Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 9. Vezirlerin Dünyası

Kimliğimi ve ne olduğumu başarıyla gizlemem sadece amacıma hizmet etmek içindir.

William Shakespeare

Acılarımı dindirecek tek şeyin bu dünyadaki ruh eşim olması harikulade bir duyguydu, ne yazık ki beni iyileştirirken kendinden kaybettiğini bilmiyordum. Bu büyülü dünyanın beni seçtiği grup vezir olmuştu. Bunu gizlemem için çevreme biriken dostlarım yapacağım ilk ve en önemli büyüde yanımdaydılar, lakin acısını yine tek başıma göğüslemem gerekiyordu.

Acı çektiğimi hatırlıyorum. Ateşli hastalık geçiriyormuş gibi inlediğimi. Alnıma değen sıcaklıkla birlikte sakinleştiğimi hatırlıyorum. Bedenim acıyla birlikte sağa sola dönüp, hatta havaya fırlatıp geri yatağa iniyor mu bilmiyorum ama hissettiğim tam olarak bu. Çıldırmış gibi kendimi kaşımak istediğim anları görüyorlar mı? Kanımın bedenime sığmadığını şırıl şırıl akmak istediğini görüyorlar mı? Damarlarının beni bir kor gibi yakıp geçtiğini görüyorlar mı?

Biraz rahatlayıp tenimdeki sıcaklığı hissedince o sıcaklığa sokulmak istiyorum iyice.

Kimse bu kadar acı çekeceksin dememişti.

Gerçekten neden ölüp kurtulmadığımı son yarım saattir düşünüyorum. Kaç saattir baygın kaldım bilmiyorum. Bilincim şu an yerinde fakat gözlerimi açamıyorum.

“Acı çekmesinden hoşlanmadım.” diye bir ses duydum. Arat’ın sesi. Yanımda.

“Bu gruptaki herkes çekiyor. Sen de çektin bu acıyı. Ne çabuk unuttun?” diye cevap veriyor Zuri sabit bir sesle.

“Bu yüzden istemiyorum ya zaten! Nasıl bir duygu olduğunu biliyorum.”

“Sen daha ufaktın ahbap. En azından güçlü bir bünyesi varmış. O kadar dayanması bile mucizeydi. Ben hemen bayılır sanmıştım.” dedi Bong hevesle. Oysaki hastalığımdan dolayı idmanlıydım, bilmiyorlardı...

“Efendim Yargı için yapabileceğim bir şeyler olmalı? Burada böyle boş boş oturmak istemiyorum.” diyen kişi bu sefer Nova’ydı.

“Sesini çıkartma. Seninle sonra görüşeceğiz! Sen kim oluyorsun da onunla kendini bağlayabiliyorsun?”

“O kim oluyor da onunla bu kadar ilgileniyorsunuz?”

“Kim olduğunu yakında anlarsın. Neden ilgilendiğimi de. Onunla bir tek ben ilgilenebilirim. Acısı mı var? Ben dindiririm. Canı mı sıkıldı? Ben geçiririm. Bir daha onun bir damla kanını bile içmeyeceksin!” dedi Arat oldukça tehditkâr bir sesle.

“Üzgünüm ama bu bağı ben oluşturmadım. Ondan başka birinin kanını içemiyorum. Silinip gitmek üzere saydamlaşmışken beni yeniden hayata döndürdü. Bunun anlamını biliyorsun. Ona minnettarım. Bu dönüş sayesinde ise artık efendim oldu ve ben de onun koruyucusu.”

“Senin korumana ihtiyacı yok.”

“Var, olacak. Bunu gayet iyi biliyorsun.”

“Eeh! Yeter kesin. Testosteron savaşınızı dinleyecek değilim. Arat! Konu yeterince açık ve ortada, uzatmayın.” diye tartışmayı bir bıçak gibi kesti Zuri.

Alnımdaki sıcaklık geri çekilirken inlemelerim yeniden başladı.

“Dostum yeterince güçten düştün, biraz dinlenmelisin. Yoksa seni de toparlamak zorunda kalacağız. Ayağa kalktığında sağlam dursan iyi olur.” dedi Bong. Arat’ı mı ikna etmeye çalışıyordu?

“Acıları yine artmaya başladı, yapamam. Böyle görmeye dayanamıyorum. Gücümün son damlasına kadar ona şifa vereceğim. Bunu en iyi ben yapabilirim.” dedi Arat. Evet alnımdaki sıcaklığın sebebi oydu. Neden bu kadar üzerime düşüyordu? Çektiğim acı neden bu kadar umurundaydı? Buraya geleli aylar olmuştu evet, ama sanki derin bir aşkın ortasına girmiş gibi davranıyordu. Sanki benimle beraber ruhu kıvranıyordu, anlam veremiyordum.

Evet dikkatimi çekiyordu. Evet her gece istisnasız rüyamda onu görüyordum. Yanağımı öpmüştü ve etkisinden kolay çıkamamıştım. Ama en verimli zamanlarım hasta yatağımda geçtiğinden erkeklerle aram iyi olmamıştı. Bu kadar yakınlaşmamıştım bile. Evet Efe vardı, beni çok sevdiğini söylüyordu ama ona arkadaştan öte gözle bakamamıştım. İçimden gelmemişti.

Şu an içimden geliyor muydu?

Heyecanlanıyordum. İtiraf etmek gerekirse deli gibi. Oldukça çekici bir aurası vardı. Gizemliydi. Bana yakınlaşması, bakarken birbirimize verdiğimiz elektrik akımı tabii ki aklımı çeliyordu.

O da aynılarını hissediyor demek ki.

Ama sözleri sanki yıllardır birlikteyiz gibi çıkıyordu. Evet aramızda bir çekim vardı ancak bunun boyutu ne kadardı?

“Ben de yapabilirim. Onun koruyucusuyum. Efendimin kanını biraz içersem acı verici kan dolaşımı rahatlar.”

“Siktir oradan! Fırsatçı volkoslak!”

“Fırsatçı olmam için bir nedenim yok. Onunla aramda aşk gibi bir bağım da yok. Şu an aç ve susuz değilim. Yardımcı olmaya çalışıyorum.” dedi Nova üzgünce. Aşk gibi bir bağ olmadığını ben de biliyordum ama sanırım bu dile gelmeyince onlar anlamayacaktı.

“Bırak da denesin ahbap. Dediği gibi işe yarayabilir.” dedi Bong araya girip.

“Gözlerimin önünde bunu yapmasına izin verecek değilim. Onu ememez!”

“Aptallığı kes artık Zemheri! Güçten düşmek üzeresin bırak denesin. Kız zor durumda.” dedi Zuri baskın bir tonla.

Arat ağzının içinde bir şeyler mırıldandı ama duyamadım.

“Bir dakikadan uzun sürmeyecek!” dedi yeniden. Üzerime bir gölge düştüğünü hissettim. “Hoop hop sakın boynuna yönelme! Arada bir bağ varsa bu olay gittikçe büyüyor demektir. Bileğinden başka bir yerde izini görürsem seni bu dünyadan ben gönderirim volkoslak duydun mu beni? Kelleni keserek!”

Kanımı içtiği yere göre duygularım ve arzularım değişiyordu. Demek ki boyun, arzunun ve şehvetin en yaygın yaşandığı yerdi. Bağlantı kurduktan sonra bunun daha da artacağını ima etmişti. Tanrım! Herkesin içinde ona dokunmak için çıldırırken gözükmek istemezdim. Bilek iyiydi, evet.

Önce tenimde soğuk sivri dişler hissettim. Ama yerini sıcak bir duygu aldı hemen. Tüm acılarım tık diye kesilmiş, yerini rahatlamaya bırakmıştı. Oldukça gevşemiştim. Kanım bedenimden çıkarken sanki mikropluydu ve Nova beni bundan arındırıyor gibiydi. Ağzımdan gevşeyip rahatladığıma dair bir inleme çıktı bu sefer. Bu utanç vericiydi. Ama duyduğum herhangi bir zevkten ötürü değildi. O an neler olduğunu ikimiz de çok iyi biliyorduk. Bu yanında masum kalıyordu. Ama yine de Arat’ın söylenmesini geciktirmedi.

Nova tenimdeki dişlerini geri çıkarıp iz kalmasın diye bileğimi yaladığında artık acı duymuyordum. Gerçekten işe yaramıştı. Zuri de benimle aynı fikirde olduğunu belirterek “İşe yaradı Zemheri, görüyorsun ya?” dedi ama Arat cevap verme gereksiniminde bulunmadı.

Rahatlamış bir şekilde derin bir uykunun kollarına çekiliyor gibi hissettiğimde ne kadar zaman geçti anlamadım. Ama yeniden uyandığımda göz kapaklarımı yavaşça hareket ettirebiliyordum.

Gözüm ilk olarak pencereyi seçtiğinde havanın karardığını gördüm. Sonra odayı yavaş hareketlerle taradım. Dizlerimin ucuna çöküp saçları karışan bir Arat’la karşılaşmayı beklemiyordum. Gözleri bana şöyle bir dokunup geri çekildi ama ani bir hızla yeniden döndü ve sevinçle “Uyandın. Yaşam, sonunda gözlerini açtın.” dedi gözleri parlayarak. İlk adımı ondan ve Feris’ten başkasının bilmediğini düşünüyordum. O da söylerken çok kısık sesli söylemişti zaten. Gözlerimi gözlerinin en derin noktasına dikip gülümsedikten sonra diğerlerini gördüm.

Zuri, Bong ve Nova hepsi bana mutlulukla bakıyordu.

Arat derin bir nefes alıp eliyle dizimi tutup başını yasladı. Bacağıma dokunan nefesini hissediyordum. Sanki uzun bir yürüyüşteydi ve orada biraz soluklanmak ona iyi gelmiş gibiydi.

“Lütfen en zoru buydu ve atlattım deyin!” dediğimde Zuri bana gülerek buydu.

“Şu ana kadar yaşadığın en zor şey buydu ve atlattın.” dediğinde burnumu kırıştırarak baktım ona. “Kelime oyunu yapıyorsun ve içime su serpilmedi malesef.” dedim ve bu kahkaha atmalarına sebep oldu.

Arat sağ elini bana doğru uzatıp “Kalkmak ister misin? Biraz doğrulmak iyi gelebilir.” dediğinde önce eline sonra gözlerine baktım. Hâlâ uzatıyordu. Sabahki davranışı gözümün önünden geçti ama nedenini zaten anlamıştım. Elimi avucuna sabitleyip sıkıca tuttum ve beni hiç zorlanmadan yavaşça yerimden kaldırdı.

Gömleğimin düğmelerinden ilk üç tanesi açıktı. En son Arat’ın orada gezinen dudaklarını hatırlayınca içim sıcacık oldu.

Gömleğin yakasını biraz çekiştirip baktığımda gördüğüm şeyle donakaldım.

Dövmem tamamen oluşmuştu.

Tenimde kabarık bir şekilde belirmişti ve sanki o kabarıklık özenli bir şekilde koyu, kopkoyu siyah bir kalemle çizilmiş gibi duruyordu. Ama altında gizli kalıp parlayan bir baskı görüyordum. Dövmemin sol kısmında sanki biri dövmeyi bana dikmiş gibi bir dikiş izi vardı. Anlamlandıramamıştım.

Yanılmıştık. Ben kale grubunda değildim.

Şaşkınlığım bunun nasıl olduğunu sorgulayarak önce Arat’a, sonra Zuri’ye baktım. Zuri bana gülümsüyordu. Arat ise gözlerini yavaşça sorun yok der gibi kapatıp açtı.

Ben bir vezirdim. Dövmem vezirdi. Vezir grubundaydım.

Bu tahmin ettiğim bir şey değildi.

O zaman Arat da vezirdi ve kendini gizleyip kale grubuna yerleşmişti. Peki şimdi ne olacaktı? Kendimi açık etmek istemiyordum çünkü bu konuda aldığım duyumlar hiç iyi değildi. Ayrıca Arat gizlemeyi tercih etmişti. Ben açık edersem aradaki çekimden dolayı o da ifşa olacaktı ve bunu yapmak istemezdim.

Sabahtan beri çektiğim acının sonucu bir vezir dövmesiydi.

“Diğer grupların dövmeleri oluşurken bu kadar acı çekmezler. Oldukça sıradan bir acı gelir geçer. Bunun bahsi bile açılmaz hatta. Ama grup değerin arttıkça acı eşiği de artıyor ve seni zorluyor. Aslında bu evrendeki en özel gruba girdin. Özel ve güç.” dedi Arat bir eli dizimdeyken.

“O yüzden kimse bu acı zımbırtısını söylemedi yani? Korkmalı mıyım?”

“Sanırım. O yüzden sen de dikkatli olmalısın. Korksan da yanında olacağım.”

“Aklımda tutarım.” diye yanıtladım onu. Zaten konuştuğum kişi sayısı bir elin parmaklarını anca geçiyordu. Yanımda olacağından bahsetmesi içime ılık ılık bir şeyler akmasına sebep oluyordu.

“Dövmenin getirdiği farklı güçlerin de olacak. Şimdikilerin yanı sıra.” diye konuşmaya başladı Zuri. “Ne kadar çok gücün açığa çıkar ve öğrenilirse o kadar çok çevrene üşüşürler. Tek üşüşen şey eğitim gören kişiler olmaz. Karanlık taraftaki varlıkların dikkatini çekersen seninle iletişim kurmaya çalışırlar. Bunları engellemek tabii ki mümkün ama sen şu an yeteri kadar büyü bilmiyorsun.” dediğinde onaylarcasına başımı salladım.

“Ee dövme gözükürse ne yapacağız?” diye sordum.

“Bu dövmeyi kapatmak için bir büyü yapacaksın. Kabarıklık inecek ve şekil teninde saydamlaşacak. Aynı şekilde geçeceğin grubun da bir dövmesini vücuduna büyü ile işleyeceğiz.”

“Büyüyü ben mi yapacağım? Sadece standart şeyleri biliyorum. Burada o kadar uzun süredir yaşamıyorum.”

“Büyü sadece sen yaparsan tutar. Biz sana gerekli malzemeleri ve büyü sözlerini buluruz.”

Zuri yeniden açıklama yapınca başımı salladım. Şu an için itiraz edecek hâlim yoktu. Ay ışığının tenimde duran yansımasını izlerken dışarıda yeni bir gürültü oluştu. Bu sefer çıkan Arat ve Bong’du.

“Ondan saatlerdir haber alamıyoruz. Aklınızı mı kaçırdınız? Neden söylemiyorsunuz?” Bu Çağıl’ın sesiydi. Duvarın arkasından içeride olduğumu görmüş olmalıydı. Ahh kızlar meraktan deliye dönmüştü.

Nova panikle Zuri’ye baktı. “Onların burada olması doğru mu? Ne kadar az şahit o kadar az tehlike!”

“Kızlar birbirine mühürlü, sırlarını açık edemezler. Feris ise,” deyip duraksadı ve bana baktı. “Feris’e ise ben kefilim.” dediğinde hepsi kapıdan içeri girmiş öylece bana bakıyordu. Feris’in burada olmasına şaşırmıştım ama dehşet rahatlamış bir ifade ve küçücük boyuyla önce o gelip sarılmıştı boynuma.

“Minik peri acıdan ölmedim ama boğularak ölebilirim.” dediğimde geri çekilip bana baktı. “Ne kadar korktum! Ah Tanrım ne kadar korktum! Niye kimseye bir şey söylemeden gidersin ki?”

Bu paniği yersiz bulmuştum. Neden bana can eviymişim muamelesi yapıyordu. Sadece arkadaştık, üstelik kızlar kadar da yakın değildik. Tamam bana sürekli yardımcı olmuştu ve ben de onu kurtarmıştım ama, ne saçmalıyordum ben? Kız korkmuş ve yanımda olmaya gelmişti işte...

“Ben bu şekilde ilerleyeceğini düşünmedim kızlar, üzgünüm sizi merakta bıraktığım için.”

“Ah balım benim. Sabahtan beri Profesör Layal’in peşinde koşmaktan helak olsam da değdi. En başta bir gariplik vardı aslında sende.” diyerek kollarını boynuma doladı Işıl.

Çağıl silah zoruyla buraya getirmişler gibi kollarını birbirine kavuşturup ilgisiz bakışlar atıyordu. Ona gülümseyip az önce yaşanan bağırtısını duymamış gibi davrandım.

Pırıl da gelip yatağımın ucuna oturdu.

“İyi olmana sevindim. Kaçıncı felaket senaryosunu kurduğumuzu duysan şok olursun!” dediğinde gülüştük.

Işıl sağımı solumu kontrol edip “Ee hani nerede kale dövmen? Bu kadar tantana ne için oldu anlamadım ki-” derken parmakları gömleğimin yakasında dondu kaldı. “İnanamıyorum.” diye fısıldadığında Çağıl kaşlarını çatarak yanıma geldi ve hayret dolu bir yüz ifadesiyle kalakaldı.

Pırıl ise “Vaav bu çok havalı. Yanımızda cevher taşıyormuşuz meğer.” deyip kahkaha atmaya başladı.

“Sen bir vezir misin?” diye gördüklerini bir de duymak ister gibi hayretle sordu Işıl. “Yargı sen bir vezirsin. Kanatların boşuna değildi. Saçların öylesine değil.” diyerek bu sefer hayran dolu bakışlarını yüzüme çıkardı.

Feris yüzüne düşen sarı saçlarını iterek dolan gözleriyle yanıma gelip elini tuttu.

“Yargı, kim bilir nasıl yandı canın? Seni hep zor zamanlarında yalnız bırakıyorum. Çok özür dilerim şirin çayım, bunu önceden sezemediğim için. Pera olmasa haberim bile olmayacaktı.” dedi oldukça üzgün bir ifadeyle. Önce acım gelmişti aklına. Bu düşünce onu gözümde daha da yükseltiyordu.

“Sorun yok kızlar. Buradaki herkes bana oldukça yardımcı oldu. Ayrıca o hâlimi görmemenizi tercih ederdim. İyi ki şimdi geldiniz.” dediğimde zor da olsa gülümsemeye çalıştı.

Zuri boğazını temizleyerek “Kızlar şu an yaşadığımız çok özel ve önemli bir olay. Bundan kimseye bahsedemez ve ima yapamazsınız. Zaten siz üçünüz birbirinize mühürlüsünüz. Bu sırrı birine verirseniz mühür teper ve zarar görürsünüz. O mühür size gerçek dostluk sayesinde geçti unutmayın.” dediğinde onayladılar. Sonra Zuri hâlâ üzgün görünen Feris ile göz göze geldi. Feris başını bir kez hayır der gibi yana salladı ve iletişimi kopardı.

Bong kulübeye elinde bir sepet dolusu eşyayla geri geldiğinde tüm ilgimi ona verdim. Sepetin içinde parlayan kristal taşlar görüyordum. Eline gümüş renkli tebeşire benzeyen bir taş aldı ve kulübenin zeminini çizmeye başladı. Çizim bitince bunun yıldız şekli olduğunu gördüm.

Zuri bana bakıp “Şeklin ortasına geç lütfen. Talimatlarımı uygulanan gerek.” dediğinde beklemeden ayağa kalkıp yıldızın içindeki boşluğa doğru yürüdüm. Biraz gerilmiştim açıkçası.

Bong sepetteki kalın ve şekli üçgene benzeyen büyük taşları tek tek alıp yıldızın uçlarına koydu. Sonra elime bir iksir şişesi verdi. Şişelerin güzelliği beni baştan beri büyülüyordu zaten.

“Bu ay suyu. Her cümleden sonra bir kristal taşın üzerine birkaç damla dökeceksin.” dedi Zuri.

“Aman dostum dikkatli ol, elindeki kolay bulunur bir şey değil. Doğru yere döktüğünden emin ol.” diye atıldı Bong endişeyle. Gözlerimi sakince açıp kapattım.

Zuri konuşmaya başlayınca onu tekrar ettim.

Protegas me et abscondas me ipso.

(Beni koru ve benliğimi sakla.)

Bong elimdeki şişeyi gösterip önümdeki taşı işaret ettiğinde birkaç damla ay suyunu, kristal taşın üzerine döktüm. Taş aniden parlamaya başlayıp sanki litrelerce su dökmüşüm gibi fokurdayıp taşmaya başladı.

Vide cor meum et vade abyssi

(Yüreğimi gör ve derine in.)

Bong’un işaretiyle yanımdaki kristal taşa da ay suyundan birkaç damla damlattım. Taş yine fokurdayıp akarak ilk damlattığım taşla birleşmeye başladı. İkisi birleşince arada gümüş ince bir çizgi oluştu.

Non possum ostendere mihi re.

(Gerçekliğimi gösteremem.)

Arkamdaki kristal taşa da ay suyu döktüm. Taştaki sıvı fokurdayıp taşarak diğer sıvıyla birleşti ve bir gümüş çizgimiz daha oldu.

Anima mea ex terra, igne, aere et aqua facta est.

(Ruhum topraktan, ateşten, havadan ve sudan.)

Ay suyu bir gümüş çizgiyi daha birleştirdi. Kızlar gibi ben de nefesimi tutarak izlemek isterdim. Ama işin içinde olunca hiç öyle olmuyordu. Garip bir güven hissiyle sarmalandım.

Absconde me ut clypeum.

(Sakla beni yap bir kalkan.)

Son kristal taşa kalan ay suyunu da dökünce yıldız gümüşten bir ışık gibi, ortasındaki beni çevreledi. Kızların hayret nidâlarını duyuyordum. Arat’ın parlayan gözleriyle karşı karşıya geldim. Beni böyle görmek onu hayran etmiş gibiydi.

“Ellerini havaya kaldır ve tekrar etmeye devam et.” dedi Zuri. Sanki bana kendini duyurmak için bağırıyor gibiydi. Ben ise kendimi dokunulmaz bir kalkanın içinde hissediyor gibiydim.

Cohors intra me celare.

(Sakla grubumu içime, benliğime.)

Yukarı kaldırdığım parmak uçlarım karıncalanmaya başladı. Bu cümleyi üç kere tekrar ettikten sonra parmak uçlarımdan siyah dumanlar yükselmeye başladı. Hayretle bakakaldım.

Saydam gümüş ışığın içinden göz göze geldiğimiz Arat “Sorun yok, devam et.” dedi. Sesini duyamadım ama dudaklarını okumuştum. Bu da neydi böyle? Büyü yapmak böyle bir şey miydi? Neden siyah dumanlar bedenimden göğe doğru yükseliyordu?

Reginam cela, densis monstra omnibus oculis.

(Gizle veziri, göster kaleyi tüm gözlere.)

Sözleri üç kere tekrar ederken siyah duman bedenimden yukarı doğru giderek artmaya başladı.

Vizier in corde meo, et servabo virtutes tuas.

(Vezir benim kalbimde, uyacağım güçlerine.)

Şiddetlenen duman çevremi sarmaladı ama şeffaf gümüşi ışığımı söndürmeye yetmedi

Ego sum vizier.

(Ben vezirim.)

Bu kelimeden sonra ağzımdan çıkan siyah dumanlar havaya karışmaya başladı.

Sed oculi castrum videbunt.

(Ama gözler görecek kale.)

Her tekrarımdan sonra siyah dumanlar tüm yoğunluğuyla ağzımdan çıkmaya devam etti. Hiçbir ağrı hissetmiyordum. Aksine güven duygusu hâlâ benimleydi. Kötü giden bir şeyler olmadığına emindim.

Ay tam tepemizde parlarken ve tenime ışıltısını sunarken son sözleri tekrarlıyordum. O sıra sırtım kaşınmaya başlarınca yukarı uzattığım kollarımla beraber kanatlarım da açılmaya başladı.

Siyah duman ağzımın içinden son kez çıkıp ay ışığı eşliğinde etrafımı sardı ve küçük bir top gibi gelip göğsümden içeri geri girdi. Göğsümdeki kaşınmayla birlikte kabaran dövmemin gerisin geri çekildiğini hissettim. Bir kaşıntı da omuriliğim boyunca olmuştu.

Siyah dumanın etraftaki boğukluğundan kurtulmak için kanat çırpıp gümüş ışıkları bozulan yıldızın içinden çıktım.


Loading...
0%