Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@1scintilla

“Dur! Bu da ne? Feris! Bunun gerekli olduğunu söyleseydin girmezdim. Bu kadarı da fazla.” dedim ama beni dinlemedi. Kanatlarından altın renk birkaç damla su akınca saydam kalkan kalkmış ve içeri girmiştik.

“Bu sana zarar verir mi? Bir daha bunu yapmak istemiyorum.”

“Korkma sadece biraz enerjimi alıyor. Birazdan toparlarım.” dedi ama keserken acıyan yüzünü bizzat gördüm.

Milyonlarca buz kalıbıyla çevrili gibi duran odanın önüne geldiğimizde, biraz oyuk duran çukuru eritti Feris. Söylediği sözler eşliğinde buzlar eridi ve suya döndü. Su karıncalandı, dalgalandı ve en sonunda pürüzsüz bir şekilde annemin yüzünü gösterdi. “Anne!” dedim çaresizlikle. Gözümden damlayan tek damla yaş düştüğü buzun üzerinde coss diye bir ses çıkardı.

“Anne seni çok özledim. Ben iyiyim. Bitir artık yüreğindeki bu yası. Annem... Seni çok özledim. Yanmasın ciğerinin içi artık hasret ateşinden. Annem. Hazel’ime iyi bak. Onu bunaltma, o senin geriye kalan tek evladın.” Annemin suya yansıyan görüntüsüyle konuşurken odaya babam girdi.

“Baba, babacığım. Kollarının şefkatini özledim. Sizsiz yalnızım baba. Yapayalnızım. Giden benim ama sanki hepiniz benden gitmişsiniz gibi hissediyorum. Terk edilen benmişim gibi hissediyorum.” Gözümden bir damla yaş daha düştü buzun üzerine ve yine coss sesi çıkardı.

“Burada arkadaşlarım var. Ancak yüreğimde koca bir boşluk da var. Kalbimde bir kuş yaşıyor ve uçup gitmiş gibi. Sizsiz ne yapılır hiç bilmiyorum ki ben. Cevizimi diktim yine. Belki büyüyüp gölgesinde dinlenene kadar kalırım burada. Kendinize iyi bakın baba. Sizi çok seviyorum.” dedim.

Babam anneme sarılmış, annem ise bir elinde benim en sevdiğim ve Hazel’in giymek için kavga ettiği tişörtüm, diğer elinde bir bebek zıbını, kucağında ise Hazel’in yastığı vardı. Kaybettiğimiz ablamın, benim ve Hazel’in kokusunu bir odaya doldurmuş solumak istiyordu ciğerlerine.

Birbirlerine sarılmış olan anne babamı izlerken artık daha fazla burada duramayacağımızı anladım. Arkamı dönüp Feris’e baktığımda sudaki görüntüye kilitlenmişti. Elini kalbine götürmüş ve üzüntüyle onları izliyordu. Duygusal buhranımdan etkilenmiş olmalıydı.

Şimdiye kadar buz tutmuş olmalıydım. Ama bu olmadığına göre bu işte bir tuhaflık vardı. Ayağımın dibinde ıslaklık hissettiğimde yere doğru baktım. Yerde iki tane delik olmuşmuş ve orayı eriterek büyütüyordu. Daha korkunç olan bir şey vardı, o da bu iki deliğin gözyaşlarımla oluşmuş olmasıydı.

“Feris.” diye fısıldadım bana bakmasını umarak. “Feriiis.” Görüntüye kilitlenmiş hali asla bozulmuyordu. Ailesini görmediği için mi bu kadar içerlemişti.

Yüksek sesle konuşup sessizliğin dengesini bozmak istememiştim.

“Feris bana bak artık. Feris lütfen bak. Buzlar eriyor burada kalacağız. Feris.” Bir adım geri atıp onun yanına doğru gitmek istedim ama ayağımı kaldırdığım yerden birden yüzüme buz gibi su fışkırdı. Beklenmedik bu durum karşısında çığlık atmama rağmen Feris bana bakmıyordu. Resmen donmuş kalmıştı. Girişte ödediği bedel yüzünden mi öyle dondu? Bilmediğim başka şeyler mi dönüyordu?

Kanadını keserek bir sıvı akıtmıştı. Böyle olmamalıydı. “Ne yapacağım ben şimdi?” diye mırıldandım kendi kendime. Buz kütleleri yoğun ıslaklıktan dolayı yavaş yavaş erimeye başlamıştı.

“Tanrım lütfen yardım et. Burayı düzeltecek bir büyü bilmiyorum, bilsem de yapamam. Feris.” Son kez çaresizce seslenmeme rağmen duymamıştı.

Aklımı çalıştırmalıydım, aklımı. Ne yapabilirdim. Saçlarım! Tabii ya saçlarımı kullanıp bir ihtimali zihnimden elemeliydim. Tamam sakin ol, derin bir nefes al Yargı. Hangi kısım şifalıydı? Yanlış bir hamle yapmamalısın! Altın boynuzun dediğini hatırla!

Siyah, evet bazen gördüğümüz şey, düşündüğümüzün tam zıddı olabilir. Karanlık aslında aydınlığı getirebilir. Bu yüzden siyah saçım şifa saçıyordu. Elimi saçıma götürüp bir tel kopardım ve o gün yaptığım gibi tam ortasına düğüm atıp deliğin üzerine attım. Aynı işlemi bir kez daha tekrarladım ve bekledim. Ama değişen hiçbir şey olmadı. Burası o kadar geniş değildi ve buzun aynı hızla erimesi dahilinde, donarak değil, boğularak ölebilirdik. Su seviyesi dizlerimin üzerini geçmeye başladı.

“FERİİİİİİİS!!!” bağırmam hiçbir işe yaramıyordu. Ekranda olan anne babamın sarılmış hâllerine tutulmuş kalmıştı. Ayağımı deliğin üzerinden çekip son hız koşarak Feris’i olduğu yerden ayırıp, kapıya doğru koştum. Son ihtimal yumruklamam gerekse bile bunu yapacaktım. Feris’in elleri avucumun içindeyken, diğer elimle şeffaf kapıyı yumruklamaya başladım. Ama yumruklarım kapıyla beraber içeri gömülüp geri aynı şiddetle bana dönüyordu. Etrafımı yeniden incelediğimde tavanda bir boşluk olduğunu gördüm. Belki karşı duvara tırmanabilirsem o boşluktan dışarı süzülebilirdim.

Yeni yeni erimeye başlayan duvarın deliklerinden ayağımı koyup çıkmaya başladım. “Feris tutun bana. Bir koalanın ağaca sarıldığı gibi sarılmanı istiyorum. Feris beni duyuyor musun? Ah lanet olsun!” Onu önüme alıp kucağıma çıkardım.

Kollarını boynuma doladım. Ardından kemerimi çıkartıp arkadan ellerini bağladım ki açılıp düşmesin. Aynı işlemi onun kemerini alarak ayaklarını belime bağlarken de tekrarladım. Yeniden duvara tırmanmaya başladım. Onu burada bırakacak hâlim yoktu. Su akarken ellerim üşüyordu ama bunu önemsememeye çalıştım. Buzun erimesi zaten yeterince zordu.

Duvarın yarısına geldiğimde aşağı doğru baktım. Su seviyesi iyice yükselmişti. Artık orada duramazdık. Tırmanmak tek seçeneğimizdi. Ama keşke bakmasaydım çünkü yolu neredeyse yarılayıp iyice yükseldiğimi gördüm. Duvarın oldukça uzun olmasının tek avantajı aşağıya biriken sudan etkilenmememizdi. Tavandaki boşluğa yaklaştığımızda elimin altındaki buz tamamen eriyerek koptu ve elim kaydı. Yeniden tutunmaya çalışırken o panikle diğer elimde kayınca, bir hışımla duvara tırnaklarımı geçirmeye çalıştım ama artık sert bir buz kütlesi olmadığı için tutunamıyordum. Tırmandığım yerden hızla düşmeye başlayınca çığlık atmaya başladım.

“Hayır. Yardım edin. Feris lütfen kendine gel. Feris!” o an bileğimdeki tırtılın hareket ettiğini gördüm. “Işıl! Bu mühür ne işe yarıyor bilmiyorum ama beni hissediyorsanız lütfen yardım edin. Buz odasındayız.” dedim panik ve heyecanla. Tırtıl bu sefer parlayarak sürünmeye başladı. Neler olduğunu anlamıyordum.

Düşme hızımızı tırnaklarına durdurmaya çalışıyordum sadece. Ama tamamen eriyen bir boşluktan dolayı ellerim kaydı ve artık tutunacak yerim kalmadı. Buz gibi suyun içine düşmeden önce derin bir nefes almalıydım. Düşmeye başladığım an kapıldığım panik git gide artıyordu. Feris’i kendime bağlamam iyi bir fikir miydi artık emin değildim.

Sırtımda hissettiğim dehşet bir acıyla çığlık atmaya başladım. Bu odaya girmenin bedeli bu kadar büyük müydü?

Sırtım birinin bana bıçak saplayıp, sapladığı bıçağı acımasızca aşağı indirmesi gibi acıyordu. Şiddetli bir yanma hisseyle yaptığım tek şey çığlık atmak oldu. Hem düşüp hem de bu kadar acı çekmek normal miydi?

Yaşamayanlar’a geldiğim andan beri tekrar nasıl öleceğimi hiç düşünmemiştim. Önceki hayatımda hastalığım bunun için yeterli bir sebepti. Ama şu an hem boğularak can verecek olmak hem de bu çılgın acıyla baş etmeye çalışmak oldukça zordu.

Sırtım biri derimi iki yana ayırıyormuş gibi ağrıdığında çığlıklarımı nasıl kimsenin duymadığını düşündüm. İki elimle birden tırnaklarımı yüzüme geçirdim. Aslında acının kökeni olan omuzlarıma geçirmek isterdim ama orada Feris’in kolları vardı. Bu müthiş acı dehşet verici şekilde artmaya başladı. Ağrıdan bulanan midem kendini ağzımdan atmak üzereydi. Nefes bile alamayacak kıvama gelince, boğulmak için suya ihtiyacım olmadığını düşündüm. Düşüş hızı oldukça yüksekti fakat ben bu kısacık süreye inanılmaz bir acı sığdırmıştım. Acı yavaşça dinmeye başladığında iki yanımdan uzanan ve yavaşça büyüyerek beni saran bir şey gördüm. Bu bir çeşit tüylü yaratık mıydı?

Tüylü yaratık iki yana doğru açıldığında oldukça büyük olduğunu anladım. O an fark ettiğim şey acının tamamen bitmiş olması ve havada duruyor olduğumdu. Dikkatle bu şeyi incelemeye başladım. Beni havada tutan şey neydi böyle? Bunlar bir kuş tüyüydü. Bir araya gelerek oluşmuş kocaman bir kuş tüyü. Bunu nasıl yorumlamalıydım?

Diğer tarafıma baktığımda orada da simsiyah tüyler gördüm. Saçımın beyaz kısmında olan tarafta siyah tüy, siyah kısmında olan tarafta ise beyaz tüyler vardı. Sakince derin bir nefes daha alıp inceledim. Bunlar bir kuş tüyüydü ve ben bir kuş gibi havada duruyordum.

Kanatları açık süzülen bir kuş gibi! Tanrım. Az önce çektiğim, beni çığlık çığlığa neredeyse bayıltacak kıvama getiren acı, sırtımdan bir çift kanat çıkması mıydı? Bu tüyler bana aitti. Tıpkı saçlarım gibi ve onlara tezat bir şekilde oluşmuştu. Olayın şokunu atlatamadan beynim onları hareket ettirmem gerektiği komutunu verdi. Şu an sağlıklı düşündüğüm zaten söylenemezdi.

Omuzlarımı kendime çekip geri bıraktığımda onlarda hareket etti. Bu hareketi art arda tekrarladığımda yukarı doğru hareket etmeye başladım. Su seviyesi gittikçe yükselirken tüylere su değdiği an ürküp daha da hızlandım.

Bu, bu çok değişik bir şeydi, bana verdiği hissiyatı ölene kadar unutmayacaktım.

Kısa bir süre sonra tavandaki boşluğa gelmiş ama çıkamamıştık. Orası boşluk değil girdiğimiz anda olduğu gibi saydam bir kalkandan oluşuyordu. Çıkmak için de bedel ödememiz gerekiyordu. Bunu girişte gayet net görmüştüm.

Feris’in belindeki hançeri alıp, bir saniye bile beklemeden siyah tüye doğru batırdım. Bunu yaparken yeniden çığlık atmıştım. Bu kadar acıyacağını tahmin etmemiştim. Feris hiç renk vermemişti. Gerçi o peri kanadı demişti. Belki farklılık gösterebilirdi. Siyah tüylerin arasından akan gümüş renk parlak suyun birkaç damlası yere damladığında, saydam kalkan çatladı ve kırıldı.

Kırılan kankan bir cam gibi üzerimize yağmaya başladığında kollarımı Feris’in kafasına sarıp onu korumuş, yüzümün bir kısmını da onunla beraber saklamıştım. Ama saklayamadığım yer saniyelik bir acıyla çiziklerle dolmuştu.

Bir bedel bu kadar zor ödenmek zorunda mıydı?

Kanatlarımı çırparak tavanda açılan boşluğun içerisine süzüldüm. Sanırım içerisi büyülüydü ve daha küçük görünüyordu. Yoksa şu an gökyüzünde olmamın mantıklı bir açıklaması yoktu.

Dışarı çıktığımız an Feris gözlerini açtı. İki saniye ne olduğunu anlamamıştı ama üçüncü saniye göz bebeklerinin büyümesi ve korkuyla bağırması bir olmuştu.

“İnanamıyorum. Neler oldu? Ben neredeydim bu sırada? Nasıl bu hâle geldik? Kanatların çıkmış inanamıyorum. Tetiklenmişsin. Tanrım! Benim seni korumam gerekiyordu senin değil?” diye art arda konuşmaya başladı. Kanatlarımı incelemeyi bitirip yüzüme geçti. Elleriyle dokunmaya çalıştı ama kemerle bağladığım için hareket ettiremedi.

“Heey! Zekânı benden almışsın bence. Beni orada bırakmadığın için sevindim. Zorlukların üstesinden bu derece başarılı çıkman gözlerimi yaşartacak.” dediğinde ona baktım ama sessiz kaldım. Kanatlarımı çırparak yere doğru inmeye başladım. Ağaçların üzerindeyken aşağıda beni fark eden Işıl’ın gözleri ve ağzı aynı orantıda açıldı. Diğerleri de onun baktığı yere bakınca beni gördü ve şok oldu.

Durun bir saniye henüz ben şok olamamıştım!

Anın etkisiyle oradan kurtulmaya çalışıp yaşadığım buhranı sonraya ertelemeye karar verdim ve o sonra, burasıydı.

Tek dizimin üzerine çöküp yere indiğimde Çağıl başını aşağı yukarı sallayarak “Gayet havalı bir inişti.” dedi.

Üçüzlerin dışında burada bir kişi daha vardı, Arat Zemheri. Gözleri hızlıca bedenimi taradı. Herkesin gözü üzerimizdeyken “Sana sarılmak çok hoşuma gidiyor ama artık beni indirmek ister misin?” diye sordu Feris tedirgince. Yerinden kımıldayıp kemerleri çözmeye cesaret eden tek kişi Çağıl’dı. İnanılmaz soğukkanlı duruşu ben de ona hayranlık duymama sebep oluyordu. Feris geri çekilirken yüzümü tekrar inceledi. Sonra kollarını yeniden boynuma dolayıp “Özür dilerim. Seni koruyamadım.” deyip ağlamaya başladı.

“Şşşt. Özür dilenecek bir şey yok. Sen benim koruyucu meleğim değilsin ya? Her an yanımda olduğun için asıl benim sana teşekkür borcum var.” dediğimde görünüşüne uygun davranarak omuzlarını silkti. Bu hareketi içimde şefkat duygusunu uyandırmıştı.

Çağıl arkamdan dolanarak kanatlarıma dokunuyordu. “Vay canına! Müthiş. Daha önce hiç bu kadar yakından görmemiştim. Kanat çırpmak nasıl bir duygu?” dediğinde Işıl o an kendine gelmiş gibi “Kanatların var!” diye bağırdı.

Ben de ona eşlik edip “Evet kanatlarım var! Bu nasıl mümkün olabiliyor? Sıradaki aşama bir kuşa dönüşmem mi?” sordum dehşet içinde.

“Bebeğim dönüşebileceğin en mükemmel kuşa dönüşmüşsün zaten.” dedi Pırıl gri saçlarını savurarak. Arat’ın üzerimden bir saniye ayrılmayan kara gözleriyle bakıştım ve yine çarpıldım. Bu sefer karşılıklı olduğunu daha net görmüştüm. O da ürpermişti. Bir adım bana doğru geldi. “Çok acıdı mı?”

“Ne?”

“Canın çok yandı mı?” diye tekrarladı sorusunu. Bunu sorarken onun canı niye yanıyordu peki?

“Canım çok yandı.” dedim gizlemeden. Yutkunarak bir adım daha attı. “Belki öpersem geçer?” dediğinde artık canım yanmıyor demek yerine “Neden denemiyorsun?” dedim.

Günlerdir yanağımı öpüşü zaten zihnimi süslemiyor gibi bir de bunu düşünecektim. Bir adım daha attı bana doğru. Parmak uçları parmak uçlarıma değerken açıkta kalan omzuma değdirdi dudaklarını. Sıcak dudakları omzuma değdiği an gözlerimi kapattım. Ona sarılıp ağlama isteğim normal miydi? Bu kadar kısa sürede bunları hissetmem normal miydi asıl?

Bir elini yüzüme doğru çıkarıp çizilen yerlerin üzerinde gezdirdi. Diğer eli ise saçlarıma gitti. Beni kızlara arkamı dönecek şekilde çevirdi. Parmak uçları yüzümdeki çiziklerde tek tek gezindi sonra kesiğin sızısı yavaş yavaş kayboldu. Aynı işlemi iki kere daha tekrarlayıp en sonunda dudaklarını yaranın üzerine bastırdı.

Dudaklarını düşünmekten, bunu kızlardan gizli yaptığına odaklanamamıştım. Dokunduğu yerin acısı siliniyordu. “Geçti mi? Canının acısı?” dediğinde kafamı salladım. Kanatlarımı inceleme aşamasına yeni geçmişti. Parmak uçlarını kanatlarımda gezdirip “Çok yakışmış.” dedi. Ama bu o kadar hoşuma gitmişti ki sabaha kadar kanatlarımı okşamasını isteyebilirdim.

“Neler oldu anlamıyorum? Bu nereden çıktı? Herkese oluyor mu? Artık böyle mi yaşayacağım? Yoksa kaybolacak mı?” diye art arda sorumu sıraladım. Ama Işıl’ın bana doğru gelmesiyle daha fazla konuşamadım.

“Çekil de biz de sarılalım. Yapıştın balık gibi.” dediğinde soru dolu gözlerimi ona çevirdim. “Vatoz balığı gibi yani.” deyip kollarını boynuma doladı. Sonra kulağıma fısıldadı “Yalnız var ya acayip havalı görünüyorsun şu an. Neler oluyor Yargı Hanım?” diye sordu gülerek.

“İnan bilmiyorum. Öyle bitkin hissediyorum ki kendimi.”

“İşe önce bu güzel kanatları geri içeri sokmakla başlayalım.” dedi Arat. Gün içinde ilk kez göz göze gelmediğimiz için bu sefer çarpılmamıştık. “Ne? Geri içeri girecek mi? Hep böyle dolaşmayacağım yani? Peki girerken de çıktığı gibi acıtacak mı?” diye sıraladım. O ise gözlerimin içine derin derin bakıp sonra aklına başka bir şey gelmiş gibi gözlerini yumup başını iki yana salladı.

Çağıl ise ona kötü bakışlar atmakla meşguldü.

“İlk kez olduğu ve tetiklendiğin için bu kadar canın acıdı. Ama artık ilki kadar acımayacak. Onları her istediğinde çağırıp geri gönderebileceksin. Şimdi söylemen gereken tek şey gratias ad alas demek.”

“Bu ne demek? Artık hep benimle olacaklar yani?”

“Evet güzelim. Kanatlarıma teşekkür ederim demek. Bu söz onları yeniden saklayacak.” dediğinde ona bakakaldım. Güzelim demişti.

Ondan hiç rahatsızlık duymuyordum. Bana hiç yabancı gelmiyordu. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissediyordum. Sanki ruhum onu görünce tamamlanmış, aradığını bunca sene sonra bulmuş gibi ferahlıyordu. Bana yakınlaştıktan sonra bu duyguları daha net hissetmeye başladım. Parmaklarını yüzümde gezdirmesi, omzumu öpmesi, bunlar normalde asla izin vereceğim şeyler değildi. Gözlerim gözlerine kenetlendiğinde sanki biz öylece kalıyoruz ve onlar konuşuyordu.

“Gratias ad alas.” Bunu söylerken sanki yıllardır bu dili kullanıyor gibi akışkan ve vurgulu dile getirdim. Daha buna şaşıramadan, kanatlarım yavaşça kapanarak sırtımda toplandı. İçeri girdiğini hissediyordum ama bu sefer acı daha katlanabilir formdaydı.

“Onları geri çağırmak için İ vestra libertate diyeceksin. Özgürlüğünüze ihtiyacım var. Buna gerek bile kalmayabilir çünkü şimdi olduğu gibi zor anında herhangi bir çağırılmaya gerek kalmadan gelebilirler.” dedi Arat. Gözlerinin içine bakarken sadece başımı sallamıştım. “Zor bir gün oldu dinlensen iyi olur.” dedikten sonra pelerinini çıkartıp omuzlarıma bıraktı. Pelerinin ipi yoktu ama omuzlarıma konduğu andan itibaren sanki yapışarak tutunmuş gibi asla düşmedi. Feris’e ve kızlara baş selamı verip yanımızdan ayrıldı.


Loading...
0%