhlardan dolayı ortaya çıkmış bir türdür. İnkâr etsek de içimizde kan ve vahşeti seven bir yerimiz mutlaka vardır.

Bazı türleri oldukça zararsız olan Volkoslakların bazı türleri oldukça tehlikelidir.

Volkoslaklar kana karşı sabırlı davranabilir ama bu oldukça azınlık bir durum için geçerlidir.

Çok sevdiği bir kokunun peşinde dolanabilir ve onu almak için çeşitli planlar uygulayabilirler.

Volkoslaklar, vericilerini öldürmezler. Yeteri kadar doyduktan sonra dişleriyle açtığı izi yalayarak kapatırlar. Dillerinde özel bir salgı nedeniyle açtığı yara hemen kapanır.

Nadiren verici ve VOLKOSLAK arasında bir bağ oluşabilir. Bu bağ sizin kanınızla olur. Aranızda bir bağ olursa artık acı çekmezsiniz. Ama bir volkoslak bağlandıktan sonra başka birinin kanını aynı tatta içemez. O kan onu tatmin etmez. Bağlandığı kişinin kokusunu bile sürekli solumak isteyecektir.

Volkoslaklar insan üstü bir güzelliğe sahiptir. Size kendilerini hayran bırakabilirler. Aynı zamanda çok oyuncudurlar.

Volkoslak vericisine bağlandığında, bağın boyutuna bağlı olarak duygu durum değişmesi yaşar. Aralarındaki iletişim gittikçe ilginç bir hal alabilir.

En derin volkoslak-verici bağı köle efendi ilişkisidir.

Volkoslak ve verici arasında bulunan çekimin boyutları, vericinin kanını içtiği bölgeye göre değişiklik gösterir.

Daha birçok bilgi yazıyordu. Aklım karışmıştı. Bu bağ olayı neydi böyle.

“Körpü nasıl bir bağdan bahsediyor?” diye sordum endişeli bir şekilde.

“Bazıları arasında cinsel çekim bile bulunabildiği söyleniyor. Hatta bir keresinde bir kız bu yüzden sevgilisiyle ayrıldı. Vampirle sevgili değildi ama kanını içerken duyduğu zevki, asıl sevgilisi kabul edemedi. Ama korkma bu çok nadir yaşanan bir durum. Yüz yılda bir de vampirin, vericisinin kokusundan kopamadığı oluyor. Yani onun kanını emmeden bile sadece onu koklayarak sakinleşebiliyor. Bu bağ olayını kendileri seçmiyor ama.”

“Anladım. Yardımların için teşekkür ederim. İyi ki varsın körpü.” deyip ilerlemeye başladım. Duvardaki büyük kitap yaprakları eski haline dönerken köprüden inmek üzereydim.

“Hey sen iyi misin? Bu durum seni etkilemiş olmalı. Çok nadir olur endişelenme. Bu arada Kanal meyvesi özü iç sana iyi gelir.”

Bağ olayı. Cinsel çekim. Koku sevgisi. Güzel yüz. Sakinleşmek. Zevk.

Anahtar kelimeler bunlardı.

Yüz yılda bir yaşanan olayın benim başıma gelme olasılığı kaçtı? Ben mi yanlış anlamıştım? Ama dışarıdan görünen de sevişen bir çift gibiydi. Aldığım hazzı hatırladım. Daha vampir olayını hazmedemeden, bir de vampirle bağlandığımı hazmedemezdim. Neden benim başıma geliyordu?

Yemekhaneye girdiğimde havada tek bir kaşık görmedim. Yemek yoktu, kahvaltı yoktu. Geç kalmıştım. Tam arkamı dönmek üzereyken ayak ucuma bir kâğıt düştü. Üzerinde fil sembolü vardı. Fillerin olduğu grubun masasına mı bakmalıydım?

Boş yemekhanede arkamı dönüp masaya bakınca, gerçekten de ağzı kapaklı bir servis tabağı olduğunu gördüm. Bu beni gülümsetirken, bunu kimin yaptığını düşünmedim. Aç karnımı düşünüyordum çünkü resmen kurt gibi açtım. Servis tabağının kapağını kaldırdığımda patates kızartması ve kahvaltılıklarla göz göze geldim. Muhteşemdi. Ya hiç sevmediğim şey olsa ne olacaktı?

Tabağı afiyetle bir güzel yedikten sonra bahçeye çıktım. Yatakhanenin ilerisinde tam bizim camdan görünen boş toprağa baktım. Hazel’imin verdiği tohumları ekecektim.

Ondan bir hatıra getirmiş olmanın güzelliği tüm kalbime yayıldı. Ölüp gittiğimde bile beni boş vermeyip bunları düşünmüştü o güzel kalbiyle.

Kenarda bulduğum kalın bir ağaç parçasıyla toprağı kazmaya başladım. Dizlerimin üzerine çöktüğüm için krem renk pantolonum biraz toprak olmuştu. Önce cevizimi diktim. Acaba bunu yeme fırsatım olacak mıydı? Uzun bir ceviz ağacı olduğunda gölgesinde soluklanacak mıydım? İki tane ceviz vardı. Birini göz önünde olmayan, bana özel kalabilecek bir yere dikmek istiyordum. Elimdeki diğer fideleri de toprağı kazdıktan sonra diktim. Kenarda biriken topraklarla tekrardan özerini örttüm.

Şimdi sıra can suyunu dökmekteydi.

İçeri geri dönüp yemekhaneden su almak için arkamı döndüm. Döndüğümde ise geldiğim ilk gün gördüğüm, yemyeşil parktan bana sevinçle bakan kız çocuğunu gördüm. Hem de elinde taşımakta zorlandığı bir sürahi ile.

Hızlı adımlarla yanına doğru gittim.

“Güzelim yardım edeyim sana?” deyip sürahiyi aldım. Uçuşan saçlarını elimle kulağının arkasına ittim. Eklem yüzüklerim saçlarına takılınca gülümsemişti.

“Bunu benim için mi getirdin?” diye sorunca kafasını salladı.

“Neden konuşmuyorsun benimle? Adını öğrenebilir miyim? Benimle arkadaş olmak ister misin? Burada yalnızım.” dediğim an ben gülümsüyordum ama onun gözleri dolmuştu. Dizlerimin üzerine çöküp onunla konuştuğum için kollarını anında boynuma doladı. Bana şefkat veriyordu küçücük kalbiyle.

“Aslında küçük bir kız çocuğu değilsin değil mi? Sen ne zaman geldin buraya? Yoksa burada mı doğdun? Ailen burada mı? Benim de bir kardeşim vardı, ismi Hazel. Adı gibi çok güzel, onu çok özlüyorum.” dediğimde boynumdaki kollarını sıklaştırdı.

Bir elim kolyeme gittiğinde, diğer elimle saçlarını seviyordum. Belli ki ikimizin de buna ihtiyacı vardı.

“Güzelim? Yoksa sen konuşamıyor musun? İşaret dili de biliyorum eğer öyleyse, gizli dilimizle anlaşabiliriz.” dediğimde onun minik parmakları da kolyemde dolanmıştı ve bir anda başım geriye doğru giderek gözlerimin önüne beyaz saydam bir tabaka geldi. Karşımda minik kız çocuğu oturuyor ve arkası dönük bir oğlana bir şeyler söylüyordu. Kelimelerin içinden ‘onu çok özledim, artık anlatmak istiyorum’ dediğini seçtim. Görü geri gittiğinde kafam öne arkaya gidip gelmişti. Şaşkınlıktan gözleri açılınca onun da gördüğünü anladım. Sonra elimi tutup beni çekiştirerek bir yere götürmeye başladı.

Burası yatakhanelere giden binanın zıttı bir yerdi. Buzlarla dolu bir odaya girdiğimizde etrafımıza bakındım. Oda oldukça soğuktu. “Buraya girmek yasak! Özel bir büyü ile girebilirsin ve uzun süre kalamazsın çünkü sen de donmaya başlarsın.”

Küçük kız bunları dedikten sonra ellerini havaya kaldırıp bir şeyler söyledi.

Dominus aperto aqua. Ostende mihi profunda cordis nostri . Unde venimus a. İgnem in nobis.

(Açıl suyun sahibi. Göster bana kalbimizdeki derinlikleri. Geldiğimiz yeri. Ferahlat içimizdeki ateşi.)

Tam ortada merdiven basamağı gibi duran buzlar içe göçtü ve erimeye başladı. Küçük kız konuşurken gözleri masmavi parlamıştı. Buz eriyerek küçük bir göl gibi olduğunda sular hareketlendi ve bir süre sonra duruldu. Artık karşımda duran bir suyun görüntüsü değil, Hazel’in görüntüsüydü. Bu mümkün müydü? Küçük kız onu görünce elimi tuttu. Onu öyle özlemiştim ki kokusu burnuma gelir gibi olduğunda kafayı yiyorum sandım.

“Hazel.” diyen sessiz fısıltım ona asla ulaşmadı. Hazel’in gözlerinden yaşlar dökülürken “Ablam. Seni ne çok özledim bir bilsen. Buraya gizli geliyorum. Annem sürekli fenalaşıyor. İki çocuğum da yüreğime yara oldu, sen de hastalanma deyip beni odaya kilitledi. Psikolojisi tamamen yıpranmış durumda. Ama iyi olacak, iyi olacağız. Sen kalbimde bir kibrit çöpüymüşsün ya meğer. Gözlerini kapattığında tutuştu bütün kibritler de ateşler içinde kaldı ya kalbim. Bir gün bunun olacağını biliyordum. Ama o gün hiç gelsin istemedim. Yapamadım ablam. Herkesten gizli girdim yanına giydirdim seni. Artık o hastane önlüğünün altında vardı kıyafetlerin. Sen bana korku dolu gözlerle bakıp konuşurken karar vermiştim bunu yapmaya. Abla lütfen aç gözlerini, yanıma gel geri. Abla ne olur bırakma beni.”

Hazel hıçkırarak ağlamaya başladığında dizlerimin üzerine çökmemek için zor tuttum kendimi. Küçük kız artık sadece elimi tutmuyor bacaklarıma da sarılıyordu.

“Artık saçlarımı kesmiyorum abla. İstediğin gibi uzatıp gezeceğim. Bana bıraktığın mektupları okuyorum. Alınma ama eskiden tuttuğun günlüğünü de okumaya başladım. Heyecanlı bir kitap gibi. Ama bu kitabın sonu çok belirsiz. Ceviz koydum cebine yine gizlice. Gittiğin her yere ekersin bilirim. Seni çok özledim. Ateşim sürekli harlanıp tutuşuyor abla. Efe abi de her gün geldiğimde burada oluyor. Senden vazgeçmedi. Sessizce durup ben gelince gidiyor. Hastane bahçesinde beklediği yerde bekliyor sürekli. Senin diktiğin cevizin yanına bir çiçek dikmiş, seninle böyle manevi iletişime geçmek içinmiş. Diktiği çiçek kasımpatı abla. Çiçekler arasında ömrü en uzun olan çiçek oymuş araştırdım. Senin de ömrün uzun olsun lütfen, geri gel, yanıma gel, aç gözlerini.” deyip bu sefer bağırmaya başladı.

Göz yaşlarım hiç durmadan akarken küçük kızın saçlarına değiyordu.

“Hazel.” diye fısıldadım. “Keşke sana sarılabilsem. Keşke Efe’ye yazdığım mektubu da ona okutabilsen, artık mutlu ve güzel bir hayatı olsa acı çekmeden. Keşke annemi bir süre idare edebilsen. Keşke bu kadar dağılmak yerine yeniden birlik olsanız.”

“Hazel.” dedim yeniden fısıldayarak. “Annem de haklı, benden önce bir ablamız varmış, onu da doğduktan sonra kaybetmiş. Her acıya dayanılırmış da evladını kaybeden anne babanın acısına dayanılmazmış Hazel. Bir sen kaldın gözünün nuru. Bu süreci çabucak atlatıp hep bir arada olun. Sizi çok seviyorum Hazel. Benim yerime de sarıl onlara, öp onları, gözlerinden.”

Ayaklarım uyuşmaya başlamıştı. Küçük kız ellerimi çekip kapıya doğru yürüttü beni. Dediği gibi daha fazla burada duramazdık. Yoksa donarak artık o odaya ait bir buz parçası olacaktık.

Odadan çıktığımızda ayrı bir patika yolda yürümeye başladık. “Teşekkür ederim. Bu yaptığın iyiliği unutmayacağım. Beni duymasa da onu görmek kalbimi yumuşattı ama üzdü de. Onlardan haber almak iyi mi geldi kötü mü geldi anlamadım. İyi olsunlar istiyorum. Sonsuza kadar yas tutmalarını istemiyorum. Arkamdan ağlayan ne kadar kişi varsa hepsi iyi olsun.”

“Adım Feris.” dediğinde ona dönüp baktım. Benim gibi kıvırcık saçlara sahipti ve saçları son gördüğümden bu yana biraz uzamış gibi geldi. Gerçi burada saç da çabuk uzuyordu.

“Burada doğmadım. Küçük yaşta öldüğüm zaman buraya geldim. Ama bir bebek olduğum için burada doğmuş sayılırım. Burası hemen büyütmüyor maalesef. Bir çocuğun bedenine hapsolmuş durumda gibi hissediyorum kendimi. Büyüyünce nasıl görüneceğimi merak ediyordum. Bunun cevabını aldım sayılır. Kolyen çok özel sırrını çözdüğünü kimseye bahsetme. Hoş tek sır bu olmayabilir. Dışarıdan nasıl göründüğünü göremedim çünkü ben de seninle izledim. Ama dokunduğunda olduğuna eminim. O yüzden herkesin içinde dokunmaktan kaçın.” dediğinde sadece kafamı salladım.

“Ben de Yargı Yargıcı. Kadınlara yaşı sorulmadığı için yaşını sormayacağım.” dediğimde “Senden büyüğüm.” deyip homurdandı.

“Volkoslaklar hakkında ne biliyorsun?” diye sorduğumda aniden bana doğru dönmesiyle irkildim. “Daha yeni geldin ya, daha yeni geldin. Tanrı aşkına bir volkoslağı peşine nasıl takabilirsin? Yaşam Yargı Yargıcı!”

“Sadece soruyorum peşime takıldı demedim! Tam adımı söylememiştim!”

“Peki. Ben tam adını biliyorum. Sorduğun soruyu biraz daha özelleştirmeye ne dersin?”

“Kanını içerlerse ne olur?” deyip adımı boş verdim. Öğrenmiş olabilirdi. Sonuçta az önce Yaşayanlar’ın dünyasından bir görüntüye ulaşmıştık. Adımı bilmesi çok büyük bir olay değildi.

“Onun kan bankası olursun.”

“Ölür müyüm? Yeniden?”

“Ölmezsin. Hiçbir vericiydi öldürecek kadar içmezler. Doyum noktaları vardır. Ayrıca burada ölmek o kadar kolay değil. Ama sürünürsün.”

“Sağ ol içimi rahatlattım. Peki bu bağ olayı ne?” dediğim an gözlerime ciddi ciddi bakmaya başladı. Cevapları orada arıyor ama bulamıyor gibi görünüyordu.

“O kanını emdiğinde bir miktar acı çekersin. Ama arada bağlantı kurulursa acı müthiş bir zevke dönüşür. Dışarıdan onunla sevişiyor gibi görünürsün, hatta sevişirsin de. Seni tatmin edebilir. Ama bağ kurulursa başkasından içeceği kan ona aynı lezzeti vermez. Bu da hep senin kanını içeceği anlamına gelir. Farklı bağ yolları olduğu söyleniyor. Kimi kokusuna bağlanır, kimi kanına işte. Ama bu bağ olayı uzun yıllardır görülmedi. Ayrıca onlar çok güzeldir ve akıl oyunu yapabilir dikkat et.” dedi ve kolyeme baktı.

“Başka eşyalar da seni seçebilir. Dediğim gibi önce sen öğren ne olduklarını ve herkese söyleme. Üçüzler genelde kendi halinde takılan kızlardır. Bu zamana kadar bir yanlışlarını duymadım. Onların odasına gitmen isabet olmuş.”

“Hâlâ dövmem oluşmadı?” diye sordum cevap verecek birini bulup tüm cevapları emmenin açlığıyla. “Kişiden kişiye göre değişir. Kimi bir gün, kimi bir yıl sonra çıkar. Dikkatli olması gereken iki dövme grubu var. Vezir ve şah. Yeni geldin. Öylece bakın bu benim dövmem diye ortalıklarda gezinme. Bunu Profesörler dışında kimse anlamaz. Bu iki grubun görevi fazla olur o yüzden bazıları gizlemek isterler. Profesör Layal ile Ahter’i sever ve güvenirim. Aklına takılan şeyler olursa, kızlara soramayacağın, beni bulamadığın anlarda onları bul. Seni yönlendirir. Sen hangi grupta olmak isterdin?”

“Sanırım fil. O gruba daha yakınım. Sen hangi gruptansın?”

“Kale. Ben bir koruyucuyum. Şu volkoslak neye benziyordu. Belki seni korumamız gerekebilir.” dediğinde gülümsedim.

“Çok güzeldi.” deyip iç çektiğimde bana inanamazmış gibi baktı.

“Yandık ki ne yandık.”

“Kırmızı gözleri, siyah dağınık ve parlak saçları, düz bir burnu, güzel bir gülümseyişi, kırmızı dudak-”

“O dudakları seni içtiği için öyle yalnız. Of bu tanımlar hiç kişisel değil. Aklıma bin beş yüz tane yüz geldi. Neyse ben bulurum nasıl olsa. Unutma ondan sadece arada bir bağ olduğu için etkileniyorlar. Kimse onlara aşık değil!” dediğinde gülerek ona baktım. O ise kafasını kaldırıp bana kötü kötü bakıyordu.

“Ahh! Bu durumdan nefret ediyorum işte.”

Adımlarım beni istemsizce resim atölyesine getirdi. Feris bu sırada yanımdan ayrılıp iki dakika sonra geri gelmişti. Elinde iki küçük sandviç tutuyordu. Bilekliklerle dolu kolunun birini bana uzattı. Ona çok temkinli bakıyordum. “Ne var onun içinde?” diye sorduğumda aldığım cevap midemi bulandırdı.

“Deniz yosunlu pirinç lapası.”

“Teşekkür ederim aç değilim. Ayak nasır aromalı bir deniz yosunu yemeyi düşünmü- öğğğğgk” dediğim an küçük Feris kahkahalarla gülmeye başladı. O kadar çok eğleniyor görünüyordu ki istemsizce onu izlemeye başladım.

“Sadece şakaydı. Kandırılmaya bu kadar müsait olduğunu bilmiyordum. İçinde hindi füme, beyaz peynir ve biraz da yeşillik var. Ama kesinlikle yosun değil. Yemek seçeneklerimizin hiçbirinde yok korkma.” dediğinde ona göz devirdim.

“Ayrıca pirinç lapası nedir ya? Ekmeğin arasına o mu koyulur?” diye söylenerek sandviçimi açtım. Biraz kokladıktan sonra ve özellikle yeşilliklerine bakıp sandviçimi yedim.

“Seninle kavga eden, daha doğrusu sataşan kızı duydum. Onu fena baltalamışsın. Aferin.”

“Benimle olan derdini bilmiyorum. Ama hiçbir zorbalığa gelemem. Ona özel değildi.”

“Durmayacağına eminim. E baktığın zaman senden daha uzun yıllardır burada. Seni büyüyle alt edecektir.”

“İşte buna bir şey yapamam. Saç başa kız kavgasına bile girişirim. Ama hokus pokus dışında bir büyü bilmiyorum.”

Gülerek “Hokus pokus mu? İlk defa duydum o da ne?” dediğinde ona bilmiş bilmiş bakıp “Çok özel bir büyü herkes bilmez. Ama uslu bir çocuk olursan bir gün öğrenebilirsin.” dedim. Sadece o mu beni kandıracaktı.

“İyi o zaman ben de o cadoloza özel oluşturduğum koruma kalkanını kaldırayım da gör.”

“Koruma kalkanı mı? O ne demek?”

“Hokus pokus ne demek? Ne büyüsü?”

Gözlerini kısarak söylediği şeye gözlerimi kısarak tepki verdim.

“Neyse büyüklük ben de kalsın cüce. Söyleyeceğim. Hayali sihir yapma kelimesi. Yaşayanlar’ın dünyasında sihirbazlar tarafından kullanılır.”

“Ben senden büyüğüm. Ne hakla bana cüce dersin? Sihirbaz ne demek?”

“Önce ben cevabını alayım?”

“Tamam tamam. Kalkan bir koruma büyüsü. Sana vereceği büyük bir zarar olmayacak yani. Onun büyüleri senin ruhuna sızmadan önce önündeki engele takılıp düşecek ve büyü kırılacak. Sana bu büyüyü yaptım. Ama onun dışında kedi köpek gibi atışabilirsiniz. Eğlenceli olacaktır.”

“Teşekkür ederim ama bunu neden yaptın? Yani beni tanımıyorsun.” Ayrıca ona nasıl güvenecektim?

“Çünkü sana değer veriyorum. Sen benim için önemlisin. Şimdilik bunu bilsen yeter.”

“Yaşayanlar’ın dünyasında ilizyonistler olur. Yani göz yanılmasıyla sihir yapıyor gibi görünürler. Bu çocukları oldukça eğlendirir. Bu onların mesleği olduğu için onlara sihirbazlar denir.”

“Hmm ilginçmiş.” dedi kısaca. Bir tuvalin önüne geçtiğimde aklımda canlanan resmi çizmemem gerektiğini düşündüm. Aklımda canlanan tek resim arkası bana dönük siyah pelerinli, sarı saçlı çocuktu.

“İlhamın yoksa sana ilham olabilirim.” dedi küçük Feris. Ona kafa sallamak için arkamı döndüğümde geçen geldiğimde çizdiğim tablonun baş köşeye asıldığını gördüm. Altın boynuz tablom baş köşedeydi. En son Işıl götürüyordu buraya nasıl geldi anlamadım.

Feris baktığım yere dönüp “Sen mi çizdin? Beni o sinir bozucu boynuzdan daha güzel çizmeni istiyorum. Hemen!” dedi. Sanırım aralarında bir rekabet vardı. Bir şırıltı duyduğumda gözlerim yeniden Feris’i buldu ve güzelliği karşısında dondum kaldım.


Loading...
0%