Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@1scintilla

Çağıl’ın ifadesiz ve soğuk ruhu sivri zekasıyla birleşince tehlikeli olabiliyordu.

Işıl çok cana yakın birisiydi. Yeni tanıştığı biri ile bile anında sohbet kurup devam ettirebilirdi. Ayrıca kulakları çok keskindi ve bu onun avantajıydı.

Pırıl ise tam Işıl’la Çağıl’ın ortası gibiydi. Ne çok sıcakkanlı ne de çok soğuk. Ama bulaşmak istemeyeceğiniz tiptendi. İnsanları laflarıyla canından bezdirir ve tabiri caizse itin totosuna sokup çıkarırdı. Koku duyusu çok gelişmişti. Beni iki kez yakalayarak Nova’yı banyodan kovmayı başarmıştı.

“Volkoslak seni emçüklerken Çağıl az daha kusacaktı. Kör olsaydım da bu sahneyi görmeseydim dedi. Hele bir ara vampirin üzerine çıktığını gördü ve mührüne bir lanet gibi baktı.” dedi Pırıl.

“Beni gördü derken? Peşimden mi geldiniz? Ama öyle olsa geri nasıl döneceksiniz o kadar hızlı?”

“Aa doğru sen güzel vampirinin kuvvetli kollarında taşındın yatakhaneye.”

“Nasıl gördü?” diye yineledim sorumu.

Pırıl gözlerini abartıyla devirerek “Onun özel gücü bu. Görüş mesafesi oldukça uzun ve net. Gözlerinde mesafeyi yakınlaştıran lensler olduğunu düşün. Bir ağacın ya da duvarın arkasında olsan bile görür seni.” der demez gözlerimi kocaman açtım. O sırada Pırıl’ın kafasına bir yastık geldi, Çağıl tarafından.

“Senin o zehirli iğneni kırarım küçük köstebek. Benim sırlarımı ne diye açık ediyorsun.”

“Kendi sırrımı da söyleyecektim. Birimiz üçümüz, üçümüz hepimiz için.” deyip sırıttı.

“Ee biz banyodayken görüyor musun yani bizi?”

“Ne göreceğim senin çirkin sıska vücudunu?”

“Görüyorsun yani? Duvarın arkasını gören küvetin içini hayli hayli görür.”

“Gözlerimi kapatınca ya da yönümü çevirince görmüyorum. Yani bakışlarım nereye bakıyorsa orayı görüyorum yalnızca.” dedi bıkkınlıkla. Işıl ise gülüşünü daha da arttırarak “Yani senin C cup olduğundan emin olduğum hatta zorlasak D cup olacak memelerini görmediğini söylüyor.”

Gözlerim Çağıl’a doğru dönerken yastığı kafasına bastırıp çığlık attı. “Bu aramızda kalacaktı sümüklü böcek. En ufak açığında herkese bunu anlatacağım.” dedikten sonra bana döndü. İlk defa onu bakışlarını kaçırırken görüyordum. “Yanlışlıkla oldu banyoda olduğunu bilmiyordum. Mahremiyet sınırlarını geçtiğim için üzgünüm. Gerçekten bilerek olmadı. Bunu yaptığım için bir an şaşkınlıktan donup kaldım ve bu asalaklar ne olduğunu anlatana kadar beni bırakmadılar!” ilk defa bu kadar uzun açıklama yapıyordu.

“Sen de onlara benim memelerimi mi anlattın yani?”

“Asıl şaşırdığım şey oydu zaten. Kazağın altından bu kadar belli olmuyor. Tanrı bizden alıp sana vermiş. Yeter artık, bu durumdan ve senin memelerinden konuşacak değilim sıkıldım. Yatın zıbarın.” deyip arkasını tekrardan döndü ve bu sefer yorganı kafasına kadar çekti.

Kalan ikizler bu duruma kahkahalarla gülerken Işıl’la göz göze geldim. “Gördün mü neredeyse utanacaktı.” Görmüştüm ama üzerine gitmemeye karar verdim. Onlara umursamaz gibi gözlerimi devirip iyi geceler diledikten sonra yatağıma girdim. Yatağım Çağıl’ın yatağının hemen yanındaydı ve beni görmek istemez gibi yorgana daha sıkı sarıldı.

Bu durum aslında hoşuma gitmemişti ama onun elinde olan bir şey değildi. Güçlerimizi biz seçemiyorduk. Ayrıca neticede o da bir kadındı ve bu gücün bir erkekte olduğunu düşünmek bile istemiyordum. Bence olsa bile söylemezdi. Gözlerini bağlayıp gezdirmek zorunda kalabilirdik o zaman.

Gözümü kapatır kapatmaz kara gözler bana yaklaştı ve yanağıma tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu.

Uyandırma perim bana o kadar alışmıştı ki artık sadece kulağıma şarkı söylemekle kalmıyor yanağımı öpüyor, boynuma yatıyor ve beni öyle uyandırıyordu.

Haftalar birbirini kovalarken günler geçmiş ve bir ay döngüsü daha yaşayıp yaz mevsimine giriş yapmıştık. En sevdiğim mevsim geldiğine göre zıplayarak yataktan kalkabilirdim. Sıcağın altında mayışmaya bayılırdım. Denizin önündeki ıslak kumlara uzanıp teninde gezinen güneş kadar güzel bir şey yoktu. Acaba burada deniz var mıydı? Hava şartları o kadar kötüydü ki sormak aklıma bile gelmemişti.

Geçen zaman içinde Nova’yla nasıl bir döngü içinde olacağımızı güzelce konuşup her şeyin sınırlarını çizmeye karar verdik. Başlardaki durumu tekrar yaşamak istememiştim. Bu yüzden seviyeli bir kan alışverişi birlikteliğimiz vardı.

Dersler de sandığımdan daha eğlenceli ilerliyordu. Bilmediğim her şeyi bir sünger gibi içime çekiyordum. Üçüzlere ise feci hâlde alışmıştım.

Duşa girmeden önce Çağıl’a defalarca söyledikten sonra, göz bandını oflayarak gözlerine çekip yatmaya devam etti. Kıyafetlerin içini göremiyordu neyse ki...

Küvetin içinde her daim hazır olan sıcak suyun içine girince etrafta buharlar oluşmaya başladı. Etrafa yayılan renkli buharlar ve egzotik meyvelerin aroması beni zevkten dört köşe ediyordu.

Sıra saçlarımı şampuanlamaya gelince kıvırcık saçlarıma elimi attım. Ama fark ettiğim detayla duraksadım. Saçlarım uzundu ve düzdü! Dümdüzdü. Bir dalgası bile yoktu. Şaşkınlıkla birlikte kurulanmadan bütün ıslaklığımla küvetten çıkıp ayna karşısına geçtim. Yılan başlı musluğun altında yüzümü yıkayıp yeniden baktım. Gerçekten saçlarım fön çekilmiş gibi düzleşmişti. Yine bir tarafı siyah ve bir tarafı beyazdı. Mevsim geçişleriyle birlikte saç şeklim de mi değişecekti? Yoksa bu kızların bana yaptığı bir şaka falan mıydı? Ayrıca daha dikkatli baktığım zaman kirpiklerimin de gürleştiğini gördüm.

Hemen kalan işlerimi halledip ince bornozuma sarıldım ve dışarı çıktım. Banyodaki yere düşen sular, yere düştüğü an kayboluyordu. Buhar ise seninle birlikte gelmeyip sen çıkar çıkmaz yok oluyordu. Büyünün mucizevi etkileri bunlardı.

“Hemen saçlarıma bakın! Bunu siz mi yaptınız? Nasıl oldu?”

“Ohaa.” diyen Işıl hayret nidalarıyla yanıma geldi. “Ben yapmadım. Ama bu da aşırı seksi bir hava katmış adamım. Müthiş derecede güzel gözüküyorsun. Kıvırcık saçlar nasıl desem, biraz sevimli gösteriyordu.” dedi etrafımda dönerek saçlarımı incelerken.

Çağıl oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Saçlarımın bir tutamını tutup içinden bir şeyler söylerken gözleri kapalıydı. Aynı işlemi beyaz saç tutamını eline alıp yeniden yaptı. Gözlerini açtığında ona baktığım için göz göze gelmiştik “Büyü yok. Belki de yaz mevsimine özel bir geçiş dönemidir. Arada olur. Biz kızın her ay saç rengi değişiyor ve bunu komik buluyorduk. Belki de ona da böyle bir şey oluyor. Konuşmak lazım.” dedi.

Bu konuyu kısa süreliğine rafa kaldırdık. Bugün yine siyah gömlek ve pileli etek günüydü. Eteğim yeteri kadar kısa olduğu için bulabildiğim en uzun diz altı çorabını ayaklarıma geçirdim. Ben uzun etek severdim. Kenarları renksiz siyah pelerinimi de takıp hazırlığımı bitirdim. Kombini bozmamak adına siyah bir de spor ayakkabı giymiştim.

Ayakkabımı bağlarken Işıl “Bebeğim senin ayakkabı giymene gerek yok kanatlarını çırp yeter.” diyerek bana dalaşmayı ihmal etmemişti. Ama bu kanat mevzusu çok önemli olduğundan yalnızca aramızda konuşacaktık. Körpünün üstünden geçerken Vaaav gözlerime inanamıyorum, bu düz saçlı hatun da kim böyle? dedi.

“Benim ben, hâlâ buradayım körpücüğüm. Saçlarım bir sabah ansızın düzleşti, bunun hakkında bir şey biliyor musun?” diye sorduğumda mevsim geçişlerinde olabiliyor. Yaşayanlar nasıl grip oluyor biz de fiziksel değişimler yaşıyoruz işte, takılma dedi.

Ona teşekkür ettikten sonra yemekhaneye girdik. Girer girmez Veronika sinsisinin gözlerini üzerimde hissettim, umarım bu kez bir hata yapmazdı.

Havada duran kaşıkların olduğu açık büfe kahvaltı masasına geldiğimizde ilgimi çeken bir şey oldu. Gözlerime inanamıyorum, bu çilekli yoğurttu. Bu hayatta ceviz kadar sevdiğim bir diğer şey de çilekli yoğurttu. Hemen kendime bir hatta iki küçük kutu yoğurt aldım. Bunu yaparken de Işıl’a neden daha önce göstermediğini soruyordum.

Artık buranın yemeklerine göz aşinalığı sağlamıştım. Kahvaltı da makarnanın ne işi vardı bilmiyordum ama atıştırmalık olarak kurbağa bacağı yiyeceğim diye ödüm kopuyordu. Bir keresinde beyaz, yuvarlak sülüksü yapıdaki şeyin ne olduğunu sorduğumda baykuş gözü olduğunu öğrenip, neredeyse baygınlık geçirecektim. O yüzden yemeklere çok temkinli davranıyordum. Umarım yarasa çorbası falan içmiyorlardır...

İki kutu çilekli yoğurdumu yediğimde kendimi aşırı enerjik hissetmeye başladım. Ayrıca göğsümün üzeri kaşınıyordu. Burada sivrisinek var mıydı sormalıydım?

Düz saçlarımı gören herkes dönüp tekrar bakıyordu. Sanıyorum aynı kişi olup olmadığım konusunda emin olmaya çalışıyorlardı.

Kahvaltıdan sonra etrafta gezinerek derslik binasının yolunu tuttuk. Herkes aynı giyinmişti, ilkokul çocuğu gibi gezdiğimizi söylemek isterdim ama maalesef çok havalıydık. Bir pelerin insanı nasıl böyle moda sokardı hâlâ anlamıyordum.

Göğsüm tekrar kaşındığında elimi istemsizce götürüp kaşıdım.

Yanımızdan geçen ikili kız grubu omuzuma çarpıp geçtiğinde bunun Veronika olduğunu o kıvırcık saçlarından tanıdım. Sonrasında pelerini kafasına geçirip havalı bir şekilde yürüdüğünü düşünerek gitti.

“Bu aptaldan kurtulmamız lazım. Zaten asıl şey olunca herkes neyin ne olduğunu anlayacak ama-” dediğinde dönüp Işıl’a baktım.

O ise bize yaklaşarak “Üçüzlerim,” dedi beni de içine katarak

“Asıl önemli konuyu unuttuk.” dediğinde artık yürümüyor, olduğumuz yerde durarak ona bakıyorduk.

“Arat Zemheri, kale grubunda ve bir grup başka bir gruba çekim hissedemez. Sen de bir koruyucusun, dövmem çıkmıyor diye endişelenmeyi bırak.”

Kanatlarım bu yüzden mi çıkmıştı, koruyucu olduğum için? Uzun patika yolu yürürken düşünce seline tutuldum. Grupların olduğu binanın girişine geldiğimizde yanımızdan Arat Zemheri geçti. Üstelik bizi gördüğü halde hiçbir şey söylemeden öylece geçip gitti ve ben arkasından bakakaldım.

Peki bu neden içimde bir yerde bir üzüntü oluşturdu? Nereye giderse gitsin bana ne, diyerek kendimi mi kandıracaktım? Daha az önce aramızdaki çekimden bahsediyorduk, şimdi ise tanımıyormuş gibi çekip gidiyordu.

Burası çok kalabalıktı, herkesin içinde konuşmak mı istememişti? Ne olursa olsun bu çok kaba bir hareketti. Özellikle arkasında gözünü bize dikip gülen bir Veronika bırakırken.

Bu hareketten sonra ben de onu görmezden gelsem kıssasa kıssas mı olurdu? Bana bir değil, birkaç adım birden atmıştı, peki şu an tam olarak ne yaşanıyordu?

Tam bir adım attım ki arkamdan “Merhaba.” diye bir ses duydum.

Owen yine tüm neşesiyle karşımda duruyordu. Erkekler de tamamen siyah giyiniyordu. Siyah gömlek siyah pantolon ve siyah pelerin. Hepsinin kumaşı ben özelim diye bağırıyordu. “Merhaba.” diye yanıtladım.

“Bugün çok tatlı olmuşsun.” dedi beni şöyle bir süzüp.

“Herkes kadar.” diyerek aynı giyindiğimiz vurgusunu yapmaktan geri duramadım.

“Saçlarından bahsediyordum. Düz saç sana inanılmaz bir hava katmış, çok yakışmış, gözlerimi alamıyorum.”

“Nazik sözlerin için teşekkür ederim.” Kaba olmaya gerek yoktu. Önümde reverans yaparak beni grup binama uğurladı. İçeri girene kadar da bakışlarını sırtımda hissettim. Grup binam demiştim ama şimdilik grup binamdı.

Göğsüm yine kaşınıyordu, ne ısırmıştı böyle?

İlk derslik Profesör P.P’nindi. Yani Pepe. Ona böyle söylediğimi duysa bana kızar mıydı acaba?

Arka sıralara doğru yürürken, önünden geçip gittiğim insanlar bana bakıyordu. Bazıları anında fısırdaşmaya başlarken, bazıları soğuk bakıyordu. Bu grupta bir erkeğin bile bana ısınarak baktığını görmemiştim, çünkü bu gruba ait değildim. Düşününce çok mantıklı geldi.

Tekli ahşap sıralarda yan tarafımda Çağıl oturuyordu. Işıl önümde, Pırıl ise arkamdaydı.

Profesör Pepe duvarların içinden üç köpeğiyle havalı bir giriş yaptı.

“Günaydın gençler ve kendini genç hissedenler.” dedi ama kimsenin burada aşırı genç olduğunu sanmıyordum. Hepsinin vardır bir ellisi atmışı diye düşünüp kendi kendime güldüm.

Köpekler şu an sessizdi.

Profesör Pepe pantolon askılarını düzelterek, pelerininin şapkasını indirdi. Siyah dalgalı saçları muhteşem bir görünüş sergiliyordu. Göz rengi konuşurken değişkenlik gösterebiliyordu. Ama ne kadar uzaktan bakarsanız bakın, ben tehlikelim diye bas bas bağırıyordu duruşu. Sert bakışları şöyle bir sınıfı taradı. Tam bana bakacağı sırada yine göğsüm kaşınmış ama zor durmuştum. Gözlerini çektiği an hemen çaktırmadan kaşımaya çalıştım.

“Bugün dişleyen otundan bahsedeceğiz. Nedir bu dişleyen otu bilen var mı?” diye sorduğunda bir kız kibarca ağaya kalkıp “Zor bulunan ve tehlikeli yerlerde olan bir bitki olduğunu biliyorum.” deyip oturdu yerine.

“Evet Harper. Zor bulunur, çünkü herkes yetiştiremez. En son gizlice yetiştiren biri, bitkinin saldırısı sonucu öldü.” dediğinde gözlerim kocaman açıldı.

“Doğru duydunuz. Son derece hassas bitkilerdir. Kötülükten beslenir ve hisseder. Sahibi son zamanlarda o kadar kötülükle dolmuş ki, bu bitkinin neredeyse bir duvar kadar büyümesine sebep olmuş. Normalde her gün gelip bir et parçası bırakıp giderken, bu et ona asla yetmemiş ve açtığı kocaman ağzıyla sahibini tek lokmada yutmuş. Evet etçil bir canavar bitki olduğunu buradan anlayabilirsiniz.”

Şunlara bak renkleri nasıl soldu dedi en baştaki kapıya yakın oturan köpek. Hâlâ onları duyabiliyordum, bir sorun yoktu. Ona bakmamaya çalıştım.

Demek ki bu ot defalarca bahsi geçen bir ot değildi ki, herkes tedirgin olmuştu.

Ahh! Adamdan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Sonradan olay yerine biz gidip inceledik.

Hatırlıyorum ve inanılmaz nefret bir kokusu vardı.

Aralarında konuşmaya başlayan köpeklere zor olsa da kulaklarımı tıkadım. Üçüzlerin bana hediye olarak aldıkları tüy kalem ve defteri çıkarıp aklımda kalanları not almaya başladım. Anlaşılan bu defter dolup taşacaktı. Şöyle de bir olay vardı ki yazım deftere Türkçe geçmiyordu. Yani ben Türk alfabesiyle yazmaya başlıyordum ama yazar yazmaz garip şekillere bürünüyordu. Bir şekilde buraya gelen herkese dil güncellemesi geliyor olmalıydı.

Dünyanın dört bir yanından gelmiştik ve bizi birleştiren ortak dil Yaşamayanlar’ca idi. Bu düşünce gülmeme sebep oldu. Muazzam bir düzenin içindeydik. Herkes birbirini anlıyor, dinliyor, bu garip yazıları okuyup not alabiliyordu. Büyü her yerdeydi ve inanılmazdı.

Sırada Bayan Layal’in dersi vardı. Vakit kaybetmeden onun ürkütücü ve karanlık dersliğine girdik. Profesör Layal tüm ihtişamıyla içeri girdiğinde herkes suspus oldu. Kadının farklı bir aurası vardı. Yine gözleri gözükmeyen süslü bir şapka takmıştı. Derin göğüs dekolteli elbisesini incelerken, elbisenin kuyruğu yine hareket eder gibi geldi. Gözlerimi dikip sadece kuyruğa odaklandığımda ise, siyah elbisenin ucunda siyah bir yılan olduğunu ve sürekli elbisenin eteklerinde hareket ettiğini gördüm. Diğerlerine baktığımda tepkileri gayet normaldi. Görmüyorlar mıydı? Ya da bildikleri için mi bu kadar rahatlardı.

Şaka yapmıyorum kadın gerçek bir yılanla geziyor!

Bayan Layal’in arkasından bir kız geldi. Bakışlarım ona çevrilirken farklılığı gözlerimi kamaştırdı. Kızın oldukça açık renk beyaza dönük sarı saçları, ona uyumlu kaşları ve kirpikleri vardı. Yüzü ise parlıyordu, hatta tüm vücudu simler içerinde parlıyordu. Simli çilleri olduğuna emindim.

Görünüşü muntazamdı. Gözlerimi üzerini süzmek için tekrar harekete geçirdiğimde elbisesinin eteklerinde gördüğüm beyaz yılana bakakaldım. Kesinlikle hayal değildi. Yılan etrafında dönüp durdukça dalgalı bir elbise giymiş gibi gözüküyordu. Bakışlarım kızın yüzüne çıkınca göz göze geldik. Hafif bir baş selamı verince şaşırdım ama yine de ben de ona selam verdim. Gözleri yeşilin en soluk tonuydu ve bu onu daha da çekici biri haline getiriyordu.

Her gördüğüm insanı bu denli incelemeyi acilen bırakmalıydım ama ne yazık ki elimde değildi.

Elim istemsizce kaşınan göğsümün üzerine gittiğinde, karşımdaki beyaz güzelliğin gözleri de oraya takıldı. Sonra bana baktı ve sanki minicik de olsa dudakları kıvrıldı. Bu onunla son göz temasımızdı. Üzerindeki beyaz elbiseyle birlikte sanki eski zamanlardan fırlamış gelmiş duruyordu. Ona öyle çok yakışmıştı ki gerçekten çok beğenmiştim.

Beyaz güzellik -adını bu şekilde koymuştum- Profesör Layal’in yardımcısıymış. Aynı zamanda Bayan Layal onu eğitiyor ve izinden gelmesine yardımcı oluyormuş.

Elim göğsüme tekrar gittiğinde sanki Profesör hissetmiş gibi kafasını kaldırıp yönünü bana çevirdi. Ama gözleri kapalı olduğu için kime baktığının farkında değildim. Şapka gözlerini gizliyordu ve nedenini henüz bilmiyordum.

Profesör yaklaşık otuz dakikadır bir şeyler anlatıyor ama ben odaklanamıyordum. İçimde mide bulantısı vardı ama sorun midemde değil tüm organlarımdaydı. Kalbim bile bulanıyordu. Kalp de bulanabilir miydi? Sanki dışarı çıkmak için can atıyordu. Böyle tüm organlarımı kussam rahatlayacak gibiydim.

Çantamın küçük gözünden minik bir portakallı şeker çıkardım. Bir süre dilimin üzerinde şekeri çevirip sakinleşmeye çalıştım. Ama her şey bir yana göğsümdeki kaşıntı artarak devam ediyordu. Bitin kafayı kaşındırdığı nasıl söyleniyorsa şu an o durumdaydım. Kalbim bitlenmişti...

Elimi sol göğsümün üzerine götürüp yırtacak kıvamda ve sinirle kaşımaya başladığımda, gözlerim Profesör Layal’i ve yardımcısını birbirine bakarken yakaladı. Sonra kız bana döndü gözlerimin içine yaklaşık beş dakika baktı ve ben artık daha sakin bir kıvama büründüm.

Ciddi anlamda sadece saniyeler boyunca kaşıntım durmuş gibi hissettim. Büyü mü yapmıştı derdimi anlayıp.

Profesör kafasını olduğum yöne doğru kaldırarak “Köşeyi dönerken bir dosya düşürdüm sanırım bir kâğıdı eksik onu bulur musun Yargı?” dedi. Son ana kadar bana seslendiği ihtimal dahilinde bile değildi ama bu sınıftan kurtulduğum için seviniyordum. Bulamazsam bile aradım deyip oyalanırdım. Kendimi kapı pervazlarına sürterek kaşımak istiyordum çünkü.

Üçüzlerin bakışları eşliğinde derslikten neredeyse koşar adım çıktım. Köşeyi döndüğüm yerde kâğıt mağıt yoktu. Eh, en azından bakmıştım. Sanıyorum bana iyilik yapmak için beni dersten dışarı çıkarmıştı. Acilen hava almaya ihtiyacım vardı.

Fil grubunun büyük ve gösterişli siyah binasından çıktıktan sonra kendime gizli bir alan bakmaya başladım. Gözlerim etrafı tararken adımlarım hızlıydı. Tam ileriye doğru hareket edecektim ki pşşt diye bir ses duydum. Doğru duyup duymadığımdan emin olmadan çevreme bakındım. Köşedeki ağacın arkasında biri vardı. Ama kafasındaki pelerinden kim olduğunu seçemiyordum. Gözlerimi kısıp bakınca pelerini çok kısa bir an için çıkartıp geri taktı. Gelen Zuri’ydi. Yaşamayanlar’ın dünyasına ilk geldiğim an bekleyen koyu esmer tenli kadındı. Beni buralara kadar getirip yardım etmiş, üzerine bir sürü kafa karıştırıcı nasihat etmiş ve ortadan kaybolmuştu. Onu bir daha görmemiştim. Peki şimdi neden gelmişti?


Loading...
0%