Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@1scintilla

Tek gözü su gibi şeffaf, diğer gözü ışık gibi parlayan maviydi. Arkasında şeffaf mavi çizgileri olan, içinde resmen su gibi hareket eden kanatları vardı. İki yana açtığı ellerinde sudan bir top tutuyordu. Su topu tutuyordu. Buzdan odaya girdiğimizde yaptığı büyüyü şimdi daha iyi anlamıştım. Su onun büyüsüydü. Bu yüzden buzlu odayı kontrol altına alabilmişti.

Yüzüme sıçrayan su damlalarıyla kendime geldim. Feris beni kendime getirmeye çalışıyordu. “Tamam şirin çayım sonra hayran olursun. Şimdi beni çiz.” dediğinde gülümsedim. Muhteşem görünüyordu. Ne demişti öyle şirin çayım mı?

Önce yere koyduğum tuvale birkaç renk boya sıktım. Havadan sıktığım için biraz sıçramıştı. Ama burası bir resim atölyesiydi ve umursamamıştım. Evde de böyle çalışırdım, döke saça. Geniş bir fırçayla boyaları dağıttım, biraz birbirine karıştırdım. Su dolu bir arka plan elde ettim. Yavaş yavaş çizimime geçerken Feris hareket etmiyordu.

Kanatlarındaki o muhteşem renkleri yakalamak için çok uğraştım. Yerde tuvalin üzerine eğilmiş deli gibi resim yaparken o kokuyu duydum. Portakal çiçeği kokusu yakınlardan geldi. Kafamı kaldırıp baktığımda kimseyi göremedim. Tuvali alıp şövalenin önüne koydum. Artık daha özel çizgiler ve yüz hatları kalmıştı.

“Sen de aldın mı o kokuyu?” diye sordum Feris’e. “Ne kokusu?” dedi ciddiyetle.

“Portakal çiçeği kokusu?”

“Demek en sevdiğin koku o.”

“Bu da nereden çıktı? Sadece burada aldım. Sana da geldi mi diye soruyorum.”

“Gelmedi. Bazen birileri sevdiğimiz kokuyu tahmin eder ve bunu bize bir armağan olarak hatırlatır.” dedi gözlerini devirdiği için ciddi olup olmadığını anlamamıştım.

“Ellerini indirebilirsin.” dedim. Belinden üzerini çizdiğim için ellerini alamayacaktım.

“Ellerimi çizmeyeceksen neden saatlerdir tutturuyorsun?”

“Hoşuma gitti. Gerçekliğini sorguluyorum. Hatta artık ne istiyorsan onu yap kalanı hallederim.” dediğimde küçük adımlarla yanına yanaştı.

“Vayy oldukça havalıyım. Gözlerimin altında ve burnumun üzerindeki peri tozlarını çok güzel çizmişsin.”

“Sen bir peri misin?”

“Sayılır.”

“Büyük bir kelebek gibi kanatların var. Dokunabilir miyim?” dediğimde benimle cilveleşir gibi kanadını omuzuna sürttü.

“Hey! Sanki ıslak ve içinden geçiyor gibi.” deyip parmaklarımı geri çektim.

“Benim su perisi özelliklerim var. Suyla oldukça haşır neşirim. Ama bir peri kadar küçük değilim. Bu da özelliğimi biçimlendirip çoğaltıyor.”

“Çok güzel. Acaba benim nasıl özelliklerim olacak?” diye sorduğumda güldü.

“Kim bilir belki bazılarını çoktan öğrenmişsindir.”

Yemekhaneye gidene kadar birlikte vakit geçirdik Feris’le. Hiçbir sorumdan sıkılmadı. Bana çok iyi arkadaşlık etti. Ona sorduğum her soru kadar o da bana soru sordu. Beni tanımaya çalışıyordu. Hislerimi önemsiyordu. Yemekhanenin kapısından girerken birden üzerime bir şey atladı. O cadoloz kız olduğunu düşünüp kaşlarımı çattım. Ama Işıl’ın tatlı kokusunu aldığımda ben de ona sarıldım.

“Çok özledim. Neler yaptın bugün? Keşif turuna çıktın mı?” diye sordu.

“Sayılır.” diye cevapladım. Beyaz pantolon ve üzerinde beyaz gömlek vardı. Her zamanki gibi beyazlar içindeydi. Siyah saçlarının önündeki beyaz tutamlar ona çok yakışıyordu. Yemeklerimizi aldıktan sonra Feris kalelerin masasına geçerken, biz fillerin masasına oturduk. Çağıl beni şöyle bir süzdükten sonra yemeğine döndü. Sanırım gözleriyle hasar tespit tutanağı tutmaya çalışmış ve bir sorun bulamamıştı. Pırıl ise bana bakıp gülümsemekle yetinip yemeğine devam etti.

Hâlâ bana dönüp bakan kişiler vardı ve maalesef fısır fısır konuşuyorlardı. Hiç edep adap bilmiyorlardı gerçekten.

Körpünün üzerinden geçerken tüm neşesiyle herkesi canlandırmıştı. Yatakhanenin koridorundan içeri girdiğimizde bizden önce odalarına giren herkesten sevinç çığlıkları yükseldi. Neden olduğuna bakmadık ve umursamadık aslında. Ta ki odaya girene kadar.

Hepimizin yatağının önünde havada asılı duran muhteşem elbiseler vardı. Sevinç çığlıklarının sebebi belli oluyordu. Kızlarınki asla standart rengini aşmamıştı. Çağıl’a siyah uzun, yırtmaçlı, tek omuzu kapalı ve belden işleme detaylı bir elbise göndermişti kostümcü. Işıl’ın elbisesi ekru renginde kabarık tülleri olan, kat kat inen ve omuzu açık bir elbiseydi. Kaçlı yıllar böyle giyiniyordu bilmiyorum ama Işıl’ın zevki olduğunu parlayan gözlerinden anlayabiliyordum. Pırıl’ınki ise onun gri ihtişamına uygun balık model pelerinli bir elbiseydi.

Benim dolabımın önünde duran elbise ise sanki arafta kalmış ruhumu yansıtıyordu. Ne tam siyahtı ne de tam beyaz. Tıpkı saçlarım gibi. Ne karanlık taraftaydım ne aydınlık ne yazdım ne kıştım. Dengedeydim, şimdilik. Elbisenin kumaşı şeffaf bir tabakanın üzerine tül geçirilmiş gibiydi. Aşağıdan yukarıya doğru çıkan işlemeler göğsünde bitiyor, balon kolları bileğe doğru uzanıyordu.

Kostümcü harika işler çıkarmıştı. Balodaki tüm kızlar böyle olacaktı demek diye düşünmekten kendimi alamadım.

Kızlarla yatana kadar konuştuk. Gece konuşmaları vazgeçilmezimiz olmaya başladı. Çağıl bile ara ara eşlik ediyordu. Onu delirtmek için mühürlüm diye hitap ediyordum. Gündemimizin büyük bir kısmı kanımı emen vampirden ibaretti. Onlar anlattıkça aklımda olan yeni soruları soruyor ve onlara da cevap alıyordum. Beni kurtarmanın ve vampirin geldiğini anlayan kişinin Pırıl olması ise özelliğinden dolayıydı. Pırıl metrelerce ötedeki kokuları bile alıyordu. Hassas bir burnu vardı ve kişileri de kokusundan hemen tanıyordu.

Güne uyandırma perimin minnoş sesiyle başladım. Utanmasa gelip yanağıma bir öpücük koyacaktı.

Yüzümü yıkamaya gittiğimde yılan başlı musluktan neredeyse irkilecektim. Sanki canlanıp çatallı dilini şahdamarıma saplayacak gibi duruyordu.

Bugün akademide ders görülmeyecekti. O yüzden eşofmanlarımızla birlikte kahvaltı yapmaya indik. Turnuva akşam üzeri başlayacaktı. Birinciyi çok güzel ödüller bekliyordu dediklerine göre.

Yemekhaneye girdiğimiz an heyecanlı fısıltılar hepimizi esir altına aldı. Sanıyorum ki bu turnuva oldukça önemliydi. Hem biri satranç taşı şekline girecekti ve ben de bunu görmek için sabırsızlanıyordum. Katılan herkesin yarışabilmesi mümkün değildi. Bu yüzden ön elemeden geçen isimler arasında kura çekilecekti.

Havadaki kaşıkların önünde gördüğüm kızarmış böreklerle neredeyse dudaklarımı yalayacaktım. Kızların çoğu elbiselerde daha fit durmak için kahvaltılık gevreklere yönelmişti. Biz de tabiri caizse hayvan gibi böreklerimizi hapur hupur yiyorduk. Birileri bu durumla çok eğleniyordu.

Elinde mısır gevreğiyle geçen ve geçen gün kavga ettiğim kıza da böreğimi ısırarak baktım. Sonra o da gözlerini gözlerime dikti. Bir süre sonra yeni aldığım börek diliminde çektikçe uzayan bir şey vardı. Çatalın ucuna baktığımda bunun bir saç kılı olduğunu anladım. Öğürerek çatalı geri bırakıp çekildiğimde bana sinsi sinsi gülüyordu.

“Bir çaresi bulunur elbet değil mi kızlar?” diye bir umutla dönüp onlara baktım. Çağıl gözlerini dikmiş onları izlerken bu sefer rotasını çevirmiş ve karşıdan gelen kişiye bakmıştı.

Kız tam onların önünden geçecekken ayağı takıldı ve elindeki süt dolu kaseyi kızın suratına döktü. Sonra Çağıl hiçbir ilgisi yokmuş gibi kahvaltısıyla ilgilendi.

“Bir tanecik mühürlüm benim. Sana bir öpücük borcum var unutturma.”

“Iyyy. Borcuna öpücüğü silerek başlayabilirsin. Ayrıca bir değil tam üç mühürlün var. İnanılır gibi değil. Yedi kocalı Hürmüz gibisin.”

“Aa gerçekten karşı cinsle de aramızda bir mühür oluşabilir mi? Oluşursa belirtileri ne olabilir?”

“Karşı cinsle mühür tabii ki oluşabilir. Bizimki gerçek dostluktan oluştu. O da gerçek aşktan oluşabilir. Henüz ona aşık olmamış olabilirsin ama bazı şeyler bilirsin ki önceden yazılıdır. İnanılmaz bir tutku doğar arada. Gözlerin onu arar, kalbin onu hissetmek ister. Bedenin ona dokunmak ister. Hem mühürlüler arasında bazı özel büyüler de oluyor. Bakalım bizimki ne olacak? Ayrıca o volkoslakla aranda bir mühür oluşamaz. Karşı cinsle aranda oluşacak olan aşk mührü sadece ve sadece aynı gruptaysan olabilir. Bunun olabilmesi için ikinizin de etkilenmesi gerekir.” dedi Işıl iç çekerek.

“Siz bunca zaman hiç böyle bir duygu yaşamadınız o zaman?” diye sorduğumda Pırıl “Her zaman ilk görüşte olmaz. Bazen ilgi duyarsın birine ama mühürlün değildir. Bir ilişki yaşamak için mühür olmak zorunda değil.” dedi.

“Erkek arkadaşlarınız yok anladığım kadarıyla?”

“Erkekler aptaldır.” Lafı Çağıl’dan gelmişti.

“Erkeklere olan güvenimiz bu kadar.” dedi Işıl ve kıkırdamaya başladı. Çağıl’ın gözlerinde gördüğüm kederdi. Ona öyle bir ifadeyle bakmış olacağım ki derin bir nefes aldı.

“Anlatmak zorunda değilsin.” dedim. Sadece üzücü bir hikâye olduğunu düşünerek öyle derin bakmıştım.

“Sanırım eskiden biraz daha çekilir biriydim. Onunla karşılaştığımda kalbimde hiç hissetmediğim bir yanma oluşuyordu. Bitmek bilmeyen ilgisi beni gittikçe kendine çekti. Eh ilk aşk sayılır hevesli ve meraklı dönemler işte. Birkaç yıl sürdü, her şey çok güzel gidiyordu. Ta ki yeni bir Yaşamayan daha gelene dek. Göz göze geldiklerinde birbirlerine olan bakışlarını gördüm, sanki yıllardır birbirlerini arıyorlarmış da bulmuşlar gibiydi. Birbirlerine baktıklarında havaya doğru süzülen o dumanı gördüm, duman ikisinin bakışlarıyla birleşmişti. Mühür kişinin kendi isteğiyle olan bir şey değil. Bu yüzden onu suçlamıyorum. Artık bana ayrılan sürenin sonuna geldiğimi düşündüğümden yanından kalkıp gittim. Beni fark etmedi bile.”

Bu berbat bir durumdu ve kimseye kızamıyorduk.

“Daha sonra benimle çok konuşmaya çalıştı. Başlarda ondan köşe bucak kaçtım ama sonra daha mantıklı düşünüp bir araya gelebildik. İstediğim bir teselli değildi ama yüzleşmeye ihtiyacımız vardı. Bana sadece çok üzgün olduğunu söyledi. Beni bu şekilde yaralamak istemediğini, geçirdiğimiz zamanlar için teşekkür ettiğini ve karşıma beni mutlu edecek birilerinin çıkmasını tüm kalbiyle arzu ettiğini söyledi.”

Derin bir nefes aldığında gözlerinde hâlâ o adamın kırıntılarını hissettim. “Bu durum o kadar zor ki, o kadar aptalca. Beni aldatsa sinirden deliye döner ve ona bunun cezasını verirdim. Ama her şey gözümün önünde oldu, her şey. Saniyeler içinde gözlerimin içine bakarken mutluyken, yine saniyeler içinde onu kaybettim. Kimsenin suçu yok ama bu hikâyede yanan ben oldum.” dediğinde boğazım düğüm düğüm olmuştu. Zihnimde canlandırdığımda bile kalbim kararmıştı ve o bunu bizzat yaşadı. Ellerimi uzatıp ellerini tuttuğumda tırtıl dövmelerimiz birleşen ellerimizle beraber parlamıştı. Sanki biraz daha birbirlerine yaklaşıyor gibiydiler.

“Sana acımıyorum. Sadece bu durum gerçekten çok aptalca. Resmen aldatma için verilen bir bahane gibi. Ondan sonra sen kimseyle yeniden denemedin galiba?”

“Kimseyle göz göze gelmiyor ki! Özellikle dikkat ettiği bir durum. Asla karşı cinsin gözlerinin içine bakmıyor.” diye isyan etti Işıl.

“İstemiyorum Işıldak. İstemiyorum. Bu duyguyu tattım. Keçiboynuzu yemek gibiydi. Bir damla bal için saman gibi boynuzu kemirmek zorunda kalıyorsun ve sonra da o boynuz senin bir tarafına giriyor.” dediğinde yaptığı benzetmeye hepimiz gülmüştük. O ise gözlerini devirip masadan ayrıldı.

Kavga ettiğim kızın masasına döndüğüm zaman orada olmadığını görmüştüm. Adının Veronika olduğunu daha yeni öğreniyordum. Adını da hiç sevmemiştim. Bence ona uygun bir isim değildi. Böyle daha çok cadı ismi falan olmalıydı. Bakalım sıradaki hamlesi ne olacaktı.

Kahvaltıdan sonra bahçeye çıktık ve kızlara diktiğim cevizi ve sebzelerimi gösterdim. Hangi sebzeler olduğunu söylediğimde ise gözlerini kocaman açtılar. “Hemen koruma büyüsü yapmamız lazım hemen.” dedi Işıl.

“Neden domates salatalık yiyen hayvanlar mı dadanır?”

“Hem de ne dadanırlar. İnanamıyorum. Uzun bir dönem önce domates yasaklandı. Daha doğrusu ceza gibi bir şeydi. Konu çok uzun ama kurunun yanında yaş da yandı anlayacağın. O dönem bütün domates tohumları yok edildi. Şu an bu toprakta tutar mı bilmiyorum ama inşallah tutar çünkü öyle özledim ki.” dedi Işıl. Kafamda oluşan soru işaretleri ünlemlerle dolmuştu.

“Galiba kime gideceğimi biliyorum.”

“Kime gideceksin bayan zeki? Ayrıca sen bunları nereden buldun?” diye sordu Pırıl gözlerini kısarak.

“Nasıl buraya çıplak gelmediysem öyle buldum kızlar. Ben cevizi çok severim. Bu yüzden her gittiğim yeni yerlere ceviz dikerim. Bir de ölmeden kısa süre önce hastanenin bahçesine dikmiştim, yanında bu sebzelerle. Kız kardeşim Hazel de büyük ihtimalle gittiğim yere ekeyim diye cebime bunları doluşturmuş. Tabii bu bir metafor sayılır. Gerçek olacağından değil, aramızda bir anlamı olacağını bildiğinden işte.” dedim.

Işıl gülümseyerek koluma dokundu. “Onu çok seviyorsun, o da seni çok seviyor olmalı. Ne zaman ondan bahsetsen yüreğinin taştığını hissediyorum. Farkında olmadan o kadar çok iyilik yapmış ki sana. Buraya çıplak düşmedin mesela. Bu herkes için utanç kaynağıdır. Tabi biz çok küçüktük ama genç kız olarak gelenler çok utandılar. Erkeklerin aç bakışlarının üzerinde olduğunu görmüyor musun? Seni süzüp duruyorlar çünkü neler sakladığını merak ediyorlar. Gizli olan ilgi çeker. Seni göremedikleri için fıs fıs kendi arlarında konuşurken çok duydum onları. Hele bir de Veronika’yı fena benzettikten sonra ilgileri daha çok üzerine çektin.”


Loading...
0%