Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 6. Turnuva Dansının Asaleti

Yapayalnız olmanın, tek başına kalmışlığın sonsuz acı verici karanlık duygularıyla doluvermişti birden yüreği.

Dostoyevski

Dikkat çekmeyip kendi hâlimde bu evrene alışmaya çalışırken ortaya çıkan bu turnuvada, kostümcünün benim için gönderdiği bu elbise dikkat çekmenin alasıydı. Üstelik bu turnuvaya bu zamana kadar hiç katılmamış olan birinin tam da bugün katılacak olması gündemimizin asıl konusuydu. O an için bilmediğim şey ise turnuva kazananının ilk dans için seçtiği kişinin ona itiraz etme hakkı olmadan kabul etmesiydi.

Gece’nin kalanında elimdeki büyüteçle masalara baktım. Önce kimlerin oynadığına göz gezdirmek istedim. Büyüteci gökyüzüne tuttuğum an her şey ihtişamlı bir netlik kazandı. Öyle ki havada uçuşan tozları, gökyüzünde parlayan yıldızları bile görebiliyordum. Etrafa kısaca göz attıktan sonra direkt şah taşlarına bakıyordum çünkü oyuncular onun şekline bürünüp oynuyordu.

Masa üç sadece on beş dakika sonra oyunu bitirince gökyüzünde beş masa kaldı. Kazanan kız kendi formuna dönüşüp gökyüzündeki diğer masada oturmaya başladı. Çocukluk hayallerimi gerçekleştiriyordu şu an?

Işıl’a doğru eğilip “Biz de bulutlara çıkabiliyor muyuz?” diye fısıldadım.

“Balım bulutlarda değiller, bu özel bir büyü. Masanın altındaki yolu biz göremiyoruz bu yüzden havada asılı gibi duruyorlar, bir nevi aldatmaca. Turnuvalara özel böyle şeyler yapılıyor.” dediğinde üzüldüm. Çocukluk havalim ise tıpkı bu masalar gibi havada kaldı.

Ufak bir moral bozukluğuyla diğer masaları yeniden incelemeye koyuldum. Çocuğun tekinin kulakları o kadar sivriydi ki taşın kenarlarından fırlamış gibi duruyordu. Büyütecimi masa dörde getirdiğimde ilk geldiğim gün arabanın içinde gördüğüm gözleri gördüğüme emindim. Heyecanla yerimde kıpırdandım. Her gece rüyalarıma giren o gözler buradaydı. Satranç taşı sanki onu izlediğimi anlamış gibi kafasına hafif eğim verip bana baktığında elektrik akımına kapılıp büyüteci yere fırlattım.

“Ahhh! Kim attı onu? Sizin derdiniz ne?” diye soran kişiye doğru aceleyle döndüm.

“Affedersiniz bir anda elimi yaktı. Bilinçsizce davrandım lütfen kusura bakmayın.” diye kendimi açıklamaya çalıştım. Sustuğum an bir şey demesini bekledim ama gözlerime sanki bir şeyi fark ediyor gibi bakıyordu. Bakışma uzayınca etraftaki ışıklar yanıp sönmeye başladı ve dikkatimi ondan çektim.

Kafasına büyüteç attığım çocuk da başını ovalayarak “Tamam. Sorun değil.” dedi sakince. Sonra ise tanışmadığımızı fark ederek elini uzattı. Bir çimen önümde oturuyordu. “Ben Owen. Sizi tanıyabilir miyim?” diye sorduğunda uzattığı kaslı koluna elimi uzattım.

Tutmadan önce “Adım Yargı.” dedim ve elimi ellerinin içine koyduğum an yeni bir elektrik akımına uğradım. Anında elimi kendime çekerken “Vuu. Sanırım senden elektrik alıyorum.” deyip şakaya vurmaya çalıştı. “Yargı. Adın da senin kadar etkileyici.” deyip camı çatlayan büyütecimi avuçları arasına alıp, üzerinde elini gezdirdi. Tekrar eski haline gelen büyütecimi bana uzattığında “Teşekkür ederim.” deyip hızla yukarı baktım. Bu muhabbetin sonlanması gerekiyordu.

Tek gözümü kısıp baktığım için ne yaptığı hakkında bir fikrim yoktu. Dört numaralı masaya tekrar baktığımda masayı bulamadım. Muhtemelen biri kazanıp çekildi. Diğer masaları izlemeye başladım. Bazıları çok çekişmeli oynuyordu. Etrafta bu yüzden bir uğultu hakimdi.

İlk etabı bitirenler vakit kaybetmeden eşleşip yeni bir oyuna oturdular. Bu son iki kişi kalana kadar böyle devam etti. Kalan son masanın oyuncularından biri oydu. “Baksana,” dedim Işıl’a dönüp “Bu hafif sarışın uzun saçlı çocuğun adı ne biliyor musun?” diye sordum.

Işıl büyüteci gözünden indirmeden “A.Z diyorlar tam adını bilmiyorum. Daha önce gördüm ama ilgilenmedim. Soğuk bir tip. Ayrıca bu onun ilk kez turnuvaya katılışı, çok enteresan?” dedikten sonra büyüteci yavaşça aşağı indirdi. Bu, bu gece büyütecini indirdiği ilk andı. “Ama sanırım sen ilgileniyorsun?” dedi sırıtarak koca bir imayla.

“İlgileniyorum demeyelim de merak ediyorum diyelim. Ayrıca enteresan olan ne?”

“Enteresan olan turnuvayı kazanan kişi, turnuvadan biraz sonra açılış dansını yapar ve dans teklifini kime ederse o kabul etmek zorundadır. Bir nevi avans ödül gibi. Peki özel değilse neden merak ettiğini öğrenebilir miyim balım?”

“Ama ya dans etmek istemeyen birini kaldırırsa? Bu onun isteği dışında bir zorunluluk olacak? Bu resmen barbarlık!”

“Sakin ol barbarlık falan değil. Turnuvaya katılan herkes bu kuralı biliyor. Yani altı üstü küçük bir dans ve kim açılış dansını kaçırmak ister ki?”

“Şu an çok önemli bir maçı kaçırıyorsun bence?” dediğim an hızla kafasını sallayıp “Evet çok çekişmeli.” dedi. Şimdilik konuyu unutturabilmiştim, ama devamı mutlaka gelecekti. Kimdi bu A.Z? Neden her gece rüyama giriyor ve ona bakınca çarpılıyordum anlamıyordum. Bir çeşit büyü müydü? Öyle olsa ilk gördüğüm an olmazdı, sonuçta oraya geleceğimi bilmiyordu. Kim kendini böyle tanıtırdı ki adı yok muydu bu çocuğun?

Odağımı maçı izlemeye verdim. İkisi de çok mantıklı hamleler yapıyordu. Öyle ki dakikalar geçmesine rağmen hala bitmemişti. İkisinin suratı da çok ciddi duruyordu. Karşısında uzun saçlı bir kız vardı. Ama tamamen beyaz bir şaha büründüğü için detaylı bakamıyordum. Onun taşı daha azdı. Ne kadar zorlasa da gidişatı belliydi. Siyah şahta yüzü olan ve bakınca çarpıldığım çocuk veziriyle beyaz atı yediği zaman bakışları yeniden beni buldu. Ama bu sefer büyütecimi sımsıkı tuttum ve çarpılmadım. O kadar uzaklıktan nasıl görüyordu anlamış değildim. Belki gökyüzü daha büyülüydü ve burası seçilebiliyordu bilmiyorum. Çocuğun gözü başka bir yere kayar kaymaz oyununa geri dönüp şah dedi. Bir hamle sonra da mat deyip oyunu kazandı. Ses tonu çok sakin çıkıyordu. Ama benim kulağıma o kadar sakin gelmiyordu. Sanki bir buzun üzerinde yürüyordum ve buz artık ayağımı yakmaya başlarken şah demişti.

Herkes gerçek formumu aldığında yeniden pelerinli bir hâle dönüştü. Pırıl’la göz göze geldiğimde doğru görüp görmediğimi anladım. Bu saçları nerede görsem tanırdım. Hafif koyu sarı kumrala dönük saçlar bana hep arkadan görünmüştü. Portakal çiçeği kokusu da onun kokusuydu. O gece bana pelerinini verip yardım eden de aynı kişiydi.

Artık gökyüzünde değil bütün taşların çimlerle kesilip ortada buluştuğu koca zeminin tam ortasındaydı. Yanına şah ve şahbanu gelip onu tebrik ettiler ve el ele tutuşup onun üzerine doğru tuttular. Ellerinde kıvılcımlar oluşmuştu. İlk defa böyle büyü yapılırken görüyordum. Büyüyü tüm vücuduna yaymak ister gibi ellerini baştan ayağa doğru tutup kaldırdılar.

“Tebrik ederiz Arat Zemheri. Kazanacağından şüphem yoktu. Şimdi büyük ödül artık senin. Üç dilek hakkın var. Dileklerden biri küçük, biri orta, diğerini ise büyük şeyler hakkında dileyebilirsin. Ne dileyeceğine iyi karar ver.” dediğinde artık şahı dinlemiyordum.

Gözlerim yeniden o siyah gözlere takıldı. Onun gözleri de beni bulduğunda yeniden küçük bir elektrik akımına uğradım ve o bunun farkındaymış gibi dudağı hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı. Arat Zemheri. Demek adı Arat Zemheri idi. Zemheri kara kış demekti. Günlerdir rüyalarımda daha detaylı gördüğüm o kara gözler bu ismi çok güzel taşıyordu.

Arat ölüm demekti. Benim adım ise Yaşam’dı.

“Yaşam ve ölüm bir arada durabilir miydi?” diye mırıldandım kendi kendime. Gözleri hâlâ gözlerime bir ok gibi saplı dururken beni duymuş muydu?

Şahın sesiyle kendime geldim.

“Dileklerinden birini bu kadar çabuk kullanmanı beklemiyordum açıkçası.” dedi gülümseyerek. Sonra elini Arat’ın omuzuna koyup yönlendirdi. “O zaman açılış dansı başlasın.” dediğinde havada parlayarak gezen küçük perileri gördüm.

Dileğini şimdi, şu an, şu dakika gözlerimin içine bakarken mi kullanmıştı?

Rüzgâr onun koyuya dönük sarı saçlarını savurduğunda burnuma kokusunun dolması bir çeşit psikoloji oyunu muydu? Gözlerimi bir anlığına kapatıp derin bir nefes aldım. Açtığımda orada değildi.

Zihnimin oyunu olmadığını az önce orada olduğunu nasıl kanıtlayacaktım?

Bir an sonra yanımda gördüğümde kalbim anlık korkuyla hızla atmaya başladı. Sanki saatlerdir ondan kaçıyordum ve beni yakalamış gibiydi. Elini bana doğru uzattığında ise şaşkınlıktan bayılmak üzereydim.

“Bu dansı bana lütfeder misiniz leydim?”

Etrafına bakma Yargı! Aptal konumuna düşme. Gözlerinin içine baktığına göre senden bahsediyor. Elimi kaldırıp kalbimdeki bütün gümbürtüye rağmen sakince avucunun içine bıraktım. Bu kabul ettim anlamındaydı. Ayrıca zaten zorunlu tutulmuştuk ve bu kuralı daha yeni öğrenmiştim. Elimi dudaklarına yaklaştırıp kibarca bir öpücük bıraktı, sanki biraz önce beni çarptığı için ufak bir özür ifadesi gibiydi. Ancak dudaklarının sıcaklığı elimin üzerinden hemen silinmedi.

Çim merdivenlerden inerken üzerimize tutulan ışıkla birlikte alkışlar başladı. Bütün iç organlarım titriyor desem haksız sayılmazdım.

Elimi tuttuğu gibi beni bir prenses edasıyla yürütmeye başladı. Tam ortaya geldiğimizde ise az önce duyduğum müzik yükseldi ve dans müziği olarak değişti. Çim zeminler anlaşılan sadece büyüydü, çünkü ayağımda hiç çime basıyormuş gibi bir hissiyat gelmiyordu. Bir elini belime koyduğunda hâliyle yakınlaştık. Gözleri siyah bir opal taşı kadar koyu ve parlaktı. Tek gözünün önüne inen işaret joker işareti değildi, yanılmıştım. Gözünün üzerinden aşağı doğru inen işaret bir yıldırımdı. İşte bu oldukça ilginçti. Yeniden gözlerine baktığımda onunla bu kadar yakın olduğum için ürperdim. O ise gözlerinde oluşan parıltılarla bana bakmaya devam etti. Sessizce birbirimizi izleyip inceledik.

Dans ilerlediğinde belimden tutup havaya doğru kaldırdı ve bir tur döndükten sonra bıraktı. Hem heyecandan hem de gerginlikten bayılacak gibiydim. Sürekli baktığım işaretine ise gözlerim yeniden oraya kayınca “İşaretin yıldırım gibi, bu senin dövmen mi?” diye sormuş bulundum.

Kafasını salladığında sormak istediğim şeyi anlamıştı. “Benlerin gökyüzünde parlayan yıldızlar gibi.” dediğinde şaşırdım. Gözlerimden başka bir yere bakmayan bu adam göğsümde ve omzumdaki benleri hangi ara görmüştü?

Beni geriye doğru yatırıp üzerime eğilince nefesimi tuttum. Ben de kalp var mıydı? Birazdan son atışını ağzımdan çıkararak yapacağı için artık olacağını sanmıyordum. Gözlerimin içine bakarak yaklaştığında sanki bütün sırrımı biliyor gibi derin derin bakıyordu. “Ve yıldırımlar gökyüzünde çakar.” dedikten sonra dudaklarını boynumda hissettim. Tam üç saniye geri çekilmemişti. Çekilmeyi düşünmüyor olabilir miydi? Neyse ki alkışlar vardı ve bu büyülü anı bozmuştu.

Ne demek istemişti? Aklım neredeysen geri gel lütfen!

Bir elini belimden çektiğinde diğerini bırakmadan bir kez daha öptü.

“Zarafetiniz göz kamaştırıcıydı. Bu unutulmaz anı bana yaşattığınız için teşekkür ederim leydim.”

Tamam tutukluk yapmayı bırak ve babanın nazik kızı gibi bir cevap ver.

“O teşekkür bana ait lordum.” dediğim an dudakları yeniden yukarı doğru kıvrıldı ve küçük bir baş selamıyla yanımdan ayrıldı. Sonrasında dans yerinde büyük bir kalabalık oluştu.

Yerlerimize geçerken sayamayacağım ve sonunu göremeyeceğim kadar çok yuvarlak masa olduğunu gördüm. İlginç olan hiçbirinde satranç taşı işareti olmamasıydı.

“Yerler belirtilmemiş?” diye sorduğumda Pırıl “Bu tarz kutlamalarda birlik beraberliğe önem veririz. Bu yüzden karma yapabiliyoruz.” dediğinde aydınlanarak başımı salladım.

Masaya oturduğumuzda karşımızda olan boş sandalyelere Owen ve iki arkadaşı oturdu. “İyi akşamlar güzel hanımlar. Size eşlik etmekten memnuniyet duyarız.” dediğinde Çağıl siyah küt saçlarını şöyle bir savurdu.

“Bu cümleyi öylece kuramazsın çünkü sizi biz davet etmedik.” diye tersledi. Owen bozulurken yanındaki arkadaşları sırıtıyordu.

“Bağışlayın. Ben arkadaşça bir yaklaşımda bulunup tanışmak istedim.”

“Arkadaş olmak isteseydik şu an bu konuşmayı yapıyor olmazdık. Şimdi fısır fısır konuştuğunu sanan ama tüm virgülünü dahil duyduğum saçma konuşmayı yapan arkadaşlarını da al git buradan.” Çocuklar gözlerini kocaman açıp şaşkınlıkla Çağıl’a baktılar.

Owen hafif bir gülümsemeyle bana döndü “Affedersiniz, umarım yeniden karşılaşırız.” dedi ve tekrar bakmadan geldiği hızda geri döndü.

“Vay canına Bihter Ziyagil konuşması gibiydi. Tabi siz anneleri tarafından size emanet edilen çocuklara her bakımdan yetersiz gördüğünüz bir kadının annelik etmesine şiddetle karşısınız ama...” deyip saçlarımı savurarak Çağıl’a baktım. Oldukça ifadesiz bir suratla beni izledi, izledi, izledi ve sonunda “Sen bir delisin.” dedi.

“Ve sen bu deliye gittikçe ısınmaya başlıyorsun.” deyip omzumla omzuna vurdum. Dokunduğum yere hastalık bulaşmış gibi iğrenerek kocaman gözlerle bakıp yanımdan ayrıldı.

Pırıl ve Işıl kıkırdayarak bizi izliyordu.

“Onu yola getireceğine eminim.” dedi Işıl gülerek.

“Çocuğun sana iş attığını gördü. Büyüteci kafasına fırlattığında büyük bir tepki vermesi gerekirken seni görünce donup kaldı. Sonra yüzüne şapşal bir gülümseme yayıldı. Çağıl’ın en nefret ettiği sıradan başlangıçlar. O yüzden onları derhal geri püskürttü.” dedi Pırıl nokta atışı tespitler yaparak.

Çağıl masaya geri geldiğinde karnımızı tıka basa doyurduk. Işıl nereden bulduğunu bilmediğim cevizleri elime tutuşturduğunda sevinçle ona baktım.

“Tırtılın sana minnettar.” diye dövmemize laf attığımda gözlerini devirdi.

Kalabalık arasında gözlerimi gezdirirken Feris’i gördüm. Pembe prenses elbisesiyle çok tatlı gözüküyordu. Benden büyük olduğunu söylüyordu ama yine de görünüşüne göre giyinmişti. Konuştuğu kişiye baktığımda ise kaşlarımı kaldırdım. Karşısında duran Arat bıkkın bakışlarla onu dinliyordu. Işıl’a doğru dönüp “Sence ne konuşuyorlar?” diye sordum.

Işıl gözlerini oraya dikip tüm dikkatini verdiğinde, odaklanmış görünüyordu. Ama çok kısa süre sonra Arat ona dikilen gözleri fark etti. Işıl aynı anda elinde duran çatalı yere fırlatmıştı. Karşıya doğru boş bakışlar atıp bana döndü.

“Minik cadı dedi ki ‘Ondan etkilenmenin çok önemli bir kuralı var. Demek ki o da öyle.’ Sonra soğuk nevale dedi ki ‘Kendine ilgilenecek başka konular bul ve beni rahat bırak.’ Sonra minik cadı dedi ki ‘İlgilendiğim kişi o ve sanırım tek ilgilenen ben değilim.’”

“Kimden etkilenmiş?”

“Gözlerinin içine dik dik baktığına göre senden etkilenmiş.”

“Büyüteci yanlışlıkla düşürmedim.”

“Ne?”

“Ona bakınca çarpıldım. Hani kaydıraktan kayarken oluşan statik elektrik akımı dokunduğun ilk yerde etkisini gösterir ve çıt diye çarpılırsın ya?”

“Ne diyordun Bihter Ziyangil mi?”

“Ha ha ha. Komikmiş bu daha çok uydu emin ol. Çarpıldım diyorum.”

“Çok normal çünkü onun özelliği o. Az önce onu dinlediğimi anladığında bana da aynısını yaptı ve kaşığı elimden attım.”

“Özelliği insanları çarpmak mı? Ben de ona bakıyorum diye mi çarpıyor? Yani istemediğini mi belirtiyor?”

“Özelliği elektrik güzelim. Bedeninde voltaj var ve bunu nasıl yönetebileceğini iyi biliyor. Muhtemelen elinde büyüteç var diye oldu.” dedi Işıl kafası karışmış bir halde.

“Ama oyun sırasında herkes onu izliyordu neden ben çarpıldım. O da bana baktığı an oldu.” dediğimde bu kez kaşlarını çatan kişi Çağıldı.

“Bu bir kez mi oldu?”


Loading...
0%