Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 7. Devasa Kanatların Doğumu

Bir anın doğması için, bir anın ölmesi gerekir. Yeni bir “ben” için eski bir benin kuruyup solması gibi.

Elif Şafak

Ailemin özleminden kafayı yemeden evvel küçük kızın yardım çağrısını duydum, ne yazık ki bizi içeri bilinciyle soktuğu bu odada bilinciyle kalıp çıkamadı. Bu sayede zorlu şartlar altında kalan bedenim bir gücünü daha keşfederek küçük kızı ve beni bu buz dolu, fakat erimekte olan mahzenden kurtardı. Bu gücü keşfetmek ise hiç kolay olmamıştı, çünkü bir annenin doğum yapması gibi sancılanarak sırtımı yarıp çıkan biri siyah biri beyaz iki kanat doğurmuştum.

Yaklaşık iki haftadır Bayan Feniks beni dersliğinde ağırlıyordu. Boş olduğum zamanlar sürekli dikkatle incelediğim kitaplığına bakmama izin verdi. Tozunu almam şartıyla. Gerçi bunun için bile büyülü tüy vermişti elime. Sanırım oldukça heybetli bir kuş tüyüydü. Fırsattan istifade kitapları tek tek elime alıp tüyü üzerinde gezdirirken isimlerini okuyordum. Yer yer kapağın pürüzsüz dokusunu okşamaktan kendimi alamıyordum.

Bu sürede Arat Zemheri’yi birkaç kez gördüm. Bazen ceviz ağacımı sularken kokusunu alıyordum, bazen ise çizim yapmaya atölyeye gittiğimde. Yemekhanede denk geldiğimizde ise biraz beni izleyip gidiyordu. Bu bana inanılmaz derecede ama, rahatsızlık vermiyordu.

Kızlarla aramız çok iyiydi. Onlara çok alışmıştım. Ne ara bu seviyeye geldik bilmiyordum. Çağıl bile ara ara benimle kendi isteğiyle konuşuyordu. Pırıl’ın bu süre içerisinde bir flörtü olduğunu hissetmiştim, ama henüz bir şey dememişti.

Bazı geceler sabaha kadar dedikodu yaparak konuşuyor ve uyuyakalıyorduk. Gündemimizin yoğun maddesi kapkara gözleri ile Arat Zemheri ve sözleriydi. Işıl o kadar abartmıştı ki eline tüylü bir kalem alıp bu zamana kadar yaşadığımız her anı not tutmuştu. Hatta küçükken izlediği bir dedektif filmindeki gibi tahta bir pano bulmuş, tam ortaya Arat’ın resmini asmıştı. Maalesef ki bu resmi ben çizmiştim. Nereden bulduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Resmini çizmiştim çünkü bir gece uykumda o kara gözleri görmeye dayanamadım. İşte o an elime kâğıdı kalemi alıp karalamaya başladım. Sonuç, onun kara gözleriyle başlayıp bütün yüz detaylarını içeren bir portre olmuştu.

Işıl’a gözlerimi dikerek baktığımda “Kalemlerinin çok ses çıkardığının farkında değilsin herhalde.” deyip üste çıktı. Güya onu sesten uyutmuyordum ve bu sayede öğrenmişti.

Ara ara odamızın tam ortasındaki yuvarlak halıya oturup, panoyu da ortamıza alıp mum ışığında ayin yapıyorduk.

Arat’ın özel gücü elektrikle ilgiliydi özellikle büyü yapmıyordu. Geçen gece parmağında gördüğüm kıvılcımlar bu yüzdendi. Geceleri mum ışığı kullanmamızın nedeni bu güce sahip olan kişi veya kişilerin iradesini kaybedip büyük felaketlere neden olabilecek olmasıydı. Haftalardır neden elektrik kullanmıyor oluşumuzun cevabını böylelikle almıştım.

İnsanların elinde iletken bir madde olunca çarpıyordu. Ama bana bakınca çarpılmasının nedeni karşılıklı birbirimizden etkilendiğimiz için olduğu teorisini üretmiştik.

Aslında sadece kokusunu beğendiğim için ilgimi çekmişti başta. Şimdi ise akıl karıştırıcı bir sürü cümlesi vardı. Buna şu an tam olarak etkilendim diyemezdim.

Her gece rüyamda onu görüyordum. Her gün yaşadığımız başka bir anı gözlerimde canlanıyordu. Çok düşündüğüm için mi böyle oluyordu bilmiyordum. Bir insan istinasız her gün rüyalarıma nasıl girebilirdi?

Düşünceler eşliğinde elimdeki kitabın tozunu almaya başladım. Bu sefer ki dokusu sanki yağ gibi kayıyordu. Ama bir o kadar soğuk ve canlı gibiydi. Sanki bir tene dokunuyordum ve birazdan canlanacaktı. Parlak yüzeyinde ellerimi biraz daha gezdirdiğimde arkamdan gelen sesle neredeyse kitabı fırlatacaktım.

“Yılan derisi o. Oldukça özel ve kaliteli bir kitaptır.” dedi Profesör Ahter. “Ah! Üzgünüm tatlım seni korkuttum mu?”

“Sadece dalmışım, sorun yok Profesör.” dediğimde gülümsedi. Saçlarındaki boncuklu tokalar bu sefer alnına kadar gelmişti. Alnının tam ortasında bir hilal işareti vardı. Sanki saçlarına geçirilen zincirden bir şapka gibiydi.

“O kitabı açmak için dilini değdirmen yeterli.” dediğinde ona kocaman olmuş gözlerimle baktım. “Bakma öyle, yılanlar dilleriyle ünlü hayvanlardır. Kendi kitaplarına da böyle bir sır koymuşlar. Ya dilimizi çatal dil haline gelmesini isteseydi, o zaman ne yapardık?”

“İnanın Profesör bir kitabı yalayacağım için hiç bu kadar mutlu olmamıştım.” dediğimde hoş bir kahkaha attı.

Gözleriyle şöyle bir kollarımı tarafı. “Dövmen henüz oluşmamış.”

“Bunun bir nedeni var mı?” diye sordum merakla.

“Bunun birden fazla nedeni var.”

“Dinlemeyi çok isterim.” diye hevesle belirttim.

“Ya çok güçlü olduğun için büyü yüklemelerin anca tamamlanıyor, ya da henüz hazır değilsin. Nadiren hiç oluşmadığı oluyor ama sen de bunun olacağını sanmıyorum. Ayrıca bazen dövme gizli oluşur. Vücudunu hiç inceledin mi? Yani belirgin değil, derinde olan bir kabarcık gibi olur.” dediğinde şaşırarak baktım.

“Mum ışığında vücudumu incelemeye çalışmadım aslında Bayan Feniks. Böyle bir şeyin olabileceği ihtimalini bilmiyordum.”

“Senden güçlü bir aura yayılıyor Yargı. Görebiliyorum. Bunun için strese girmene gerek yok, yoksa işlemleri daha da geç bir hâle getirirsin.”

“Güçlü bir aura derken neyi kastettiniz Profesör?”

“Güçlerinin yüksek ve sıradan güçler olmadığını. Hiç kendini belli eden bir güç oldu mu?” dediğinde ona baktım. Sonra beni ilk geldiğimde getiren esmer, parlak gözlü ismi Zuri olan kadın geldi aklıma.

Bunlardan kimseye bahsetme demişti. Henüz zamanı olmayabilirdi. Ama Profesör Ahter iyi birine benziyordu. Ona da mı söylememeliydim? Çok fazla sustuğumu fark ettim.

“Hayır Profesör, henüz fark etmedim.” dedim gülümseyerek. O da gözlerimin içine her şeyden haberi varmış gibi baktı. “Tamam. Fark edersen de çekinme. Bunlar olası şeyler. Sıradan büyü güçleri dışındaki güçler kişiye özeldir. Bazıları çok nadir bulunur, bazıları birçoğunda olabilir, ama sıradan şeyler de büyüyle yapılabilir. Hiç büyü dersine girdin mi?”

“Evet girdim ama kelimeleri tam tutturamadığım için sanırım çok olumlu sonuçlarım olmadı.” dedim. Aslında Çağıl çok iyi gittiğimi fark edip çaktırmadan kazanıma bir şeyler fırlatmıştı ve bunu benim için yaptığını biliyordum. O kadar kişi içinde kimse kıvamı tutturamazken benim tutturmam imkânsız gibi bir şeydi, ama Çağıl müdahale etmese bu imkânsız gerçek olacaktı.

“Üzülme ilk denemelerde olur böyle şeyler.” dedi sevecen bir ses tonuyla.

“Profesör merak ediyorum da siz buraya nasıl geldiniz?” dediğimde yüzü durgunlaştı. “Affedersiniz ben patavatsız bir giriş yaptım. Normal bir soru olduğunu düşünmüştüm, lütfen kusura bakmayın anlatmak zorunda değilsiniz.” dedim birden telaşla. Elimde iyi ki kitap vardı yoksa koyacak yer bulamazdım elimi kolumu.

“Hayattan vazgeçerek gelmiştim buraya. Uzun yıllar oldu. Yaşayanlar’ın dünyasında güzellik başa bela diye bir söz vardır. Ben de bu sözden nasibimi aldım işte. Yaşamdan vazgeçerken, başka bir yaşam çıktı karşıma. Bu sefer kendimi koruyabileceğim güçlerimle birlikte. Kimseye güvenmedim, çok agresiftim. Oyun olduğunu düşündüm ama sonunda kabullendim. Zaten geride bıraktığım, benim için önemli bir kişi bile yoktu.” dedikten sonra derin bir nefes aldı.

“Sana içimi açıyorum çünkü bana güvenebilmen için sana bir şeyler vermem gerekir. Auranı hissediyorum, güç yayılıyor ve bu süreçte yalnız kalmamanı, korkmadan çekinmeden birileriyle, daha bilgili birileriyle konuşmanı istiyorum. Benden gizlenme lütfen.” deyip biraz es verdi. Bakışları üzgündü. Ne yaşadıysa bundan asla mutlu olmadığı ortadaydı. Kendi yaşamından vazgeçmişti ve karşımda duran bu güçlü kadından böyle bir hikâye beklemezdim.

“O gece nişanlım bize gelmişti. Ailemle aram iyi değildi ve sık sık bir yerlere tatile giderlerdi. Ben ise evde kalırdım. Babam onun yanında birilerinin benimle ilgilenmesinden hazzetmezdi o yüzden beni götürmüyordu. Yine evde yoklardı. Aslında o oldukça sıradan bir insandı ama beni cezbeden bu olmuştu. Ona sadece gülümsemiştim ve kısa bir zaman sonra nişanlandık. Tanıdıkça tanıyasım geliyordu çünkü hiç yapmacık değildi. Hareketlerinden doğallık akıyordu. Sürekli benim çok güzel olduğumu, neden onunla nişanlandığımı sorguluyordu. Güzellik kavramından o kadar nefret ediyorum ki! İnsanların aşağılık komplekslerini başkalarından çıkarmalarından da.”

Artık ayakta değil de masanın iki ucunda oturuyorduk. Sanki bunu bir yerden destek alarak anlatması gerekirmiş gibi.

“O gün herkes onu dolduruşa getirmiş, ona bakmazmışım, aldatırmışım, bir kendine bir bana bakacakmış, bana yetemezmiş... O gece evde kimse yoktu ve istemediğim şeyler oldu. En sonunda ise bana seni alıp bu güzelliği başıma bela mı edeceğim dedi. Her gece kafamı yastığa rahatça koyamayacak mıyım dedi. İşe giderken gözüm sürekli arkada mı kalacak dedi. Babama dönüşmesi saniyelerini almıştı. Biri onun yanında bana bakarsa katil mi olacaktı? Zaten depresif olan ruh halim bu olayla patlama yaşadı. Bana bu kadar yaklaşmışken ona istediği şeyleri vermeliymişim. Sonra da benden uzak durmalıymış. Gözü dönmüş gibi hareket ediyordu. İlk anda gördüğüm kibar ve nazik adamdan geriye hiçbir şey kalmamıştı. İçimde taşıdığım her zerremi görmek istediğini söyledi.”

“O bunları anlatırken ben olduğum yerde taş kesilmiştim. Tam artık bu dünyada ben de mutluluğu yakaladım demişken başıma gelenler, kaderin cilvesi gibiydi. Şoka girmiş bedenimi bir yanıt olarak kabul edip üzerime geldi. Beni öpmeye başlayıp ellerini bedenimde gezdirdiğinde ise elektrik çarpmış gibi durumun farkına vardım. İğrenç kelimesi ne kadar az kalır anlatamam. Koştuğumda peşimden geldi ama kendimi mutfağa atıp elime aldığım et bıçağını görünce sersemledi. O kadar gözü dönmüştü ki naz yaptığımı söyleyip yeniden üzerime geldi. Bıçağı koluna sapladığımda ciddi olduğumu ancak kavradı. Ama bu sefer de bu yaptığıma öfkelenip saldırmaya çalıştı. Aramızda yaşanan korkunç arbededen sonra yaralanan yerlerini tutarak evden çıktı. Bana bir sürü beddua ederek arkasında bıraktığı enkazdan haberi olmadan gitti. Sonuç kendimi burada buldum.”

Gözlerinde gördüğüm hüzün derindi. İnsanlar varlıkların en acımasız olanıydı.

“Nişanı attığımda olan biten her şeyi anlatmama rağmen bana inanmadılar. O insanlara ne anlattı bilmiyorum ama sokakta yürüyemeyecek hâle gelmiştim. Herkesin bakışları, çirkin lafları, arkamdan bağırmaları asla bitmiyordu. Sonrasında ise sürekli sitem dolu mektuplar yazdım. Saçlarımı koyu bir renge boyadım, gözlerime koyu bir lens taktım. Kendime şu komik palyaço makyajlarından yaptım. Artık güzel gözükmek istemiyordum. Bir lanet gibi beni sarsın istemiyordum.”

İşte bu yaralarımın üzerini çizdi ve yerine yenisini açtı. Güzellik algısının canı cehennemeydi ve toplum baskısı her şeyin üzerine gelmişti. İnsanlar kendilerini ne sanıyordu? Herkesin hayatına karışıp, yalan yanlış şeyler uydurarak ortalığı kaosa veriyor sonra da hiçbir şey olmamış gibi köşesine çekiliyordu.

“Sonra bir gün camdan gökyüzünü izlerken onu gördüm gerçek mi yoksa halüsinasyon muydu bilmiyorum. Panikten nefes alamamaya başlayarak bir kriz geçirdim ve kalbim bir el tarafından sıkılıp patlayacak gibi olduğundaysa bilincimi yitirdim. Gözlerimi açtığımda ise buradaydım. Şimdiki aklım olsaydı asla köşe bucak kaçmaz ve ona dünyayı zindan ederdim. Ya da yalnız başıma bir odanın içinde delirmektense gidip profesyonel bir destek alırdım. Sadece kendimiz için yaşadığımız bu dünyada insanları fazla umursuyoruz. Gözlerimi burada açtığımda her şey karmakarışıktı. Buradakilere de burayı zindan etmiştim. Sinirden kriz geçirip yüzümü gözümü çizdim ama bedenim kendini hemen iyileştiriyordu. Benim bir gücüm de bu. Saçlarıma boya aldım defalarca boyamaya çalıştım ama tutmadı. Büyüyle denedim, başkalarına denettim ama tutmadı. Günlerce kendimi çamura buladım. İçsel buhranımı burada da devam ettirdim uzun bir süre.”

Ben saçlarım uzasın yeniden eskisi gibi gözüksün derdindeyken, o saçlarından kurtulmanın derdindeydi. Tanrım bu nasıl bir acıydı?

“Sonra Profesör Layal geldi ve beni o girdiğim bataklığın içinden çekip çıkardı.”

Söyledikleri karşısında tüylerim diken diken oldu. Gözlerim dolu dolu ona bakıyordum. İnsanlar korkunçtu. Konuşmayı çok seven koca ağızlı birer canavardılar. Kendi anne babam bu kadar güzel insanlarken, onun payına düşenin bu olması can sıkıcıydı. Büyüleyici güzelliği sonu olmuştu. Ama her son bir başlangıçtı ve gözleri buraya açılmıştı.

“Lütfen üzülme her son bir başlangıçtır. Yaşadıklarım sonucunda kendimi buldum. Şimdi ayaklarım yere sağlam basıyor ve hiç kimse karşımda duramaz. Güçlüyüm. Yaşadığım çöküntü sarmalından en güçlü halimle çıktım. O yüzden artık asla yıkılmam. Bunları bile sanki başkasının hayatı gibi kolayca anlatabiliyorum. Sadece seni ilk kez duydun diye yaraladı. Üzerinden seneler geçti. O artık yaşlandı bunları hatırlamıyor bile. Ben ise bu konumdayım. Yaşam bana güzelliklerini önce cefa çektirip öyle verecekmiş. Ben de böyle kabullendim.”

“Çok şaşkınım ve aynı zamanda çok üzgünüm. En başından beri bu kadar güçlü olmasaydınız, ayrılmanız çok zordu bu savaştan. Ben size baktığımda parlak bir ışık görüyorum. Herkesi ışığıyla aydınlatmaya çalışan bir kadın görüyorum. Kendinizi sevmeniz bu hayatta yaptığınız en güçlü büyü olmuş Bayan Feniks. Sanırım kelimelerim tükendi, çok üzgünüm. Yatağın içine kafamı gömüp saatlerce ağlama isteğim var.” dediğimde hoş bir kahkaha attı.

“Ama böyle bir şeyi yapmayacaksın. Çünkü sana verdiğim iksiri hemen içiyorsun.” deyip cebinden minicik bir şişe çıkardı. Şişe bir kalemin çeyreği kadar bile değildi. “Bu biraz neşe veriyor. İçtiğin aramızda kalsın, öğrencilerin ders saatinde alması yasak.” deyip göz kırptı. Ona gülümseyerek şişeyi ağzıma döktüm. Tadı ekşi olan bir şeyin mutluluk vereceğini hiç sanmıyordum.

“Ayrıca bir şaşkınlık da Bayan Layal hakkında yaşadım. Benden güçlü bir aura alıyorsanız, ondan karanlık bir aura almanız lazım.” dedim gözlerimi kırparak. Neden okulda almamız yasaktı anlamıştım. Gözlerim bulanıklaşıyordu. Zihnim yavaş yavaş uyuşup az önce konuştuğumuz şeyleri normale indirgedi.

“Ah! Hiç göründüğü gibi biri değildir. Yaklaşırsa ölürsün gibi hissedersin ama bir sorunun olduğunda bana geleceğin kadar ona da gidebilirsin. Oldukça yardımsever biridir. Herkesin yarası kalbinde saklıdır, bunu sakın unutma. Unutma ki kalplerimiz ön yargı ile kararmasın.” Bunu deyince kaşlarımı çattığım için sanırım, güldü.

“Gülmek size çok yakışıyor Profesör.” diyerek elimdeki kitabı yerine koyup arkamı döndüm. Verdiği iksir ağlama istediğimi bastırsa da anlattıkları kalbimi mahvetmişti. İnsanlar ne acılarla yaşıyordu. Bizim büyük sorunlarımız bir başkasının yanında çok küçük kalıyordu.

Bu tabii ki bizim sorunlarımız değersiz demek değildi. Sadece hiçbir şeyi yaşamadan anlayamazdık.

Yaşamayanlar’ın dünyası, yaşayacağımız milyonlarca ihtimal kadar uzun muydu bilmiyordum.

Kitaplığın bir bölümünün tozunu alıp zihnime ek bilgiler ekleyerek derslikten çıkmıştım. Hiçbir bilgiyi kitabı yalayarak elde etmemiştim ayrıca. Fillerin olduğu grubun büyük kapısından çıktığımda, Feris önüme atlayıp “Böh.” dedi. Ona oldukça tepkisiz bakınca da “Korkmadın mı?” diye sordu. Sonra ağzında bir şeyler geveledi ama anlamadım. “Korkmadım cüce. Çünkü seni görmedim.”

“Bana bak alırım şimdi seni ayağımın altına.”

“Biliyordum içinde yatan çirkefi. Böyle dök ortaya işte. Ayrıca lütfen ya, al beni otuz dört numara ayaklarının altına.”

“Sen bugün ters tarafından mı kalktın. Su topunda boğarım kızım seni.”

“Aa o ne öyle kızım falan çirkin çirkin ithamlar. Kendi güzel ama ağzı çirkin cüce seni.”

“Yaa güzel miyim gerçekten?” diye sorunca yolun ortasında durup kahkaha attık. “Hadi gel ceviz ağacına gidelim. Sen bir elektriğini at toprağa da rahatla.”

“Evet bugün toprağa hiç dokunamadım. Gidelim hem belki domateslerim çiçek açmıştır.”

“İyi ki sakladık onları. Onlarla ne yapmayı düşünüyorsun.”

“Satıp paraya çevireceğim. Açık arttırma usulü ile. Sonuçta burada paraya ihtiyacım olabilir.” dediğimde duraksadı. Sanki bu ihtimal hiç aklına gelmemiş gibiydi. Gözleri birkaç saniye yerinde dönüp durdu ve sonunda kafasındaki tilkileri yerine oturttu.

“Çok özür dilerim. Buraya gelen herkesin belli bir bütçesi vardır. Sana bunu vermeyi unuttular herhalde, benim de hiç aklıma gelmemişti, affedersin. Burada almak istediğin bir şeyler oldu mu?”

Olmamıştı ama geldiğim ilk zamanlarda kızlarla burada meşhur olan bir kafede oturana kadar paraya ihtiyacım olabileceğini düşünmemiştim.

“Bu söylediklerine nedense hiç inanmıyorum. Kendi paramı kendim kazanırım. Nezaketin için teşekkürler.” dedim tek kaşımı havaya kaldırıp. Ama o aniden çirkefleşme politikasını kullanmıştı.

“Sana iyilik yaptığımı nereden çıkardın saçaklı? Bunu kutu oyunu gibi düşün. Farklı bir boyuta geçiyorsun ve bunun için girişte ödeme alıyorsun. Ay daha fazla bu cahilliğe katlanamayıp bayılacağım.”

“Bayıl bayılıyorsan. Ben de eşelediğim toprakları üzerine atarım fırsat bu fırsatken.” dediğim an elini kalbine götürdü. “Kırıcısın. Hoşt enik git kendi toprağını eşele.”

“Ben eniksem sen de giliksin.”

“Gilik ne be?”

“Bizde sevimli köpeklere böyle seslenilir.”

“Sizde?”

“Yani bizim evde? Yani annemler...” deyip duraksadım. O da duraksadı. Acımı en içten bir şekilde yaşıyor gibi gözleri doldu. Sonra bunu benden gizlemeye çalışıp neşeyle gülümsedi.

“Anlaşıldı anlaşıldı, sen buz odayı özlemişsin.” dedi ve yürümeye başladık.

Uzun patika yolu yürürken yolda bir kaplumbağa gördüm. Yol boyu uzanan renkli çiçeklerin arasından söylenerek çıkmaya çalışıyordu. Kaplumbağanın kabuğunun renkli olması dikkatimi çekti.

“Of of of of. Nefes nefese kaldım of. Şimdi kim karşıya geçecek de su içip geri dönecek.” diye konuşunca duraksadım. Renkli kabuklu kaplumbağanın yanına yaklaşıp parmaklarımı kabuğunda gezdirdim.

Memnuniyetsiz yüzüyle bana baktı. Çekil kızım ya yolumdan agucuk gugucuk yapacak zamanım yok. Ayh! Yaşlı bir kaplumbağayım ben. Susadım. Ay yavrum dokunma ortama burama aa! dediğinde güzümde biraz da olsa gülümseme olmuştu.

Feris’e doğru dönerek “Gel bakalım bücür yeteneklerini test edelim.” dedim. Feris bana gözlerini devirerek bakarken “Su topunun içinde boğacağım şimdi göreceksin testi. Sabır ya!” dedi öfkelenerek. Bu halleri inanılmaz hoşuma gidiyordu. Her gün iki dakika da olsa beni görmeye geliyordu. Geçen sürede aramızdaki bağ artmış, samimiyet kazanmıştı. Kendisi benden büyük olsa da görünümü küçüktü ve ben ona bu şekilde sataşmayı seviyordum.

“Avucumun içine su doldurursan sana çikolata alırım.”

“Çeşme miyim ben? Delinin zoruna bak.”

“Su topunu avucuma bırakabiliyor musun onu deneyelim o zaman.”

“Su topumu istersem suratının ortasına bırakırım. Ne yapacaksın sen suyu?”

“Bu güzel tini miniye içireceğim. Susamış galiba.” dedim sonunda açıklama yaparak. Feris kendi avucunun içinde işaret parmağıyla bir su huzmesi oluşturdu. Sonra da bunu benim avucuma bıraktı.

“Gel bakalım tini mini. Su zamanı.” deyip avucumu ışıl ışıl duran kaplumbağaya yaklaştırdım. Oy seni bana Tanrı mı gönderdi? Dilim damağım kurumuştu. Sağ ol kızım. Oh çok makbule geçti. Ellerin dert görmesin dediğinde onun başını okşayarak oradan uzaklaştım.

Feris yanımda elleri arkasında sekerek geliyordu. “Nesin sen iyilik meleği mi?” diye sordu.

“İyilerin dostu kötülerin düşmanı.”

“Evet, yeni bir tür olduğun doğru.” dedi kapıdan içeri girerken. Kapıyı büyüyle açmıştı. Ama bu sefer girmek için bedel gerekiyordu. Kapıyı açmıştı ama saydam bir engeli geçemiyorduk. “Ne yapmamız gerek?” diye sordum. “Sen değil ben yapacağım, büyük olan benim.” dedi. Ne olduğunu anlamadan kanatlarını çıkarmış ve şeffaf, içinde sular gezinen kanadına hançeri saplamıştı.


Loading...
0%