Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30. Bölüm

@1scintilla

Koluma giren Işıl ile birlikte biz de koridorun sonundaki odamıza girdik.

Çağıl çoktan arkasını dönüp uyumuştu. Bunu fırsat bilip kendimi buharlı sıcak su dolu küvetin içine bıraktım. Yorucu bir gün olmuştu. Bugüne sadece yorucu demek yetmezdi tabii ama duygularımı anlatan bir kelime bulamamıştım.

Orman meyveli köpüklerle birlikte derin bir nefes aldım. Kendimizi şımartmalıydık. Gözümü keyifle kapatıp açtığımda ise yılan başlı musluğun oynadığını gördüm. İşte bu keyfimi kaçırmıştı. Hızla tekrar açıp kapattım ama bir şey yoktu. Belki de zihnim biraz yorulmuştu.

Büyü yaparken ellerimden ve ağzımdan çıkan dumanlar günün en ilginç olayı olmuştu. Ama her büyüde bunun olmadığını söylemişlerdi. Banyonun manzaralı camının yansımasından sırtımdaki dövmenin parıltılarını görüyordum. Duygularım derin bir sel olmuş kalbime taşarken sudan bir hışımla çıktım. Yoksa burada uyuyakalacaktım.

İp askılı bir gecelik giyip resmen yatağa atladım. Ama keskin kulaklı Işıl’ın “Çüş, yavaş ol. Bomba patladı sandım.” deyişiyle kalakaldım. Buna alışmam biraz zaman alacak gibiydi. Ama o da çok umursamadan uykusuna geri döndü.

Ben ise gözümü kapatır kapatmaz Arat Zemheri’yi karşımda gördüm. Parmakları dudağımın kenarını okşar gibi, dudaklarımdan taşan çilekli yoğurdu alıyordu.

Sabah olduğunu güneşin yüzümde dans etmesiyle anladım. O sırada tam bana büyülü sesiyle şarkı söyleyecek olan uyandırma perimle göz göze geldim. Ondan önce uyandığım için bana küstü.

Yanlış duymadınız küstü ve kanatlarını uçmayı reddeder gibi kapatıp yere düştü. Henüz uyku sersemliğiyle olanların şokunu atlatamadan yatağın kenarından kafamı uzattım. Yerde mutsuz gözlerle bana bakıyordu. “Ama bebeğim neden böyle yapıyorsun?” dediğimde beni izleyen gözlerini aniden yana doğru çevirdi.

Harika. Bir periyi küstürmediğim kalmıştı o da oldu. “Bir anda uyanıverdim. Lütfen kusura bakma.”

Pırıl keyif dolu bir gülümsemeyle beni izliyordu. “Yandın. Trip atıp durur şimdi.”

“Ne yapmam lazım?” diye sordum umutsuzca.

“Çok basit ilgi göstermen.” İlgi gösterecektim. Peki.

“Oy benim kanatlı bebeğim bana küsmüş mü oy oy oy. Kıyamam ben ona. Bilemeden açtım gözümü. Senin gelişini kalbimden hissettim. Boncuğum benim.” derken bir elimi ona uzatıp gelmesini bekledim. Minik ayaklarıyla parmak kız formatında olan uyandırma perim avucumun içine çıktı.

Parmağımın ucuyla hassas bir şekilde sevdim. Öptüm. Sonra göğsüme yatırdım. Yaklaşık beş dakika daha ilgilenip konuştuktan sonra kanatları neşeyle parlayıp ayrıldı yanımdan.

“En azından Arat küserse nasıl gönlünü alacağını görmüş olduk.” dedi Çağıl alaylı bir şekilde. “Gerçi bu doksan bedenlerin üzerine kim yatar da gönlü alınmaz ki?” diye yorumuna devam edince üçüzler komple kahkaha krizine girmişti. Oysaki gülünecek hiçbir şey yoktu. Asla yoktu. Kafayı memelerimle bozmuştu.

Dolabıma doğru adımlayıp önünde biraz bekledim. Siyah bir etek ve beyaz gömlekte karar kılıp dolabı kapattım. Gömlek önden bağlamalı ve belimi tam kapatmıyordu. Bu ise aradaki boşluktan dövmemin altın pullarının gözükmesine sebep oldu. İstemsizce hoşuma gitti bu görüntü. Elime Işıl’ın beyaz tokalarından birini alıp saçımın yarısını salaş bir şekilde topladım.

Bugün kale grubunda ilk günüm olacaktı. Buraya yeni gelmiş gibi heyecanlıydım. Hazırlığımı bitirip derin bir nefes aldım. Kızlara dönüp baktığımda ise beni hiç şaşırtmayan bir manzarayla karşılaştım. Beyazlar içinde bir Işıl, siyahlar içinde bir Çağıl ve griler içinde bir Pırıl.

Siyah küt saçları Çağıl’a öyle çok yakışıyordu ki. Bedenindeki tek renk kırmızı rujuydu. Pırıl’ın griye dönük sarı saçları da onu daha dişil gösteriyordu. Aralarında daha çocuksu duran Işıl’dı. Siyah saçlarının ön tutamını beyaza boyamıştı sadece. Omuzlarının üzerine aldığı beyaz ceket ona ayrı bir hava katıyordu. Hepsinin inanılmaz farklı bir tarzı vardı ve onlara çok yakışıyordu.

Beğeni dolu gözlerle onları süzdükten sonra yemekhaneye doğru gittik. Körpünün üzerinden geçerken her zamanki gibi bize iltifat etmeyi unutmamıştı. Bir köprüyle konuşmaya ne zaman alışmıştım anlamıyordum.

Havada duran kepçeler ve uzun dikdörtgen açık büfe masasının önünde bekledim. Tabağıma uygun kahvaltılıklardan koyup yürümeye başladım. Ama acı gerçekle karşı karşıya kalınca dördümüzün adımları bir anda durdu.

İşte tam da bu noktada ayrılmamız gerekiyordu. Çünkü kimse bir başka grubun masasında yemek yiyemezdi. Boğazımı temizleyerek kızlara döndüm.

“Tamam sorun yok. Hadi afiyet olsun kızlar. Geçin, tamam.” dedim ama hareket eden olmadı. Yolun ortasında elinde tepsilerle duran dört kişi oldukça dikkat çekti.

“Böyle olacağını düşünmemiştim. Boğazımdan nasıl geçsin şimdi?” diye sordu Işıl. Ona gülümseyen bir ifadeyle baktım.

“Şu ana kadar benim de aklıma gelmemişti ama dikkat çekiyoruz. Sizden bu noktada ayrılıyorum. Afiyet olsun. Akşam durum değerlendirmesi yapmak için sabırsızlanıyorum.”

Çağıl bol şans dileyerek ilk ayrılan kişi oldu. Fillerin grup masasına doğru gitti. Etraftaki gözler bize dönüktü ve bu işleri kolaylaştırmıyordu.

“Dedikodu diyorsun yani. Sırf bunun için akşamı iple çekeceğim. Hadi Pırıl.” diyen Işıl da adımlarını ileri taşıyarak fillerin masasına oturdu. Geriye bir tek ben kalmıştım. Nereye gideceğim merak konusuydu. Tüm gözlerin üzerimde olmasından nefret ediyordum. Nefret, nefret, nefret... Ama gelin görün ki geldiğim günden bu yana bir şekilde bu oluyordu.

Derin bir nefes daha alıp yönümü kale grubuna çevirdim. Anında etrafımda fısıltılar dolaşmaya başladı. Hatta arkamı döndüğümde belimde bulunan boşluktan, bir kısmı gözüken dövmem hakkında bile yoruma başlamışlardı.

Kale Grubu masasına gittiğini görünce ayağa kalkarak koca bir alkış tufanına tuttular beni. İşte bu beklenmedikti. Pera ve Feris bana el salladıklarında onların yanına doğru gittim. En azından tanıdık biri var avuntusu yaşıyordum. Gözlerim daha öncesinden bir kişiyi aramaya başlamıştı tabi. Arat Zemheri yandan bir gülüşle bana bakıp kahvaltısına geri döndü. Tam karşısında bulunan boşluğa oturup ben de yemeğe başladım.

Aramıza hoş geldin tebrikleri o kadar çoktu ki şaşırmadan edememiştim. Fil grubunda hiç böyle karşılanmamıştım. Kan çekiyordu demek ki. Gerçi ben bir kale de değildim ama bunun için büyü yapmıştım sonuçta. Ayrıca burada olan farklı auraları hemen anlıyordum. Sanırım Arat’ın dediği şey buydu; vezir veziri hemen tanırdı.

Gözlerim çapraz tarafa doğru kaydığında bir adet bana doğru sırıtan Owen ile karşılaştım ve aldığım hissiyatlar onun da vezir olduğu yönündeydi. Belki o benden önce anlamış ve bu yüzden konuşmaya çalışmıştı.

Üçüzlerden öğrendiğim bir önemli bilgi de sadece ve sadece aynı grupta olduğumuz kişilerle aramızda bir çekim hissederdik. Bu karşılıklı olmak zorunda değildi. Ama başka bir grupla istesen de gönül bağı kuramıyordun çünkü ilgini çekmiyordu.

Gözlerimi Owen’dan aldığım sırada fark ettiğim bir şey daha vardı.

Bana sırıtan Owen’a bakan bir çift, zehir saçan Arat Zemheri gözleri...


Loading...
0%