@1scintilla
|
Veronika onu takip ederken, Arat’ın gözleri beni takip ediyordu. İlk önce yemekhanedeki ana gittik. Çok yakınımda duyduğum portakal çiçeği kokusu beni cezbetmişti. Ama ondan önce Arat beni gördüğü yerde duraksamıştı. Gözleri tüm vücudumu ezberleyecek kadar süzdükten sonra yanımdan geçmiş ve bunu yaparken yavaşça koluma değmişti. Gözlerini kapatıp gülümsediğini gördüm. Zaten ben bakarken arkasını dönmüş gidiyordu. Şimdi bütün sır ortaya çıkmıştı. Veronika kızımızın bana takma sebebi Arat Zemheri’ydi. Veronika, Arat’tan hoşlanıyordu ama Arat’ı bana bakarken görmek hoşuna gitmediği için yoluma şimdiden taş koymak istedi. İlgisini çekmemden hoşlanmamıştı. Ama neydi bu liseli ergenler gibi olan hâli? Sonra yolumu kesmiş ve gözümü korkutmaya çalışmıştı. Ben ona posta koyup masalara yaslayınca ise hıncını sinema salonunda almıştı. Orada da bana yardım eden Arat’tı ama bunu gözükmeden yapmak istemişti. Ayrıca Arat giderken elinde kıvılcımlar olduğunu gördüm. Işıkları da o kesmişti beni o halde görmesinler diye. En son ise turnuvada olan anıya geçtik. Arat gözlerimin içine bakıp gülümsemişti. Öyle derin bakıyordu ki dışarıdan bu bakışa birçok anlam verebilirdim, ama o an çarpılmaya odaklandığım için verememiştim. Elimi kolyemden çekip gözlerimi hızla kırpıştırdım. Veronika afallamış halimden fırsat bilip yanımdan geçip gitti. Ama çok akıllanmış sayılmazdı çünkü omzuma çarparak geçmişti. Kolyeden gelen görüden sonra hafif sarsıldığım için dengemi kaybettim. Kolumu tutan ele baktığımda karşımda geceden koyu gözlerle bana bakan Arat Zemheri vardı. Bakışlarımız buluşunca ikimizde çarpıldık. Ama o elini çekmedi. “Zihnine dolduğuma eminim. Az önce tam olarak ne gördün?” diye sordu. Yine mi dışarıdan belli oluyordu? “Hiçbir şey. Bize neler oluyor?” “Hiçbir şey...” Derin bir nefes aldım. Tamam konuşmanın tam sırasıydı. “Sana bakınca vücudum elektrik akımına kapılıyor. Çarpılıyorum. Neden?” “Genelde insanlar onları etkilediğimi söylerler. Bana çarpıldıklarından bahsederler.” “Ama?” “Ama aynısını daha önce hiçbir zaman yaşamadım. Çarptığım kişiler tarafından çarpılmadım.” “Bunun anlamı ne?” diye sorduğumda gözlerimin içine derin derin bakıp gülümsedi. “Şu kızın bana bulaşmasının tek sebebi sensin. Senin benimle ilgilendiğini düşünüyor, o da seninle ilgileniyor. Bu yüzden sürekli başıma çorap örüyor.” “Öyle miymiş? Başına çorap mı örüyor?” dedi anlamaz bir şekilde. “Bu bir deyim. Başıma iş açıyor yani. Bana sorun çıkarıyor.” “Anladım.” deyip bana bir adım attı. “Onunla ilgilenmemi isteyen bir sürü kız var, Yaşam Yargı Yargıcı. Ama beni çarpan bir tane kız var ve ben de onunla ilgileniyorum.” dedi fısıldayarak. Tam adımı kimseye söylememiştim. Nereden biliyordu? Feris de biliyordu. Benim de onu çarptığımı söyledi! Cebinden bir mendil çıkartıp yüzümde hâlâ olan lekeyi silmeye başladı. Kuş pisliğinin hâlâ yüzümde olmasına inanamıyordum. Aslında bu pozisyonda olmamıza da inanamıyordum. Bir eli mendildeyken diğer eli yüzümü tutuyordu. Elleri sıcak ve yumuşacıktı. “Yalnızca biraz buraya alış istiyorum. Yine görüşeceğiz scintilla. Soluduğun her kokuda ben olacağım, baktığın her boşlukta, gördüğün her rüyada ben olacağım. Bunun için önce kendini bulman gerek. Kendini bul. Kendinle baş başa kal. Her şeye daha kolay erişeceksin. Gücünün farkına var.” deyip elleriyle tuttuğu yeri okşarken, yanağıma yaklaşıp tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı. Sonra ise ben orada öylece kalakalırken arkasını dönüp gitti. Beni öpmüştü. BENİ ÖPMÜŞTÜ. Beni öpmüştü ve bu çok doğal bir şey gibi yanımdan öylece çekip gitti. Ellimi kaldırıp yanağıma koysam çok mu absürt kaçardı. Üçüzler hemen yanımda bitti. “Ne dedi? Ne dedi?” diye sordu Işıl. “Scintilla dedi. Ne demek olduğunu bilen var mı?” dedim hala şok olmuş bir tonda. “Kıvılcım demek.” diye yanıtlayan Çağıl’dı. Vurgulu ve biraz gizemli bir ses tonuyla konuşmuştu. “Kulağına bir şey demek için yaklaşıp seni öptüğüne kutsal kitap üzerine yemin edebilirim.” dedi Pırıl gri saçlarını savurup. Sessiz kalınca bunu onaylamış oldum. Işıl “Ohaaaa! Nasıl yani?” diye abartılı bir şekilde bağırınca dikkatleri üzerimize çekti. “Ya neden bağırıyorsun? Sağır sultan duydu!” “Burada sağır sultan diye biri yok. Olsaydı bilirdim. Değil mi kızlar o kim? Öyle biri yok.” dedi art arda kafası karışmıştı. “Ahh! Bu bir deyim. Doğru ya siz buraya çok küçükken gelmiştiniz bilmemeniz normal.” dedim ve zihnimin içinde ışıklar yanıp söndü. “Bir dakika lütfen. Deyim bilmiyorsunuz çünkü çok küçükken geldiniz. Peki ya o? O ne zaman geldi bilen var mı?” “O burada doğmuş. En azından hakkında bunu biliyoruz. Ayrıca herkesle bu kadar yakın mesafe kurmaz. Anlatmadığın bir şey mi var?” dedi Çağıl. “Gözlerine baktığımda çarpılıyorum. Bildiğin düşük voltlu elektrik çarpması gibi. Üstelik bu her göz göze geldiğimizde oluyor. Ve daha da önemlisi sanırım bu ona da oluyormuş? Ben de onu çarpıyormuşum. Bunu nasıl yaptığımı bilmiyorum.” “Hayır ya eyvahlar olsun bu kadar da olamaz.” diyerek bir hışımla yanımızdan ayrılan kişi Çağıl oldu. Pırıl ve Işıl ise iki koluma girip donmuş bedenimi oradan uzaklaştırdılar. Profesör Ahter’in dersine girecektik. Neyse ki o gelmeden dersliğe girip yerlerimize oturduk. Ahşap sandalyeler hiç rahatsız edici değildi. Gözüm duvarda boylu boyunca duran tozlu kütüphaneye çevrildi. Tam o sırada Bayan Ahter tüm ihtişamıyla içeriye girdi. Giydiği kırmızı renk elbisesi ve siyah peleriniyle dikkat çekici duruyordu. Saçlarında yine ona ayrı bir hava katan aksesuarları duruyordu. Gözündeki yukarıya doğru çıkan yıldız dövmesi parlarken göz göze geldik. Bana gülümseyip “Merhaba gençler. Turnuvadan sonraki ilk dersimiz. Arayı biraz açmıştık. Nasılsınız?” diye konuşmaya başladı. Ona cevap veren kişiler bir uğultu oluşturuyordu. Işıl’ın buna tepkisi kulaklarını kapatmak oldu. “Turnuvadan aklımızda kalan tek şey, kazananı oldu Profesör.” dedi arkamdan gelen ses. Başka bir ses onu onayladı. “Evet Arat Zemheri bu yıl ilk defa turnuvaya katılarak hepimizi şok etti.” “Şaşırdık ve hayran kaldık.” dedi başka bir kız iç çekerek. Daha konuşmaların etkisinden çıkamamışken, dört bir yanım Arat Zemheri ile sarılmıştı. Işıl yan taraftan kolumu dürterek sırıttı. Ona gözlerimi devirdim. Bu sefer arkamdan gelen bir erkek sesiydi. “Adam sessiz haliyle bile ilgi çekiyordu. Şimdi sahaya çıkınca nasıl çekmesin.” “Neyse ki bize rakip değil dostum.” “Evet şimdi kaleler düşünsün.” deyip aralarında gülüştüler. Ama ben gülememiştim çünkü bunca keşmekeşin içinde beynim yanıp sönüyordu. Işıl’a doğru sessizce eğildim. “Işıl? Sence ona bakınca çarpılmamın büyüyle alakası var mı? Çünkü eğer bu onun nezdinde etkilenmekse-” “Kimse kendi grubu dışında birine bir çekim hissedemez.” diye cümlemi kocaman açılmış gözleriyle tamamladı Işıl. Arka masadan önüme doğru bir kâğıt düştü. Dönüp baktığımda Pırıl’ın olduğunu gördüm. İnci gibi el yazısıyla bana gönderdiği notu hızlıca okudum. O zaman sen bir kale misin? Koruyucu? Alt dudağımı öne çıkararak hiçbir fikrim yok bakışı attım. Çağıl daha fazla aramızdaki bu sohbete dahil olmak istemeyip “Bayan Feniks bu derste ne işleyeceğiz?” diye sordu ve bizi sessizliğe sürükledi. Profesör Ahter Feniks bize muhteşem gülümsemesini sunarak baktı. “Bugün size orman koruyucusundan bahsedeceğim.” diyerek ahşap masasının etrafından dolanıp önüne geçti. Bileğinden parmaklarına doğru uzanan aksesuarları ilgi çekici duruyordu. Her hareketi o kadar zarifti ki insan hayran kalıyordu. “Onlara Ebede denir. Anlamı kalıcılık ve sonsuzluktur. Ebede’ler ormanın ruhudur. Hep bir denge içerisinde yaşarlar. Herkese görünmezler, niyetleri önceden sezerler. Ormanın bir ucundan diğer ucuna aynı anda ne yaşanıyorsa bilirler. Bu yüzden çoğu onları açığa çıkartıp istedikleri cevaplara ulaşmaya çalışırlar. Ama ne yazık ki bunu zorbalıkla yaparlar. Oysaki Ebede’ler çok hassas varlıklardır. Bilginin gücü onları hep durağan kılar. Biri onu açığa çıkartıp sorular sorsa bile hepsine cevap veremez çünkü bu yaşanacakların dengesiyle oynamak demektir. Ve bu bir felakete yol açabilir.” Profesörün anlattığı her şey ilgimi çekiyordu. Çünkü anayasanın kalın kitaplarından kopup masalsı bir derse konuk olmuştum. “Bedeninin yarısı normal insan bedenidir. Ormanın yeşilliklerini taşır, kollarında sarmaşıklar vardır ve istediği her an bu sarmaşıklar sizin bedeninizi sarıp sizi etkisiz hale getirebilir ve hatta yok edebilir. Bedeninin diğer yarısını ormandaki nehirlerden alır. Aslında denge hikayesi buradan gelir. Su gibi şeffaf olan kısmı dalgalı bir görünüm sunar. Bu onu eşsiz kılıyor. Bir tarafındaki saçları su gibi dalgalanırken, diğer tarafındaki saçları altın gibi parlar. Gözleri, kulakları ve koklama duyusu oldukça gelişmiştir. Bu sayede her şeyi görür, duyar ve kokularından tanırlar. Ormanının ruhu kendisidir ve onu korumak için ne gerekiyorsa yapar.” “Yani onu rastgele bir yerde bulamaz mıyız Bayan Feniks. Daha önce hiç görmedim.” dedi bir kız. “Siz onu göremezsiniz ama o sizi ormanda olduğunuz her an adım adım izliyordur. Nasıl çağırması gerektiğini bilmelisiniz.” “Çağırma büyüsü göstereceksiniz o zaman.” “Hayır çocuklar bu sefer değil. Orman ruhu koruyucusu niyetleri sezer demiştim. Onu tüm kalbinizle iyi niyetli olduğunuzu inandırarak çağırabilirsiniz ve iyi niyet büyüyle olan bir şey değil maalesef.” Işıl kulağıma yaklaşarak “Yani Veronika orman ruhu koruyucusunu asla çağıramaz.” diyerek kıkırdadı. “Bilmem. Belki ona karşı iyi niyetli olabilir. Beni bir rakip olarak görüyor sonuçta.” “Çok doğru görüyor canım. Benim gözlerimde dakikalar önce çok doğru şeyleri gördü.” Evet benim gözlerim de görmüştü. Yanaklarım hissetmişti. Arat Zemheri beni öpmüştü. Üstelik aklımı kurcalayacak bir sürü şey söyledi. Gece boyu şimdi onu düşünecektim. Belki de sırf böyle olsun diye söylemişti. Saçmalıyordum! Daha yeni tanışmıştık. Tamam tanışmamıştık ve o beni tam adımla biliyordu. Zihnimden sonsuza dek soru işaretleriyle uzanan bir soru geçti. Arat Zemheri kimdi ve şimdi neler olacaktı? |
0% |