Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm

@1scintilla

“Ee papucun dama atıldığı için kardeşini sevmezsen ne olacak?” diye sordu Pera merakla. “Neden sevmeyim ki? O benim kardeşim. Canım, kanım. Sana abla diyor, gözünün içine bakıyor, söylediğin her yeni bilgiyi havada kapıyor. Dünyaya ilk kez bakıyor, her gün yeni bir şey keşfediyor ve sen onun bütün tepkilerinde yanında olup her şeyi öğretme merakıyla doluyorsun. İlk adımını sana atıyor. Kolunun altına girip uyuyor. Masal dinlemek için senin okuldan gelmeni bekliyor. Büyüyor gözünün önünde işte. Düştüğünde dizini öpmen için ilk sana geliyor. Çünkü biliyor sen öpersen geçer. Biraz daha büyüyünce saç başa kavga ediyorsunuz ama iki dakika sonra unutup kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz. Büyük bir gururla arkadaşlarını seninle tanıştırmaya getiriyor bak bu benim ablam her şeyi birlikte yapıyoruz diyor göğsünü gere gere. Bir derdi olunca sana koşuyor, çünkü biliyor sen halledersin.”

Herkes derin bir sessizlik altında beni dinliyordu. Gözlerimden iki damla yaş düştü toprağa. Düşen damlanın toprakla buluştuğu sesini duydum.

Feris parmak uçlarına yükselip gözyaşımı silmek istediğinde duraksadım. Arkamdan gelen Arat’ın bomboş toprağın üzerinde açan iki tane çiçeği ayakkabısının ucuyla ezip kopardığını gördüm. Sonra göz göze geldik. Toprağa düşen iki damla gözyaşım, toprakta çiçek açtırmıştı.

Hatırladığım o anla ürperdim. Her yeri buzdan bir odadaydık Feris’le ve ben ailemi görüyordum. Onları özlediğim için yine gözümden iki damla yaş düşerek ağlamaya başladığımda buz dolu oda saniyeler içinde eriyerek bizi su altında bıraktı. Gözyaşlarım da büyülüydü. Daha neler yapıyordu bilmiyordum ama bir özelliğimin de bu olduğuna artık emindim. Arat arkada kanıt bırakmak istemiyordu. Güçlerimi ne kadar saklarsam o kadar iyiydi. Bana sorun yok der gibi gözlerini yavaşça kapatıp açtı.

“Çok güzelmiş kardeşlik. Keşke benim de bir kardeşim olsaydı.” dedi Pera.

“Benim bir kardeşim var. Uzakta da olsam yaşıyor olduğunu bildiğim için mutluyum. O yaşıyor ya ayrı kalsak da olur. Ama öyle çok özledim ki Hazel’i.”

“Son olaydan sonra bunu tekrar yapamayız.” diye mırıldandı Feris ağzının içinde.

Ona doğru dönüp dizlerimin üzerine çöktüm. “Olsun. Benim için yaptığın şeyi hayatım boyunca unutmayacağım. Çok değerliydi. Çok teşekkür ederim. Üstelik bunu iki kere yaşadığımız için sana ne kadar minnettarım anlatamam. Ayrıca hislendiğim her duygu için bu kadar üzülmeyin aa canımı sıkıyorsunuz. Senin kardeşin var mıydı Feris? Çok derin bakıyorsun, korkarak soruyorum bu soruyu, öldü mü?”

Feris gözlerimin içine büyük bir anlayışla baktı bu kez. Güzel kanatlı meleğim hiç üzülmesin istedim. Bana iki kez ailemi göstermişti. Yapmak zorunda değildi ama benim için yapmıştı. Ona hep minnettar kalacaktım. Kalbinin güzelliklerini hissediyordum.

“Ben öldüm.” dedi gözlerimin içine baka baka. İki kelime insanı yıpratabilir miydi? Yıpratıyordu işte. Usulca kafamı salladım. “Sen de Yaşayanlar’ın dünyasından gelmiştin doğru.”

“Çok küçükken öldüm. Pek hatırlamıyorum.” dediğinde aslında benzer bir konuşma yaptığımızı hatırladım. Unutmak tamamen benim hatamdı. Yüzüne gelen saçlarını arkaya doğru ittim ve kalkarken saçının ucunu öptüm. “Neyse hadi gidelim de kanatların açlıktan kurumasın.” deyince kıkırdadı.

Bu konuları geride bırakarak güzel bir sohbet eşliğinde yürüdük uzun patika yolu. Yemekhaneye girdiğimiz de kızları görmemle içime huzur doldu.

Çağıl beni görünce kısa bir süre inceledi. Sonra ise yüzünü buruşturup “Geldi yine baş belası. Ne kadar huzurluyduk oysa.” dedi. Işıl bu duruma kahkaha attı.

“Sabahtan beri ne yaptı acaba diye elli kere soran ben değildim.”

“İftira atma, buna şu çocuk bile inanmaz.” dedi Feris’i kastederek.

“Yüzün hiç öyle söylemiyor kara kız.” dedi Boğa, siyahlar içindeki Çağıl’a.

“Seninle muhatap olan olmadı insanın eril cinsi, benden uzak dur.” der demez arkasını döndüğü gibi rüzgarını bize bırakarak gitti.

Boğa, sanki bu rüzgârdan boğulmuş gibi yaparak abartılı tepkiler vermeye başladı. “Vaaovvv. Bu erkek düşmanlığı da nereden geliyor. Gözleriyle öldürdü beni iki dakikada.”

“Daha önce konuşmadığın insanlarla çat diye samimi bir muhabbete girmeye çalışırsan ağzının payını böyle alırsın.” diye bir rüzgâr da Pera’dan yedi, sevgili Boğa. Yine kafasını öne arkaya titreyip etkilenmiş gibi yaptı.

“Bu kızlar narin kalbimi çok kırıyor dostum.”

“Çok konuşma da yemeğini al zıkkımlan.” diye keskin bir şekilde azarladı Arat. Bunun üzerine hepimiz sırayla yemeğimizi almıştık. Işıl bana öpücük atıp fil grubunun masasına doğru ilerlerken, Pırıl tabağımın kenarına üç tane şekli hiç bozulmadan yusyuvarlak çıkartılmış ceviz bıraktı gülerek. Üçüzler bana seni seviyoruz demese de olurdu.

Hep birlikte kalelerin olduğu masaya doğru geçip oturduk. Sığır eti olduğunu üç kere teyit ettiğim etime çatalımı batıracaktım ki “A boğa testisi değil mi o keşke ben de alsaydım afiyet olsun.” dedi Boğa ve elim çatalda, çatal ağzıma girmek üzereyken kalakaldı. Feris ve Pera bu duruma gözlerini devirdiler. Boğa karşımda sırıtıyordu ama ben gülemiyordum. Keskin bakışlarımı Arat’a çevirdiğimde o da bana bakıyordu.

“Sığır eti derken bunu kastetmediğime eminim Arat Zemheri. Sen benimle dalga mı geçiyorsun?”

“Hayır. Her duyduğuna inanma rica ediyorum. Bu gereksiz aklınca sana şaka yapıyor. Güvenle yiyebilirsin, bak ben de yiyorum.” deyip tabağımdan bir çatal kendine et aldı. Şüpheyle Boğa’ya baktığımda attığı kahkaha salonu inletecekti. Bir sonraki çatalı ona saplar gibi gözlerinin içine batırarak hızla ete sapladığımda artık gülmüyordu. Tam kaşığını ağzına götürecekti ki eli öyle kaldı.

“Heyy, ne oluyor ya?”

“Biz afiyetle yemeğimizi yiyene kadar öyle kal ve aklın başına gelsin. Kız zaten geldiğinden beri doğru düzgün beslenemiyor. Bir daha böyle şakalar yapmamayı öğrenirsin. Ayrıca adına dayanan şaka beni ekstra gerdi.”

Arat ona büyü yapmıştı. Bu iş aşırı hoşuma gittiğinden karşısında gülerek yemeğimi yemeye başladım.

“Boğa testisini asıl yiyen nasıl sen oldun ama. Hahahaha.” diyen Pera zevkten dört köşe olmuştu.

“Abicim güldük bitti çöz beni ya. Gerilme lütfen minik voltranım, çarpılıp şu tavuk gibi kızarmayı istemem.”

“Ben henüz gülmedim. Önce güleyim, sonra bitireyim sonra seni çözerim güzel kardeşim.” dedikten sonra Boğa’ya ufak bir elektrik akımı vermeyi de unutmamıştı.

Artık sırıtarak yemeğimi yerken Boğa’yı izliyordum. Ama bir süre sonra kıyamayıp Arat’tan çözmesini istedim. Yemeği yedikten sonra canım aşırı Türk kahvesi çekmişti.

Derin bir nefes alıp “Keşke Türk kahvesi olsaydı içerdik ya.” dedim. Ne olduğunu bilmiyorlardı sanırım çünkü boş boş yüzüme baktılar. Arat cebinden küçük bir kutu çilekli yoğurt çıkarıp önüme bıraktı. Yüzüm anında aydınlanarak güldüğümde “Teşekkür ederim.” dedim en içten ses tonumla. Gözlerimin içine yine çok derin bakarak sesli bir nefes bıraktı. “Rica ederim.”

“Aman tanrım! Arat Zemheri az önce cebinden bir yoğurt mu çıkardı? Hem de çilekli? Nasıl diyordu Yaşayanlar vay anasını sayın seyirciler...” Boğa’nın abarta abarta verdiği tepkiyi asla umursamadan yoğurdumu yemeye başladım. Bir taraftan ise Pırıl’ın tabağıma koyduğu cevizleri kemiriyordum.

“İkisini aynı anda mı yiyorsun? Bu kızın enteresan zevkleri var dostum. Sanırım neden sen olduğunu anlıyorum.” diyen Boğa, yine ve yine Arat’ın gazabına uğrayıp sandalyeden yere düştü.

“Yerde ne yapıyorsun Boğa. Kalksana.” diye çok ciddi bir şekilde sorunca Boğa kalkmaya çalıştı ama bu kez de ayağı kaydı. “Ama çok üzerime geliyorsun ayıp değil mi birader?”

“Ayıp yatakta olur Boğacığım. Etrafına bak bakalım biz neredeyiz. İki lokma yemek yemeye geldik, insanların burnundan getirdin. Yerden kalkmak istiyorsan şakalarını iki kez düşünüp yap bundan sonra güzel kardeşim.”

“Burnundan getirmek deyimini biliyorum bu arada yenge.” diye dönüp bana doğru bakınca, kaşlarım havaya kalkmış ve gözlerim oldukça açılmıştı. Arat “Boğa...” diye sessiz bir komut verince emekleyerek kaçmaya başladı.

Ne kadar sululuk yapsa da eğlenceli bir kişiliği vardı ve bir şeye daha emindim, Arat’tan korkuyordu. Gözlerini üzerine dikip dik dik baktığında biraz ürkütücü oluyordu doğrusu.

AYRICA BANA YENGE DEMİŞTİ. YENGE!

Utanma duyumu nereye bıraktım bilmiyordum ama hiç bozuntuya vermeden, Arat’ın gözlerinin içine bakarak ceviz yemeye devam ettim.

Hangi evrende olursan ol yenge olmaya terfi edebiliyordun işte. Henüz aramızdaki elektrik dillenmemişti. Ama bunu kalben hissedebiliyordum. Yemekhaneden çıktıktan sonra yeniden kalelerin olduğu grubun akademisine geldik. Yolda bizim gruptan başka grup göremiyordum. Muhtemelen onların dersi yoktu.

İp gibi dizilerek geldiğimiz patika yolu geri dönerken sessizdik. Bu sefer dersliğe girerken o çılgın asansörü kullanmıştık. Bu asansörün şifresi parmak iziydi. Arat kaydımı onaylamak için elime dokunduğunda aramızda yine bir elektrik akımı oluştu. Bu seferki biraz daha kuvvetliydi. Hislerimiz yoğun olunca daha mı çok çarpıyordu. Birden ayrılan ellerimize ikimiz de bakakaldık.

Arat boğazını temizleyip tekrar gözlerimin içine baktı “Tekrar deneyelim mi?” diye sorunca olur deyip kafa salladım. Hep ilkinde oluyordu, bu yüzden ikinci temasta hiçbir şey olmadı. Elinin sıcaklığını avuçlarımda hissederken kalbimin atışı hızlandı. Pera bize sırıtarak bakıyordu.

Umarım kulakları keskin duymuyordur ve kalbimi yalnızca ben hissediyorumdur.

Arat elimin üstünü nahif bir hareketle okşayarak serbest bıraktı. Bu anı gözlerimi kapar kapamaz rüyamda göreceğime emindim.

Çılgın asansör bizi sağa, sola, çapraza ve resmen yeraltına sokup çıkarmıştı.

En sonunda zindan gibi bir yere gelince şaşırıp olduğun yerde kaldım. Arat’ın bir adım arkamdan geldiğini düşünemediğim için sırtım onun göğsüyle buluştu. Fırsatı kaçırmayıp derin derin nefesler alırken, ben neden burada olduğumuzu düşünüyordum.

“Profesör Layal’in farklı fantezileri var güzelim. Her grupta değişik dersliklere sahip çılgın bir karakter. Burada korkacağın bir durum yok. Öyle ki ben yanındayken korkacağın herhangi bir durum olamaz.” dedikten sonra eli yavaşça belime doğru dokundu. Büyük ellerinin baskısını ve sıcaklığını belimde hisseder hissetmez uğradığım elektrik akımından dolayı belimi kavislendirmiştim. Bu hareketim Arat’ın elinin belimin biraz daha altına kaymasına neden oldu. Bizim için sanırım zaman durmuştu. Kalçamın hemen üzerindeki elini ne o çekti ne ben hareket edebildim. Ta ki Feris’in bize doğru dönüp yalandan öksürüğünü duyana kadar. Hemen toparlanıp yürümeye başladık.

Bir öksürüğü bu kadar arayacağım aklıma gelmezdi. Bir temasla yerle bir olmuş ve hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye çalışıyorduk.

Zindan şaşırtıcı bir şekilde rutubet kokmuyordu. Ciğerlerim bunun için sevindi. Sanırım bu derslik için özel olarak hazırlanan bir büyüydü. Zindanın tam ortasında büyük üçgen bir masa vardı. Etrafındaki sandalyeler bizim oturmamız içindi. Her detayıyla şaşırtıcıydı çünkü köşede fare kapanınca benzer irili ufaklı şeyler gördüğüme emindim. Ayrıca yukarıdan sarkan zincirler insanın aklına hiç hoş şeyler getirmiyordu.

Nereye baktığımı gören Boğa “Profesör bizi cezalandırmak için kullanıyor yenge. Bizi soyup buraya zincirliyor ve gelen hayvanların derimizi kemirmesine neden oluyor. Hatta bazen bunu hepimizin gözü önünde yapıyor.” diye gizemli bir ses tonuyla konuşurken gözlerimi kısarak ona baktım. Ne anlatıyordu bu? Sadece birkaç saniye sonra ağzından anlamsız mırıltılar dökülmeye başladı. Arat’a ve kızlara baktığımda gülüyorlardı. Yeniden Boğa’ya bakınca fark ettim ki, Arat onun ağzını birbirine bağlayacak bir büyü yapmıştı. Benimle dalga geçiyordu yani.

Bana dönüp kurtar beni diye mırıltılar eşliğinde bakarken “Sana müstahak Boğa.” deyip daha fazla bakmadan arkamı döndüm.

Birkaç saniye sonra zindanın gıcırtılı kapısı yavaş bir melodi eşliğinde açılmış ve içeri topuklu ayakkabıların tıkırtısı dolmuştu.

Üçgen masanın etrafındaki herkes gözlerini demir kapıya doğru çevirdi. Zaten loş olan ışıkta, içeriye tamamen siyahlar içinde olan Profesör Layal girdi. Üzerinden akan gücü ve asilliği hissedebiliyordum.

Siyah bir şapka takmıştı yine. Altında yüzünü tamamen örten bir şal vardı. Gözlerini hiç görememiştik, onun tarzının bu olduğu söylenmişti. Simsiyah elbisesinin minik yırtmacı, adım atarken bacağını bir sarmaşık gibi saran yılan dövmesini gözler önüne seriyordu. Sanki dövme hareket ediyor gibi hissetmiştim, sanki canlıymış gibi.

Siyah uzun deri eldivenli elini kapıya doğru çevirip iki parmağını yukarı doğru kıvırdı. Ardından kapı yine büyük bir gıcırtıyla kapandı. Elbisesinin eteklerinde sürünen siyah küçük kıvrımlı ve en önemlisi hareket eden yılanı görebiliyordum. Bu biraz ürkütücüydü. Aynısından Pera’da da vardı. Pera, Bayan Layal’i görür görmez ayağa kalkmış ve yanına gitmişti. Galiba durum raporu veriyordu, onun yardımcısıydı.

Pera’ya başını bir kez sallayıp onayladıktan sonra üçgenin açık ucundan içeri doğru süzüldü. Kafasını kaldırdığı an bana baktığını hissettim.

“Kale grubunda olmana sevindim Yargı.” dedi hiç de sevinmemiş bir ses tonuyla.


Loading...
0%