Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@1scintilla

“Hayır aslında buraya ilk geldiğim saatler yoldan geçerken onu arabanın içinde gördüm. Cam çok az açıktı ve sadece gözleri görünüyordu. O zaman da çarpıldım.” dedim. Pırıl beni tamamlamak ister gibi “Ve o zaman elinde bir büyüteç yoktu. Yani seni bir eşya yardımıyla çarpmadı, iletken madde yoktu, göz göze gelince oldu.” dedi.

“Evet bu ne demek? Bir çeşit büyü mü?” diye sorduğumda Çağıl herkesten önce atıldı. “Bilmiyoruz. Bunu zaman gösterir.”

Bu konu üzerine tekrar konuşmamıştık. Sonunda kutlama yemeği bittiğinde kendimizi odamızda bulduk.

Çok acayip bir gündü. Herkes yorgunluktan resmen bayılmıştı. Tam gözlerimi kapatacakken birinin adımı fısıldadığını duydum. Ama o kadar uykum vardı ki hayal mi gerçek mi bilemeden gözlerim kapandı.

Sabah uyandırma perisiyle gözlerimi açtığımda hâlâ uyumak istiyordum. Kısık gözlerimi görünce başımdan gitmek yerine bir oraya bir buraya kanat çırpmaya başladı. “Uyandım işte zilli. Gidebilirsin.” dediğimde kulağımda harika bir gülüş yayıldı. Biri değil hepsi gülüyordu.

“Aa şunlara bakın nasıl hoşlarına gitti.” diyerek yataktan kalktım. Kafamı kaldırınca karşı yatakta olan Çağıl’la göz göze geldik. Hayatı sorgularcasına nefret dolu bakıyordu. Gözlerimi Işıl’a çevirdim. “Uyanmak istemiyorum ya hayır hayır.” diyerek müthiş bir yeşilçam oyunculuğu yapıyordu. Pırıl ise yattığı yerden yan dönmüş sırıtarak onu izliyordu.

Üçüzlerden gelen üç farkı auraya karşı hızla banyoya gittim.

Bugün buraya geleli tam bir ay olmuştu.

Zaman ne kadar hızlı geçiyordu, kendimi neyin ortasında bulmuştum bilmiyordum. Bazen sadece bir kâbus olsa ve uyansam diyorum, ama bazen kâbus olamayacak kadar güzel şeyler yaşıyorum.

Onu o geceden beri bir daha görmedim.

Arat Zemheri’yi.

Görünce elektrik çarpmış gibi olduğum gözler karşıma çıkmadı ama kendini unutturmak istemiyor gibi her gece, istisnasız her gece rüyama giriyordu.

Bu nasıl mümkün oluyordu. İstesek bu kadar çok göremezdik aynı rüyayı.

Birkaç kere de ben boynumdaki kolye sayesinde o geceyi tekrar tekrar izlemiştim. Fark ettiğim bir detay vardı. Owen büyütecimi tamir etmişti doğru, ama bana kendi büyütecini vermişti. Bunu neden yaptı bilmiyorum. Bu yüzden turnuva esnasında ikinci kez bakınca çarpılmamıştım. O bunu o an fark edip kaşlarını çatmıştı.

Owen biliyor ve beni mi koruyordu?

Her gün mutlaka bir yerlerden karşıma çıkıyordu. Sohbeti çok hoştu. İyi bir arkadaştı benim için. Ama onda bu duygulardan daha ötesi var mıydı tam anlamıyordum. Çünkü bir sınırı vardı ve orayı hiç aşmamıştı. Eğer aşsaydı onunla da Efe’yle olduğu gibi bir konuşma yapmak zorunda kalırdım. Sanki bunu bilip beni hiç bu konuda sıkıştırmamıştı.

Efe. Umarım bensiz hayatında daha mutlusundur. Karşılıklı aşkı tatmayı senin kadar hak eden biri daha yok. O kadar güzel, sessiz ve nahif seviyorsun ki... Bir gün kalbinin kapılarını gerçek sevgiye aralayacağına eminim.

Etrafımdaki insanlar bana iyiden iyiye alıştı. Artık dik dik bakmıyorlar en azından. Ben de buraya alıştım sanırım. Dersler, büyüler, yeni ortam ve insanlar artık yabancı gelmemeye başladı.

Kötü haber! Hâlâ dövmem oluşmadı.

Ama bu Profesörler açısından bir sorun değildi. Geç gelmesi hiç gelmeyeceği anlamına gelmiyordu. Özellikle Profesör Ahter sanki yapabildiklerimi biliyor gibi bu konuda merak etmemem gerektiğini, kendimi keşfe çıkmakla yola başlamamın iyi bir adım olduğunu söylemişti.

Son olarak çamaşırlarımı da çıkarıp kendimi her daim hazır olan sıcak su dolu, üzerinden buharlar çıkan küvetin içine attım. Kafamı arkaya yasladığımda bir kıpırtı hissettim. O gelmişti. Anladığımı belli etmeden sadece suyla oynuyormuş gibi yapmaya başladım. Derin bir nefes sesi duydum. Onun haricinde bana herhangi bir atak yapmamıştı.

Gözlerimi açmadan “Neden buradasın?” diye sordum. Cevap vermedi. Rüzgarından yaklaştığını hissettim. Hissetmemi o da istedi çünkü ne kadar sessiz ve hızlı oldukları bilinen bir gerçekti. Gözlerimi araladığımda yüzü yüzüme çok yakın bir mesafede duruyordu. Ama bu beni korkutmadı. Bana zarar vermeyecekti biliyordum. Pürüzsüz yüzü ona dokunma isteğimi tetikliyordu. Kirpikleri ok gibi dururken bakışlarındaki kızıllıklar tehlikeyle parlıyordu.

“Sonunda karşıma çıktın? Neden buradasın?” diye sorumu yineledim.

“Merhaba.” dedi. Ses tonu, Tanrım ses tonu da neydi böyle? Dibim düştü diyemezdim ama ses tonu akışkan ve pürüzsüz bir melodi gibiydi. Sanki bir girdap var ve beni içine çekiyordu.

“Tanışmak için biraz geç kaldın vampir adam.” dedim gözlerinin içine bakarak.

“Özür dilerim. Kendime hâkim olurum sanmıştım ama kanındaki bu güzellik karşısında çok savunmasız yakalandım.”

“Hayır. Savunmasız yakalanan benim. Tam üç seferdir üzerimde hiç kıyafet yokken, çırılçıplakken karşıma çıkan sensin. Bunun bir kadını rahatsız edeceğini düşünmedin mi?” dediğim an güler gibi ses çıkardı.

“Tabii o da var ama ben kokuna karşı ne kadar savunmasız kaldığımdan bahsetmiştim. Seni gördüğümde uzun zamandır açtım ve bu kendime hâkim olabileceğim bir şey değildi. Aslında ikinci geldiğimde konuşmak istemiştim ama sen boynunu her hareket ettirdiğinde bunu yapmam oldukça zorlaştı.”

“Böyle mi?” deyip boynumu kımıldatarak ona alttan bir bakış attım. Tekrar denesin ve neler olduğuna ben karar vereyim istiyordum.

“Kanın büyüleyici bir iksir gibi. Tam bir aydır hiç susamadım. Normal, sıradan bir insan gibi geçirdim zamanlarımı. Sanki bir volkoslak değilmişim gibi. Kanın bana özel sunulmuş bir şarap gibi ve böyle yaparak beni biraz zorluyorsun güzel Yargı’m.” dediğinde hareket etmeyi kestim.

“Gözlerin yine parlak kırmızı. Buraya beni yeniden içmeye mi geldin?”

“Buraya iznini almaya geldim. Seninle anlaşma yapmaya geldim. İki arkadaş gibi konuşmaya çabalıyorum. “

“İznimi almaya geldin?”

“Evet. Daha fazla izinsiz yaklaşamam sana. Bunu sen de iste istiyorum. Seni içerken kimseyle yaşamadığım anlara şahit oldum. Bu senin için de böyle mi diye sormak istiyorum?”

“Nasıl bir anlaşma yapmak istiyorsun benimle volkoslak?”

“Adım Nova. Bana böyle seslenebilirsin. Senden başka kimseyi içmek istemedi canım. Hatta sanki içine nefret ettiğim kokuları koymuşlar gibi oldum. Sadece senin kanını arzuluyorum şu an. Eğer biraz daha içmezsem yok olabilirim. Kanını içmem sana bir zarar vermeyecek. Hatta kanın yenilendiği için daha sağlıklı olacaksın. Varsa kanında bir hastalık anında kurtulursun. Haftada bir gün benimle buluşmanı istiyorum. İstersen normal arkadaşlar gibi sohbet de ederiz. Zihninin içindeki soru işaretlerini benimle giderebilirsin. Böylece benim de gizli saklı buraya gelmeme gerek kalmaz. Ama kendime bir söz verdim ve bunu senin iznin olmadan yapmayacağım. Seni çok korkutmuş olmalıyım. Buraya yeni gelmiştin. Çok üzgünüm.”

“Beni korkutmadın.” dediğimde gözlerimin içine baktı. Hâlâ çok yakındı.

“Eğer istersen bir süre daha bekleyebilirim. Kokunu solumak çok iyi geliyor. Sen de düşünmüş olursun. Araştırdın mı bilmiyorum ama biz asla bir Yaşamayan’ı öldürmeyiz. İstesek de yapamayız çünkü böyle yaratıldık. Dur noktamız var.”

“Şimdiye kadar Pırıl’ın çoktan gelip seni kovmuş olması gerekiyordu Nova.” dediğimde gülümsedi. Ona ilk kez adıyla seslenmiştim ve bu hoşuna gitmişti. “Odada yok. Cesaretim bundan. Kokumu tanıyor yoksa anında damlardı. Lütfen biraz yaklaşmama karşı çıkma. Seni koklamak sanki ruhumu besliyor.”

“İzin veriyorum.” dediğimde boynuma doğru yavaşça beni ürkütmeden yaklaştı. Kalp atışlarımı duyduğuna emindim. Bir erkekle asla bu mesafeye gelmezdim ve bu normaldi. Burnunu boynuma sürterek derin derin nefes aldı. Koklamasına izin verdiğimi sanmıştı. Ama ben yeniden beni içmesine izin vermiştim. Bu sefer daha bilgiliydim ve bunu yeniden tecrübe edip aramızda neler olduğuna bakacaktım.

Kafasını boynuma bastırınca daha sert nefes aldı. Sanırım bunu bir sigara bağımlısı gibi tasvir edebilirdik. Sadece dumanı koklayarak yetiniyor ama asla içip de ciğerlerine bayram ettiremiyordu. Bu yakınlık beni hiç rahatsız etmedi.

“İzin veriyorum şu an tekrar kanımı içebilirsin. Neler hissettiğimi görmek istiyorum.” dediğimde olduğu yerde duraksadı.

“Doğru mu duyuyorum yoksa kulaklarımın bir oyunu mu bu?”

“İç beni Nova!” dediğimde değişik bir nefes aldı. Boynuma tekrardan yaklaşıp önce diliyle yaladı ve bu ona müthiş bir zevk veriyormuş gibi ses çıkardı. Sivri dişleri tenime battığı an çığlık atacağım sandım. Ama sonrasında vücudumda farklı bir zevk dalgasına yakaladım. O kanımı içtikçe ben daha fazlasını istiyordum. Boynumda onun için daha fazla yer açtım. Bir eli boynumu tutarken diğer eli omuzumda geziniyordu. Zevk dalgası tüm bedenimi son hızla sarmaya devam etti.

Ellerimi ensesine götürüp kendime yeniden bastırdım ama bu yeterli gelmiyordu. Kendimi su dolu küvete bastırdım. Diğer elimi kaldırıp ellerimden damlayan sulara baktım. Su bile insana büyülü gelir miydi? Şu an öyleydi.

Onu kendime biraz daha çektiğimde artık suyla dolu küvette sırılsıklamdı. İkimiz de bunu umursamadık. Sonunda derin bir nefes alarak dişlerini sapladığı boynumdan geri çekti. Diliyle orayı yalağında salgıladığı sıvının orayı iyileştireceğini artık biliyordum. Dudaklarını oraya bastırıp öptü. Sonra kafasını çekince yüz yüze geldik.

Resmen kanımla öpüşmüş ve bunu yaparken beni göklere uçurmuştu. Hâlsiz hissediyordum. Cebinden çıkardığı Kanal meyvesi özü şişesini dudaklarıma yaklaştırdı. Ağzımı araladığımda şişeyi dudaklarımın arasına koydu ve sanki bende bir vampirmişim gibi şişeyi hızla içmeye başladım. Kaybettiğim kanı toparlayıp bana enerji veriyordu.

“Teşekkür ederim güzel Yargı’m. Bu beni bir süre idare eder. Merak ediyorum ve senin ağzından duymak istiyorum. Neler hissettin?”

“Yoğun bir zevk bütün damarlarımı kapladı, doğmaya çalışan bir fetüs gibi beni zorladı ve yaşadığım bu zevki dışarı atmak istedim. Sadece saniyelik bir acı hissettim, dişlerini damarlarıma saplarken.”

“Bu tarz bir şey herkeste olmuyor? Bunu da araştırdın mı? Benim için de bir ilk.”

“Evet araştırdım.”

“Ve?”

“Biz artık birbirimize bağlandık mı? Uzun yıllardır olmayan ve neredeyse unutulan bu olay bizim başımıza mı geldi?”

“Evet biz artık bağlandık ve bizim başımıza geldi. Yine de kendini mecbur hisset istemiyorum. Teklifimi düşün. Bu tamamen olmak zorunda değil. Bir süre kokunla idare edebilirim. Seninle arkadaş olabilirim. Bu saatten sonra zaten koruyucun olacağım. Bağ ne kadar derinleşirse seni koruma oranım o kadar artar. Yanında böyle çaresiz durduğuma bakma. Aslında çok hızlı, güçlü ve çeviğimdir.” diyerek gülümsedi.

Dişleri inci gibi dizilmişti. Gözlerinin kırmızılığı biraz geri plana gitmişti. Ben de gülümsedim. “Düşüneceğim Nova. Şimdi kızlar banyoyu başıma yıkmadan gitsen iyi olur.” Yeniden boynuma yaklaşıp derin bir soluk aldı ve kuvvetli bir öpücük kondurdu.

“Gidiyorum güzel Yargı’m. Cevabını bekleyeceğim. Acele etme. Bu sürede karşına çıkıp seni etkilemek istemem. Ama benimle konuşmak istersen altın boynuzu bulduğun yere gelmen yeterli olur. Hoşça kal.” deyip geldiği camdan hızla kayboldu.

Ben ne yaşıyordum?

Sanki her şey normalmiş gibi bu kadar çabuk nasıl adapte oluyordum?

Kafamdaki düşünceleri hızla kenara itip çabucak işimi halledip çıktım. O an zihnime dolan şey ile şaşırdım. Bu yaptığımız şey cinsel tatminden çok, benim için ruhsal bir tatmindi.

Kapıyı açıp dışarı çıktığımda odada bir tek Çağıl vardı ve kollarını birbirine bağlamış bana bakıyordu. Kısa küt siyah saçlarıyla, vücudunu saran elbisesi ve kırmızı rujuyla harika gözüküyordu.

“Çok güzel olmuşsun. Elbisene bayıldım.” dedim neşeli bir sesle.

“Vereyim de giyin?”

“A yok. Teşekkür ederim. Benim pek tarzım değil ama sana çok yakışmış.” dediğimde kafa salladı. Sanki içeride ne yaptığımı biliyor gibi bakıyordu.

Üzerime kolları bol, kısa bir gömlek ve altıma yine uzun siyah eteklerimden birini giyip hazırlandım. Saçlarım gittikçe uzuyordu. Şu an omuzlarına değmesine az kalmış gibiydi. Kıvırcık saçlarımı hafifçe kurutup odadan çıktık. Çağıl yanımda tek kelime etmiyor, sanki anlatmamı bekliyordu. Psikolojik baskı da yapıyor olabilirdi.

“Önce ceviz ağacıma gidelim mi sulamam gerekiyor.” deyince ufak bir baş hareketi yapıp peşimden geldi. Bu mevsimden sonra yeniden ilkbahar geldiği için şanslıydım. Çünkü sebzelerim daha çok verim alacaktı. Feris onları koruma kalkanı içine almıştı. Öyle ki bir başkası onları görmüyordu. Yoksa ne olduğunu anlar anlamaz buradan çalarlardı ve ben boş bir çukurun içine bakıyor olurdum. Büyüyüp olgunlaştıktan sonra önce ona yedireceğimin sözünü verdim.

Ceviz ağacımı ve sebzelerimi suladıktan sonra yemekhaneye geçtik. Herkes çoktan başlamıştı bile. Sanırım bu kan işi iştah açıyordu. Tabağımı oldukça doldurduktan sonra fillerin olduğu masaya gittik. Kızlar bize yer tutmuştu.

“Günaydın kızlar.” deyip çatalımı direkt bir hamur kızartmasına saplayıp çiğnemeye başladım. Ama bu hareketim üçüzlerin gözlerini bana dikmesine neden oldu. “Yemekten sonra anlatacağım.” dedim ağzım doluyken. Çağıl iğrenir bakışlarını üzerimden çekip tabağına döndü.

Bir hamur kızartması alıp ona uzattığımda “Yer misin mühürlüm?” diye sordum. “Bağırarak söyleme şunu. Yoksa onun yerine seni yiyeceğim çiğ çiğ. Tabii bizden önce yiyen olmadıysa?”

Yaptığı imayı anlayıp şirin olduğunu sandığım gülümsemeyle ona baktım ve tabağımda ne var yok yemeye başladım.

Bugün ders biraz geç başlayacaktı. O yüzden yemekhaneden çıktıktan sonra dersliğe yakın bir yerde çimenlere oturduk. Bacaklarımı uzatıp kendimi arkaya doğru bıraktım ve güneş ışınlarının tadını çıkardım. Tam o sırada suratımın ortasına şak diye bir şey düştü.

“Hayır! Bana bunun düşündüğüm şey olmadığını söyleyin!”

“Tam olarak düşündüğün şey balım.” dedi Işıl çekingenlikle. Gözlerimi hızla açıp yukarı baktığımda tepemde kanat çırpan bir kuş gördüm. Gözlerimi ona diktiğimde isteyerek olmadı büyülendim diyen ince bir ses duydum. Doğru hayvanları duyabiliyordum.

“Kim yaptı bunu?” diye sorduğumda kuş Veronika’nın olduğu yere doğru uçmaya başladı.

“Şimdi yedim kızım seni!” diyerek ayağa kalktığımda Işıl’ın “Ohaaa. Gözlerine bak. Daha önce bunu görmemiştim. Sinirlendiğin an mor renge dönüşerek parladılar. Kızım sen ya bir ucube ya da bir efsane olacaksın?” dediğini duydum.

Arkamdan Çağıl “Onunla nasıl konuşuyorsun öyle? Ucube ne demek?” diye Işıl’ı bunaltıyordu ama inan umurumda değildi. Hiç alınmamıştım. Farklı mı olacaktım, olabilirdim.

Şu an için büyü deneyimim yoktu ama sanırım gözlerim hâlâ öyleydi. Çünkü bu Veronika’nın geri geri kaçmasına yol açtı. Koşmaya başladığımda o da koşmaya başladı. Ama bu sefer çok hırslanmıştım ve yakalayacaktım. Günlerdir sesi soluğu bunun için mi çıkmıyordu.

Veronika’nın önünü biri kestiğinde artık kaçacak yeri kalmamıştı. Bir elimle kolyeme dokunup “Konuş! Benden ne istiyorsun?” diye sordum. O gözlerime odaklanıp sessizce beklerken, ben kolyemden gelen görüyü zihnimde takip ediyordum. Gözlerinin içine bakarak bunu sorduğum için cevabı hemen zihnimin derinliklerine süzülüyordu.

Şu an gördüğüm şey ise Arat Zemheri’ydi.


Loading...
0%