Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 12. Yaşayamayan Yardımcı Adaylar

Ancak beden gözleri, zayıflamaya başladığı zamandır ki fikir gözleri vuzuh ile görmeye başlar.

Eflatun

Ölüp ikinci şansı hak eden fakat büyü gücü kazanamamış kişilere verilen ad Yaşayamayanlar’dı. Yine de toplumdan sürüp bir köşede kendi hallerine bırakılmayıp yardım eli uzatılmıştı. Bugün seçilen bazı vezirlerle birlikte ben de reşit olmuş Yaşayamayanlardan adaylar seçip, kendime grup oluşturup onları topluma kazandıracaktım.

Toplanma meydanına geldikten sonra yolumuzun ne kadar uzun olacağını düşünüyordum. Bir de nasıl gideceğimizi? Ama ağaçların arkasında duran heybetli atlar bütün merakımı giderdi.

Atları inceledikten sonra üzerime baktım. Arat derdimi anlamış olacak ki “Arabaları ilerde, at arabası ile gideceğiz.” dedi ve beni bu çileden kurtardı.

Profesör Layal yine tüm ihtişamıyla önümüze geldiğinde başını hepimizde gezdirdi. Sonra kırmızı rujlu dudakları yavaşça havaya doğru kalktı ve beğeni dolu bir gülüş oluşturdu. Ellerini birbirine çırpıp “Harika. Gidiyoruz çocuklar.” dedi güç akan sesiyle.

Arat elini belime koyup beni yönlendirdiğinde at arabalarına doğru devam ettik. Bayan Layal herkesi gruplara ayırıp havaya kaldırdığı eliyle bir şeyler yaptı. Son iki grubu eşlemeye kalkarken bizim üzerimizde duraksadığına yemin edebilirdim. Hatta ve hatta Arat’ın yanımdan ayrılmadığı için göz devirdiğine. Havaya kaldırdığı eliyle birlikte bir fayton bize doğru geldi. Ama sürücüsü yoktu. Arat’a doğru dönerek “Sürücüsü ne zaman gelecek?” diye sordum. Ama gelmeyecek cevabı almayı ummuyordum.

Dörderli gruplar halinde faytona ilerleyip bindik. Binerken Arat büyüyle bir basamak yapmıştı. Bu sayede daha kolay çıktım. “Teşekkür ederim.” deyip bindiğimde arkamdan bir gürültü koptu. Arat’a baktığımda sırıtıyordu.

“Abicim büyüyü niye bozuyorsun ben binmeden ya?” diyen Boğa’nın sesi her şeyi anlamama yol açtı. “Kendi büyünü kendin yap güzel kardeşim, kaşınma.”

Bizimle birlikte beyaz güzellik de araca binmişti. Layal’in yardımcısıydı ama bugün yanımda duracaktı. Henüz bilmediğim güçleri ile bana yardımcı olacağını biliyordum. Sofya sayesinde kolyemden konuşulanları görmüştüm. Arat’ın bu hamlesine keyifle güldüğünü gördüğüm gibi. Kendisi de beyaz renginde bir eski çağ elbisesi giymişti. Onunki daha çok prenses tarzıydı ama fazla kabarık değildi. Çok yakışmıştı doğrusu. “Aşırı güzel olmuşsun.” dediğimde “Senin yanında sönük bile kaldım.” diye cevapladı o tatlı sesiyle. Tam o sırada Boğa onu incelemeye başladı.

“Eh fena değil işte.” Pera gözlerini devirdi. “Sen kendine bak aynı soytarı gibi olmuşsun.” dediğinde Boğa anında kaşlarını çattı.

Boğa soytarı gibi değildi.

Pera da eh işte kıvamında değildi.

İki inatçı keçi arasında birtakım olaylar dönüyordu ama yakında aydınlanırdık. Atlar hareket etmeye başlayınca derin bir nefes aldım ve nihayet dedim. Arat bir kolunu benim koltuğumun arkasına attı. Karşıdan sanki omuzuma kolunu atmış gibi duruyordu. Ama biraz gittikten sonra faytonun sallanmaya başlamasıyla çığlık atıp Arat’ın koluna tutunmam bir oldu. Az önceki kolu bedenime sarılmış duruyorduk.

Ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi açıp hepsinin üzerinde gezdirdim. Pera ve Boğa gülmemek için zor duruyor gibiydiler.

“NE OLUYOR BU AŞAĞILIK ARABADA!?”

“Bir şey yok canım uçuyoruz.”

“UÇUYORUZ MU CANIM? UÇAN ARABA MI BU???”

“Uçan at arabası da denilebilir.”

“Acaba tam olarak ne zaman bilgi vermeyi düşünüyordunuz? İnanamıyorum uçuyorum şu an! Atlarda unicorn muydu acaba dikkatli bakamadım.” dediğim an bu sefer gerçekten gülmüşlerdi.

“Bayılıyorum yeni gelen birine bu şakayı yapmayı.” dedi Boğa hâlâ gülerek. Pera’ya baktığımda omuzlarını silkti. Seni yılan. Eteklerinin ucunda da mimik beyaz yılanı hâlâ geziyordu zaten. Ben görmezden geliyordum. Birbirlerini tamamlıyorlardı yılanıyla. Son olarak Arat’a bakınca ellerini havaya kaldırdı.

“Bu gelenek gibi bir şey kusura bakma.”

“Kusura bakma mı? Kardeşim en son ne zaman söyledin bu kelimeyi hatırlamıyorum.” deyip deyim yerindeyse at gibi kişnemeye başladı Boğa. Kaşlarımı çatarak Arat’a döndüm.

“Kellesini almaktan vazgeçtim. Arkadaşın gülmekten enerjisi düştü. Birkaç volt kendini iyi hissetmesini sağlayacaktır.” dedim ciddiyetle. Boğa’nın tüm kahkahası bıçak gibi kesilmişti. Bu sefer gülmeye başlayan Arat’tı. “Zevkle düşesim, emredin.” dedikten sonra Boğa’dan itiraz sesleri gelmeye başladı. “Yok yok sakın dur has siktir dur!”

“Küfretti saygıdeğer düküm. Bir cezası olmalı.”

“Aağ. Özür diler- tamam. AĞAAAĞĞ.”

“Gayet eğlenceli bir şakaydı değil mi Boğacım?” dediğimde Pera gülerek bana eşlik etti. “Ben çok eğlendim şahsen. Şaka dediğin güldürmeli.”

“Eğlenmişmiş zalimin kızı.”

“Iyy bu lafı kimden duydun be?”

“Neden kötü mü?”

Pera “Berbat!” deyip kusar gibi yapmaya başladı. “İyi bundan sonra hep bunu söyleyeceğim.” diyen Boğa küser gibi yapıp kollarını birbirine dolayıp oturmaya başladı. Uçan bir at arabasında olduğu için kaçacak yeri de kalmamıştı.

Bu arada resmen uçuyordum.

Uçan atımız vardı.

Ama unicorn olmayabilirdi.

Uçan halı veya süpürge yerine tarihe kafa tutuyorduk.

Aklımda kalacağına dilimde kalsın diyerek Arat’a doğru yanaştım. “Uçan halı ve süpürge var mı?”

“Evet var. Gerekli büyü ile her şeyi uçurabilirsin. Ama bunun dereceleri var. Bir kalemle, bir atı uçurmak aynı şey değil.”

“Anladım.” dediğimde biraz fazla yakınlaşmış olduğumuzu fark ettim. Ama bu onun canına minnetmiş gibi saçlarımdan derin bir nefes çekti. Ona baktığımda “Günlük dozumu alıyorum.” diyerek işin içinden sıyrıldı. Günlük dozunu zaten almıştı ama bu da işime geldi. Öğrendiğim bilgiden sonra sanki içime yeni bir güncelleme gelmiş gibi ona daha çok çekiliyordum. Daha çok yanında durmak, daha çok hoşlanmaya başlamak ve daha çok gözlerine bakmak istiyordum...

Atın uçmasına bu kadar çabuk adapte olacağımı düşünmezdim. Gerçi bir süre sonra uçakla gitmek gibi bir şeye dönüşmüştü. Araba sarsıldığında alçalmaya başladığımızı anladım. Pencerenin kenarından aşağı baktığımda ise sıra sıra tek hizada dizilmiş evler gördüm. O kadar nizami bir şekilde duruyordu ki bayılmıştım. Buradaki ağaçlar Yaşayanlar’ın dünyasındaki ağaçlar gibiydi. Dümdüz ağaçtı. Yani ortası delik ve içinde tek bir meyve olan ağaç yoktu, ya da ters üçgen şeklinde artarak yukarı çıkan...

Atlar sanki numaralandırmış gibi yan yana sıralı bir şekilde durdular. İnerken Arat yeni bir büyülü basamak yapıp önce kendi indi, sonra ise elini uzatıp benim inmeme yardımcı oldu. Boğa ise langır lungur inerken Pera arkasından göz devirdi.

İnerken gördüğüm tabela bana çok tanıdık gelmişti. Eskimiş tahta tabelanın üzerinde YAŞAYAMAYANLAR yazıyordu. Buraya ilk geldiğim gün Yaşamayanlar tabelasını görüp çok garipsemiştim. Şimdi ise o kadar tuhaf gelmiyordu.

Etrafı incelemeye başladım. Tek katlı gibi duran küçük evler oldukça şirin gözüküyordu. Daha detaylı bakınca yukarıda bir çatı katının daha olabileceğini düşündüm. Sandığım gibi bir harabe ortamı yoktu ve buna içten içe sevinmiştim. Onlarda buraya düşmüştü ve bir şekilde yaşamaya hakları vardı. Kısa bir sorgulama merasiminden sonra kimsenin köle gibi kullanılmadığını öğrenmek beni memnun etti. Farklı alanlarda çalışıp emeğiyle para kazanıyorlardı. Yaşayanlar’ın dünyasında da bu böyleydi. Yabancısı olduğumuz bir durum değildi ama, buraya kadar gelip de bu duruma düşmek insanı biraz üzebilirdi.

Sesimizi duyan insanlar, yaşadığı evin kapısının önüne çıkıyordu. Hepsinin yüzü gülüyordu. Anladığım kadarıyla hâlinden memnundular. Buraya yaşı gelmiş gençleri ilgisine göre işe almaya gelmiştik. Onları biz seçecektik. Bunu ise biraz sohbet edip gözlemleyerek yapacaktık. Öncelikle kendime bir yardımcı seçmem gerekiyordu. Bu yardımcı ne içindi bilmiyordum ama Bayan Layal’in Sofya’ya söylediği talimat bu yöndeydi. İçimden bir ses ilerleyen zamanlarda işime yarayacağını söylüyordu.

İşte yine Layal’in o sözü canlandı zihnimde; müttefik bulun...

Herkes bir anda siyah pelerininin şapkasını açınca ortamda oluşan atmosfer etkileyiciydi. Anlaşsak belki yapamazdık.

“Merhaba değerli halkımız. Ben Profesör Layal, hepinizi selamlıyorum. Aydınlık günleriniz olsun. Bugünün seçim günü olduğunu biliyorsunuz. Adaylar bir adım öne çıkın. Şans sizinle olsun.”

Profesör Layal’in konuşmasından sonra ellerini havaya kaldırdı ve etrafımıza ışıltılı tozlar saçıldı. Bu olayı daha büyülü kılıyordu. Belki de mutluluk tozu bile olabilirdi, bilemiyordum. Ya heyecan verici bir şeyler ya da sadece moral ve motivasyonumuz yükselsin diye görsel eklemişti. Tıpkı slayt ödevlerine yaptığımız gibi... Bunun gerçek hayatta başıma geleceğini düşünür müydüm? Sanmam.

Daha sonra aday olan kişiler birer adım öne çıktılar. Hepsi gayet normal bir şekilde cevap verip sevinmişti. Bu seçim anlatılana göre yılda iki kere oluyordu ve heyecan doruktaydı. Sonra Pera’nın yönlendirmesiyle sıraya geçip askeri bir nizamda dizildiler. Layal hepsinin arasında bir melek gibi süzülüyordu. Eteklerinde dolan siyah yılanı gördüğüm için mi bana böyle geliyordu? Sanki ayakları yere değmiyor da bulutların üstünde narince kayıyor gibiydi. Buradaki herkes de ona saygılıydı.

Vezir grubundan gelen kişilerin içinde ne yazık ki Veronika da vardı. Bazı simaları tanırken, bazılarını ilk kez görüyordum. Herkes bir boşluğa geçip çocuklarla konuşmaya başladı. Arat ise bana güç vermek ister gibi göz kırparak yanımdan uzaklaştı. Saçları rengarenk olan Sofya’yla birlikte kalakalmıştık. Onları uzaktan izliyordum. Pera bizi adayların başında bekliyordu.

“Baksana, saçların mevsim geçişlerinde mi değişiyor?”

“Ha?”

Kız pat diye böyle sorunca şaşırmıştı tabii. Ama ilk fırsatta sormam gerekiyordu. Sonuçta aklımda kalacağına dilimde kalsındı...

“Saçların diyorum?”

“Yargı Yargıcı! Saçlarımdan mı konuşacağız?”

“Bence tam zamanı.”

“Hayır sadece biraz gerildin.”

“Çok mu belli oluyor?”

“Hayır olmuyor. Şimdi şu bulutlarla dolu mis gibi havaya bak, derin bir nefes al ver ve odaklan. Hiçbir sorun yok. Seçim yapıp gideceğiz. Sorun yok. Hava çok güzel. Saçlarımda.” dediği an gerçekten ferahlamıştım. Eklediği kelimeye ise içimden güldüm. Sanki bulutlar benim içimde açmıştı. Kendinden emin adımlarla boşluğa doğru süzülmeye başladım.

Başını yerden hiç kaldıramayan ve yüzünde yara izi olan bir çocuk çekti dikkatimi. “Merhaba. Nasılsın?” Çocuk kirpiklerinin ardından bana kısaca bakıp yeniden gözlerini kaçırdı. “İyiyim. Siz?”

“Ben de iyiyim teşekkür ederim. Gerilmene gerek yok sohbet ediyoruz. Hangi alana ilgi duyuyorsun biliyor musun?”

“Spor efendim. Koşuyorum. Çok hızlı koşuyorum.” dediğinde Sofya’ya doğru baktım. Gözlerini açıp kapattığında sorun yok anlamına geliyordu.

“Harika. Umarım bu desteklenirse çok daha iyi olabilirsin.” dediğim an çocuk gözlerini ilk defa tam olarak kaldırıp bana baktı. Gözlerinin içi parlıyordu.

“Çok teşekkür ederim efendim. Çok.”

“Lütfen bana efendim deme. Senin efendin değilim. Sana yardım eli uzatan biriyim sadece. Bizden daha değersiz değilsin, bu kelimeyi kimseye kullanma rica ediyorum.” dediğimde gülümseyerek anında onaylamıştı. Aklıma Nova geldiğinde kaşlarımı çattım. Onu efendim demekten asla vazgeçiremeyecektim. Bayağıdır da yanıma gelmiyordu, buradan dönüşte uğramalıydım.

Sofya çocuğu alandan ayırırken yeniden adaylara baktım. Saçlarını iki yandan örmüş kızımız benimle göz göze gelmek için çabalıyordu. Ona bakınca gülümsedi. “Merhaba güzelim. Nasılsın?”

“Çok iyiyim sizi gördüm daha iyi oldum. Siz nasılsınız?”

“Ben de iyiyim teşekkür ederim. İlgi alanlarını keşfedebildin mi? Yoksa soru cevap şeklinde mi ilerleyelim?”

“Ben çok güzel tatlılar ve poğaçalar yaparım. Sesim de güzeldir.” dedi neşeli bir ses tonuyla. Bu işi alıp ailesine fayda sağlamayı çok istiyordu. Bu adaletsizliğe içim yandı. Madem bir şansları daha vardı, neden eksik oldu?

Sofya bu kızı da yanımdan götürdü. Şimdi ise siyahlar içinde ve oldukça suratsız bir kızın yanına doğru yürüdüm. Bana bakmadı. At kuyruğu olan uzun saçlarını sımsıkı topladığı için yüzü daha gergin gözüküyordu. Dümdüz karşısına bakarken dalmış olabileceğini düşünüp omuzuna doğru dokunmaya karar verdim. “Güzelim-” der demez ona yaklaşamayan elimi havada kaptı.

Hâlâ karşıya bakıyordu.

Bu kızın gözleri görmüyordu.

Tekrar denemek için nefesimi bile tutup ses çıkarmadan parmaklarımı gözlerine doğru götürdüm. Ama daha havaya kalkıp ona yaklaşana kadar yine yakaladı. Bu kez Pera’ya doğru baktım. O da bana gözlerini bir kez açıp kapattı. Bu sorun yok demekti. Sonra Arat’a çevirdim bakışlarımı. Eline aldığı ok ve yay ile yönünü bize çevirmiş duruyordu.

Bize değil bana.

Arat oku bana doğru germiş duruyordu.

Gözlerinin içine baktığımda bana bakmadı. Onun gözleri kızın üzerindeydi. Derin bir nefes alarak olacakları bekledim. Bayan Layal sakin gözlerle bizi izliyordu. Kimse tedirgin değildi ama, buraya bayılacaktım birazdan. Babam bizi hep kibar ve görgü kurallarına uygun bir birey olarak yetiştirmeye çalıştı. Ne yazık ki buna çoğu zaman uyamadım. O yüzden tam da şimdi “Ne oluyor bu aşağılık yerde?” diye bağırma zamanımdı. Ama bağırmadım. Kendime sakin olmamı telkin edip dur-...

Arat’ın oku bırakma sesi bir ıslık gibi kulağıma dolarken şok içinde kalmış ona bakıyordum. Ama tam karşımdaki kızın beni itekleyip oku avucunun arasında mükemmel bir hızla yakalaması bir oldu. Derin bir nefes daha alırken

“Teşekkür ederim. Harikaydın.” dedim tuttuğum nefesi vererek. Ama o cevap bile vermeden öylece durdu.

Refleksini denemek için beni vurmaya kalkmanız gerekiyor muydu gerçekten?

Kız sınavı geçti.

Beni okla vurmaya kalktılar.

Abartma.

Kesinlikle abartmalıydım. Okun ucu bizzat bana saplanabilirdi. Gözlerimi Arat’tan çekip kıza doğru döndüm.

“Adın ne canım?”

“Laçin.” dedi kaşlarını çatarak. Belki canım kelimesinden hoşlanmıyordu ama ben bayılıyordum. Kelimenin laçkalaşmamış hali bence mükemmeldi.

“Kulağa çok hoş geliyor. Anlamı ne?”

“Yırtıcı kuş.” Hep sade ve düz cevaplar veriyordu. Sohbet etmekten hoşlanmıyor olabilir, ya da gergin olabilirdi.

“En iyi olduğun alan nedir yırtıcı kuş?”

“Körüm.”

“Kör değil görme engellisin! İyi olduğun bir alanı sordum?”

“Göremiyorum!”

“İyi olduğun alan!”

“Gözlerim kapalı diyorum.”

“İnadı bir kenara bırak ve bana olumlu yönlerini söyle. Neye ilgi duyarsın, zevk alırsın bunu anlat.”

“Benimle sohbet mi edeceksiniz? Bizi mi dinliyorlar etraf çok sessiz?”

“Etrafın sessiz olmadığının farkındasın ve kimse bizi dinlemiyor. Herkes kendi işinde. Yanımda bir arkadaşım var sadece.”

“Evet sağınızda.”

“Emin misin?”

“Evet sıcaklığını ve nefes seslerini oradan alıyorum.”

“Harika. Sofya, yardımcım olarak Laçin’i seçiyorum.”

“Ne? Ne yardımcısı? Ben yarım bir insanım. Size bir faydam olmaz. Rica ediyorum bir işe yaramadığımı söyleyip geri gönderin.”

“Sen benim için çok faydalı bir yardımcı olacaksın. Gözlerin kapalı ama bu diğer duyu organlarının üç kat daha iyi çalışmasını sağlıyor. Sana dokunmadan hissettin, yanımda biri var mı varsa nerede duruyor biliyorsun. Sessizliği dinliyorsun. En önemlisi az önce herkesin gözü önünde bana bir ok çekildi. Beni kurtardın. Oku hissedip, sesini duyup ellerinle tutarak. Benim hayatımı kurtardın.” deyip ellerini avucum arasında almıştım.

“Bu eller bugünden itibaren bana yardım edecek. Kendine bir daha yarım ve türevlerinde bir kelime söylediğini duymayacağım. Beni anlıyor musun?” dediğim an karşıya bakan gözlerinden bir damla düştü. Elimle o tek damlayı yanaklarına süzülmeden yakaladım.

“Yapabildiğin en iyi şey hislerin. Eğer farklı ilgi alanların da varsa bunu konuşuruz. Şimdi sana en büyük görevini veriyorum. Yardımcım olacaksın. Ben de buralarda yeni sayılırım. Birbirimizi tamamlamış oluruz. Sana canımı emanet ediyorum Laçin. Kabul ediyor musun?” biraz da sesimi yükselterek sorduğum bu soru onu kendine getirmek ve aldığı görevin büyüklüğünü anlamasını sağlamak içindi. Çünkü en zor görevler, en güçlü insanlara verilirdi.

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%