Yeni Üyelik
38.
Bölüm

38. Bölüm

@1scintilla

Laçin olduğu yerde başını havaya kaldırarak baktığında kendiyle o an gurur duyduğunu anladım. Köşede duran ailesi de aynı hareketi yapmıştı. Onların da gözlerinde yaşlar hazır duruyordu. Diğer çocuklara göre biraz daha büyük durması tahminimce engelinden dolayı onu almamalarıydı.

Laçin geriye doğru bir adım atıp hiç beklemediğim bir şekilde bana asker selamı verdi. “Kabul ediyorum!” diye hür bir sesle konuştuğunda ise ondan daha da emin olmuştum. Ondan daha önce hareket etmek istemiştim ama aynı anda atıldığımız için kollarımız anında birbirine dolandı. Kulağıma sessiz bir teşekkür sundu. Geri çekildiğinde elini avucumun içine alıp kalbime doğru götürdüm. Anlamıştı. Dudakları iki yana kıvrıldığında artık mutlu gözüküyordu.

Gözlerimi Pera’ya çevirdiğimde onun da gülümsediğini gördüm. O zaman bir sorun yok demekti. Ben Laçin ile konuşurken diğerleri çoktan işlerini bitirmişti. Tam ortada son bir çocuk kaldığında onu bana bıraktıklarını anladım. Herkes bir köşede konuşmaya devam ederken ben onun yanına doğru gittim.

“Hey merhaba!”

“Konuşmak istemiyorum sizinle gelmeyeceğim.”

“Peki neden?”

“İstemiyorum!”

“Ama istememenin bir nedeni olmalı?”

“Orada bize işkence yapacaksınız. Zincire de bağlayacak mısınız? Güçlerimiz yok diye bizi aşağılayacak mısınız?”

“Bunu neden yapalım?”

“Çünkü buraya uygun değiliz!”

“Bunu sen kendine söylüyorsun. Şuraya bak, şu etrafa bak, evlerin güzelliğine bak. Kaç yaşında buraya geldin bilmiyorum ama Yaşayanlar’ın dünyasında kat ve kat kötü durumlar var. Yoksulluk ve sefalet içinde olanlar, çöpten ekmek toplayıp karnını doyurmaya çalışanlar, kartonun üzerinde uyuyup bir evi bile olmayanlar var, hatırladın mı?” diye sorduğumda çocuğun gözlerindeki öfke biraz olsun dinmişti.

“Şimdi gözlerinde burada yaşadığın anlar canlansın. Bu güzel yuvaya, bu güzel dünyaya bir şekilde ait kılınmışsınız. Evet belki sonuçları herkes gibi değil ama sana ikinci bir şans verilmiş, isyan etmek yerine mücadele edebilirsin. On yıl sonrayı düşünelim mesela. On yıl boyunca isyan eden öfke dolu bir çocuk mu olmak isterdin? Yoksa mücadele ettikçe bir şeyleri başaran, bu dünyaya uymamış, ama dünyayı kendine uyduran güçlü bir çocuk mu?” dediğimde artık öfkenin kırıntısı bile yoktu.

Göz göze geldiğimizde sanki bunu kanıtlamak ister gibi baktığına emindim. Sofya’ya dönüp “Bizi görmeyeceklerine emin ol!” dedikten sonra bir kolumla çocuğu tutarak bir elimle kolyeme dokundum. Ona kısaca kale grubunda sporla güçlenen, dövüşmeyi bilen, mutfağın kısa bir arka planını, gördüğüm bazı Yaşayamayanlar’ın mutluluğunu aktardım. Duyduğu kahkaha dolu seslerle zihnine son görüntüyü vermiştim.

“Bu da neydi?” diye sordu merakla.

“Orada kimsenin işkence görmeyip zincirlenmediğine ikna oldun mu? Kim dolduruyor aklınıza bu kötü düşünceleri bilmiyorum ama sandığınız gibi bir yer değil. Şimdi ya benimle gelirsin ya da burada kalıp kara kara nasıl sıkıldığını ve yalnız kaldığını düşünürsün.” deyip arkamı döndüm. İçimden üçe kadar saydığımda ise adım seslerinin peşimden geldiğini duyarak gülümsedim. Arat ile göz göze geldiğimizde ufak bir çarpıntıdan sonra bana gurur dolu bir gülümseme sundu.

Artık ayrılma zamanımız gelmişti. Layal topluluğa doğru dönüp “Hepinizi sevgi ile selamlıyorum onlar artık bize emanet. Yeniden görüşeceğimiz güne kadar hoşça kalın.” dedikten sonra elleriyle yeniden ışıltılı tozlar dağıttı. Buna karşılık olarak adayların ailelerinden beyaz gül yaprakları almayı beklemiyordum. Başımızdan atılan gül yapraklarından biri dekoltemin arasına girince Arat’ın bakışları oraya kaydı. Bir süre kilitlendiğine emindim. Gözlerinin içine bakarak, işaret ve orta parmağımı kullanıp göğsümün arasındaki gül yaprağını çıkarıp havaya doğru attım. Hızlı bir çeviklikle yaprağı havada yakaladı ve ceketinin üst cebine koydu. Bütün bunlar olurken gözlerimiz birbirinden ayrılmamıştı. Ta ki Sofya gelip boğazını temizleyene kadar.

“Bu arada kolyeden bakarken dışarıdan birbirine normal bir şekilde bakan iki insan gibi duruyorsunuz. Hayır bana dokunduğunda kafamın kopacak kadar arkaya gittiğine emindim oysaki.”

“İşte buna sevinirim. Çünkü gerçekten bakarken o hareketi yapıyoruz. Karşıdan birinin bizi öyle görmesi hiç etik olmazdı.” dediğimde bana kıkırdayarak arka arabaya doğru gitti. Adayları boş gelen arabalara doğru yerleştirip yanına bir büyük koyuyordu. Korkmaları çok olasıydı çünkü benim bile ödüm kopmuştu.

Geri dönerken ilki gibi bir performans sergilememiştim. Neticede olacakları biliyordum. “Harika bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Tebrik ediyorum. Kaç seferdir gelmesine ikna edilemeyen iki adayın ikisini de tak diye bulup ikna ettin.”

Arat’ın sesini duyduğumda başımı pencereden ona doğru çevirdim.

“Teşekkür ederim. Umarım faydalı olmuştur.”

“Oldu ve olacak. Sana çoktan bağlandılar bile. Ayrıca ikna konuşması yaparken gözüme ne kadar güzel gözüktüğünü konuşabiliriz biraz da.” dediğinde güldüm. “Konuşalım. Ama ne yazık ki bunun için uygun bir ortamda değiliz.”

“Oluştururuz. Uygun bir ortamı.”

“Buradan sonra çizim yapmaya gideceğim. Zihnimi toparlamam gerek.”

“Anlıyorum. Umarım toparlayabilirsin, zihnini.” dedikten sonra tekrar konuşmadık çünkü bu gizli bir davetti.

Uçan at arabasından indikten sonra güneş neredeyse batmaya başlayacaktı. Sofya ve Pera adaylarla ilgilenirken ben çoktan gideceğim yola düşmüştüm. Herkes çok yorulmuştu. Kızlar merakla bekliyordu ama biraz daha bekleyebilirdi.

Atölyenin kapısından içeri girdiğimde yüzüme çarpması gereken boya kokusu çok geri plandaydı. Muhtemelen bunu büyüyle engelliyorlardı. Tam karşıdaki duvarda ilk yaptığım altın boynuz resmi asılıydı. Bunun sırrını ise sonradan öğrendim. Işıl yansıma büyüsü yaparak bu muhteşem eseri buradaymış gibi gösteriyordu ama aslında tablo ondaydı.

Hemen bir tuval arayışına girdim. Odanın oldukça sade ve az eşyalı olması büyük bir avantajdı.

Fırçalarımı ve boyalarımı elime alıp gelişi güzel çizmeye başladım. Başlangıç olarak yaptığım daireye sonra anlam kazandıracaktım. Büyülü değildi ama zaten asıl büyüyü ben renklerle oluşturuyordum. Bir müddet sonra atölyenin kapısı açıldı. Etrafa yayılan portakal çiçeği kokusundan giren kişiye bakmaya bile gerek duymadım.

Tam arkama geldi ve oradan asla kımıldamadı. Ben ise çizim yaparken sanki yanlışlıkla ona çarpıyormuş süsü veriyordum. Bence asıl büyü bizim içimizdeki sinsilikteydi. Bu zamana kadar böyle şeyler yapmaya gerek duymamış ve istememiştim. Ama şu an o kadar içimden geliyordu ki anlatamam. Çizimin ortasına gelince durdum ve elime siyah bir kurşun kalem aldım. Ama eğilmem gerektiği için rahatça çizemiyordum.

Arkamı dönmeden Arat’a doğru hafifçe yaslandım.” Fermuarımı açar mısın? Rahat edemiyorum.”

Elleri anında sırtıma doğru uzanırken nefesimi tuttum. Pürüzsüz parmakları fermuarı indirdiği her noktada sırtıma değiyordu ve ben mükemmel hissediyordum. Fermuar kalçalarımın üzerine gelince durdu. Elinin durduğu yeri hafifçe okşayıp geri çekildi. Artık daha rahat eğilebilirdim. Yere doğru dizlerimin üzerine hafif eğildiğimde bir yutkunuş sesi işittim. Bu dudaklarımın anında yukarı doğru kıvrılmasına sebep oldu. E eğilince genişleyen dekoltemin olması benim suçum değildi.

Şu an ne çiziyordum?

Kolyemin içine dün yaşadığımız o anı çiziyordum. Arat’ın eli belimde, benim bir elim onun kolunu kavramış, diğer elimde kolyemde duruyor ve birbirimizin gözünün içine bakıyorduk. Aslında o an kafalarımız geriye doğru yatmıştı ve biz beyaz saydam bir tabakanın içinden birbirimize tutunarak geçmişi izliyorduk, ama dışarıdan gözüken tıpkı bu görüntüydü. Kalemi elimden bırakmayıp göğsümün arasına koymayı tercih ettim. Yeniden ihtiyacım olabilirdi. En başta çizdiğim yuvarlağın ortasını yeniden boyamaya başladığımda kalemle çizdiğim bölümü de kapattım. Dikkatli bakmayan biri anlamazdı. Son dokunuşları yaparken artık kolum ağrımıştı.

Şöyle bir dönüp tabloya baktığımda kolyemin kocaman yuvarlak taşını görüyordum. İçinde ise bize ait en güzel anı işlenmişti. Muazzam olmuştu doğrusu. Kalemle çizdiğim yer çok belli değildi ve tam istediğim gibi duruyordu. Şimdi sıra etrafına gelmişti. Sanki bir camın üzerindeymiş gibi yansımasını çizmeye başladım. Ben hareket ettikçe Arat’ın derin nefes alışverişlerini duyuyordum. Beni bu şekilde izlemek ona da haz veriyor olmalıydı.

Yüzümü gözümü tahminen yine boya yapmıştım. Ama sorun değildi. Bunu seviyordum. Eğildiğim yerden yavaşça ayağa kalkarken Arat’ın bana ne zaman bu kadar yaklaştığını sorguladım. Önce bacaklarıyla temas eden sırtım, ayağa kalktıkça tüm bedenine temas ederek ilerledi. Bu hareket beni oldukça heyecanlandırdı. En son sırtım göğsüne değdiğinde geriye doğru yaslandım.

Kaç saattir ayakta diliyordu ama asla yoruldum deyip oturmamıştı. Başımı yorgunlukla geriye doğru attığımda, açılan boynumdan derin bir nefes aldı. Burnu boyun boşluğuma değdiği an kendimi ona daha da çok bıraktım.

“Bana neden işkence ettiğini sorabilir miyim?” diye sordu kısık bir sesle.

“Ne demek istediğini anlamadım düküm?”

“Sen rahatça eğilip kalkacaksın diye açtığım bu fermuar, beni daralttı.”

“Hâlâ anlamakta zorlanıyorum Arat Zemheri.”

“Yaşam Yargı Yargıcı! En son konuşmak için uygun bir ortam arayışındaydık.”

“Ve ben sana konuşmaktan daha güzel bir şölen sundum.”

“Sundun evet.” dedikten sonra bir eli belimi sarmaya başladı. Elbise omuzlarımdan düştü düşecek gibi duruyordu. “Daha iyi bir görsel şölene ne dersin? Bence bu elbise seni hâlâ sıkıyordur.”

“Sanmam. Şu an oldukça rahatım.”

“Tüh. Rahatsın demek.”

Diğer eli kolumdan omuzuma doğru kaçıncı turunu atıyordu bilmiyorum. Tenime değen parmak uçları beni mayıştırmak üzereydi. Dudakları yeniden boynumda dolanmaya başladığında kendimi biraz daha ona doğru ittim. “Bu tabloyu istiyorum. Benden başka kimse görmemeli.”

“Bu tablo satılık değil sevgili Arat Zemheri. Değeri paha biçilemez.”

“Tüh. Çalmak zorunda kalacağım o zaman.”

“Hırsızlık kötü bir şeydir?”

“Bunu kalbimi çalan kadın mı söylüyor?”

Eli kısa bir an kollarımdan uzaklaştı ve o sırada kapıdan gelen bir kilit sesi duydum. Sonra tek parmağıyla havada bir daire çizdi. Kapıyı kilitledikten sonra ne yaptı anlamamıştım. Ama umurumda da değildi. Öpücükleri koluma doğru iniyor ve geri boynuma çıkıyordu. Kulağıma vuran nefesi ile mest oluyordum.

Başım hâlâ omzuna yaslı olduğundan tavanda bulunan aynadan kendimizi izliyordum. Bu görüntü beni daha da coşturuyor kanımı kaynatıyordu. Öpücükleri her seferinde kolumun bir tık altına indiğinden, elbisenin kolu düşmek üzereydi. En sonunda düştüğünde tenimde duran dudaklarının yukarıya doğru kıvrılışını hissettim.

Göğsümde olan kalemi boşta olan eliyle yavaş yavaş tenimde gezdirerek yukarıya doğru çıkardı. Bu kalemi buraya koyarken böyle bir şey düşünmediğimden emindim. Kalem hareket ettikçe hızlanan nefesimi duyup, bunu daha çok yapmaya başladı. Sonunda diğer kolumda duran parçayı da kalemle iterek kolumdan çıkardı. Şimdi elbiseyi tutan tek şey büyük ama narin olan elleriydi. Tenime değen her parmağında daha çok dibe batıyordum.

 

Loading...
0%