Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. Bölüm

@1scintilla

Bölüm 13. Eşlik izi

Ruhlar arasındaki bağ kadimdir, gezegenlerden daha eskidir.

Diana Hardy

Onunla aramda oluşan bağ genişlediğinde kalbimin üzerinde bir sızı hissettim. Lakin bu yalnızca romantik bir cümle değildi; Ruh eşlerinin bağları güçlendikçe bunu temsil eden bir izi oluşurdu. Mum ışığında karşımdaki aynaya yansıyan görüntümde, göğsümden aşağı sarkan ve safir renkte parlayan bir anahtar vardı.

Günler hızla geçerken yepyeni şeyler öğreniyordum. Büyüler, kitaplar, haritalar...

Hepsi gizemli bir kapıya açılan yolculuk gibiydi. Ayrıca grubumla da vakit geçirip buraya alışmalarına yardımcı oluyordum. Onları tercihlerinden ve benimle geldiklerinden pişman etmeyecektim. Buradaki çoğu şeye alışmıştım.

Arat’la aramızda olan şey bir çığ gibi büyüyordu. Çıkan şimşeklerden ötürü her an Çağıl beni kovalayacak gibi hissetsem de bu harikaydı. Sanki daha fazla canlı hissediyordum kendimi. Sanki düşen enerjim yeniden doluyor gibiydi. Hayır bu benim kuruntum ya da aşka olan bağlılığım değildi. Bunu Nova da söylemişti. Artık kanımın çok daha güçlü olduğunu, daha iyi doyurduğunu ve daha mükemmel hissettiğinden bahsetti.

Bunun sebebini de bir sabah uyandırma perimden önce güne başlayıp duşa girdiğimde fark ettim. Perim benim uyanmış olduğumu gördüğünde ağlaya zırlaya ortalığı inletmişti. Bu durum maalesef ki onları çok üzüyordu. İşini elinden almış gibi olmuştum ve o da kendini işe yaramaz hissetmişti. Bu duruma çok üzülsem de o sabah banyoya girmem bir işaretti.

Arat’la iki mıknatıs gibi birbirine çekilen bedenlerimiz sayesinde her öpüşmemiz doğa olayıyla sonlanıyordu. Şimşekler çakıyor, yıldırımlar düşüyor, gök bize kızmış gibi gürledikçe gürlüyordu. Çünkü onun özel gücü elektrikti. Birbirimize karşı koyamayacak kıvamda olunca kendini kontrol edemiyordu. Etmeye çalışsa bile bizim aramızdaki elektrik gökyüzüne ulaşıyor, tepkimeye giriyor ardından yeniden yeryüzüne düşüyordu.

Onu öperken göğüs boşluğumda oluşan karıncalanmayı oldukça duygusal algılamıştım. Bedenimin ona verdiği heyecan ve hoşluk dolu bir tepkiydi, bana göre. Ama o sabah, mum ışığı yerine gün ışığında çıplakken banyoda gördüğüm şey, olayın benim duygusal kuruntum olmadığını kanıtladı.

İki göğsümün tam ortasında, göğüs boşluğunun üzerinde sanki üzeri siyah kalemle durmadan çizilmiş gibi karalanmış ve daha siyah duran bir anahtar resmi vardı.

Göğüs boşluğumda bir anahtar dövmesi oluşmuştu.

Bunun anlamı neydi? Ben senin anahtarınım demek miydi? Her kapıyı açarım demek miydi? O an için bilmiyordum. Hevesle duştan çıktığımda kızlar odada yoktu. Bu duruma üzülsem de sessizce hazırlanıp yemekhaneye indim. Orada da konuşamayacaktım çünkü onlar fil masasında otururken ben kale masasında oturacaktım.

Yemekhaneye giderken üzerinden geçtiğim köprüyle her şey değişti.

“Günaydın körpü.”

Günaydın Yargı Yargıcı. Nasılsın?

“İyiyim ve meraklıyım sen?”

Sizlerle konuşmak ve bilgi vermek beni olduğumdan daha iyi yapıyor. Merakını gidermek için emrine amadeyim.

“Tamam. Öyleyse soruma geçiyorum. Ruh eşi hakkında ne biliyorsun?”

Körpü cevap vermeden üzerinde duran devasa büyüklükteki tablo görünümündeki kitabın sayfaları oynadı. Sayfalar hızla değişirken rüzgârı bedenimde gezindi. Saçlarım şiddetle uçuşurken bir elimi yüzüme siper etmek zorunda kaldım. Sayfalar en sonunda açılmayı bıraktığında kitabın içinde büyük harflerle RUH EŞİ yazıyordu. Biraz daha yaklaşıp okumaya başladım.

RUH EŞİ

Ruh eşleri eşlik mührüne sahiptirler.

Ruhların ebediyetten itibaren oluşturdukları bir mühürdür. Ruhlar bir araya gelene kadar karşısına çıkan hiçbir varlık onu gönül bağında tatmin etmez, arada bir köprü oluşturmaz.

Eşlik mührü olan iki ruh bir araya geldiğinde ise onları kimse tutamaz. Asırlardır birlikteymiş gibi hissederler. Karşısındaki kişinin her durumda iyiliğini gözetirler. Ruhunun karanlığına bağlı olarak bu derece artıp azalabilir.

Birbirlerine şifa verirler, şifa en önemli güçleri arasında bulunur. Manevi olarak bir arada olduklarında oldukça güçlü hissederler.

Tanrılar tarafından cezaya uğrayan ruhlar ikiye bölünerek, farklı bedenlerde dört bir yana savrulmuşlardır. Bu arayışları asırlar geçse bile en sonunda işe yarayacak ve ruhlar kavuşmalarını yaşayacaklardır.

Ruh eşleri kavuşmalarını adım adım gerçekleştirirken bedenlerinde bu kavuşmaya dair izler gerçekleşebilir. Ruh eşleri oldukça özeldir ve nadirdir. Tıpkı vücutlarındaki izler gibi...

Bu kavuşma onların bir bütün olarak yeniden bir arada olmalarını sağlar. Aradaki bağ ne kadar kuvvetlenirse eşlerin özellikleri de o kadar kuvvetlenir.

Yazılan sayfadaki her şeyi okumadan zihnim dalgalanmıştı. Sanki farkındalık soyut bir şekilde bedenime girip yerleşmiş gibiydi. Göğüs boşluğumdaki anahtar dövmemin ruh eşi izi olduğunu da böylelikle öğrenmiştim. Gözlerim duvarda duran büyük kitapta takılırken aklımda olan bir şey daha vardı.

Bu sadece başlangıçtı.

Arat benim ruh eşimdi.

Arat benim mühürlümdü.

Biz özeldik.

Bedenim belki defalarca kez değişmişti ama ruhum hep onda kalmıştı. Kavuşacağı anı sabırsızlıkla beklemişti. Dile getirdikçe tüylerimi ürperten gerçeklik hoşuma da gidiyordu.

Bir adım geri çekildiğim an sayfalar hızlandı ve saniyeler içinde rüzgârı yüzüme vurarak kapandı.

“Körpü? Sence bu konu hakkında soru sormam yasak mı?”

Hayır Yargı Yargıcı. Ama bu konu sürekli dillendirilmesi gereken bir konu da değil. Bazen sıradan insanlar gibi davranmak zihni rahatlatır.

“Teşekkür ederim körpü, yardımların için.”

Önemli değil Yargı Yargıcı. Eklemek istediğim bir şey daha var. Kendime yaptığım özel bir büyü sayesinde şu an konuştuklarımı bir başkası duyamıyor. Yani yerin kulağı bile aramızda geçen diyaloğa, diyaloğun içinde değilse duyamaz. Aklındaki soru işaretlerini görüyorum. Bunları bir bir kaybetmek için ne zaman istersen bana gel, çekinme. Burada en çok bilgiye, yeni gelen kişinin ihtiyacı olur.

“Yani kulaktan dolma bilgiler yerine, yerinden duymak daha mantıklı. İyi ki varsın körpü. Bilgilerin benim için altın değerinde. Yerin kulağının olmamasına da çok sevindim.”

Ahhh! İşte bilgilerimin değerini bilen biri. Tamam kız git şimdi ağlayacağım yoksa.

Son sözleri oldukça dalgalı çıktığı için şaka yapmadığını anladım. Ona bir öpücük atıp hızla yemekhaneye girdim. Hızlıca etrafı gözlemlediğimde üçüzlerin çoktan kahvaltıyı yarıladıkları fark ettim. El mecbur bu dedikodu geceye kalmıştı.

Arat’ın gözleri anında benimkilere saplanınca ufak bir elektrik çarpıntısı geçirdik. Gözlerimizi birbirinden ayıran Işıl’ın gülme sesinin kulağıma gelmesiydi.

Işıl ile göz göze gelince bana öpücük atıp gülümsedi. Ben ise ona yeni bir gelişme var temalı bir bakış attım. O da ciddi olamazsın şimdi mi bakışı attı. Dudaklarımı birbirine bastırarak kafa salladıktan sonra, onu aklı karışmış bir şekilde bırakıp tabağını almaya gittim.

Havada duran büyük kepçe ve çatallar bana ne istediğimi sorar gibi sallandılar. Canım aşırı menemen çekmişti ama bilin bakalım neyimiz yoktu? Domates yasaklı meyvemizdi. Ama ben yetiştiriyordum. İlk işim bunu yapmak olacaktı.

Tabağıma biraz erimiş peynir ve yumurta aldım. Yumurtam kayısı kıvamında değilse asla yiyemezdim. Biraz portakal reçeli ve kahvaltılıktan sonra bir bardak da portakal suyu aldım.

İyi ki yasaklı olan şey bir meyve ve özellikle portakal değildi. Yoksa hâlim ne olurdu bilemezdim. Portakal yoksa ben de yokum deyip kendimi büyülemeye falan kalkabilirdim mesela.

Şaka.

Hayatın bana sunduğu ikinci bir şanstan sonra, -ki bu şans oldukça sağlıklı bir şekilde bedenimde yaşamaya devam etmemdi- kendime en ufak bir zarar vermem söz konusu bile değildi.

Portakal kadar sevdiğim birkaç şey daha vardı. Portakala dair her şey tabii ki. Sonra ceviz, çilekli yoğurt ve Türk kahvesi.

Issız bir adaya düşsem yanıma alacağım üç şey bunlardan biri olurdu. Tabii bir adet Arat Zemheri ile birlikte.

Birbirimize mühürlendiğimiz bir adet Arat Zemheri. Onda oluşan izi deli gibi merak ediyordum. Masanın ortasına çıkartıp striptiz yapmasını bile isteyebilirdim. Ama yalnız olsaydık. Neyse soyunma işi atölyeye kalmıştı.

Kalelerin masasına doğru giderken göz göze geldiğim yeni ekip üyelerime gülümsedim. Arat’ın karşısında olan boş sandalyeye oturdum. Fark etmiştim ki yemeğine dokunmamıştı.

“Beni mi bekledin?”

“Hep seni bekledim.” Aldığım cevap kimine göre boş gelebilirdi ama oldukça manidar bir yanıttı. Beklemişti, yaşadığı müddetçe, ömrü boyunca beni beklemişti. Beklediğinin farkında olarak üstelik. Kaderimizi önceden bilmezsek eğer, hayatı yaşamak daha kolay gelirdi.

Ben karşıma henüz doğru insan çıkmadı diyerek bu kısacık ömrümde kendimi teselli ederken, o doğru insanın bir gün karşısına çıkacağı anı bilerek bekledi. Görür görmez onu tanıyacağını bilerek bekledi. Bunun cevabı onda bu şekildeydi. Hem de uzun yıllar boyunca. İkisi arasında öyle çok fark vardı ki.

Fıstık yeşili gömlek giyen amcayla olan anısını gördüğümde, çevresinden farklı bir -sanıyorum ki o zamanlar yaşı gençti- genç olarak bunun nedenini sorgulamaya gelmişti. Haklı bir serzenişti. Ben ise ona karşı özel bir şey hissetmiyorum, buna karşı hissetmiyorum, hissetmek zorunda da değilim diye bas bağıran bir ergendim. Bu hikâyede yanan belki Efe olmuştu bilmiyorum. O da kendinden hoşlanan kişilere şans vermeyerek kaybetmişti.

Hayat işte, bir durakta sadece tren beklemeye odaklanırken, bazen geçen diğer alternatifleri kaybederdik. Bunun sonucunda ise yaşadığın hayatı geciktirir, zorlaştırır veyahut kolaylaştırırdın.

“Abicim iki dakika şov yapma ya.” diyen Boğa ağzına ballı ekmeği komple sokmaya çalışmakla meşguldü. Pera ise ona iğrenerek bakıyordu.

Ben masaya geldiğimde ise tabağını alarak oturduğu yerden kalkıp benim yanıma gelmişti Sofya.

“Afiyet olsun. Rahatsız etmiyorumdur umarım?”

“Teşekkür ederim Sofya. Beraber olsun tabii ne rahatsızlığı.”

“Bu gökkuşağı senin peşinden ayrılmayacak gibi görünüyor sayın Yargı Yargıcı ne diyorsun?”

“Sofya benim arkadaşım Boğacığım. Adının sonuna R harfi ve iyelik eki getirmemi istemiyorsan arkadaşlarımı üzme.”

“Uuuğ.” deyip her zamanki şapşal ifadesini takınarak ellerini yukarı kaldırıp teslim olma ifadesini yaptı.

“Daha önce böyle kaliteli laf sokan biriyle tanışmamıştım reis.”

“Reis ne ya? Yine kimden duydun bunu?”

“Duydum birinden simli kız sana ne?”

“Sayın prensim az önceki cümlem hiç dikkate alınmamış lütfen gereğini yapın.” dedim Arat’a bakarak.

“Sevgili prensesim, zevkle.” deyip gerçekten zevk aldığını belli eden bir gülüşle baktı bana.

“Bunlar nasıl fanteziler dostum? Birbirinize niye böyle hitap ediyorsunuz- ahh tamam yapma, lanet olsun!” diyerek tepsisini alıp kaçan Boğa giderken de bağırmayı ihmal etmiyordu. Birkaç kişinin bakışı bize döndüğünde, Arat’ın bakışlarındaki gülüş kaybolmuş yerine sertlik gelmişti. Sonra herkes önüne döndü.

“Bu çocuğa bazen üzülüyorum.” dedi Sofya umutsuzca arkasından bakarken.

“Hiç üzülme ben çok eğleniyorum. Zaten az önce de kaşınmıştı. İyi oldu.” diyen Pera elindeki salatalığı bir güzel ısırdıktan sonra kalanını çaktırmadan aşağı doğru bıraktı. Sonra göz göze geldik. Gözlerimi kısarak ona baktığımda en sevimli gülüşünü takarak yemeye devam etti. Aşağıdaki yılanı besliyordu zilli. Babam böyle kelimeler kullandığımı bilse beni çok kınar mıydı? Elbette kınardı... Prenses gibi kibar ve el bebek gül bebek büyüttüğü kızının diline biber sürme zamanıydı, tabii yanımda olsaydı...

“Gecikirsem beni bekleme lütfen yemeye başla. Çok saygılı bir hareket teşekkür ederim. Ama bundan sonra bunu yapmana gerek yok.”

“Prensime ne oldu?” Takıldığı tek şeyin bu olması beni gülümsetti.

“Sevgili prensim yemeğe gecikirsem beni beklemeden başlayın lütfen.” dedim cilveli bir şekilde. Masada sessizlik hüküm sürüyordu ama bizi dinlemediklerine emindim.

“Bu söylediğin asla gerçekleşmeyecek prenses. Birlikte yemek yiyip birlikte bitireceğiz. Bunca zaman yeteri kadar tek başıma yemek yedim zaten.” dedikten sonra cebinden çıkarttığı çilekli yoğurdu önüme koydu. Herkesin içinde yanaklarını tutup sıkarak sevmek istiyordum. Çok tatlıydı. Aşırı tatlıydı.

Yoğurdumun paketini açıp bir kaşık aldım ve gözlerinin içine bakarak yedim.

“Teşekkürler lordum. Benim için cebinizde yoğurt taşımanız beni nasıl mesut ediyor anlatamam. Bu konuda gerçekten müteşekkirim.”

“Afiyet olsun leydim. Zât-ı âlîniz mutluysa ben de mutluyum. Cebimde taşıdığım sıradan bir yoğurt değil, çilekli yoğurt.” dediğinde keyifli bir kahkaha atarak kahvaltıma devam ettim.

Kahvaltıdan sonra kale grubunun binasına doğru yol almaya başladığımızda Feris hoplaya zıplaya yanıma geldi. Bir de benden büyük olduğunu söylüyordu. Aslında bedenine göre davranması bir tür büyüydü ve bunu biliyordum. Ancak asla onunla dalga geçmekten vazgeçmeyecektim.

“Yargı, Yargı bekle. Hey bugün çok tatlı olmuşsun.”

“Güzelim ben her zaman tatlıyım.” dediğimde anında burnunu kırıştırdı.

“Sana bir özgüven yüklemesi gelmiş, geçen gece çakan şimşeklerden dolayı olabilir mi?”

“Bana bak bücür, koparacağım kanatlarını o olacak en sonunda.”

Feris derin bir iç çektikten sonra “Nasıldı? Anlatsana.” diye şakıdı. “Seni terbiyeye davet ediyorum. Şimşeklerle bir alakam yok. Ne hakkında bahsettiğini bilmiyorum bile.”

“O zaman neden terbiyeye davet ediliyorum. Seni sinsi. Birbirinize olan bakışlarınızı görmüyor muyum sanıyorsun?”

“Güzel bakıyor değil mi?” diye içi giderek soran kişi bu kez ben olmuştum. Kırk yaşına kadar bekar yaşayıp son anda aşkı tatmış buldumcuk delisi gibi dağa taşa haykırasım geliyordu bazen. Özellikle öğrendiklerimden sonra içim içime sığmıyordu. Burada aylar geçirmiştim ama sanki bana yıllar geçirmişim gibi geliyordu. En başından beri bana sıcak davranması buna en büyük etkendi.

“Aa gözlerinin rengi değişti. Deli mi ne? Sahip çık şu duygularına, bir şey demeye gelmiyor.” diye yeniden azarlanmıştım. Hem soruyor hem azarlıyordu. Bugün uyandırma perisi ters tarafından kaldırmış olabilirdi. Gözlerimin rengini sormaya cesaret edemedim bu yüzden...

Arat’ın nerede olduğuna bakmak isterken onu tam bir adım arkamda buldum. Sanki koruyucu meleğim gibi duruyordu. Keşke onun da kanatları çıksaydı. Birlikte gökyüzüne süzülebilirdik. Acaba kanatlarım çıkınca daha güçlü oluyor muydum? Onu sırtımda taşıyabilirdim böylece. Çok mu absürt bir fikirdi? Her neyse bence değildi.

Adımlarını büyük büyük atıp yanıma geldi. Kulağıma doğru eğilerek “Pembe.” dediğinde anlamadım. “Gözlerin pembeye döndü. Oldukça romantik bir renktir.” Ona yakalanmam beni asla utandırmamıştı.

“Tüh, keşke o anda, bu kadar yakınımda dursaydın. Senin göz bebeklerini bir ayna gibi kullanıp kendimi incelerdim.”

“İşte o zaman sevgili leydim; romantik bir pembe yerine, tutkulu bir ateş kırmızı olurdu. Tıpkı geçen seferki gibi. Eh benim de favorim bu tahmin edersin ki.”

“Ederim sevgili lordum. Tahmin ederim. Zira gözlerimdeki alevi gördükten sonra beni de başka bir renk tatmin etmezdi.”

“Bunlar çok açık cümleler leydim ve oldukça hoşuma gitti. Konuşmamızın seviyesini bir tık arttırıyorsak lütfen haberim olsun.” dediğinde kıkırdadım. Ben de az değildim. Bir anda durduğumda bunu beklemediği için vücuduma çarptı ve gerilememek adına belime tutundu. Elleri sanki yuvasını bulmuş gibi rahatça belimde süzülürken gözlerinde merak vardı. Yüzümü onun yüzüne yaklaştırarak “Vücudundaki izi merak ediyorum.” diye sordum. Sorumla beraber sanki gökyüzünde çakması gereken şimşek göz bebeklerinde çakarak parlamıştı. Bu gerçekten olmuştu. Gözlerime inanamayarak yeniden baktım ama şimşek kayboldu.

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%