Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. Bölüm

@1scintilla

Ağacın arkasına doğru adımlarımı çevirdim. Zaman kaybetmeden “Vücudunda bir değişim var mı?” diye sordu. “Şu an kaşınmam dışında mı?” diye sorusuna soruyla cevap verdim.

“Tam olarak neresi kaşınıyor?”

“Göğsüm.” dedim ve parlak mavi gözlerini gözlerimden göğsüme indirdi. Bakmak için izin ister gibi davranınca bir sakınca görmedim. O da zaten gömleğimin bir iki düğmesini açıp kızaran yere bakmakla yerinmişti. Ya Çağıl gibi görse ne yapardım?

Derin bir nefes aldı ve onu takip etmemi söyledi.

Yarısı gözüken yüzünü tekrar incelemeye başladım. Esmer teni ve kıvırcık saçlarıyla oldukça güzeldi. Ayrıca gizemli tavırları ona ekstra hava katıyordu. Bu olaydan hiç memnun olmadığını yüz ifadesinden anlayabiliyordum. İlk gün ki konuşmaları hatırlayınca onun görü sahibi olduğu aklıma geldi. Buraya geldiğimi görmüştü.

Muhtemelen yine benim hakkımda bir şey görüp uyarmaya geldi.

“Sorun hâlâ bir cevap bekliyorsa kanatlarım çıktı.” dediğimde kafasını aniden bana çevirdi ve olduğum yerde yürümeyi keserek durdum. “Kanatların ne renkti?”

“Biri siyah biri beyaz olması beni korkutmalı mı?” diye sorduğumda sağ tarafımdan çıkan, yine ilk gün tanıştığım Zuri’nin arkadaşı çekik gözlü, beyaz tenli ve siyah saçlı Bong’u gördüm. Neşesinden hâlâ bir şey kaybetmemişti.

“Aman Tanrım! Zuri, bu afet gördüklerini onaylıyor mu yoksa bana mı öyle geliyor? Çok heyecanlı çok heyecanlı.” diye zıplayarak yanıma geldi.

“Seni tekrar ve tek parça görmek güzeldi dostum.”

“Tek parça derken ne demek istiyorsun?”

“Şşşttt bunun için buradayız. Sakinleş ve bizi takip et.” deyip siyah sivri gözlüklerini yeniden gözüne geçirip yürümeye devam etti.

Grupların derslikleriyle arayı epey açtığımızda ileride küçük bir kulübe gördüm. Bu kulübe masallardan fırlamış gibi duruyordu. Arkasından bir göl geçiyordu, etrafı yeşillik ve ağaçlarla kaplıydı. İstemsizce kar yağarsa nasıl gözükür diye düşündüm. Bu düşünceyle etrafa bakınırken Bong’un ayağı takıldı ve kendime bile inanamadığım bir refleksle kolunu tutup gülmekten kurtardım. “Ah sağ ol dostum hayatımı kurtardın.” diye şakıdı Bong.

Zuri’nin gözleri üzerimde bir müddet durunca ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırıp “Sadece refleks.” dedim tatlı olduğunu düşündüğüm bir gülüş eşliğinde.

Kulübenin içine girdiğimizde tertemiz olduğunu gördüm. “Burada mı yaşıyorsunuz?”

“Hayır. Burası ara ara uğradığımız mutlak mekân”

“Anladım çok güzelmiş, nostaljik bir hava veriyor.”

“Neden kaşındığını biliyor musun?”

“Hayır ama öğrenirsem çok iyi olur.”

“Dövmen oluşuyor.” dediğinde sevinçle elimi çırptım.

“Sonunda, kendimi farklı hissediyordum.”

“Farklısın zaten.”

“Neler oldu bize anlatmak ister misin fındık burun? Ayrıca bu saç modeli sana çok yakışmış söylemeden geçemeyeceğim.” dedi Bong araya girerek.

“Ah bir de bu var. Bu mevsim geçişiyle birlikte kıvırcık saçlarım bir sabah dümdüz oldular. Kanatlarım çıktı, tetiklenmişim. Bunlar ne anlama geliyor bilmiyorum ama sanırım kale gurubundan olacağım.”

“Hey seni benim grubumda olduğuna ne ikna etti bebek?”

“Çünkü-” dedim ve duraksadım. Konuşmamı Zuri devraldı. “Çünkü Arat Zemheri ile bir çekim alanı içerisindesiniz ve akla gelen ilk şey senin kale olduğunu gösteriyor.” dedi ve cebinden bir şişe sıvı çıkardı. “İç bunu biraz acı çekeceksin ama dövmenin oluşumu hızlanacak.”

Şişenin kanatları olduğunu bir ben mi düşünüyordum bilmiyordum. Tıpasını açıp kafama diktiğimde anında geri çıkaracaktım ama Bong hızlı davranıp ağzımı kapattı. “Burnunu tıkayıp iç lütfen. İksiri yapmak kolay olmadı. Nerelerden ne topladım bilsen bana acırdın.” dediği an zorlukla yutkundum ve sonrasında öğürdüm ama Bong emin olmadan elini ağzımdan asla çekmedi.

“Kale grubundan değilsin.” dediğinde Zuri’ye doğru bir bakış attım. “Bu sabah Arat Zemheri bizzat gelip beni buldu. Sana yardımcı olmam için. Bir şeylerden önce yan yana gelmeniz çok dikkat çeker. Ona peşinde dolanmamasını söyledim. Sözlerimin altın değerinde olduğunu bilir. Bunu içindeki o aptal üzüntü duygusunu at diye söylüyorum çünkü acı ve üzüntü iksirle tepkimeye girerek her şeyi daha zora sokar.”

“Seni mi buldu?” dedim o kadar şey söylememiş gibi. Zuri gözlerini devirdi. Pelerinini çıkarıp bir kenara atınca içindeki savaşçı kadın ortaya çıktı resmen. “Sana en başından beri bir şeyleri gizle dememin nedeni kanatlarınla gökten indiğini görmemdi. Bunlar sana şu an anormal derecede normal geliyor olabilir ama burada herkesin gücü farklıdır. Seni gördüğüm an saçlarının renginden fark etmiştim bunu. Düşün, en büyük olayı satranç taşları olan bir evrene geliyorsun ve senin saçlarının bir kısmı siyah bir kısmı beyaz.” dedi tane tane açıklamaya çalışarak. Sonra bir nefes verdi.

“Dinle, satrançta yalnızca iki renk vardır. Tahtasından taşlarına kadar her şey siyah beyazdır. Yani bu demek oluyor ki bu evrenin en önemli, en güçlü iki rengi siyah ve beyaz. Düşün, ilk geldiğin anda o ormandan geçerken gördüklerini düşün, saçlarının rengini düşün, kanatların olmasını ve o kanatların siyah ve beyaz olarak bölünmesini düşün.” dediği an Bong parıldayan gözlerle bana baktı.

“Bütün bunlar senin önemli olduğunu gösteriyor bebek. Eminim içinde saklanan daha birçok güç vardır.”

Onları şaşkınlıkla dinliyordum. Ben hasta yatağımda yatarken ne zaman öleceğini düşünen bir kızdım. Şimdi bambaşka bir evrene gelmiş ve önemli bir kişi olduğumu öğrenmiştim. Yanılmıştım, gelen güçler herkeste olan sıradan güçler değildi. Güçler kişiye özeldi evet ama herkesin kanadının çıkmadığını söylemişlerdi.

Herkesin kanadının çıkmadığı gibi, iki farklı ve buranın temelini oluşturan renkte çıkmıyordu.

“Ama neden? Neden beni buluyor? Ben bu güçle ne yapacağım? Neden saklamak zorundayım? Kale Grubu değilse hangi gruptanım?” diye art arda sorular sordum ama hiçbirine cevap alamadan göğsüm yanmaya başladı.

“Ve herkesin dövmesi göğsünün üzerinde çıkmaz.” dedi Bong dalgın gözlerle.

Kanatlarım çıkarken bu kadar acı çekmedim desem yeri miydi? Bir anda attığım çığlıkla ellerimi saçlarıma götürecekken, bir kolumu Zuri, diğerini Bong tuttu. Çığlık çığlığa bağırırken

“Böyle olmak zorunda mıydı? Offff! Siktirin gidin! Bir kere ölüp kurtulmak varken neden boktan dünyanıza çağırdınız beni? Her seferinde böyle acı mı çekeceğim? OOOOFFFFF! NEDEN KİMSE BANA BUNDAN BAHSETMEDİ? BIRAK ULAN KOLUMU İT YONCASI GASPET! NE GÜLÜYORSUN?”

“Aa kız Zuri cin çıkarma iksiri mi verdin? Bundan bir şeyler çıkacak gibi? Karakter değiştirdi?”

“Ne diyorsun lan? Bırakın beni! Çıkaracağım tek şey senin canın olacak bundan sonra AAAAĞĞĞĞĞĞ...” diye çığlık kıyamet bağırırken acıdan deliriyordum. Doğum yapan kadınları çok iyi anlıyordum şu an. Onlar da böyle mi acı çekiyordu yoksa ben daha üstü müydüm?

“İmdaaaat! Kurtarın beni adam öldürüyorlar! Başlarım Yaşamayanlar’ınızada size de... Öldürmediniz süründürdünüz!” Artık ağlamaya başlamıştım. Göğsümü canlı canlı ikiye ayırıyorlar gibi hissediyordum. “Yeter gücüm kalmadı yeter.” Dizlerimin üzerine çökmek üzereyken kapı büyük bir gümbürtüyle açıldı. Arat Zemheri karşımda duruyordu. Ona baygın bakışlar atarken, yanındaki kadını bana doğru itti. “Hadi yap artık ne yapacaksan? Kıvranıyor acıdan görmüyor musun?”

Bu saate kadar neredeydi diye düşünmeden edememiştim. Babam olsa kadın aklı işte gelmesine değil gider buna takılır derdi. Offf babamı da özlemiştim.

Üzerinde oldukça uzun hırka olan kadın hırkasını yere sürüye sürüye geldi. Kolları da uzundu. Ellerini meydana çıkarınca tırnaklarını gördüm ama keşke görmeseydim. Bakımsız değildi, bomboktu. Neredeyse bayılacaktım çünkü tırnaklar bana doğru yaklaştı. Elini alnıma koyup bir şeyler söyledi ama acım iki kat daha artınca çığlıklarım yükseldi. Kadın elektrik çarpmış gibi çekilince Arat’ın yüzüne baktı.

Kadının yüzündeki sivilceleri oturup tek tek sıkmak istiyordum içimdeki acıyı atmak ister gibi.

“Sen dene. Bana cevap vermedi çarpıldım.”

“Çarpıldın mı? Hiçbir şey yapmadım.”

“Belki düşündüğüm şeydir dene!” dedi huysuz sesiyle.

Arat Zemheri yanıma doğru gelirken gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Çığlıklarım devam ederken elini alnıma bastırdı “Sesin kısılacak, lütfen geçsin.” dedi ve bir şeyler fısıldadı. Artık bağıracak gücüm kalmamıştı. Arat elini alnımdan çekip sol göğsümün üzerine koyunca acıyan yerim şiddetli bir deprem gibi sallandı, sallandı ve şiddeti giderek azaldı. Çığlıklarım susmuştu ama acısı yine devam ediyordu. Eski hali kadar yoktu.

Arat’ın sesi zihnime fısıltı gibi dolarken bir eli bedenimde gezinmeye devam etti.

Kalbimin üzerinden elini çekince çok üzüldüm. Beni hafif geriye doğru yatırdı. Zuri ve Bong ellerimi ne zaman bıraktı bilmiyorum. Acı yine gelecek sandım ama hissettiğim tek şey sıcak dudaklardı.

O an öyle bir şey oldu ki sanki uzaklarda biri bir kablo kesmiş ve bizim elektrikler de tık diye kesilmiş gibi acım dindi. Bir saniye öncesi acıdan delirecek kıvamda olan benim için her şey normale dönmüş gibiydi.

Güçsüz düşmüştüm. Güçsüz ve çaresiz. Arat gözlerimden acının çekildiğine anbean şahit olunca gözlerinin içinin parladığını gördüm. Dudakları göğsümde hareket etmeye devam etti. Hiç çekmesin istiyordum. Güçsüzce kaldırdığım kolumu zar zor ensesine doğru götürünce göz göze geldik. Nefesim yavaş yavaş düzene girmeye çalışırken, ensesine hafif bir baskı yaptım. Dudakları göğsümü yeniden öpmeye başladı ve bu sefer ıslaktı. Bütün acı bitmiş ve şimdi de içime ılık ılık hisler akıyordu.

Derin bir nefes almaya çalıştım. Gelen yaşlı kadın inanılmaz diye mırıldanmasa bakışlarımı ondan çekmeyecektim. Arat da hafif kıpırdandı ama ensesine biraz baskı yapınca göğsümün üzerini öpmeye devam etti. Dudaklarının kıvrıldığını hissetmiştim. Yattığı yerden elini çekerek terleyen saç diplerime getirdi. Onları yüzümden tek tek ayırdı okşayarak. Gözlerim mayışmaktan kapanmak üzereyken Bong’un bize resmen kalp çıkararak attığı bakışları gördüm. Sanki romantik bir film karesinin içindeydik, ama çektiğim acıyı düşününce hiçbir şey umurumda olmamıştı.

Kapı ikinci kez gürültüyle açılınca içeriye endişeli gözleriyle Nova girdi. Bir o eksikti gerçekten. Arat’ın gözleri Nova’yı bulunca kısılmış ve ne olduğunu anlamaya çalışmıştı. Bong’un gözleri hınzırca parlarken, Zuri kafasını iki yana sallayıp başlıyoruz dedi.

Acım dindiği için dudaklarım güçsüzce iki yana kıvrıldı. Arat Zemheri az önce bana şifa vermişti. Daha iyi bir şifa alamazdım. Gözlerim geriye doğru kayıp yavaşça kapanmaya başlarken, Arat göğsümde son kez dudaklarını gezdirip, baskılı bir şekilde öpüp geri çekildi.

Bilincin kapanmak üzereyken “Sen ne arıyorsun burada?” diyen sesini duydum.

“Efendi Yargı’nın acı çekişini duydum. Onu korumak benim görevim, yardıma geldim.” dedi ninni gibi akan sesiyle. “Dışarıya öyle zor bir kalkan koymuşsunuz ki dakikalardır bozmaya uğraşıyorum.”

“Kimsin sen? Efendi Yargı da ne demek?” dedi Arat kısık ama vurgulu bir sesle.

“Ben onunla bağ kuran volkoslağım!” dedi Nova. Arat’ın sesini duyamadım.

Ama Bong’un “Ne diyordu Yaşayanlar? Buyurun cenaze namazına...” diyen sesi Arat’ın fırtına öncesi sessizliğini anlatıyordu.

İşte işler şimdi bir tık daha karışmış, başıma bir düğüm daha atılmıştı...


Loading...
0%