Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. Bölüm

@1scintilla

Ne zaman öğreneceğini merak ediyordum.”

“Gözlerin?”

“Dövmen?”

“Gözlerinin içinde şimşek işareti oluştu.”

“Etkilendin mi? Seninki kadar etkileyici olmadığından eminim.”

“Bu sürekli olur mu?”

“Hayır ilk defa oldu. Çekinik kalan özelliklerimden birini daha baskınlaştırdın. Tebrik ederim. Dövmen?” diyerek başka önemli konu yokmuş gibi sorusunu tekrarladı.

“Dövmem oluştu evet.”

“Nerede?”

“Göğüs boşluğumda.” dediğimde yutkunarak gözlerimin içine baktı. “Derslikten çıktıktan sonra atölyeye gideceğim. Senin dövmenin nerede olduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyorum.” dediğimde gözlerinde aynı gün ikinci defa şimşek çaktı. Konuşurken birbirimize bu kadar yakınlaştığımızı fark etmemiştim.

Sonra bir kanat çırpma sesiyle geri çekildik. “Hava durumunu değiştirmeniz şu an hiç işimize gelmez. Yaşamayan halkının selameti için lütfen en azından birkaç saat birbirinizden ayrı durun.” Feris şeffaf, sanki içi su dolu olan kanatlarını çırparak yanımıza kadar uçmuştu. Diğerlerine baktığımda oldukça ilerlediklerini gördüm. Tek gözü de şeffaf olan Feris biraz ürkütücü görünüyordu.

“Sanırım buna birkaç saat katlanabilirim.” dedi Arat. Sonra yürümeye devam ettik. Feris’in kanatları koluma değdiğinde aniden kolumda değişik bir his hissettim. Aniden koluma dönüp baktığımda şaşkınlık içinde kalmıştım. “Heyy kolumu nasıl çamur yapabilirsin?”

“Çünkü sen topraksın. Toprak elementinin özelliklerini taşıyorsun. Ben de bir su perisiyim. Kanatlarım saf sudan oluşur. Su toprağa değince de-” diye başladığı cümleyi “Çamur olur...” diyerek tamamladım. “Ama daha önce bu olmamıştı?”

“Özelliğin gittikçe güçleniyor demek ki. Başlarda basit bir seviyedeydi. Ama burada zaman geçirip üstüne büyü öğrenince güçleniyorsun. Sen güçleniyorsun, özelliklerin ise şekil değiştiriyor.” dediğinde artık kanatlarını geri indirmişti. Arat ise elinde oluşturduğu mendili koluma sürerek temizlemeye başladı. “Ben yaparım.” diyerek elime almak istedim ama “Bitti bile, izin ver.” cevabını duyduğum. Sildikten sonra koluma bir öpücük bırakıp geri çekildi.

Şimdi ona olan hislerim nasıl bir sel olup taşmasındı?

Toprak elementinin özelliklerini taşıyordum. Bu zamana kadar toprakla olan uyumum boyut atlıyordu. Bu harika bir duyguydu.

“Bugün farklı dersliklerde olacağız.”

“Neden?”

“Çünkü herkesin seviyesine göre almış olduğu zorunlu dersler var.”

“Derslikler de neden bu kadar az kişiyle olduğumuzun cevabı da böylelikle anlaşılıyor.”

“Aklına geleni sormaktan çekinme. Burada yıllar geçirmiş insanların aklına böyle sorular uğramaz bile.”

“Peki ben hangi seviyedeyim?”

“Başlangıç seviyesindesin Kıvılcım.”

“Peki ben buraya uzun zaman sonra düşen insansam, diğerleri neden benimle aynı seviyede?”

“Çünkü doğar doğmaz kimse derslere başlamaz. Öğrenmeleri gereken temel eğitimi aileleri verir zaten. Burada doğan kişilerin de dövmeleri hemen oluşmaz. Yıllar alabiliyor. Tıpkı Yaşayanlar’ın dünyasında olduğu gibi belirli bir yaştan sonra başlangıç dersiyle başlıyorsun.”

“Anladım. Şimdi her şey daha iyi oturdu. Peki sen ve diğerleri nasıl benim dersliğime girebiliyorsunuz?”

“Üst seviyeler boş derslerinde ya da özel izinlerle alt seviye derslerine katılabiliyor. Bu eğitmenlerin de önerdiği bir şey. Hafıza tazelemek büyüyle yapılabilen bir şey olmadığı için biz de katılıp tekrar etmiş oluyoruz.”

Yeniden anladığımı belirtir şekilde kafa sallamıştım. Feris önden yürüdüğü yolda hızla arkasına dönerek “Biraz daha konuşursanız geç kalacağız.” dedi ve bizim de sohbetimizi bölmüş oldu.

Çılgın asansöre binip ayrıldığımızda Feris ve ben bir yere, Arat ayrı yere yürümeye devam ettik. Bu dersliğe ilk defa giriyordum ama şimdiden ışıklar ve bitkiler içinde olduğunu gördüğümden gelen Profesör’ün Ahter Feniks olduğunu anladım. Doğrusu onu özlemiştim de.

Kapıdan içeri süzülerek girdiğinde, yine sarı saçları beline doğru kıvrımlı bir şekilde iniyordu. Bakanın tekrar bakmak istediği güzel yüzü gülümseyerek üzerimizde dolaştı. Uçuşan tüllü elbisesinin eteklerine asla takılmadan masasına doğru yürüdü. Aksesuarları her zamanki gibi göz alıcıydı.

“Merhaba sevgi dolu yavrularım. Uzun süredir görüşemiyoruz, sizi yeniden görmek çok hoş.” dediğinde herkesin ağzından onaylayan mırıltılar çıktı. Çoğu büyük bir hevesle Bayan Ahter’e bakıyordu. O sırada kapı tıklandı ve sanki savaşçı kostümü giyinen bir çocuk içeri girdi. Koyu renk dalgalı saçları çenesine kadar geliyor ve daimi bir şekilde gülüyordu. Bayan Feniks’e eğilerek baş selamı verdi.

“Üzgünüm Profesör geciktim. Derse katılmak istiyorum bu nezaketi gösterirseniz çok sevinirim.” dediğinde Bayan Ahter elini öne doğru uzatarak onayladı. Çocuk da sırıtan bir yüzle gelip yanıma oturdu. Evet tam yanıma.

“Merhaba sizi ilk defa görüyorum?” dediğinde sorunun muhatabının kendim olduğunu biliyordum. Derin bir nefes alıp nazik bir şekilde yüzüklerle dolu elimi ona doğru uzattım.

“Merhaba ben Yargı Yargıcı.” Yaşam ismimi özellikle bilsinler istemiyordum. Sanki bu bana özel kalmalıydı, bana ve adının anlamı ölüm olan Arat’a. Birlikte yaşamı ve ölümü taşıyan bize...

“Ben de Şeref. Şeref Şerefli.” deyip daha çok sırıtarak elimi nazikçe sıktı ve üzerine belli belirsiz bir öpücük bırakıp geri çekildi. Dalga geçtiğini düşünerek kaşlarımı çattım. “Hayır dalga geçmiyorum.” Düşüncelerimi mi okuyordu? “Hayır düşüncelerini de okumuyorum.” Kesinlikle okuyordu!

“Kulağa çok uyumlu geliyor değil mi? Ben de uzun zamandır böyle bir isim soy isim duymamıştım. Işıl Işıkhan’dan sonra.” Art ardına kurduğu cümlelere sadece bakarak yetindim.

“İsim hikayeni duymak için sabırsızlanıyorum. Bu arada beni buraya Arat Zemheri gönderdi. Ah! Ne adam ama. Şu ismin ve soy ismin asaletine bak!”

Arat dediği an dönüp ona baktığımda yeniden sırıttı. “Demek sihirli kelime Arat’mış, Yargı Yargıcı. Sabahtan beri bana dönüp bakmadın ama şimdi dikkatle bakıyorsun. Tanıştığıma memnun oldum.”

Şeref Şerefli, gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Söylesene bu nasıl isim?” dediğim an sırıtışı daha çok büyüdü. Arat gönderdiğine göre zararsız biri sayılırdı. Ama her Arat gönderdi diyen kişiye güvenecek değildim.

“Soyadımı kendim koydum. Herkese şerefin ne kadar önemli bir husus olduğunu belirtmek istedim. İnsan ne için yaşar Yargı Hanım? Şerefi, haysiyeti, onuru-”

“Şeref Şerefli konuşmak için Bayan Ahter’in dersini mi buldun? Ya sus ya da seni boğarım.” dedi Feris bir hışımla.

“Tamam minik su perisi tamam sustum. Yoksa gerçekten boğuyor.” Son cümlesini bana yaklaşarak kısık sesle kurduğunda gülümsedim. Feris’ti bu, yapardı.

Dersin sonuna kadar bir daha asla konuşmadan sanki masal dinler gibi Bayan Ahter’i dinledik. Bize buranın tarihçesinden tekrar kısaca bahsettikten sonra, dolaplardan önümüze konulan kitabın içinden bir harita gösterdi. Burada sadece bu kadar kişi yaşadığımızı (yaşamadığımızı) düşünen bana, daha farklı bölgelerin de olması şokunu bir daha yaşattı. Bizim bölgemizin sınırında Yaşayamayanlar vardı. Sonra ise Yaşamayanlar’dan oluşan bir grup daha. Laf arasında bir bölgenin çok sıkı disipsine edildiğini, diğer bölgenin ise aşırı kural tanımaz ve asi olduğunu öğrendim. Ayrıca diğer bir bölgede tamamen İtbarak’lar yaşıyordu.

Bugün edindiğim önemli bir bilgi daha vardı. Vampirler ve farklı ruh türleri -istisnalar hariç- direkt olarak o şekilde beden bulmuyordu. Burada dövme oluşmasını bekleyip, fakat değişime uyum sağlayamayanlar farklı bir türe evriliyordu ve bu onların seçimi değildi. Yani Yaşayamayanlar sadece Yaşayamayanlar olarak kalmıyordu ne yazık ki.

Profesör Ahter bize tılsımlı ormandan da bahsetti. Ormanın sadece karanlık olmadığından, bazen aydınlığın da çok büyük bir tezatlık oluşturabileceğinden de söz etti. Ben buraya gelirken kemeri geçmeden evvel bir ormandan geçmiştim. Sanki orman kılıçla ikiye bölünmüş gibi sağ tarafı beyaz, sol tarafı ise zifiri karanlıktı. Oranın tılsımlı orman olma ihtimali var mıydı bilmiyordum ama oldukça ürkütücüydü! Bu ormanda karşınıza her şey çıkabilirdi. Orman özellikle sizin korkularınızla büyür, genişler ve güçlenirdi.

Bunun için gerekli koruyucu ve savunma büyülerini öğrenecektik. Ayrıca savunma sanatları sadece büyüyle değil bilek gücüyle de gelişecekti. Bu da demekti ki birbirimizle savaşıp kendimizi geliştirecektik. Programa göre dersin öğretmeni değişkenlik gösterebilirdi.

Bayan Ahter herkese muhteşem gülüşünü sunup iyi dilekler dileyerek, süzülerek derslikten ayrıldı. Ben ise davul gibi olmuş bir kafayla kalakaldım.

Durmadan not aldığım tüy kalem ve defterimi toplarken yanımda oturan Şeref beni alkışlamaya başladı.

“Tebrik ediyorum, her cümlesini not aldın kadının bravo.” dediğinde gülümsedim. Üniversitede hocalar hiç duraksamadan tak tak konuşurdu ve bu sayede kendimi zorlaya zorlaya hızlı yazma serüvenimi geliştirmiş olmuştum. Amansız hastalığa yakalanıp acı içinde kıvrandığım yataklara düşmeden önce güzel giden bir okulum ve oldukça eğlenceli hayatım vardı.

Sonrasında ise bir tek Efe benim yanımda kalmıştı çünkü bana aşık olduğunu iddia ediyordu. Ailem yanımdaydı çünkü bana sevgi doluydular. Zaten canımla uğraşırken yapmacık hareketlerden uzak kaldığım için mutluydum.

Babam adı gibi çok adil bir insandı ve soyadının hakkını dolu dolu verirdi. Yargıcı. Hukuk okumamı istediğinde sınavlara girdim, kazandım ve nihayet istediğim ortama eriştim. Sandım ki bütün haksızlığa uğramış insanların sesi olacaktım. Daha okulumu bile bitiremeden yarıda bırakmak zorunda kalmam da kaderin bir cilvesiydi. Burada adalet tam bildiğimiz düzende işlemiyordu ama, babamın öğrettikleri arkamda dev bir gölge gibi dururken onun yolundan asla şaşmamayı düşünüyordum. Şey, Veronika’ya yaptığım küçük şovu saymazsak tabii...

Feris ile beraber gülüşerek koridora çıktığımızda suratsız Sofya’nın beni beklediğini gördüm. İkimizin de aynı anda göz devirdiğine yemin edebilirdim. Pera ve sinsi yılanı da süzülerek diğer koridordan çıktığında tam ortada buluşmuş olduk.

“Ee aşırı açıktım. Yemek saatini kaçırmayalım lütfen.” diyen Feris kolumu tuttuğu gibi çılgın asansöre yönlendirdi beni. Çapraza ve bir anda geriye doğru gitmesine asla alışamayacaktım. Ayrıca Sofya’nın dalga geçer gibi bakan o gözlerini de oymak istiyordum. Evet biraz önce adaletten bahseden de bendim.

Patika yolu yürüyerek nihayet yemekhaneye geldiğimizde sıraya geçtik ve havadaki kepçelerin yanında yerimizi aldık. Lazanyaya benzer bir yemek vardı. Tercihim içindeki etten emin olunca bu yemek oldu. Her zamanki gibi portakal suyumu ve salatamı alıp kale grubunun olduğu masaya doğru yürüdüm. Uzun ince masanın etrafında hepimiz dizilmiştik. Artı bir fazlamız bile vardı; Şeref Şerefli...

 

Loading...
0%