Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@1scintilla

Bu gece Hazel’in doğum günüydü. Hastaneyi ayarlamıştım. Dünyanın farklı uçlarında olan mektup arkadaşlarımı bile ayarlamıştım. Çünkü kardeşim on sekiz yaşına giriyordu ve bunu tüm dünyada kutlamalıydık. Gece tam on ikide canlı yayınla havai fişek gösterisi yapıp bize atacaklardı.

Ona bir mektup yazmış ve hediye almıştım. Daha doğrusu hemşireye rica etmiştim çünkü yazacak dermanım bile yoktu. Son günlerde tamamen kötü hissediyordum. Öleceksem bile bugün olmasaydı. Kardeşinin doğum günü kutlanmaya en değer şeydi ve hep kutlamalıydı. Böyle bir durumda hayatının geri kalanını eminim ki kutlamak istemezdi.

Gece mutlaka yanıma gelecekti ama uyuma ihtimalime karşı sürprizimi başucuma koyup hazırlamıştım.

Tahmin ettiğim gibi daldığım uykudan beni uyandıran Hazel’in göz yaşlarıydı. Ona da annem gibi uyuyor numarası yaptım. Gün içerisinde neşesini hiç eksik etmese de o da yorulmuştu biliyorum.

“Abla lütfen beni bırakma, seni çok seviyorum. Sen gidersen bu dünyada yapayalnız kalırım gibi hissediyorum. Lütfen gitme, bu hastalığa yenilme. Sen hayatımda tanıdığım en güçlü kadınlardan birisin. Senin adın Yaşam, yaşa abla lütfen. Her sabah gelip vazona taze çiçekler koyuyorum. Onlar solmadan yeniden gizlice değiştiriyorum. Ben çiçekleri yaşatıyorum abla, sen de solma lütfen...” dediğinde kendimi sıkmaya başladım. O da hıçkırıklarını duymayım diye odadan çıkmıştı.

Bu kez ben de ağladım. Dolu dolu tüm acılarıma yenilmişliğime ağladım. Gözlerim ağrıyana kadar ağladım. Ne de olsa yarın sabah hiçbir şey yokmuş, her şey normalmiş oyunumuza devam edecektik.

Sabah kahvaltısını yaptıktan sonra Hazel beni ceviz diktiğim yere götürdü. Ama artık topraktan uzak durmam gerektiği bilgisi gelmişti. Odamın içinde canlı bitki bile bulunamazdı. Tozdan, küften ve topraktan uzak duracaktım.

Bu hayat sevdiğim her şeyi bir bir elimden alıyordu. Bu son kez toprakla temasım olacaktı, mezarın içine konulduğum güne kadar...

Hazel ise bunu duyunca dünyası başına yıkılmış gibi doktora baktı. Sonra bakışlarını bana göstermeden bir hışımla çekip gitti. Uzun bir süre yanıma gelmeyince anneme nasıl olduğunu sordum ve bahçeye yeni çiçekler diktiğini öğrendim. Bu onun totemi haline dönüşmüştü ve bir şekilde sürdürecekti işte. Ektiğim sebzelerimi Hazel’e emanet ettim. Tekrar buraya gelmeyecektim. Ama o benim yerime sular büyütür ve çocuklara verirdi.

Aradan geçen iki ayda odamdan dışarı hiç çıkmadım. Havayı balkondan aldım. Yiyeceklerim iyice kısıtlanmıştı. Ayaklarım toprağa değmeyeli tam iki koca ay olmuştu. Ağrılarım artık beni yok edecek kıvama gelmişti. Sona yaklaşmıştım biliyorum. Hâlim olsa belki günlük tutmak isterdim. Ama bir de bunun için insanları yoramazdım ki günlük özel bir eşyaydı.

Hazel her gün yanıma gelip iyileşince yapacaklarımızdan hevesle bahsediyordu. Bugün ona artık saçlarını kesmemesi gerektiğini ve çıplak kalmaktan korktuğumu söyledim. O ise ikisi arasındaki bağlantıyı kurmuş gibi ciddiyetle tamam demiş ve odadan çıkmıştı. Benim için bir tür vasiyetname olduğunu anladı.

Ayağa kalkıp pencerenin önüne gittiğimde gördüğüm Efe’ye el salladım. O ise telefonu işaret etti. Telefon sesi başımı ağrıtsa da kısa bir konuşma yaptım. Bu sefer telefonu kapatırken “Seni çok özledim, varlığın iyi ki hayatımda. Uzaktan bile gözlerini görüp sesini duysam yeter Yaşam.” dedi. Ben de hem onun arkadaşlığını hem de birçok şeyi özlemiştim ama sesli dile getiremedim. O yüzden “Kendine iyi bak Efe. Her zaman kalbime iyi gelen bir insan oldun. Konuştuklarımızı unutma, sen her şeyin iyisine layıksın.” deyip telefonu kapattım.

Annem, babam ve kız kardeşimle mikrop kapmayım diye sarılma faslım da bitmişti. Bu beni yıksa da yeni bir ağlama krizine izin vermedim. Odamda yalnız başıma bana ayrılan sürenin sonuna gelmeyi bekliyordum.

Ertesi gün üzerime öyle bir enerji geldi ki hastalığın tamamen bittiğini bile düşündüm. Yüzüm sürekli gülüyordu. Hiç ağrım yoktu. Neredeyse aylar önceki sağlıklı halime dönmüştüm. Bütün yemeklerimi yedim, şarkılar dinledim ve akşama kadar bu enerjinin tadını çıkardım.

Hazel kapıyı açıp elinde bir satranç takımıyla gülerek içeri girdiğinde daha çok sevindim. Bunu özlemiştim. Akşama kadar hepsiyle birer tur satranç oynadık. Annem ve babam beni böyle görünce bu sefer sevinçten ağlayacaktı.

Kız kardeşimle birlikte tablo bile boyamıştık eski günlerdeki gibi. Çizdiğimiz resimde Hazel ile yan yanaydık. Kendime bir melek kanadı çizmiştim. Yanlış anlaşılmasın diye diğer kanadı Hazel’in omuzuna doğru ekledim ama aslında bu benim diğer kanadımdı ve omuzlarından geçerek onu da korumaya almıştı.

Gece olup yatağa yatana kadar her şey yolundaydı ama sonra bütün enerji üzerimden çekildi. Ruhum daraldı ve nefes alamamaya başladım. Birisine seslenecek kadar bile gücüm yoktu. Kendi kendime çırpınırken odanın kapısının açıldığını ve Hazel’in feryat figan abla diye ağladığını duydum.

Odada bulunan bütün satranç taşlarını sağa sola fırlatmasının sesini de duyuyordum. Eğer konuşabilseydim bu sonu zaten beklediğimizi kendini bu kadar üzmemesini ve on sekiz yaşını yasa bağlanarak mahvetmemesini söylerdim. Heyecanla beklediği on sekiz yaşı hüsranla son bulmamalıydı.

Sonrasında zaten büyük bir ferahlık gelmiş ve hafiflemiştim. Çektiğim sıkıntı ve ağrılar tık diye kesildi. Gözlerimi bir bilinmezliğe kapanmadan önce gördüğüm tek şey pembe renginde tuhaf kanatlardı...


Loading...
0%